Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Yaver Zeki Bey’in taşınması zor mirası

Kayınbirader kontenjanından saraya kapılanan Zeki Bey, kısa zamanda Vahideddin’in yaverliğine yükseldi. Ülkeyi birlikte terk ettikleri sabık sultanı, kumarbazlık, zamparalık ve ayyaşlık vukuatlarıyla canından bezdirmekle kalmadı, velinimeti aleyhinde casusluk da yaptı.

Kentin soylusu olmak kimseyi kesmez, neticede kalabalık bir sosyal zümrenin, kaba saba gürültücü bir gürûhun mensubu olmaktan öteye gidemezsiniz. Kentsoylularının büyük kısmının bir punduna getirip soyunu sağlam ağaca bağlamaya çalışması bundandır. Eski fotoğrafların, mektupların, efemeranın sandıklardan çıkartılıp pertavsız altında inceleneceği o meşum gün eninde sonunda mutlaka gelir. Tefekküre yatılır, zihinlerde kırıntıları kalmış uzak anlatılar hatıralarda tazelenmeye çalışılır. Bu ‘asalete flash back’ çabalarının kahir ekseriyeti kolayca tahmin edeceğiniz gibi hüsranla sonuçlanır. Bu girişimlerden umduklarını bulamayanların bir kısmı göğüslerini kabartacak bir aile hikayesini yeniden tesise tevessül ederler. Nisyanla malûl bir tarihin çocuklarıyız ya, nispeten kolay iştir! Cüzdanınızın dolgunluk durumuna bağlı olarak Çukurcuma’ya, Horhor’a, o da olmadı Feriköy eskici pazarına gider, mobilyaydı, objeydi birkaç çakma aile yadigârı edinirsiniz. Bir de kendinize paşa dedeniz olarak seçtiğiniz zat-ı muhteremin yağlıboya tablosunu al takke ver külah satın alıp apartman dairenizin duvarına astınız mı iş tamamdır.

Seniye İnşirah Hanım

Ağabeyi Zeki Bey’in kayınbirader kontenjanından müstakbel sultanın maiyetine girmesine vesile olan Vahideddin’in ikinci haremi Seniye İnşirah Hanım

İtiraf edeyim ki kent soylusu olmakla yetinemeyen bendeniz de sonunda şeytanın dürtmesine uydum, zat-ı âlimi her anına layık olduğum bir ‘asalete dönüş’ işkencesine maruz bıraktım. Sahte bir paşa dedeye bağlanma kolaycılığını kendime yediremediğimden, hakikatin peşine düştüm. Ah keşke düşmez olaydım!

Efendim çocukluğumuzda annemizin halaları, cennet mekan Belkıs ve Sara Dinçel (Bankal) hemşirelerden, bizzat müteveffa annemiz Betil Köseoğlu’ndan ve Allah uzun ömürler versin teyzemiz Bengi Dinçel’den dinlerdik, tanınmış bir Çerkes ailesinin mensupları olan anne tarafımızdan bir büyükhanım saraya gelin gitmişmiş. Aman ona hediye edilen altın saatler, mücevherler, kostümler ne de fiyakalı şeylermiş! Hem çocuk olduğumuzdan hem de Sultan VI. Mehmed Vahideddin’le kısım olmak pek de matah bir şey sayılmadığından, hikayeler bir kulağımdan girer, öbüründen çıkardı. Fakat yıllar yılları izleyip ufukta daha iyi bir seçenek görünmeyince, çaresizlikten son Osmanlı sultanına “bizim Vahdoş enişte” diye hitabetme fırsatının peşine düştüm.

Sordum soruşturdum, önce aile efradımızdan bu hanım sultanın adının Seniye İnşirah olduğu bilgisine ulaştım. Ardından akrabalık derecemizi saptamayı başardım. Kendilerinin validemizin sevgili babaannesi Adile Hanım’ın büyük ablası olduğu bilgisine ulaştım. Sonunda Seniye ve Adile Hanımların üçüncü bir kız kardeşleriyle (Nuriye Hanım) Zeki Bey isimli bir ağabeyleri de olduğu ortaya çıktı, hikayenin arkası çorap söküğü gibi geldi.

Efendim İnşirah Hanım, Çerkes ümerasının Ubûh taifesine mensup, muhtemelen 1864 büyük Çerkes sürgünü sıralarında Sinop’un Ayancık kasabasına yerleşen Voçbe Zekeriya Bey’in kızıdır. Vahideddin’in üçüncü eşi Müvedded Hanım’ın nedimesi Afife Rezzemaza, hatıratında Zekeriya Bey’den “gayet vakur, intizamlı ve dürüst bir adam” olarak bahsederken, “namlı ve asilzade” bir aile olarak tarif ettiği Voçbeleri şöyle anıyor:

Meşhur (!) Zeki Bey

Yaver Zeki Bey, şehzade Ertuğrul Efendi ile birlikte padişah Vahidettin tarafından Galatasaray Lisesi’nde okutulan oğlu Cüneyd ile.

“Voçbelerden Osmanlı Sarayı’nda pek çok eşhas (şahıslar) bulunmuştu. Bu aileden istidatlı valiler, mabeynciler, mutasarrıflar hatta sanatkârlar dahi çıkmıştı”.

İnşirah ufak yaşta akrabası Ruhisar Hanım’ın aracılığıyla saray hizmetine alınır, orada büyüyüp serpildikten sonra Şehzade Vahideddin’in ikinci haremi olur. Fakat peri masalı uzun sürmez. Devamını, Vahideddin’in ilk eşi ve kendisine erkek çocuk veremediği için yüreğine taş basarak şehzadenin ikinci izdivacına olur veren başkadını Nazikeda Hanım’ın nedimesi Rumeysa Aredba’dan dinleyelim:

“İnşirah Hanım pek kışkançtı. Efendimizi acemi kızlardan biriyle yakalayınca sarayı terk ederek şehzadeden boşanmıştı”.

Ana tarafından soylu bir Çerkes boyuna mensubiyet, Osmanlı sarayına hizmet veren istidatlı atalar ve padişah boşayan gururlu bir büyükhanım fena bir başlangıç sayılmazdı. Tabii daha bir iştahla devam ettim araştırmaya.

Vahideddin’le şehzadeliği sırasında evlenen İnşirah Hanım onunla sadece dört yıl evli kalır, 1909’da saraydan ayrılır. Fakat ne tuhaftır ki, ağabeyi ve Vahideddin’in sabık kayınbiraderi Zeki Bey, şehzadenin maiyetinden çıkmaz. Bu herkesin yadırgadığı bir durumdur. Vahideddin tahta çıkınca, Zeki Bey de padişah kontenjanından sarayın hademe-i hassa komutanlığına atanır, zaman içerisinde sultanın yaverliğini üstlenir.

Kız kardeşinin saraydan kaçarcasına uzaklaşmasına rağmen Vahideddin’in hizmetinde kalmasını oldukça tuhaf bulmakla beraber, Zeki Bey’in padişaha yakınlığının göğsümü hafifçe kabarttığını belirtmeliyim. Soy ağacımıza bir de hükümdar yaveri kaydetmek, ne yalan söyleyeyim güzel bir duyguydu. Fakat söz konusu Zeki Bey olunca, erken öten horoz durumuna düşmekte gecikmeyecektim. Lafı yine Afife Rezzemaza’ya bırakalım:

“Filhakika Voçzade Zeki Bey’in hayli çok masrafları vardı. Oraya buraya borçlandığı herkesçe malumdu. Zavallı Vahideddin Efendi de bu sabık kayıbiraderinin bütün borçlarını tesviye ederdi. Hatta Zeki Bey evlendiğinde düğün merasimi masraflarını Vahideddin Efendi karşılamıştı”.

Çocuk yaşta sarayda

1890’ların ortalarında hizmetkar olarak eğitilmek üzere çocuk yaşında saraya alınan küçük Seniye.

İçimden ani bir isyan dalgası yükseldiğini hatırılıyorum. Ne vardı ki bunda? Herkesin elinin darlandığı zamanlar olabilirdi. Koskoca Osmanlı padişahı biricik yaverine koltuk çıkmayacak da kime çıkacaktı? Fakat, Afife Hanım yaralayıcı sözlerine devam ediyordu:

“Hâsılı Zeki Bey esbak eniştesinin parasını bir güzel harcıyordu. Bu da yetmezmiş gibi rezalete mahal veriyordu. Beyoğlu’nda hafif meşrep kadınlarla geceli gündüzlü eğlenirdi. Kumar masasında da bir hayli para ve altın kaybetmişti. Ben en çok zavallı zevcesine müteessir olurdum. Fevkalade iyi bir insandı. Melek-haslet idi”.

Hikayenin tadı yavaş yavaş kaçıyor, Zeki Bey artık bendenizin de asabını bozmaya başlıyordu. Bir züğürt tesellisi olarak, belki diye umud ettim, buhranlı bir dönemiydi, derdini unutmak için kendini zevkü sefaya vurmuştu. Fakat kazın ayağı öyle değildi!

Zeki Bey hükümdarın İstanbul’daki son günlerinde hususi işlerinde kullandığı birkaç kişiden biridir. Sultan’ın İngilizlerle yaptığı gizli haberleşmelerde rol oynar. Vahideddin’in General Harrington’a yazdığı “İngiltere’ye iltica ettiğini” belirten mektubu o taşır. Vahideddin’in 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan ayrılırken yanında götürdüğü 10 kişiden biridir. Devrik sultan ve avenesinin Malta, Hicaz, Cenova duraklarıyla süren yolculuğu San Remo’da son bulur. 3 Mart 1924’te Büyük Millet Meclisi’nin 431 sayılı “Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti Memâliki Haricine Çıkartılmasına Dair” kanunu kabul etmesinin ardından, padişahın kadınları, kızları, onların nedimeleri ve hizmetkarları da San Remo’ya ulaşır, Villa Nobel’e Vahideddin’in yanına yerleşirler. Aile kalabalıklaşmıştır, sürgün kafilesi için hayat pahalı ve zordur. Murat Bardakçı’nın Şahbaba’da Tarık Mümtaz Göztepe’nin Gurbetten Cehenneme isimli eserinden aktardığına göre, Sultan Vahideddin, günde dört beş paket içtiği pahalı sigaraların bir yekûn tuttuğunu görünce, masraflarını kısmak için ucuz ve saman gibi sigaralar içmeye başlamış ama bu durum Zeki Bey’i pek de ‘his’lendirmemiştir: “Beri taraftan Zeki Bey Amerikalı milyarderlerin, Avrupalı kontların ve mirasyedilerin karşısında görülmemiş bir cesaretle rest çekiyor ve bakarada bin sterline banko diyordu”.

Sultan nerede Zeki Bey orada İngilizlere sığınan sabık hükümdar VI. Mehmed Vahidettin, San Remo’da son bulacak yolculuğunun ilk durağı Malta’ya ayak basıyor. Yanında şehzadesi Mehmed Ertuğrul Efendi, sol arkasında Sertabib Reşad Paşa ve sağ arkasında daha sonra onu öldürmekle suçlanacak olan yaver Zeki Bey.

Murat Bardakçı da Şahbaba’da Zeki Bey’den “Yapışkan bir sabık akraba” başlığı altında şöyle söz eder: “Zeki Bey, San Remo’da her çeşit pisliğe bulaşmıştır. Mesela hükümdarın kızı Sabiha Sultan’ın emaneten bıraktığı mücevherleri satıp parasını Monte Carlo’da kumar masasında yer, bitirir. Villadaki İtalyan hizmetçilerin birini hamile bırakır, hükümdarın hadiseyi örtbas edebilmek için kıza küçük bir servet ödemesine sebep olur. Sultan Vahideddin’in ikinci muhasibi Mazhar Ağa’nın burnunu tabancasının kabzasıyla kırar”.

Devrik sultanın Sertabib Reşad Paşa vakasına sahne olacak olan San Remo’daki ilk ikâmetgahı Villa Nobel.

Zeki Bey iyice gemi azıya almıştır. Hanedanın diğer üyelerinin Villa Nobel’e varmasından kısa bir süre sonra Sertabip Reşad Paşa bir tabanca kurşunuyla şaibeli bir şekilde ölür. Kadın hizmetkarlara göre, zaten akli dengesini iyice yitirmiş olan Paşa’nın intihar ettiğine dair bir kuşku yoktur. Vaka kapanacak gibi görünürken San Remo’yu ziyaret eden ve şahitlerin açıklamalarından tatmin olmuş görünen Reşad Paşa’nın damadı Salih Fuad Bey, dönüşte hem İtalyan hem de Türk makamlarına Vahideddin’i cinayetin azmettiricisi, Zeki Bey’i de tetikçisi olarak şikayet eder. Türkiye’de İstiklal Mahkemeleri’nde dava açılır, 68 kişi suikastın işbirlikçisi olmakla suçlanır, bunlardan 11’i darağacını boylar. Ailemizde kuşaktan kuşağa anlatılagelen sözlü tarihe göre, yargılananlar arasında aile üyelerimiz de vardır. Seniye İnşirah Hanım’ın Vahideddin’den ayrıldıktan sonra durumu aile büyüklerine açıklamak için kaleme aldığı mektubu delil olarak sunup, başında padişahın olduğu ve hilafeti geri getirmek için çalışan gizli örgüt Tarikat-ı Salâhiye üyesi olmadıklarını kanıtlamayı başarırlar. Mektupta şöyle hayat kurtarıcı bir cümle yer almaktadır:

“Çocuklarıma baba olarak tahayyül edemediğim bir şahsın, bu memlekete nasıl hükümdar olacağını tahayyülde güçlük çekiyorum”.

San Remo’da piknikte (Soldan sağa) Hazine-i Hassa Müdürü Refik Bey, Nazikeda Kadınefendi, aile yakını bir genç kız, Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan, Refik Bey’in kızı Mediha Hanım, Sabiha Sultan, Zeki Bey ve önde şehzade Ömer Faruk Efendi San Remo’da bir piknik esnasında.

Çerkes akrabaları beraat ederken Zeki Bey, 1 Mayıs 1927’de gıyabında idama mahkum edilir. Devrik sultanın vefatını takiben İtalyan polisince gözaltına alınacak, fakat delil yetersizliğinden 20 gün sonra serbest bırakılacaktır.

Zeki Bey’i son bir kez anlamaya çalıştığımı unutmuyorum. Kumarbazlık, zamparalık, alkol ve eğlence düşkünlüğü gurur duyulacak hasletler olmasa da kabul edilebilir insani zaaflardı. Katil zanlısı olmayı da kötü talihe bağlıyabiliyordum. Fakat benim bile kabul edemeyeceğim nihai bir gerçek Zeki Bey’den kendime gurur duyulacak bir ata yaratma konusundaki son ümit kırıntılarımı da yok etti. Murat Bardakçı’nın Şahbaba’da tanıklara, belgelere dayanarak anlattığı üzere, Zeki Bey casusluk yaparak efendisini üç otuz para için arkadan vurmuştu:

“Ankara Zeki Bey’i işte bu günlerde kullandı. Sabık kayınbirader para karşılığında Ankara hesabına çalışıyor, Cenova Konsolosluğumuz vasıtasıyla Roma Büyükelçiliğimize Sultan Vahideddin’le alakalı raporlar gönderiyordu”.

Zeki Bey bu hadiselerden sonra Avrupa’da kalır, fakat gidecek bir yeri yoktur. Son günlerinde Vahideddin’in damadı, son halife Abdülmecid’in oğlu Ömer Faruk Efendi’ye kapılanır. Onun Nice’deki ikametgahında, evde kimsenin olmadığı bir gün havagazını açar, yatağına uzanır ve asla uyanmayacağı bir uykuya yatar.

Aile büyüğümün hiç değilse böyle bir hayatı kendi iradesiyle sona erdirme cesaretini göstermesi, içimde kendisine karşı belli belirsiz bir sempati uyanmasına yol açmadı dersem yalan söylemiş olurum. Ama siz siz olun, aile tarihinizi araştırmaya kalkmadan önce bir kere daha düşünün. 

Bu yazı her ikisi de Dr. Edadil Açba tarafından derlenen Rumeysa Aredba’nın Sultan Vahdeddin’in Son Günleri ve Afife Rezzemaza’nın Saraydan Sürgüne isimli hatıratları ile Murat Bardakçı’nın Şahbaba adlı kitabından yararlanılarak yazılmıştır.

İSTİHBARAT RAPORU

Zeki Bey kodeste!

Dahiliye Vekâletine, San Remo’daki istihbaratçımızdan aldığımız malumat ektedir.

Merhum Reşad Paşa’nın vefatını tahkik etmek üzere İtalya Başbakanı Mussolini San Remo savcısını memur etmiştir. 9 Haziran 1926 tarihinde Vahideddin’in kayınbiraderi Yarbay Zeki savcılık emriyle tutuklanarak San Remo’da hapishaneye konulmuştur. Bu tutuklamanın başlangıçta alacaklıların müracaatından ileri geldiği zannedilmişse de tutuklanma sebebinin Doktor Reşad Paşa’nın katli meselesiyle alakalı olma ihtimali yüksektir.

16 Haziran 1926, İstanbul Valisi Süleyman

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 30-10-203-383-13

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamını Oku

Son Haberler