Adolf Hitler bundan tam 88 yıl önce, Almanya Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi. Seçimlerde meclis çoğunluğunu sağlayamayan Nazi Partisi liderinin başbakan olması, o dönemde ne iktidar ortakları ne muhalifler ne Yahudiler ne de ülke aydınları tarafından bir tehdit olarak görülmedi. Ancak dünya artık eskisi gibi olmayacaktı.
“Tarihte fiziksel ve ahlaki yıkım, hiçbir zaman bir isim ile böylesine özdeşleştirilmemiştir.”
Ian Kershaw
1- Adolf Hitler hiçbir zaman seçimlerde mecliste çoğunluğu elde edecek oyu almadı. Emrindeki paramiliter güçlerin oy verenlere yaptığı baskıya rağmen…
Hitler’in şansölye yani başbakan olmasıyla ilgili genel algı onun adil bir seçim sonucunda –hatta büyük bir destekle- bu makama geldiğidir. Halbuki işin aslı çok daha farklı. Hitler, başarısız bir darbeci olarak siyasi hayatta belirdikten sonra, partisini, başbakan olacağı Kasım 1932 seçimlerinden sonra bile mecliste hükümet kuracak çoğunluğa ulaştıramadı. Yine aynı sene cumhurbaşkanlığı yarışını Hindenburg’a karşı kaybetti. 1933 Mart ayında seçimleri tekrarlattı; ancak yönetimdeki Nazi hükümetinin paramiliter güçleri birçok yerde şiddet ve baskıyla oy verenlerin gözünü korkutmuş olsa da bu seçimlerde de yeterli çoğunluğu sağlayamadı. DNVP (Alman Ulusal Halk Partisi) ile koalisyon kurarak başbakanlığa atanabildi.
2- Hitler başlangıçta önemli bir siyasi figür olarak kabul edilmedi; hatta başbakan olduktan sonra bile küçümsendi. Hindenburg ve Papen “bu adamı idare ederiz” dedi.
Nazi Partisi’nin siyasi etkisi daha çok Hitler’in ateşli konuşmalarına ve paramiliter güçlerine dayanıyordu. Ancak diğer partilerdeki siyasiler de, dünyadaki diğer liderler de (Mussolini dahil), Hitler’in hatipliği dışında bir yeteneği olmadığını düşünüyorlardı. Hindenburg onu şansölye atarken, şansölye yardımcısı Franz von Papen’in “onu rahatlıkla idare ederiz” sözleri etkili olmuştu. 1933 Ocak ayında hükümet kurulurken Papen, “onda halk desteği bizde iktidar olduğu için istediklerimizi kolaylıkla yapabiliriz” diyordu!
3- Parlamentoyu ilk by-pass eden Hitler değildi.
Weimar Anayasası’nın 48. Maddesi’ne göre, başkan “olağanüstü durumlarda” Reichstag’ı yani parlamentoyu by-pass ederek kararname çıkarabiliyordu (aslında parlamento basit çoğunlukla bunu engelleyebiliyordu; fakat 25. Madde’ye göre böyle bir durumda başkan 60 gün içinde meclisi feshedip seçimleri yenileyebiliyor, bu da parlamentoya gözdağı veriyordu). Weimar Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı sosyal demokrat Friedrich Ebert bunu çokça kullanmıştı. Hindenburg 1929 Büyük Buhranı’ndan sonra ise ekonomik krize karşı hükümete “olağanüstü kararname”(Notverordnung) çıkarma yetkisi verdi. Ancak bunun kullanılması sonrasında hükümetin meclisten aldığı destek zayıfladı.
Hitler ise başbakan olduktan birkaç hafta sonra “Reichstag Yangını”nı bahane ederek Hindenburg’tan 48. Madde’ye dayanarak meclisi by-pass eden, bugün “Reichstag Yangını Kararnamesi” olarak bilinen yetkilendirmeyi yapmasını istedi. Hindenburg bunu kabul etti ve Almanya’da tek parti rejimi bu şekilde başlamış oldu.
4- Almanya’nın önde gelen entelektüelleri, Hitler’in diktatör olacağını tahmin etmiyordu.
Hitler’in ülkenin rejimini tek partili bir sisteme ve diktaya dönüştüreceği düşüncesi dönemin entelektüellerine ve gazetecilerine oldukça uzaktı. Bugün adına gazetecilik ödülü verilen Frankfurter Zeitung’un ünlü yazarı Thomas Wolff bile Hitler’in bir diktatöre dönüşebileceğini öngörmemişti: “Birinin Alman ulusunun üzerinde diktatoryal bir rejim kurabileceği umutsuz bir yanlış kanaattir; zira Alman halkının içindeki çeşitlilik demokrasiyi çağırmaktadır”. Savaş sonrası dönemin en önemli sosyal demokrat lideri Kurt Schumacher bile Hitler’in bir dekor unsuru (Dekorationstück) olmaktan öteye gidemeyeceğini söylemekteydi.
5- Hitler, Mussolini’nin gölgesinde bir lider hatta onun “kötü bir kopyası” olarak tanımlanıyordu.
Benito Mussolini 1922’den beri başbakandı ve kendini daha 1930’da yeni gösterebilmiş Hitler’e göre çok daha kıdemliydi. Faşist İtalya’nın sürdürdüğü agresif dış politikaya Almanya’nın benzer bir sistemle ortak çıkması, aslında Mussolini’yi memnun eden bir durum değildi. Her ne kadar İtalyan yönetimi Avrupa’da sağ ve aşırı sağ hareketleri destekliyorduysa da Hitler’e o kadar sıcak bakmıyordu. Mussolini’nin Nazilere destek için 250 bin liret (yaklaşık 50 bin Reichsmark) vererek Mein Kampf’ın (Kavgam) İtalyanca haklarını alması işbirliğinin göstergesi olarak nitelendirilse de; aynı dönemde faşist liderin olası bir Alman yayılmacılığına karşı Avusturya şansölyesi Engelbert Dollfuß’a 5 milyon liret bağışlaması dikkati çekicidir.
Hitler, bir nevi idolü olarak gördüğü Mussolini’ye resmî ziyaret için epey beklemek zorunda kalmış, kendisi ancak 1934 Haziranı’nda Venedik’te kabul edilmişti. İki ülke arasındaki güç dengesi Nazi Almanyası lehine döndükçe iki lider de ittifaka yönelecekti.
6- Almanya komünistleri ve Alman Komünist Partisi’nin Hitler’i birincil tehlike olarak görmemesi, onun yerine sosyal-demokratları hedef alması Nazilere iktidar yolunu açtı.
Komünistler her ne kadar sokaklarda Naziler ile çatışıyorlarsa da siyasi olarak Nazileri rakip olarak değerlendirmediler. Alman Komünist Partisi (KPD) -SSCB ve Komintern’in de yönlendirmesi ile- siyasi sahnenin dışına çıkarılması gereken hareket olarak sosyal-demokratları görüyorlardı ve İtalyan faşizmine gönderme yaparak onları “sosyal faşist” olarak adlandırıyordu. Bu da sosyal-demokrat/komünist ittifakının oluşmasını engelleyerek Nazilere iktidar yolunu açacaktı.
7- Hitler’in iktidara gelmesi, Yahudilerde fazla telaş yaratmamıştı.
Adolf Hitler’in Yahudi karşıtlığı/düşmanlığı kamuoyu tarafından bilinmekteydi. Tıpkı dönemin aydınlarının, Nazilerin rejimi tekparti sistemine dönüştüremeyeceği inancı gibi; Yahudiler de anayasal haklarının ihlal edilmeyeceğinden emindiler. Yahudiler, Almanya’nın çeşitli görüşleri barındıran bir demokrasi olması nedeniyle, kendilerine karşı bir baskı olduğu takdirde Almanların onlara sahip çıkacağına inanıyordu. Çok geçmeden 1 Nisan 1933’te, Nazi hükümeti Yahudi işyerlerini boykot kararı aldı. Bundan sonra başlayan süreç toplama kamplarına, gaz odalarına kadar uzanacaktı.
Daha fazla bilgi için:
Richard J. Evans – The Coming of the Third Reich
Ian Kershaw – Hitler 1889-1936
Christian Goeschel – Mussolini and Hitler / The Forging of the Fascist Alliance