Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Padişah ‘halledin’ dedi, ama yollanan zehrin kullanım tarihi geçmişti!

1785-86’da Sultan 1. Abdülhamid, Erzurum civarında bir kişinin zehirlenerek öldürülmesini ister. Dönemin valisi Battal Hüseyin Paşa’ya İstanbul’dan bir zehir gönderilir. Paşa etkisini ölçmek için onu önce “sıradan bir suçlu” üzerinde dener. Adam ölmez. Zehir eskimiştir. Hüseyin Paşa, durumu İstanbul’a bir mektupla bildirir. Yazışma Sadrazam’ın mektuba eklediği sürpriz derkenar ve 1. Abdülhamid’in elyazısı notuyla daha da ilginç bir hal alır…

Sultan 1. Abdülhamid, babası 3. Ahmed tahttan indirildiğinde beş yaşındaydı. Babası ve kardeşleriyle birlikte kapatıldıkları Şimşirlik’te tam 44 yıl geçirdikten sonra ağabeyi 3. Mustafa’nın ölümüyle 1774’de padişah oldu. 1768’de başlayan ve devleti müthiş bir yıkımın eşiğine getiren Osmanlı-Rus Savaşı’nı 1774’de bitiren Küçük Kaynarca Antlaşmasını kabul etmek zorunda kaldı. Osmanlı Ortodoksları üzerindeki Rus nüfuzunu, Kırım’ın bağımsızlığını tanıyan bu antlaşmadan sonra tüm gücünü Rusları yenerek Kırım’ı geri almaya harcadı.

13 yıl boyunca hayalini kurduğu intikamını almak için 1787’de Rusya’ya savaş ilan ettiğinde, Rusların müttefiki olan Avusturya da savaşa girdi ve Osmanlı kuvvetleri tüm cephelerde bozguna uğradı. 1789’da ölen 1. Abdülhamid’in yerine gelen 3. Selim zamanında, 1792’de Yaş Antlaşması’yla biten savaşın tahribatı 1774’dekinden de büyük oldu.

Devletinin selametini cidden düşünen bir padişahın, yerine göre çok acımasız görülebilecek bir şekilde vezirlerini, devlet adamlarını idama, sürgüne gönderebilmesi şaşırtıcıdır ama, bunlar devrin şartlarında her monarşide görülen sıradan uygulamalardı. 1. Abdülhamid’in, Kırım’ın Osmanlıların elinden çıkıp Rusya toprağı olmasından sorumlu tuttuğu Kırım Hanı Şahin Giray’ın öldürülmesi için emir üstüne emir gönderip ısrarcı olması da bu bağlamdadır. (Kırım’ın ardından döktüğü gözyaşlarını dile getirdiği hatt-ı hümâyûn için bkz. #tarih, sayı: 59) Yine de özünde merhametli, ailesine, çocuklarına şefkatli baba kişiliği ile öne çıkan bir padişahın, kurtulmak istediği birinin zehirle öldürülmesini istemesi insanı oldukça şaşırtıyor. Taksim Atatürk Kitaplığı’nda bulduğumuz bir belge, 1. Abdülhamid’in hiç de aşina olmadığımız bu yönünü ortaya koyması açısından ilginçtir.

Sultan 1. Abdülhamid 1725-1789 (Saltanatı 1773-1789).

18. yüzyılda Samsun, Trabzon, Erzurum civarının etkili ailelerinden Caniklizadeler’den olan Battal Hüseyin Paşa’nın, Erzurum valisi iken İstanbul’daki Sadaret kethüdasına gönderdiği tarihsiz bir kaime, bizlere devletin/padişahın ortadan kaldırmak istediği birinin zehirle öldürülmesine dair bilgiler veriyor. Battal Hüseyin Paşa 2 Temmuz 1785’den Eylül 1786’ya kadar Erzurum valiliği yaptığına göre, belge bu tarihler arasına ait olmalıdır. 25 Ocak 1786’ya kadar Hazinedar Şahin Ali Paşa, ondan sonra Koca Yusuf Paşa sadaret makamındadır. Aynı tarihlerde Ahmed Nazif, Hacı Abdi, Süleyman ve Hayri Efendiler birbiri ardına sadaret kethüdalığı (içişleri bakanlığı) makamında bulunmuşlardır. Elimizdeki belge bu kethüda efendilerden birinin Erzurum Valisi Battal Paşa’ya yazdığı, Erzurum civarında öldürülmesi gereken bir kişi için gönderilen zehirle ilgili mahrem mektubun cevabıdır.

Suikastta kullanılacak zehir İstanbul’dan mühürlü bir zarf içerisinde gönderilmiştir. Mühürlü zarftan, kağıt zarf anlaşılmamalı. Fincan zarfı denilince fincanı çevreleyen kabın akla gelmesi gibi, zehir şişesi de şişeyi  çevreleyen mühürlü bir kap içinde gönderilmiştir.

Battal Paşa’nın mektup emrine göre hareket ettiği anlaşılıyor. Emir, padişahın bildiği birinin öldürülmesidir. Kendi aralarında “ma‘lûm-ı şahane olan maslahat” şeklinde zikrediliyor ancak mektupta zehirlenecek kişinin kimliğine dair en ufak bir karine bulunmuyor. Kethüdanın belirttiğine göre gönderilen zehir Topkapı Sarayı Hazine Dairesi’nden çıkarılmıştır. Çok eski bir tarihe ait olduğundan etkisini kaybetme ihtimali mevcuttur. Zehiri İstanbul’da “denenmeden” Erzurum’a gönderdiklerinden, bunun öncelikle ölüm cezasını hak etmiş birine içirilip tecrübe edilmesi isteniliyor! Kethüda iki-üç damla ile denenmesini istemiş. Battal Paşa işi abartarak bir fincana sekiz-on damla kadar damlatıp bir suçluya içirdiklerini ancak asla tesirinin olmadığını, adamın hiç farkına varmayıp içti mi içmedi mi haberinin bile olmadığını söylüyor. Bu durumun sadrazama bildirilmesini, onayı olursa denenmiş ve etkili bir diğer zehrin gönderilmesini talep ediyor!

Osmanlı usulünde aynı kâğıt üzerinde resmî işlemler yürütülüp sonuçlandırıldığı gibi, mektup, kaime gibi hariçten gelen kağıtlar da okunduktan sonra aynı kağıt üzerinde yazışma sürdürülürdü. Battal Hüseyin Paşa’nın kethüdaya gönderdiği mektup da bu âdete uygundur. Bizzat sadrazamın Âmedî Kalem’inde hazırlanan derkenârı ile padişah 1. Abdülhamid’e sunulur. Sadrazam, Battal Paşa’nın yazdığını kısaca özetledikten sonra yeni bir bilgi verir. Kendileri de zehri İstanbul’da bir mücrim üzerinde denemişler ancak asla etkisi olmamış! 1. Abdülhamid bunun üzerine mektup ve derkenarın üzerine kendi eliyle cevabını yazmıştır.

Aslında mektubun en ilginç kısımları buralarıdır. Zira zehrin kaynağı padişahın kalemiyle açıklanıyor. Meğer 1785-86’da Erzurum’a adam öldürmesi için yollanan zehir, Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ı fethettiği zaman Kansu Gavri’nin hazinesinde bulunarak İstanbul’a getirilen bir zehirmiş! O şişe gibi birkaç tane daha olması gerekiyormuş. O zamandan beri saray hazinesindeyken 1. Abdülhamid’in ağabeyi 3. Mustafa zamanında hazineden alınıp “kapu tarafına” getirilmiş sonra yine hazineye kaldırılmış (bu yıllarda sarayda zehir kullanımı yaygınlaşmış olmalı).

3. Osman zamanında şehzade olan 3. Mustafa’nın ağabeyi Şehzade Mehmed’in ölümü de zehirden olmuştur. Sarayda birçok kapı olmakla birlikte bir tabir olarak Topkapı Sarayı’nda Babüssaade Ağalarının bulunduğu koğuşların, dehlizlerin bulunduğu yere “Kapu tarafı” denildiği olurdu ve burası idam edilecek vezirlerin, paşaların getirildiği yerdi. Belki de 3. Mustafa idamını emrettiği biri için zehri hazineden aldırıp oraya getirtmişti ve işi bitince de iade etti. Tabii 1. Abdülhamid zehrin bozuk olduğunu anlamış ama şüphelerini de gizlemiyor. Zehir mi kimyasal bir madde mi olduğundan pek emin değil. Öldürülmesini istediği kişiden bir an evvel kurtulmak istiyor. Elmas tozundan daha etkili bir zehir olmadığını duymuş; sadrazamın bu konudaki fikrini bildirmesini isteyerek yazısını noktalıyor.

Belgenin asıl bulunması gereken yer olan Osmanlı Arşivi veya Topkapı Sarayı Arşivi’nde değil de Taksim Atatürk Kitaplığı’nda “satın alınan evrak” arasında bulunması, padişahın da elyazısını içeren bu belgenin o zamanlar bir şekilde saray dışına çıkmış olabileceğini gösteriyor. Devam eden yazışmaları da mevcut olmadığından, öldürülmesi istenilen kişinin kimliğini veya daha sonra öldürülüp öldürülemediğini de şimdilik bilmiyoruz.

Eski çağlardan itibaren rakiplerini ortadan kaldırmak isteyen hükümdarların, devlet adamlarının en çok başvurduğu ölüm aracı zehirdi. Ortaçağ’da gelişen kimya teknolojisiyle, ölümden sonra bazı zehirlerin insan vücudundaki etkisinin gözle görülememesi sağlanmıştı. Bundan dolayı cinayete, suikasta niyetlenenler en elverişli araç olarak zehri tercih ediyorlardı. Eğer zehrin etkisiyle kararan, çürüyen bedenler olursa üstünkörü muayeneyle normal ölüm olarak duyuruluyor, kavgaların uzamasının önü alınıyordu. O zamanlar cinayet kurbanlarının zehirle öldürüldüklerinin araştırılıp ispat edilmesi oldukça zordu. Bu şekilde nice zehirli suikastlar tarihe geçmiştir.

Hz. Muhammed’in yiyeceğine de zehir katılmıştı. Fatih Sultan Mehmed’in ordu ile seferde olduğu sırada Gebze’de sonradan Hünkâr Çayırı adı verilecek mevkide vakitsiz ölümünün sebebi hâlâ tartışılıyor. Aşıkpaşazâde’nin kaydına göre zehirlenerek öldürüldüğü bilgisini Babinger’in değerlendirmeleri de desteklemektedir. Venediklilerle yaptığı anlaşma uyarınca Fatih’i zehirlediği iddia edilen hekim Yakup Paşa oracıkta yeniçeriler tarafından katledilmiştir. 1. Ahmed’in sadrazamlarından Lala Mehmed Paşa’nın, ölümünden sonra yerine geçen rakibi Derviş Mehmed Paşa tarafından zehirletilerek öldürüldüğü, bizzat Şeyhülislam Sunullah Efendi tarafından iddia edilmiştir.

Antik dönemlerden beri Avrupa’nın zehir kültürü o kadar gelişmişti ki zehirlenmek korkusu insanları derinden sarsmıştı. Roma İmparatoru Nero’nun, iki Papa çıkaran Borgia ailesinin zehirli suikastları başlı başına birer külliyat oluşturacak düzeydedir. Sonu gelmeyen, zehir yoluyla rakipleri bertaraf etme kültüründen günümüzde de zarar görenler oluyor. Mesela Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko adaylığı sırasında dioksin maddesiyle zehirlense de ölmedi ve devlet başkanı seçildi.

Osmanlıların da bu kültürden oldukça hissedar oldukları anlaşılıyor. Yavuz Sultan Selim’in Kansu Gavri’nin hazinesinden şişelerle getirip Topkapı Sarayı hazinesine koyduğu zehirler de kimbilir ne canlara malolmuştur.

İLK KEZ YAYIMLANAN BELGE

1. Abdülhamid: Bu etkili bir zehir midir? Bence en iyisi elmas tozu

Erzurum valiliği ile İstanbul’daki Sadaret ve padişah arasındaki yazışmalar, ortadan kaldırılması istenen kişi için kullanılacak zehirin özelliklerini ve zehirleme tekniklerini içeriyor. Yazılış sırasına göre…

Erzurum Valisi Battal Hüseyin Paşa’nın kâimesi:

Benim mürüvvetkârâ pederim sultanım hazretleri

Bundan akdem kendi kalem-i mürüvvet-rakamınız ile tahrîr ve mektûmen tesyîr olunan kâ’ime-i mürüvvetinizde irsâli işaret olan zehir memhûren vâsıl olup “Hazine-i Hümâyûn’da çokdan kalmışdır belki tesirine fütûr gelmek ihtimali vardır deyu işaret buyurulduğuna mebnî bu tarafda tecrübe olunmadı siz ol tarafda katle sezâ birisine içirüp tecrübe idesiz” deyu tahrîr olunmuş idi. Kâ’ime-i mezkûrelerinde mikdârı iki üç damla olmak üzere kayd u tasrîh buyurulmuş iken bu tarafda bir fincana sekiz on damlaya değin damladup bir mücrime içirildi. Zerre[tün] mâ eser-i te’sîri olmayup içdi mi içmedi mi hiçbir haberi dahi olmadı. Hâsılı zehr-i mezbûrun asla te’sîri kalmamağla münâsip ise keyfiyeti bi-tarîkı′l-ihfâ’ devletlü veliyyü′n-ni‘âm efendimize arz u takdîm birle bundan akdem ifâde olunan mülâhaza-i ma‘lûmeye mebnî muvâfık-ı re’y-i âlîleri olur ise mücerreb ve mü’essir olan âhar zehir ahz u irsâle müsâra‘at buyurmaları me’mûl-i muhlisânemdir.

[Mühür: Abduhu es-Seyyid Battal Hüseyin]

Kırmızıyla (surhla) yazılı sadrazamın derkenarı:

Erzurum Valisi Battal Hüseyin Paşa kullarının kethüdâ bey çâkerlerine gönderdiği kâ’imedir. Mukaddemâ Hazine-i Hümâyûn’larında sem olmak üzere mahfûz olan şişeden bir mikdârı bir tarafa vaz‘ ve memhûren ve mektûmen taraf-ı müşârunileyhe irsâl ve ol tarafda evvel emirde vâcibü′l-katl olan bir mücrime içirüp tecrübe etmek ve ba‘dehu ma‘lûm-ı şâhâneleri olan maslahatda i‘mâl olunmak üzere tahrîr ve tenbîh olunmuş idi. El-hâletü hâzihi müşârunileyh tecrübe etmekle kat‘an te’sîri olmadığını tahrîr eder. Fî nefsi’l-emr bu tarafda dahi mahbûslardan izâleye şâyeste birine içirdildükde zinhâr te’sîr etmediği ma‘lûm-ı hüsrevâneleri buyuruldukda emr u fermân men lehü’l-emr hazretlerinindir.

Üstte sağda ve devamı kenarda 1. Abdülhamid’in elyazısı:

Bu şişe gibi mevcûd-ı hazine birkaç daha olmak gerekdir. Gavri’nin hazinesinden Fatih-i Mısır Sultan Selim Han merhûm getürmüş. Daha mücerreb olup olmadığı mechûl. Birâderim merhûm kapu tarafına aldırmış. Yine getürdüp hazineye vaz‘ eylemiş. Fi′l-vâkî‘ sem midir kimya misillü bir şey midir bilinmez. Belki bozulmuşdur. Elmas tozundan a‘lâ sem olmaz derler. Ne dersiz, yine bildiresin.

Devamını Oku

Son Haberler