1960’larda Türkiye’nin Kıbrıs’a askerî müdahaleden başka seçeneği kalmamıştı ama, TSK’nin o dönem böyle bir harekat için kapasitesi olmadığından yıllar süren bir hazırlık dönemi gerekmişti. Yunan cuntası destekli EOKA-B Kıbrıs’ta darbe yapınca düğmeye basıldı ve takvimler 20 Temmuz 1974’ü gösterirken Türk askeri Kıbrıs’a çıktı. O günün detayları…
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 16 Ağustos 1960’ta kurulması, bir süreliğine de olsa Kıbrıs sorununu Türkiye’nin gündeminden çıkarmıştı. Kısa süre önce 27 Mayıs 1960 darbesi yapılmış, Türkiye’de askerin tüm dikkati iç siyasete odaklanmıştı. 27 Mayıs’ı başarısız iki darbe girişimi izledi. İç siyasette dalgaların durulmadığı bu evrede, Kıbrıs’ta ortaya çıkan statüko kalıcı gibi görünüyordu. Öte yandan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran antlaşmalar arasında yer alan Garanti Antlaşması, gerektiğinde Ada’ya askerî müdahale hakkı tanımıştı.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu gün, adaya 950 kişilik bir Yunan Alayı ile 650 kişilik bir Türk Alayı da ayak bastı. Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı (KTKA), 20 Temmuz 1974’e kadar Ada’da konuşlu tek TSK birliği olarak kaldı. Bu kritik birliğin subay ve astsubay kadroları olabildiğince dolgun tutuldu; gerektiğinde daha fazla askere komuta edebilecek şekilde teşkilatlandırıldı. 650 kişilik KTKA’nın kuruluşında 4 piyade ve 1 ağır silah bölüğü bulunuyordu.
Aralık 1963’de patlak veren Kanlı Noel, statükonun ne kadar kırılgan olduğunu ortaya çıkardı. İnönü Hükümeti, Ada’ya askerî müdahale seçeneğini değerlendirdiğinde, eldeki imkanların böyle bir denizaşırı müdahale için yeterli olmadığını acı biçimde anladı. Üstüne üstlük 1964’te ABD Başkanı Johnson tarafından hiç de nazik olmayan ifadeler içeren bir mektupla tehdit edilince, müdahale seçeneğinden geri adım atıldı. Ancak Erenköy’e yönelik saldırılar tırmanınca, Türk Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçakları Rum hedeflerini bombalayarak sınırlı bir hava müdahalesi gerçekleştirdi.
1964 krizinde yaşananlar, gelecekte yapılacak kapsamlı bir askerî müdahalenin parametrelerini büyük ölçüde belirlemiş oldu. Bunlardan ilki hava gücünün önemiydi. Rumların Erenköy’e saldırılarını durdurmada hava gücünün oynadığı rol, gelecekteki krizlerde Türk Hava Kuvvetleri’ne büyük iş düşeceğini gösteriyordu. 2. Parameter, olası bir askerî müdahalenin süresine ilişkindi. Başbakan İnönü’ye göre bu müdahalenin başarısı Türkiye’nin çok hızlı harekete geçip birkaç gün içinde sağlam bir köprübaşı elde etmesine bağlıydı. Uluslararası koşullar, ne uzun süreli yığınaklama ne de tedricen gelişecek harekata fırsat tanıyacaktı. Müdahale için siyasi ve stratejik baskın şarttı. Ne yapılacaksa tek hamlede yapılmalıydı.
1964’te Ada’ya ilk defa BM Barışgücü konuşlandı. Görevi, çatışan iki toplum arasında ateşkesi gözetmekti. Bu kapsamda 1964’te başkent Lefkoşa’yı ikiye ayıran ünlü Yeşil Hat da oluşturuldu. Yine bu kriz sırasında TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı), Beşparmak Dağları’nın nadir geçitlerinden biri olan boğazı kontrol eden, Girne-Lefkoşa yoluna hakim olan tepeleri ele geçirerek stratejik bir avantaj elde etti.
1964 krizi, o güne kadar faaliyetlerini bir yeraltı direniş örgütü olarak sürdüren TMT’nin de Kıbrıslı Türklerin özgürlük mücadelesindeki yaşamsal rolünü ortaya çıkardı. Türkiye’den gönderilen subaylar tarafından komuta edilen TMT, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu sonrası faaliyetlerini azaltmıştı. Aradan geçen sürede TMT ve KTKA mensupları, daha sonraki müdahale planlarına esas oluşturacak istihbaratı büyük ölçüde toplamaya başladılar.
1964 krizi sırasında henüz ortada kapsamlı bir müdahale planı olmasa da, Türk kurmaylar Ada’ya nereden çıkılacağına ilişkin kanaate sahipti. 10 muhtemel çıkarma plajı tespit edilmişti ki bunlardan 3 tanesi Mağusa’nın kuzeyinde bulunuyordu. Ada’nın topografyası gözönüne alındığında, buradaki plajlar amfibi harekata en uygun olanlarıydı. Hem genişlikleri sayesinde büyük birliklerin karaya çıkarılmalarına uygundular hem de Meserya Ovası gibi zırhlı birlik harekatına müsait bir araziye bağlanıyorlardı. Dolayısıyla Mağusa’dan çıkarılacak birlikler, Lefkoşa yönüne hiçbir doğal engelle karşılaşmadan ilerleme imkanına sahip olacaktı.
Elde Ada hakkında azımsanmayacak veri toplanmış olmasına rağmen, TSK’nin denizaşırı güç aktarım yetenekleri kazanması için 2 yıl daha geçmesi gerekti. Aynı sıralarda denizaşırı güç aktarımına uygun, deniz piyade, paraşüt ve komando birlikleri de bölük bölük, tabur tabur kurulmaya başlandı.
1967’de EOKA’cıların Geçitkale ve Boğaziçi’ne saldırısıyla başlayan kriz, Yunanistan’daki askerî cuntanın Kıbrıs’ı ilhak etme niyetinin bir yanısımasıydı. ABD’nin müdahalesiyle, kriz diplomasi yoluyla yatıştırıldı. Türk köylerini hedef alan EOKA saldırılarına son verildiği gibi, Ada’ya gizlice gönderilmiş olan binlerce Yunan askeri Atina tarafından geri çekildi. Bu krizin en önemli sonucu, Ankara’yı er ya da geç Kıbrıs’a askerî müdahalede bulunmak zorunda kalacağına ikna etmesi oldu.
Rumların olası bir Türk müdahalesine karşı savunma planları, Yunan askerlerinin Ada’da kalacağı varsayımına göre hazırlanmıştı. Bu askerlerin apar topar Kıbrıs’tan çekilmesi planların icrasını ciddi biçimde etkileyecekti. Makarios’un kurduğu Rum Millî Muhafız Ordusu (RMMO), bu boşluğu doldurabilecek durumda değildi. Ancak RMMO için Çekoslavakya’dan yüklü miktarda silah, cephane, zırhlı araç ve tank alınarak TMT’ye karşı büyük bir askerî üstünlük sağlanmıştı.
Bu dönemde TSK’nin denizaşırı güç aktarım yeteneklerinde ciddi bir iyileşme sağlandı. Ulusal kaynaklarla çıkarma gemileri yapımına başlandı. Kara ve Jandarma havacılık birlikleri için ilave genel maksat helikopterleri temin edildi. Hava Kuvvetleri için Almanya’dan temin edilen C-160D Transall nakliye uçaklarıyla hava indirme yeteneğinde önemli bir artış sağlandı.
Bir yandan yeni birlikler oluşturulup denizaşırı harekata uygun platformlar hizmete girerken, diğer yandan da müdahaleye yönelik planlar hazırlanıyordu. Bilinen ilk kapsamlı müdahale planı “Yıldız 70”tir. Yıldız 70’le, Mağusa’nın kuzeyindeki plajlara amfibi çıkarma yapılması ve havadan paraşüt taburlarının atılması/indirilmesi planlanmıştı. Ancak “Yıldız 70” planı, TMT’de görevli bir Türk subayının Rum kesimine kaçması nedeniyle deşifre oldu. Bir süre sonra RMMO birliklerinin, “Yıldız 70” planındaki çıkarma plajları civarında tatbikat yaptığı gözlendi. Bu nedenle Mağusa’daki plajlardan vazgeçilip, yeni bir bölge arandı.
Girne sahillerinde, bu amaca uygun plajlar bulunuyordu. Ancak bir sorun vardı: Girne, oldukça yüksek ve sarp Beşparmak Dağları ile Ada’nın geri kalanından, ayrılıyordu. Kıyıya çıkacak birliklerin ileri harekatı, bu duvar gibi dik dağ silsilesindeki birkaç dar geçide bağlı olacaktı. Bu geçitlerden sadece Boğaz, Kıbrıslı Türklerin denetimindeydi. Harekatın kaderi, bu geçidin kimin denetiminde kalacağıyla yakından ilgiliydi.
2 Temmuz 1974 günü Rum Lider Makarios, Yunan cuntasına adeta meydan okuyan bir mektup gönderdi. Aslında Makarios ve Yunan cuntası nihai hedef konusunda ayrı düşünmüyordu. Ortak amaç Enosis’ti; ancak bunun yöntemi ve takvimi konusunda anlaşamıyorlardı. Makarios, kendi kurduğu RMMO’nun günbegün Yunan subayların etkisiyle cunta çizgisine kaymasından rahatsızdı. Mektubunda RMMO’nun 20 Temmuz’dan itibaren söndürülüp askerlerin terhis edileceğini de bildiriyordu. 7 yıldır Yunanistan’ı ağır baskılarla yöneten dikta rejimi yıpranmıştı. Bu noktada Enosis, cuntaya itibar tazelemek için bir fırsat gibi göründü. Makarios gibi bir “başağrısı”ndan da kurtulacaklardı. Washington’ın da Makarios’un iktidardan indirilmesine bir itirazı olmayacağını düşünüyorlardı ki bunda haksız değillerdi. Ancak Türkiye’nin muhtemel tepkisi konusunda büyük bir hesap hatası yaptılar. Cuntaya göre Makarios’un devreden çıkması Ankara’yı da rahatlatacaktı. Ondan sonrası için “iki NATO müttefiki arasında nasılsa bir uzlaşı tesis edilir” diye umuyorlardı.
15 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’ta Yunan subayların komutasındaki RMMO, Makarios’a karşı darbe yaptı. Makarios son anda kurtuldu. Trodos Dağları’ndan Baf’a geçti. Radyodan destekçilerini direnmeye, uluslararası toplumu da Yunan cuntasının işbaşına getirdiği Nikos Sampson yönetimini tanımamaya çağırdı. İngilizlerin yardımıyla Ada’dan çıktı. Sampson azılı bir EOKA militanıydı.
Başbakan Bülent Ecevit, Kıbrıs’ta darbe olduğu haberini Afyon seyahati için Esenboğa Havalimanı’nda uçağa binmek üzereyken aldı. ABD’nin baskısıyla yasaklanan afyon ekimini yeniden başlatmak için bu ili ziyaret etmeyi planlamıştı. Gezisini çok kısa kesip aynı akşam Ankara’ya döndü. Bundan sonra hummalı bir toplantı ve görüşme trafiği başladı. Ecevit, garantör devletlerden İngiltere ile ortak müdahale olanaklarını müzakere etmek üzere 17 Temmuz 1974 akşamı Londra’ya uçtu. Türk askerlerinin Ada’ya İngiliz üslerinden çıkmasını ve ortak müdahale önerdi. Ancak İngiliz hükümeti bu seçeneği reddetti. Ecevit daha Londra’ya gitmeden önce, harekat (G-Günü) için 20 Temmuz 1974 tarihi tespit edilmişti. Kıbrıs’a müdahale için 6. Kolordu’ya bağlı 39. Piyade Tümeni ve 4. Kolordu’ya bağlı 28. Motorlu Piyade Tümeni görevlendirilmişti. Birlikler toplanma bölgelerine intikale başladılar.
3 gün içinde denize çıkış ve 5-6 gün içerisinde adanın 3’te 1’ine karşılık gelen kuzeydoğu kesiminin denetim altına alınması hedefleniyordu. Bu amaçla harekatın ilk günü, Hava İndirme Tugayı, Hamitköy-Gönyeli arasına paraşütle atılacak, Komando Başbakan Ecevit, “Barış Harekatı” adını verdiği askerî müdahalenin olabildiğince az can ve mal kaybına neden olmasını arzuluyordu. Bu nedenle ilk gün için planlanan deniz ve hava bombardımanı olukça hafif tutuldu. Deniz topçusu sahilde kendine verilen hedefleri 06.00- 06.20 arasında vurdu. 06.20’den sonra Hava Kuvvetleri devreye girdi. Uçaklar 35 dakika süreyle önceden belirlenen hedeflere taarruz ettiler.
Hava İndirme Tugayı’nın ilk dalgasının 07.00-07.30 arasında atılması planlanmıştı. Paraşütçüler için gerekli işaretlemeyi yapacak timin Kara Kuvvetleri’ne ait bir Do-28B tipi irtibat uçağı ile Kırnı pistine inerek sızma harekatı icra etmesi planlanmıştı; saat 05.00 civarında TMT unsurlarınca aydınlatılacak Kırnı pistine inecekti. Gerekli hazırlıkları yapan TMT mensupları saat 04.00 sıralarında pervaneli bir uçak sesi duydular. Ancak saat tutmadığı için kararlaştırılan işareti vermediler. Işıkları yakmadılar. Karanlıkta pisti bulmayan uçak bir süre havada dolaştıktan sonra geri döndü. Anlaşmazlık 1972’de Türkiye’nin yaz saati uygulamasına geçmesinden kaynaklanmıştı! Planlamacılar Türkiye ve Kıbrıs arasında oluşan 1 saatlik farkı hesaba katmamışlardı. İşaretlemeyi yapacak ekip zamanında Ada’ya varamadığı için, ilk dalgada atılan paraşütçüler TMT ve KTKA tarafından yapılan işaretlemeye ya da doğal nirengilere göre atlayış yaptılar. Aralarında daha önce TMT ve KTKA’da görev yapmış subay ve astsubaylar olması bu açıdan şanstı.
İlk dalganın atlayışı sırasında Rumlar gafil avlanmış, kaydadeğer bir direniş göstermemişti. Ancak 2. dalga için hazırlıklıydılar. Havan ve topçu ateşi nedeniyle inen birlikler zor anlar yaşadılar; görev yerlerine intikalleri gecikti.
Beşparmak Dağları’nda TMT’nin elindeki tek geçit olan Boğaz’daki mücahit karargahı, kolordu karargahı oldu. Aynı binada Hava İndirme ve Komando Tugaylarının komuta yerleri de kurulmuştu. Harekatın ilk aşaması buradan sevk ve idare edilecekti. Kıyıya çıkacak birliklerin ileri harekatı -dediğimiz gibi- bu duvar gibi dik dağ silsilesindeki birkaç dar geçide bağlıydı. Bu geçitlerden Boğaz, Kıbrıslı Türklerin denetimindeydi ve harekatın kaderi buranın denetimine bağlıydı. Girne’ye çıkarma yapan askerlerle havadan indirilenlerin, yani kıyıbaşı ve havabaşındaki birliklerin birleşmesi diğer türlü mümkün değildi.
Amfibi harekat planlanandan geç başladı. Bu arada seçilen çıkarma plajının olası mayın ve diğer engellerden temizlenmesi için SAT/SAS timleri görevlendirilmişti. Plaj açığına 15 SAT komandosu bırakıldı. Bunlar plajın temiz olduğu raporunu verince, ilk kademedeki amfibi deniz piyadelerini taşıyan çıkarma botları 08.50 civarında sahile kapak attı. Deniz Piyade Alayı kısa sürede çıkarma plajını emniyete aldı. İlk dalgalar sahile çıkarken zayıf bir direnişle karşılaşmıştı. Ancak zaman geçtikçe kıyıbaşı yoğun havan ve topçu ateşi altında kaldı. Kayıplar arttı. Öğleden sonra Rumlar doğu ve batıdan tank taarruzu yaptı. RMMO’nun T-34/85 tankları, tanksavarlar ve geri tepmesiz toplarla etkisiz hale getirildi.
TSK, 20 Temmuz 1974 günü Ada’ya yaklaşık 4500 kişilik kuvvet çıkarmıştı. RMMO başlangıçta güçlü bir direniş ortaya koyamadı; bunun nedeni tam anlamıyla gafil avlanmalarıydı. Diğer nedeniyse darbenin RMMO’da yarattığı kutuplaşmaydı. Rum askerî gücü, Makarios yanlıları ve cunta yanlıları arasında bölünmüştü. RMMO’nun en güçlü birlikleri, 1964’te kurulan komando taburları ile zırhlı birlikleriydi. Hava kararıp Türk uçakları üslerine geri dönünce bu birlikleri ve Yunan Kontenjan Alayı karşı taarruza geçtiler.
Komando ve Paraşüt Taburlarının saat 18.00’de toplanmalarını tamamlayıp Beşparmak Dağları üzerindeki hedeflerini ele geçirmek üzere taarruza geçmeleri planlanmıştı. Ancak sıcak, susuzluk ve yorgunluk nedeniyle taarruz edecek birliklerin toplanması uzun sürdü. Boğaz’ın etrafındaki tepelerin savunulma sorumluluğu TMT Taburlarına aitti. Gece karanlığından yararlanarak mücahit mevzilerine sızan RMMO Komando Taburları, Doğruyol Tepe mevzisini ele geçirdi. Türkiye ile muhabereyi sağlayan AN/TRC (telli telsiz tamamlama) cihazının bulunduğu Atak Tepe’yi ele geçirip burada bulunan 3 kişilik muhabere timini şehit ettiler ve Türk birliklerinin Türkiye ile iletişimini tamamen kesmiş oldular.
Boğaz’da St. Hilarion Kalesi civarında taarruz için son hazırlıklarını yapan Türk Komando Taburları baskına uğramıştı. 1964’ten beri Kıbrıslı Türklerin elinde olan Boğaz ve çevresindeki tepeler kaybedildiği takdirde, harekat daha ilk geceden zora girecekti. Benzer bir durum Boğaz’ın diğer tarafında, Türk Bozdağı’nda da yaşanıyordu. Buradaki kritik iki mevzi, Doğruyoltepe ve Şahintepe Rum komandoların eline geçmiş, iki taraf arasında kıyasıya bir mücadele başlamıştı.
1. Komando Taburu Komutanı Yarbay Cemal Eruç, inisiyatif kullanıp birliğinin planlı görevini iptal etti ve askerlerine Doğruyol Tepe’yi geri alma emri verdi. Günün ilk ışıklarıyla Üsteğmen Haluk Üstügen komutasındaki bölük burayı yeniden ele geçirdi. İki taraf da ağır kayıplar verdi; ancak tepe Türk komandoların elinde kaldı. Bu karşı taarruzla, 1. Komando Taburu’nun harekatın kaderini değiştirdiği kabul edilir. Tabur o gece 41 askerini şehit vermiştir. Şehitler arasında Üsteğmen Oğuz Yener de vardır. Eruç, Üstügen ve Yener adları Beşparmak Dağları’nda 1. Komando Taburu’nun 20-21 Temmuz 1974 gecesi muharebelerinin cereyan ettiği tepelere verilmiştir.
Rumların ele geçirdiği Şahintepe ise Üsteğmen Muzaffer Tekin ile koordineli olarak mücahit birlikleri ve komando takımları tarafından geri alındı (Muzaffer Tekin’in anısına bu tepeye daha sonra Zafer Tepe adı verildi).
3. Paraşüt Taburu ise Boğaz’ın batısındaki sırtlarda Rum birliklerini geri atıp Deliktepe ve Rum Bozdağı’nı ele geçirince, 21 Temmuz 1974 sabahı Beşparmak Dağları’nın kritik bölümleri Türk birliklerinin denetimine girdi. O günün gecesi, Yunan Kontenjan Alayı, RMMO 23. Tank Birliği’nin desteği ile KTKA’nın Ortaköy ve Gönyeli’deki mevziilerine taarruz etti. KTKA’ya bitişik Göçmen Evleri semtinde yaşayan Kıbrıslı Türkler iki alay arasında yaşanan ölüm-kalım savaşına tanıklık ettiler. T-34/85 tanklarının desteği ile başlangıçta KTKA mevzilerine giren Rum/Yunan birlikleri püskürtüldü. Sabaha karşı KTKA’yı takviye için 4. Paraşüt Taburu gönderdi ve durum kontrol altına alındı. Rumlar, bu cephede de karşılarındaki Türk birliğini söküp atamamıştı.
Girne’ye çıkan birlikler ise çok dar bir alana sıkışıp kaldıkları için gece boyunca süren Rum havan ve top ateşleriyle çok zaiyat verdiler. 50. Piyade Alayı’nın karargah olarak kullandığı villaya yapılan saldırıda Alay Komutanı Albay Halil İbrahim Karaoğlanoğlu ve Pilot Binbaşı Fehmi Ercan şehit oldu. Bu saldırı muharebe etkinliğini oldukça düşürse de kıyıbaşındaki birlikler tutunabildi; ancak havabaşı ile birleşme ertesi güne kaldı.
İlk gün yaşanan çatışmaların, harekatın kaderini büyük ölçüde tayin ettiğini ileri sürmek yanlış olmaz. Rumların karşı saldırı imkanları çok zayıfladıysa da Türk birliklerinin hedeflerine erişmelerinin başlangıçta düşünülenden daha büyük kuvvet kaydırmayı gerektirdiği de ortaya çıkmıştı. 21 Temmuz 1974 günü adadaki Türk birlikleri helikopterlerle takviye edildiler. Nakliye uçakları tarafından KTKA’ya paraşütle ağır silahlar atıldı. Kıyıbaşı ise destek almadan 24 saat daha geçirmek zorundaydı. 39. Tümen’in kalan birlikleri 22 Temmuz 1974 sabahı çıkarma plajına varabilecekti.
Türk birlikleri kısıtlı imkanlarla takviye edilebilirken, kritik limanlar ve havaalanları hâlâ Rumların denetimindeydi. Yunanistan buralardan RMMO’yu kolayca takviye edebilirdi. Bu asimetri Ankara’yı ciddi biçimde kaygılandırıyordu. İşte tam da bu nedenle, tesadüfen biraraya toplanmış bir ticari gemi topluluğu, Rodos’tan Kıbrıs’a giden “Yunan konvoyu” sanılmıştı. Özhan Bakkalbaşıoğlu’nun “akıl tutulması” olarak nitelediği bir hatalı değerlendirmeler silsilesi, 21 Temmuz 1974 günü Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait 3 muhribe Türk uçakları tarafından saatlerce saldırılmasıyla sonuçlanmıştı. Bu akıl tutulmasının bedeli, TCK Kocatepe’nin batması ve 54 denizcinin şehit olmasıyla ödendi. Gerçi Atina, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger aracılığıyla Ada’ya giden herhangi bir konvoylarının olmadığını ifade etmişti ama, Ankara buna güvenmemiş ve gemileri vurmuştu. Bir Türk-Yunan savaşını tetikleme ihtimali, Atina’daki Albaylar Cuntası’nı Ada’ya açık açık kuvvet kaydırmaktan caydırmıştı. Ancak bu gizlice takviye yollarının aranmadığı anlamına da gelmiyordu.
21 Temmuz 1974 günü, Yunan Hava Kuvvetleri’ne ait 354. Taktik Ulaştırma Filosu’na (Pegasus) ait 20 Nord Noratlas ve 15 C-47 ulaştırma uçağı, Yunan 1. Komando Taburu’nu Girit’ten Kıbrıs’a götürmek üzere havalanacaktı. Niki Harekatı adı verilen bu harekatın gizlilik içinde yürütülmesi esastı. Uçaklar gece karanlığında havalanacak ve komandoları Lefkoşa Havaalanı’na indirip gün doğmadan geri döneceklerdi. Planlanan saatte ancak 15 Nord Noratlas havalanabildi. Uçaklardan sadece 11 tanesi Ada’ya inebildi. Yolda arıza nedeniyle geri dönenler oldu. Kıbrıs çevresi Türkiye tarafından yasak saha ilan edilmişti. Ancak İngiliz üsleri için bir koridor açık bırakılmıştı. Yunan ulaştıma uçakları Akrotiri üssü için izin verilen koridoru kullanarak Ada’ya girdi. 11 uçaktaki paraşütçülerle RMMO 35. Komando Taburu kuruldu. Bu birlik daha sonra Lefkoşa Havaalanı’nın savunmasında görev yapacaktı. Bu girişim anlaşıldıktan sonra, Lefkoşa Havaalanı pistleri Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar tarafından bombalanarak kullanım dışı bırakıldı.
Bu arada Başbakan Ecevit, sürekli temas halinde olduğu Kissinger tarafından ağır bir baskı altındaydı. Baskının amacı bir an önce ateşkes ilan edilmesiydi. Sadece ABD değil, Sovyetler Birliği de Türk birlikleri daha fazla ilerlemeden ateşkes için bastırıyordu. BM Güvenlik Konseyi, harekat başlar başlamaz Sovyet temsilci tarafından olağanüstü toplantıya çağırılmıştı. Siyasi ve stratejik baskın sağlanmıştı ama diplomatik fırsat penceresi hızla kapanıyordu. Ecevit daha fazla direnemedi ve 22 Temmuz 1974 saat 17.00’den itibaren ateşkes uygulanmasını kabul etti.
22 Temmuz 1974 saat 10.00 civarı zırhlı birlikler ağırlıklı 2. çıkarma dalgası Pladini’ye kapak atmış, Rumların havan ve topçu ateşi yoğunlaşmıştı; bu dalgada inen birliklerin toparlanmasına engel olmaya çalışıyorlardı. Ancak saat 13.00’te çıkarma plajından Girne yönüne doğru bir tank taarruzu başladı. Yeni gelen birliğe Bora Özel Görev Kuvveti adı verilmişti. Komutanı Tuğgeneral Hakkı Borataş’tı. Hedefi Girne’yi alıp Boğaz’daki birliklerle birleşmekti. Taarruz sol tarafı deniz, sağ tarafı dağlarla çevrelenmiş dar bir karayolu üzerinden neredeyse kol düzeninde yapıldı. Manevra olanağı bırakmayan bu taarruz ekseninde bir hayli tank isabet aldı. Ancak 30 tank ve 30 ZPT’den oluşan kritik kütle karşısında Rum savunması daha fazla dayanamadı ve çöktü.
Bu arada karayolunun Zeytinlik köyü hizasında 3. Komando Taburu ile Bora Özel Görev Kuvveti unsurları birleşmeyi gerçekleştirdi. Saat 13.00’te başlayan taarruz, öncü zırhlı kolun 17.00’de Boğaz’a girişiyle başarıya ulaştı. Ateşkesten önce birleşme gerçekleşmişti. Kıbrıslı Türklerin elinde artık denize çıkışı olan güvenli bir bölge vardı. Ancak hâlâ hedeflerin çok gerisindeydiler. Önce diplomasiye bir şans verilecek, olmaz ise harekat yeniden başlayacaktı. Askerlere göre ateşkes çok erken kabul edilmişti. 2. harekat neredeyse kaçınılmazdı.
Bu arada Yunanistan’da cunta çökmüş, iktidar sivil siyasetçilere geçmişti. Türk, Yunan ve Kıbrıslı Türk ve Rum heyetlerin barış görüşmeleri için Cenevre’de toplanması kararlaştırılmıştı. Ateşkes sürecinde Türkiye, Ada’ya birlik göndermeye devam etti. Ankara, Cenevre’deki müzakerelerde yeniden askerî güce başvurmaya gerek kalmadan, Ada’da kurulacak yeni siyasi düzenin coğrafi zeminini oluşturmayı hedeflemişti. Ancak Yunan ve Rum heyetleri bu konuda en ufak bir esneklik göstermeyince, Başbakan Ecevit, Dışişleri Bakanı Turan Güneş’e ünlü “Ayşe tatile çıktı” parolasını ileterek 2. harekatın başlayacağını ve müzakereleri bitirmesini bildirdi.
2. harekat, 14 Ağustos 1974’te başladı ve 16 Ağustos 1974 akşamı hedeflerin ele geçirilmesiyle sona erdi. TSK, Ada üzerinde tam hava hakimiyeti tesis etmiş ve yeterli zırhlı birlik çıkarmıştı. 16 Ağustos 1974 tarihinde, büyük ölçüde bugünkü KKTC sınırlarına ulaşılmış oldu.