Merhum Bahtiyar Yalta’nın, Türkiye’de 60’lı yılların başındaki darbeler dönemini anlattığı kitabı; bizzat hadiselerin içindeki bir subay olması nedeniyle literatüre bir katkı niteliğinde. Ancak kitabın asıl kıymeti, Yalta’nın aktarım ve yorumlarını “bugünden bakarak” revize etmemiş olmasında. Kısacası, “nalına mıhına” bir referans eseri.

Kore Savaşı’nın (1950-53) ilk aşamasında Türk Tugayı’nda görev yapan ve Kunu-ri cehenneminden hem sağ çıkan hem de askerlerini sağ çıkaran Bahtiyar Yalta’nın, bu defa hayatının sonraki dönüm noktasını, 1960-63 döneminde bizzat yaşadığı darbeler dönemini kaleme aldığı kitabı yayımlandı.
Kore Savaşı’nda üsteğmen rütbesiyle görev yapan Yalta, Kunu-ri Muharebeleri ve Geri Çekilmeler (26.11.1951 – 24.1.1951) adlı kitabını 2005’te çıkarmış ve Kore Savaşı’nın belki de en kritik aşamasını bizzat tanıklıklara dayanan anlatısıyla tarihe kaydetmişti. 2016’da kaybettiğimiz Yalta, bu kitabından sonra yine bizzat içinde bulunduğu darbeler sürecini mercek altına almış ve yine hem notlarına hem ilk elden tanıklıklara dayanan ikinci kitabı üzerinde çalışmaya başlamıştı. Kendisi bu kitabının basıldığı göremedi ama; sevgili Gülay Yalta ve kitabın editörü Erhan Çifci’nin özverili çalışmalarıyla, Türk okurları bu defa iç politikanın yakın tarihteki en önemli dönemeçlerinden birini “içerden” bilgilerle değerlendirme fırsatı buldu: Bir Darbeci Subayın Hatıraları/27 Mayıs 1960-22 Şubat 1962-21 Mayıs 1963.

Bahtiyar Bey 1960’un ilk döneminin son fiili darbe girişimlerin, yani hem 1960 Mayıs’ının hem de Talat Aydemir’in 1962’nin 22 Şubat’ında ve 1963’ün 21 Mayıs’ındaki teşebbüslerinin bizzat içindeydi. 1963’teki başarısız darbeden sonra yargılandı ve Aydemir ile Fethi Gürcan’ın idam edildiği bu süreçte 4 yıla yakın cezaevinde kaldı.
Türkiye’nin yakın tarihindeki darbeler dönemine tanık olanlar, hadiselerin bizzat içinde yaşayanlar veya tarihçi-araştırmacılar; bu kritik yılları çeşitli kitaplarında ele aldılar, incelediler, hatıralarını yazdılar. Ancak tarihin belki de en “nankör” tarafı, olaylardan sonra yazılan kitaplardaki “mesafe” sorunundadır. Yazarlar, yaşadıklarını, tanık olduklarını ve hatırladıklarını, geldikleri noktada tekrar değerlendirir. Bu “tekrar değerlendirme”, doğal olarak kitapların yazıldığı dönemlerden yani hadiselerin üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra yapılmıştır ve genellikle yazanı aklar. Bu yaklaşım dünyada da çoğu zaman böyledir ama bizde malum tamamen böyledir.
İşte Yalta’nın kitabını farklı kılan, eserin temel bir referans eseri olmasına yol açan durum, tam da bunun aksini yansıtan epeyce bilgi ve hadiseye de yer vermesindedir. Yalta hem pek az kişinin bildiği detayları aktarır hem de hadiseler yaşanırken ortaya çıkan pozisyonları bugünün gözlüğü ile değerlendirmez; ayrıca hiçbir durumda da kendisini aklamaya, haklı olduğunu göstermeye çalışmaz.


Peki bu müstesna durum nedendir? Yalta ömrünün sonbaharında hatta kışında neden böylesi bir sıradışı bir metot benimsemiştir? Pişmanlığından mı? Kesinlikle hayır. Onu tanıyanlar da tanımayanlar da gerek günlük hayatında gerekse Kore kitabında, başta kendisi olmak üzere kimseye müsamaha etmediğini bilir. “Nalına mıhına” bir insan evladı olan Yalta’nın bu tutumu, bu hâlinin tek ve gayet basit ve aslında artık hayatımızda pek nadir tanık olduğumuz bir açıklaması vardır: Bahtiyar Bey ahlaklı bir insandır!
İşte kitap bu bakımdan da çok değerlidir.