Ünlü geminin ünlü türküsü “Yavuz geliyor Yavuz da denizi yara yara/ Biz düşmanı yeneriz de başına vura vura” diyordu. Böyle olmadı. Tarihe damgasını vuran ünlü savaş gemisi önce hurdaya çıkarıldı, sonra parçalanarak kilosu 0.50 kuruşa satıldı! Aynı dönemin en az Yavuz kadar ünlü Yunan zırhlısı Averof ise tekrar çalıştırıldı ve müze olarak tarihe kazandırıldı. Düşmanı yendik, tarihimizi de tıraş ettik!
Güzel bir bahar günü Atina’nın en güzel muhitlerinden olan Paleo Faliro’da bulunan Flisvos Marina’da kahvemi yudumlarken, pahalı yatların direklerinin ardında görünen 3 büyük gri baca dikkatimden kaçmamıştı. Merakla yanına gittiğimde, daha dün denize indirilmiş kadar temiz ve bakımlı görünen bu geminin, günümüzde Yunanistan ile zaman zaman yaşanan Ege Adaları geriliminin mimarlarından olan meşhur Averof zırhlısı olduğunu gördüm.
Yunanlar tarafından “Şanslı George”, Türkler tarafından “Şeytanın Gemisi” olarak anılan Averof, 1909’da İtalya’da yaptırıldı ve 24 milyon Drahmi’ye satın alındı. Bedelin üçte biri, bir Yunan işadamı Georgios Averoff’a ait vakıf tarafından bağışlandı. Bunun karşılığı ise, 12 Mart 1910’da denize indirilen modern savaş gemisine verilen isim olacaktı.
Averof’u bizim tarihimize sokan İmroz Deniz Muharebesi, 1. Balkan Savaşı sırasında Seddülbahir Burnu ve İmroz Adası (Gökçeada) açıklarında Türk ve Yunan gemileri arasında yaşandı. 16 Aralık 1912’de Çanakkale Boğazı çıkışındaki Yunan egemenliğini kırmak isteyen Ramiz Numan Bey komutasındaki Osmanlı filosu, bölgede bulunan Pavlos Kunduriotis komutasındaki Yunan filosuyla karşılaştı. Yaşanan muharebede Averof zırhlısı beraberindeki eski gemilere göre daha hızlı olmasının ve üstün atış yeteneğinin avantajını kullanarak filodan ayrıldı ve nispeten daha etkisiz Osmanlı gemileriyle tek başına çarpıştı. Averof zırhlısı muharebede 5 büyük, 15 orta ve küçük çapta mermi isabeti aldı. 1 saatten biraz uzun süren ve iki tarafın gemilerinin de hasar aldığı muharebede Türk donanmasının tek kaybı Barbaros gemisinde görevli er Zonguldaklı Sait oğlu Arif olmuştu.
Sonuçta Averof’un önderliğindeki Yunan filosu, Türklerin Ege Denizi’ne açılmasını önleyerek buradaki hakimiyetini sürdürdü. Bölgede daha fazla adayı işgale yönlenen Yunanistan, Kuzey Ege’de kendi avantajındaki stratejik durumu günümüze dek korudu.
Mondros Bırakışması’yla başlayan işgal döneminde, Boğazlar’dan geçerek 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelen ilk Yunan gemisi yine Averof olmuştu. 9 Eylül 1922’de İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılması üzerine Anadolu’dan kaçmak zorunda kalan Yunan askerlerinin ve gayrimüslim halkın Ege adalarına taşınmasında da kullanılan Averof, sonraki yıllarda okul gemisine dönüştürültü; ancak 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla tekrar Yunan donanmasında görev yaptı. 1 Ağustos 1952’de hizmetdışı bırakılan geminin hikayesi böyle bitmeyecekti.
1984’te Yunan yetkilileri, tarihsel Yunan denizcilik geleneğini korumak ve gelecek nesilleri buna teşvik etmek amacıyla Averof’u bir müze olarak restore etmeye karar verdi ve gemi aynı yıl Atina’daki Paleo Faliro’ya çekildi. Burada yıllarca ziyaretçilerini ağırladıktan sonra ülkede tarihî bir karar alındı: Averof’u dünyanın en eski operasyonel çelik savaş gemisi yapmak! Zırhlı tekrar çalışır hale getirilmesi için 26 Nisan 2017’de bulunduğu müze iskelesinden Elefsis’teki Skaramangas Tersanesi’ne çekildi ve burada son derece zor ve masraflı bir bakım ve onarımdan geçti. Sonunda 5 Ekim 2017’de Averof’un buhar kazanları tekrar çalıştı ve rıhtımından ayrılan ihtiyar delikanlı gemi Selanik’e doğru tarihî seyrine başladı.
Averof günümüzde halen çalışır durumda ve ziyaretçilerini ağırlamakta!
Ve Yavuz…
Averof’u güneşin altında parlayan gövdesi ve rengarenk flamalar içinde gördüğümde, aynı zamanda doğumgünüm olan 8 Haziran 1973 tarihinde Hürriyet gazetesinin devasa manşetini hatırladım hüzün içinde: “Elveda şanlı Yavuz…”
Adına türküler yakılan, şiirler yazılan Yavuz, Averof’tan daha mı önemsizdi ya da Türkiye ne derece yokluk içindeydi ki de ülke tarihine damgasını vurmuş olan bir değerden çıkacak hurda demirin parasına ihtiyacı vardı? Hayır! Mesele sadece bakış, vizyon ve liyakat meselesiydi; günümüzde de olduğu gibi.
Tarihimizde Osmanlı Devleti’ni 1. Dünya Savaşı’na sokan gemi olarak anılan bu drednot, yaşadığı ve yaşattıklarıyla jilet olmayı asla hak etmiyordu. 28 Ağustos 1911’de Hamburg’ta SMS Goeben ismiyle denize indirilen Moltke sınıfı bu zırhlı, Alman donanmasına önemli bir güç katmıştı. Savaşın başlamasıyla Temmuz 1914’te Akdeniz’de SMS Breslau hafif kruvazörü ile İngiliz donanmasından kaçarak İstanbul’a demirlemesi; ardından gemilerin Osmanlı hükümetince Yavuz ve Midilli isimleri verilerek satın alındığının açıklanması, o dönem İtilaf Devletleri’ni tatmin etmemişti.
29 Ekim 1914’de aralarında Yavuz’un da bulunduğu Osmanlı filosunun Karadeniz’e açılarak Rusların Odessa, Feodosya, Sivastopol ve Novorossiysk’deki askerî tesis ve ambarlarını bombalaması ve bunu harp ilan etmeksizin yapması üzerine Rusya, 1 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Böylelikle Yavuz, 600 yıllık bir imparatorluğun son savaşının sebeplerinden biri oluyordu.
20 Ocak 1918’de Çanakkale Boğazı’ndan çıkan Yavuz ve Midilli yanlarında dört torpido muhribi olmak üzere Gökçeada’da demirli İngiliz savaş gemisi HMS Raglan ve M28 monitörünü batırdı ve Kefalos Burnu’ndaki telsiz istasyonunu imha etti. Ancak bu harekat esnasında her iki gemi de bölgede bulunan mayınlara çarptı. Midilli’nin battığı bu görevde ağır yara alan Yavuz, Çanakkale Nağra Burnu’na çekilerek baştan kara yapıldı.
Yavuz, Averof’tan farklı olarak 1926’ya kadar İzmit’te terkedilmiş bir durumda kaldı; sadece iki kazanı çalışır durumdaydı ve 1918’de çarptığı mayınlardan kalan hasar hâlâ tamir edilmemişti. Sonunda Yavuz’un onarımı için Almanya’dan 26 bin tonluk bir yüzer havuz satın alındı. Ancak bunun alımında yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla açılan soruşturma sonunda Denizcilik Bakanı İhsan Eryavuz görevden alındı ve ardından Denizcilik Bakanlığı lağvedildi. 1927’de Gölcük Donanma Tersanesi’nde başlayan tamiratlar esnasında satın alınan yüzer havuzun bazı bölümleri çöktü. Bundan Yavuz’da nasibini alarak tekrar hasar gördü; yüzer havuzun tamiratı ise geminin onarım sürecinin uzamasına sebep oldu. Onarım sürecinde yapılan genel tamir işleminin yanında buhar kazanları da yenilendi ve ana topları için Fransa’dan alınan ateş kontrol sistemi kuruldu ve yenilenen Yavuz 1930’da cumhuriyetin yeni Türk donanmasına katılarak bayrak gemisi oldu. Aynı yıl alınan bir kararla zırhlının Yavuz Sultan Selim olan tam adı Yavuz Selim, 1936’da alınan yeni bir kararla da Yavuz olarak değiştirildi.
Cumhuriyet döneminin ilk ve son Denizcilik Bakanı İhsan Eryavuz, anılarında Atatürk’ün Yavuz’u ziyaretinde söylediklerine şöyle yer vermişti:
“Biliyor musun? Vasıtaların da insanlar gibi kaderleri var. Kimisinin adı ona yad edilmeye layık hizmetlere imkân vermiş insanların isimleri ve emekleri unutulmasına rağmen, hafızalarda baki kalıyor. Mesela Yavuz’u yapan mühendis, imkanı temin eden hükûmet, hatta onu bize kazandıranlar hatırlanmıyor da, güvertesinde oturduğumuz bu gemi, hiçbir zaman ölmeyecek, kaybolmayacak varlıkmışçasına hafızalarımızda…’ dedi. ‘Şimdi bu gemi, teşhisimizin hakikat abidesi oluyor. Çünkü içinde siz varsınız’ cevabını verdim. Gülümsedi ve ‘Bizler gelip geçiciyiz. Asıl mesele, böyle varlıkları daima aranır, özlenir hâlde tutabilmekte… Tamir tamamlansın da uzun yolculuk yapmak isterim’ dedi”.
Maalesef Atatürk’ün bu isteği ancak cenaze töreninde gerçekleşecek; 19 Kasım 1938’de Haydarpaşa önünde demirli bulunan Yavuz’a nakledilen Atatürk’ün aziz naaşı, buradan İzmit’e taşınacaktı.
Yavuz, 20 Aralık 1950’de aktif görevden alındı ve Ekim 1954’de donanma kadrosundan çıkarıldı. 9 sene sonra ise yürek burkan ilk olay gerçekleşti: Türk hükümeti 1963’te gemiyi hurda fiyatına (2.5 milyon sterlin) Almanya’ya satma teklifinde bulundu. Amaç, bizim yapamadığımızı Almanların yapması ve geminin bir müzeye dönüştürülmesiydi; fakat bu teklif kabul görmedi. Hamburg gazetesi 22 Ekim 1972 tarihinde “Dünya’nın En Eski Kruvazörü Hurda Oluyor” başlığıyla Türk hükümetinin Yavuz’u sökülmek üzere Makine Kimya Endüstrisi’ne 20 milyon TL’ye sattığını haber veriyordu. 7 Haziran 1973’te İzmit Seymen’deki söküm alanına çekilen Yavuz, Şubat 1976’da tam olarak sökülmüştü. Metalinin kilosu 0.50 kuruşa satılan efsane gemi, tüm dünya donanmalarında kalan son drednot’tu. Ardında şanlı bir geçmiş ve unutulmayacak türküler bıraktı.
Yavuz, Nusret, Muavenet-i Milliye ve Bandırma, ülkenin temellerinin atılmasında çok önemli yerleri olan yitik değerlerimizden sadece birkaçı; toplumsal hafızamızın zayıflığının denizler üzerine bir izdüşümü. Üzerinde gururla görev yapan onlarca isimsiz kahramanın anılarıyla beraber tarihe tanıklık eden bu simgeleri koruyamadık. Tarihimizin tanıkları eskimiş gazete kupürlerinde tozlandıkça unutulurken; başka ülkelerin özenle korunmuş tarihî simgelerini görmek ise belki en acısı.
İstinye’de denize karşı kahvemi yudumlarken gözlerimi kapatıyorum ve rengarenk flamalar çekilmiş, pruva direğinde Türk bayrağı dalgalanan şanlı Yavuz’u yıllarca sığınağı olmuş bu küçük limanda hayal ediyorum.