Türk toplumunu bir silindir gibi ezen 12 Eylül, yüzbinlerce gözaltı kararı, tutuklama, hapis, işkence ve idamlarıyla tarihe geçti. En büyük hasarı ise, başta sivil kurumlar olmak üzere demokrasi ve insan hakları alanında yarattı. Ordudaki emir-komuta zincirinin tam olarak işlediği tek darbe oldu.

Darbe, Aralık 1978’den beri süregelen sıkıyönetim ortamında, siyasal partilerin istikarlı bir hükümet kurmaktan aciz olduğu bir dönemde gerçekleşti. Türkiye 12 Eylül 1980 Cuma sabahına darbeyle uyandı. Saat 04.00’te Türk Silahlı Kuvvetleri emir-komuta zinciri içinde yönetime el koymuş, TRT ve PTT binaları, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü kontrol altına alınmıştı. Az sonra TRT’de haber spikeri Mesut Mertcan, yönetime el koyan ve kendine Millî Güvenlik Konseyi adını veren Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren, dört kuvvet komutanı ve bir genel sekreterden oluşan cuntanın 1 Numaralı Bildirisi’ni okudu. Yönetime el koyan TSK üst komuta kademesi, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’dan oluşuyordu.
Darbe sonrası başta TBMM, tüm siyasi partiler, dernekler ve sendikalar kapatıldı. 1.683.000 kişi fişlendi; 30 bin memurun görevine son verildi; 30 bin kişi Avrupa’ya sığındı; 650 bin kişi gözaltına alındı; binlerce kişi işkence gördü; 230 bin kişi yargılandı; gözaltı ve cezaevlerinde 299 kişi öldü; 517 kişiye idam cezası verildi; 9’u sağ, 34’ü sol görüşlü 43 kişi idam edildi. Askerî rejim 6 Kasım 1983’te yapılan genel seçimlerle son buldu; ama etkileri günümüze kadar uzandı.

12 Eylül’ün gerekçesi, “ülkenin içine düştüğü içsavaş hali”ydi. Darbeciler, sağ-sol çatışmaları, artan politik cinayetler ve siyasi istikrarsızlık, döviz darboğazı ve “70 cent’e muhtaç” ekonomi, Meclis’in cumhurbaşkanını seçememesi, Süleyman Demirel’in başbakan olduğu azınlık hükümetinin sokağın kontrolünü kaybetmesini, gerekçe olarak öne sürdüler.
Tam bir hiyerarşi içinde, emir komuta zinciri içinde yapılan tek darbeydi. Sıkıyönetim esnasında hem sol hem daha önce şiddet olaylarına karışmış sağ örgütler tasfiye edildi.

90’LAR
28 Şubat: Postmodern ve en tepeden
Necmettin Erbakan’ın başbakanlığındaki Refah Partisi-Doğru Yol Partisi koalisyonu, siyasete müdahale geleneğini tazelemek isteyen üst düzey komutanların hedefindeydi.
Ülkede yükselen siyasal İslâm da bu ortamı ateşledi. 1997 Ocak sonunda Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen “Kudüs Gecesi” ertesinde yaşananlar üzerine, askerler 3 Şubat’ta ilçe merkezinde 20 tank ve 15 zırhlı araçla geçiş yaptı.
28 Şubat 1997 tarihindeki MGK toplantısında, tarikatlara bağlı okulların MEB’e devredilmesi, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan medyanın kontrol altına alınması, Atatürk aleyhindeki eylemlerin cezalandırılması gibi tavsiye kararları alındı.
Başbakan Erbakan kararları imzalamadı. “Ülkeyi içsavaşa sürüklediği” gerekçesiyle RP’nin kapatılması için dava açıldı.18 Haziran’da Erbakan istifa etti. Cumhurbaşkanı Demirel hükümet kurma görevini Tansu Çiller yerine ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz’a verdi. 30 Haziran’da ANASOL-D Hükümeti kuruldu.
Fiilî kontrol, Batı Çalışma Grubu denen bir kadroya verildi. Temel amaç, siyasi İslâm’ın geriletilmesi ve Kürt meselesindeki gevşemelerin izale edilmesiydi. Türkiye bu müdahaleyle birlikte faili meçhul cinayetlerin arttığı, Kürt meselesinin daha da derinleştiği, çok sayıda kamu personelinin işlerinden, çok sayıda başörtülü öğrencinin üniversitelerden atıldığı bir sürece sürüklendi
Aynı askerî oluşum ve irade, 2007’de cumhurbaşkanlığı seçiminde de ortaya çıktı (27 Nisan Muhtırası). Bu defa da Abdullah Gül’ün aday gösterilmesi üzerine muhtıra verildi. Fakat hükümet ilk defa bu müdahalenin karşısında durdu. 22 Temmuz seçimlerinin ardından 28 Ağustos’ta yapılan üçüncü tur oylamada Abdullah Gül 11. Cumhurbaşkanı seçildi. Başbakan Erdoğan, askerî vesayete karşı güçlendi.
