Kasım
sayımız çıktı

Yavuz: Parçalandı, jilet oldu Averof: Çalıştırıldı, müze oldu

2 GEMİ, 2 TARİH

Ünlü geminin ünlü türküsü “Yavuz geliyor Yavuz da denizi yara yara/ Biz düşmanı yeneriz de başına vura vura” diyordu. Böyle olmadı. Tarihe damgasını vuran ünlü savaş gemisi önce hurdaya çıkarıldı, sonra parçalanarak kilosu 0.50 kuruşa satıldı! Aynı dönemin en az Yavuz kadar ünlü Yunan zırhlısı Averof ise tekrar çalıştırıldı ve müze olarak tarihe kazandırıldı. Düşmanı yendik, tarihimizi de tıraş ettik!

Güzel bir bahar günü Atina’nın en güzel mu­hitlerinden olan Paleo Faliro’da bulunan Flisvos Ma­rina’da kahvemi yudumlarken, pahalı yatların direklerinin ar­dında görünen 3 büyük gri baca dikkatimden kaçmamıştı. Me­rakla yanına gittiğimde, daha dün denize indirilmiş kadar te­miz ve bakımlı görünen bu ge­minin, günümüzde Yunanistan ile zaman zaman yaşanan Ege Adaları geriliminin mimar­larından olan meşhur Averof zırhlısı olduğunu gördüm.

Yunanlar tarafından “Şans­lı George”, Türkler tarafından “Şeytanın Gemisi” olarak anı­lan Averof, 1909’da İtalya’da yaptırıldı ve 24 milyon Drah­mi’ye satın alındı. Bede­lin üçte biri, bir Yu­nan işadamı Georgios Averoff’a ait vakıf tarafından ba­ğışlandı. Bu­nun karşılığı ise, 12 Mart 1910’da denize indirilen modern savaş gemisine ve­rilen isim olacaktı.

Yavuz zırhlısı 70’lerin ortasında sökülürken.

Averof’u bizim tarihimize sokan İmroz Deniz Muharebe­si, 1. Balkan Savaşı sırasında Seddülbahir Burnu ve İmroz Adası (Gökçeada) açıklarında Türk ve Yunan gemileri arasın­da yaşandı. 16 Aralık 1912’de Çanakkale Boğazı çıkışında­ki Yunan egemenliğini kırmak isteyen Ramiz Numan Bey ko­mutasındaki Osmanlı filosu, bölgede bulunan Pavlos Kun­duriotis komutasındaki Yunan filosuyla karşılaştı. Yaşanan muharebede Averof zırhlısı be­raberindeki es­ki gemilere göre daha hızlı olma­sının ve üstün atış yeteneğinin avantajını kul­lanarak filodan ayrıldı ve nispe­ten daha etkisiz Osmanlı gemile­riyle tek başına çarpıştı. Averof zırhlısı muharebede 5 büyük, 15 orta ve küçük çapta mer­mi isabeti aldı. 1 saatten biraz uzun süren ve iki tarafın gemi­lerinin de hasar aldığı muhare­bede Türk donanmasının tek kaybı Barbaros gemisinde gö­revli er Zonguldaklı Sait oğlu Arif olmuştu.

Sonuçta Averof’un önder­liğindeki Yunan filosu, Türk­lerin Ege Denizi’ne açılması­nı önleyerek buradaki hakimi­yetini sürdürdü. Bölgede daha fazla adayı işgale yönlenen Yu­nanistan, Kuzey Ege’de kendi avantajındaki stratejik duru­mu günümüze dek korudu.

Mondros Bırakışması’y­la başlayan işgal dönemin­de, Boğazlar’dan geçerek 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelen ilk Yunan gemisi yi­ne Averof olmuştu. 9 Eylül 1922’de İzmir’in Yunan işga­linden kurtarılması üzerine Anadolu’dan kaçmak zorunda kalan Yunan askerlerinin ve gayrimüslim halkın Ege ada­larına taşınmasında da kulla­nılan Averof, sonraki yıllarda okul gemisine dönüştürültü; ancak 2. Dünya Savaşı’nın baş­lamasıyla tekrar Yunan donan­masında görev yaptı. 1 Ağustos 1952’de hizmetdışı bırakılan geminin hikayesi böyle bitmeyecekti.

1984’te Yunan yetkilileri, ta­rihsel Yunan denizcilik gelene­ğini korumak ve gelecek nesil­leri buna teşvik etmek amacıyla Averof’u bir müze olarak restore etmeye karar verdi ve gemi aynı yıl Atina’daki Paleo Faliro’ya çe­kildi. Burada yıllarca ziyaretçi­lerini ağırladıktan sonra ülkede tarihî bir karar alındı: Averof’u dünyanın en eski operasyo­nel çelik savaş gemisi yapmak! Zırhlı tekrar çalışır hale geti­rilmesi için 26 Nisan 2017’de bulunduğu müze iskelesinden Elefsis’teki Skaramangas Ter­sanesi’ne çekildi ve burada son derece zor ve masraflı bir ba­kım ve onarımdan geçti. Sonun­da 5 Ekim 2017’de Averof’un buhar kazanları tekrar çalıştı ve rıhtımından ayrılan ihtiyar delikanlı gemi Selanik’e doğru ta­rihî seyrine baş­ladı.

Averof gü­nümüzde halen çalı­şır durumda ve ziyaretçilerini ağırlamakta!

Yavuz ardında şanlı bir geçmiş ve unutulmayacak türküler bıraktı.

Ve Yavuz…

Averof’u güneşin altında parla­yan gövdesi ve rengarenk fla­malar içinde gördüğümde, aynı zamanda doğumgünüm olan 8 Haziran 1973 tarihinde Hürri­yet gazetesinin devasa manşe­tini hatırladım hüzün içinde: “Elveda şanlı Yavuz…”

Adına türküler yakılan, şi­irler yazılan Yavuz, Averof’tan daha mı önemsizdi ya da Tür­kiye ne derece yokluk içindeydi ki de ülke tarihine damgasını vurmuş olan bir değerden çı­kacak hurda demirin parasına ihtiyacı vardı? Hayır! Mesele sadece bakış, vizyon ve liyakat meselesiydi; günümüzde de ol­duğu gibi.

Tarihimizde Osmanlı Dev­leti’ni 1. Dünya Savaşı’na sokan gemi olarak anılan bu drednot, yaşadığı ve yaşattıklarıyla jilet olmayı asla hak etmiyordu. 28 Ağustos 1911’de Hamburg’ta SMS Goeben ismiyle denize in­dirilen Moltke sınıfı bu zırhlı, Alman donanmasına önemli bir güç katmıştı. Savaşın baş­lamasıyla Temmuz 1914’te Akdeniz’de SMS Breslau hafif kruvazörü ile İngiliz donanma­sından kaçarak İstanbul’a de­mirlemesi; ardından gemilerin Osmanlı hükümetince Yavuz ve Midilli isimleri verilerek sa­tın alındığının açıklanması, o dönem İtilaf Devletleri’ni tat­min etmemişti.

Averof şu anda çalışır durumda ve ziyaretçilerini ağırlamakta

29 Ekim 1914’de araların­da Yavuz’un da bulunduğu Os­manlı filosunun Karadeniz’e açılarak Rusların Odessa, Feo­dosya, Sivastopol ve Novoros­siysk’deki askerî tesis ve am­barlarını bombalaması ve bunu harp ilan etmeksizin yapması üzerine Rusya, 1 Kasım’da Os­manlı Devleti’ne savaş ilan etti. Böylelikle Yavuz, 600 yıllık bir imparatorluğun son savaşının sebeplerinden biri oluyordu.

20 Ocak 1918’de Çanakka­le Boğazı’ndan çıkan Yavuz ve Midilli yanlarında dört torpi­do muhribi olmak üzere Gök­çeada’da demirli İngiliz savaş gemisi HMS Raglan ve M28 monitörünü batırdı ve Kefalos Burnu’ndaki telsiz istasyonu­nu imha etti. Ancak bu harekat esnasında her iki gemi de böl­gede bulunan mayınlara çarptı. Midilli’nin battığı bu görevde ağır yara alan Yavuz, Çanak­kale Nağra Burnu’na çekilerek baştan kara yapıldı.

Averof zırhlısı müze olarak yeniden tarihe kazandırıldı.

Yavuz, Averof’tan farklı olarak 1926’ya kadar İzmit’te terkedilmiş bir durumda kal­dı; sadece iki kazanı çalışır du­rumdaydı ve 1918’de çarptığı mayınlardan kalan hasar hâlâ tamir edilmemişti. Sonunda Yavuz’un onarımı için Alman­ya’dan 26 bin tonluk bir yüzer havuz satın alındı. Ancak bu­nun alımında yolsuzluk yapıl­dığı iddiasıyla açılan soruştur­ma sonunda Denizcilik Bakanı İhsan Eryavuz görevden alındı ve ardından Denizcilik Bakan­lığı lağvedildi. 1927’de Göl­cük Donanma Tersanesi’nde başlayan tamiratlar esnasın­da satın alınan yüzer havuzun bazı bölümleri çöktü. Bundan Yavuz’da nasibini alarak tek­rar hasar gördü; yüzer havuzun tamiratı ise geminin onarım sürecinin uzamasına sebep ol­du. Onarım sürecinde yapılan genel tamir işleminin yanında buhar kazanları da yenilendi ve ana topları için Fransa’dan alı­nan ateş kontrol sistemi kurul­du ve yenilenen Yavuz 1930’da cumhuriyetin yeni Türk do­nanmasına katılarak bayrak gemisi oldu. Aynı yıl alınan bir kararla zırhlının Yavuz Sul­tan Selim olan tam adı Yavuz Selim, 1936’da alınan yeni bir kararla da Yavuz olarak değiş­tirildi.

Cumhuriyet döneminin ilk ve son Denizcilik Bakanı İhsan Eryavuz, anılarında Atatürk’ün Yavuz’u ziyaretinde söyledikle­rine şöyle yer vermişti:

8 Haziran 1973 tarihli Hürriyet gazetesinin 1. sayfasında Yavuz’un hurdaya çıkarılması haberi.

“Biliyor musun? Vasıtala­rın da insanlar gibi kaderleri var. Kimisinin adı ona yad edil­meye layık hizmetlere imkân vermiş insanların isimleri ve emekleri unutulmasına rağ­men, hafızalarda baki kalıyor. Mesela Yavuz’u yapan mühen­dis, imkanı temin eden hükû­met, hatta onu bize kazandı­ranlar hatırlanmıyor da, güver­tesinde oturduğumuz bu gemi, hiçbir zaman ölmeyecek, kay­bolmayacak varlıkmışçasına hafızalarımızda…’ dedi. ‘Şimdi bu gemi, teşhisimizin hakikat abidesi oluyor. Çünkü içinde siz varsınız’ cevabını verdim. Gülümsedi ve ‘Bizler gelip ge­çiciyiz. Asıl mesele, böyle var­lıkları daima aranır, özlenir hâlde tutabilmekte… Tamir ta­mamlansın da uzun yolculuk yapmak isterim’ dedi”.

Maalesef Atatürk’ün bu isteği ancak cenaze törenin­de gerçekleşecek; 19 Kasım 1938’de Haydarpaşa önünde demirli bulunan Yavuz’a nakle­dilen Atatürk’ün aziz naaşı, bu­radan İzmit’e taşınacaktı.

Yavuz, 20 Aralık 1950’de aktif görevden alındı ve Ekim 1954’de donanma kadrosundan çıkarıldı. 9 sene sonra ise yü­rek burkan ilk olay gerçekleşti: Türk hükümeti 1963’te gemi­yi hurda fiyatına (2.5 milyon sterlin) Almanya’ya satma tek­lifinde bulundu. Amaç, bizim yapamadığımızı Almanların yapması ve geminin bir müze­ye dönüştürülmesiydi; fakat bu teklif kabul görmedi. Hamburg gazetesi 22 Ekim 1972 tarihin­de “Dünya’nın En Eski Kruva­zörü Hurda Oluyor” başlığıy­la Türk hükümetinin Yavuz’u sökülmek üzere Makine Kimya Endüstrisi’ne 20 milyon TL’ye sattığını haber veriyordu. 7 Ha­ziran 1973’te İzmit Seymen’de­ki söküm alanına çekilen Ya­vuz, Şubat 1976’da tam olarak sökülmüştü. Metalinin kilosu 0.50 kuruşa satılan efsane ge­mi, tüm dünya donanmaların­da kalan son drednot’tu. Ardın­da şanlı bir geçmiş ve unutul­mayacak türküler bıraktı.

Türkler tarafından “Şeytanın Gemisi” olarak anılan Averof zor ve masraflı bir bakım ve onarımdan sonra bugün hala yaşıyor.

Yavuz, Nusret, Muavenet-i Milliye ve Bandırma, ülkenin temellerinin atılmasında çok önemli yerleri olan yitik değer­lerimizden sadece birkaçı; top­lumsal hafızamızın zayıflığının denizler üzerine bir izdüşümü. Üzerinde gururla görev yapan onlarca isimsiz kahramanın anılarıyla beraber tarihe tanık­lık eden bu simgeleri koruya­madık. Tarihimizin tanıkları eskimiş gazete kupürlerinde tozlandıkça unutulurken; baş­ka ülkelerin özenle korunmuş tarihî simgelerini görmek ise belki en acısı.

İstinye’de denize karşı kah­vemi yudumlarken gözlerimi kapatıyorum ve rengarenk fla­malar çekilmiş, pruva direğin­de Türk bayrağı dalgalanan şanlı Yavuz’u yıllarca sığınağı olmuş bu küçük limanda hayal ediyorum.

Averof’u işgal yıllarında İstanbul’da betimleyen tablo.