Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Anakronik darbe: FaceTime’ın fendi FETÖ’cüleri yendi

15 Temmuz girişimi, 80’li yılların “muhaberat” kafasıyla devreye sokulduğu için, 21. yüzyılın yeni medya iletişimine tosladı. Geleneksel ekran içindeki telefon ekranından hitabeden Tayyip Erdoğan, olayların akışını değiştirdi. Bununla birlikte kamu iletişiminde daha katetmemiz gereken çok mesafe var.

WhatsApp’teki darbeciler! Darbeci subaylar WhatsApp gibi çok güvensiz bir sosyal medya ortamını kullandılar.

Hem millet hem devlet olarak çok büyük bir ba­dire atlattık. Bu darbe girişiminin başarısızlığa uğra­tılması sürecinde medya ve yeni medyanın azımsanamayacak bir katkısı oldu.

Bu hadise Gezi olayların­dan üç sene sonra, bu defa sos­yal medya üzerinden siyasi veya toplumsal olayların paylaşılması veya kitleselleşmesi olgusunun çok daha olgunlaştığı bir dönem­de meydana geldi. Gezi ilk başla­dığında, bunu sadece yeni genç kuşağa mâletme söz konusuy­du. Artık toplumun neredeyse tüm kesimlerinde yaygınlaşmış bir sosyal medya olgusundan söz ediyoruz.

Baştan şunu söyleyelim: bu darbeciler, iletişim alanında da anakronik kalmışlardır. Yani 1980’lerin kafasıyla darbe yap­ma anakronisi (Kadir Has Üni­versitesi Rektörü Mustafa Aydın Hoca, darbe girişiminden hemen sonra bu tabiri sosyal medya üzerinden ilk kullanan kişidir). Hani nedir, gidelim radyoya, te­levizyona bildiri okuyalım, bü­yük kanalların kapısını tutalım falan. Oysa Cumhurbaşkanı Re­cep Tayyip Erdoğan’ın bir Face­Time uygulamasıyla ulaştığı, bir geleneksel medyayla yeni med­ya birlikteliği, darbenin kırılma noktasını beraberinde getirdi. Orada bu işin geniş kitlelere mal olması ve Cumhurbaşkanı’nın halkı sokaklara çağırması, aslın­da dünyada eşine benzerine az rastlanır bir darbe girişimini ön­leme yolu olarak da tarihe geçti.

Bir telefon ekranından ül­kenin seçilmiş cumhurbaşkanı­nın geniş kitlelere hitap edebil­mesi olgusu var. Fakat o sırada aynı telefona dışardan bir çağrı gelmesi durumunda hat kesile­cek! O sırada birkaç tane daha telefon gelse, Cumhurbaşkanı hattan düşecek ve geniş kitlele­re hitap edemeyecekti. Yani ye­ni medya kullanım pratiklerinin hâlâ çok yerleşmemiş olması ve geleneksel medyayla entegrasyo­nunun hâlâ kurulamadığı, fakat bu anlamda da bir takım ilklerin yaşandığı bir durum söz konusu.

FaceTime bağlantısı, darbe girişiminin hem kırılma noktası hem de ülkenin bir uçurumdan dönmesine yol açıyor. Darbeci­ler de WhatsApp’tan konuştu­lar, biliyorsunuz. Aslında ne Fa­ceTime halkı sokaklara çağır­mak için uygun bir mecra, ne de WhatsApp darbecilerin arala­rında konuşmaları için uygun bir mecra. Ama bu noktada gele­neksel medyayla yeni medya si­nerjisi darbeyi alaşağı etti.

Geleneksel medya ve yeni medya işbirliği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın darbe girişiminin en kritik saatlerinde CNN Türk ekranından, FaceTime üzerinden yaptığı çağrı darbe girişiminin başarısızlığa uğramasında kilit rol oynadı.
 

Aslında darbecilerin ne ka­dar bu işlere uzak olduğu da or­taya çıktı. İnternet’in kesilmesi olgusunu hiç hesap edememiş, 80’lerden kalma anakronik bir anlayış dediğim gibi. What­sApp gibi çok güvensiz bir sosyal medya ortamında kurulan grup üstünden haberleşmek, her an dinlenebilecek bir haberleşme demektir.

Bugün ülkemizde de fizik dünyadan çok, siber dünya üze­rinde hareket var. Bu siber dün­yayı hiç düşünmeden, TV kanal­larını hedefe koydular. Mesela ne yapıldı? Gidip Türksat’ı ka­patmaya çalıştılar. İşte TRT’den bildiri okutmak falan… Yani o çocukluğumuzda gördüğümüz darbe süreçlerinin klasik uygu­lamalarıydı. Oysa bunlar 21. yüz­yılda çalışmaz. Bu yüzyılda siber dünya son derece dağıtık bir ya­pıdadır. Zaman-mekan sınırla­rını aşan bir yapı karşısında, tek noktadan yönetilmeye çalışılan, tüm bunları kontrol altına al­maya çalışan bir mekanizmanın başarılı olma şansı sıfır. Darbe­ciler bir anlamda, hani 2. Dün­ya Savaşı’nda Büyük Okyanus adalarında izole kalıp da, 40 yıl sonra bulunduklarında savaşın bittiğinin farkında olmayan Ja­pon askerlerini hatırlattı bana. O askerler de dünyayı 40 yıl önceki savaş durumundaki gibi, o kafay­la algılıyordu. Buradaki durum da biraz ona benziyor.

Bu arada pratik kullanımla­ra baktığımızda, halkın vatan­daş gazeteciliğinin çok gelişmiş olduğunu görüyoruz. Yine mani­pülasyonlar olduğunu görüyoruz ama, Gezi’deki tarzda dezenfor­masyonun bu sefer daha kısa sü­rede toparlandığını ve bertaraf edildiğini de görüyoruz. Örneğin kafası kesilmiş asker haberi var­dı ve ilk başlarda ciddi çatışma­lara, reaksiyonlara neden oldu, ama daha sonra yapılan açıkla­malar olayın aslında bir dezen­formasyon olduğunu gösterdi. Ancak yine de kamu kurumla­rında hâlâ bir kurum diplomasisi kurulamadığını, kurgulanmadı­ğını gösteriyor bu durum. Ülke­de bu tür durumlarda bir kamu diplomasisi, yetkili ağızlardan yapılacak açıklamalar ve özellik­le bu açıklamaların da dezenfor­matif unsurlara karşı birleştiril­mesi olgusunu ciddi şekilde ele almak lazım.

Bunların hepsi birer ders ve bu dersler alınmalı. Çünkü bir de şu var: Türkiye maalesef top­lumsal olayların, kitlesel tartış­maların, hareketlerin çok yaşan­dığı bir ülke; yani ülkede bir yıl içinde aşağı yukarı 7-8 tane çok büyük kitlesel bombalama olay­ları, protestolar, darbe kalkışma­sı, savaşlarla karşı karşıya. Yani düşünün, ülkede her an kırılma noktası yaratabilecek kadar has­sas olaylar oluyor. Dolayısıyla bunlarla ilgili hem senaryo hem de bir temsil çalışması yapılmak zorunda. Mesela bu Rojava olay­larının başladığı 2014’te bir yaz günüydü sanırım. Üç gün boyun­ca özellikle Güneydoğu’da çok çalkantılı günler yaşandı. Mesela orada özellikle Kürt kökenli va­tandaşlardan gelen çok yoğun paylaşımlar vardı. Orada kamu diplomasisi de biraz geride kaldı. Fakat daha sonraki bombalama olaylarında biraz daha toparlan­mış göründü. Hükümet temsil­cileri çıkıp açıklamalar yaptı. Burada çok özel bir kamu diplomasisi iletişim stratejisi belir­lenmesi gerekiyor ve yeni med­yayla geleneksel medyanın bera­ber çalışması gerekiyor. Mesela İngiltere’de buna benzer bir olay olduğunda, hemen görgü tanığı vatandaşları, varsa ihbarlarını yapacakları veya tweet atacakla­rı yerlere yönlendiriyor.

Darbeye karşı SMS mesajları

Darbe girişimi ve sonrasında devletin sosyal medya iletişim kanallarını etkin şekilde kullanmasının önemi ortaya çıktı.

Bu darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanlığı resmî hesa­bından, resmî hesap hariç cum­hurbaşkanlığı adına atılan twe­etlere itibar edilmemesini belir­ten tweetler atıldı. Artık sosyal medya üzerinden iletişim çok fazla benimsenmiş durumda. Özellikle istatistiklere bakınca, şu anda internet kullanıcılarının %55-60 arasının haber olgusunu ilk olarak sosyal medya üzerin­den aldığı bir dönemin içindeyiz. Dolayısıyla onun içinde var olan her bileşenin çok önemli olduğu­nu unutmayıp, o bileşenler için­de yönetimi doğru yapabilecek bir mekanizma kurmamız lazım. Bunu sansür veya medyayı kont­rol altına alma anlamında söy­lemiyorum ama o dezenformas­yonları, iç ve dış iletişim diplo­masisinin mutlaka ve mutlaka etkin bir şekilde bertaraf etmesi gerekiyor. Çünkü kritik döne­meçlerde bir açıklama yapacak bir otorite olmadığı zaman, kaos daha da artıyor.

Aslında Gezi ve sonrasın­da başlayan bütün bu olaylarda, ülkenin her kutbunun, her tara­fının iletişiminin açık olması­nın ve o iletişimde etkin olma­nın önemi ortaya çıktı. İnternet’i veya sosyal medyayı tek başına kapatmanın aslında ne kadar sakıncalı olabileceği görüldü. 15 Temmuz girişiminde de, insan­ların söz söyleyecek platform bulmasının, bu platformlar üze­rindeki paylaşımların ne kadar değerli olabileceğini, o değerler üzerine aslında bir birliktelik yakalanıp, bu birlikteliklerin de toplumun tüm katmanlarında yayılmasıyla tankları bile durdu­rabileceğini gördük. Ülkenin ge­leceğine yönelik çok önemli bir mesaj bu.

Devletin kendi içindeki ka­mu iletişiminin de tekrar ve ye­niden tesis edilmesi gerekiyor. Şimdi örneğin bir takım sahte hesaplarla bir takım bilgilerin sızdırılıp, ondan sonra sosyal medya üzerinden paylaşıldığını görüyoruz. Mesela Başbakanlık Veri Dairesi’nin verilerinin, ora­daki tüm iletişim bilgilerinin alı­nıp faş edildiğini ve kimilerinin bunu kendi çıkarları doğrultu­sunda istihbarat amaçlı paylaş­tığını görüyoruz. Dolayısıyla ül­kenin siber güvenlik anlamında ve kamu kurumları arasında da güvenli bilgi akışına ihtiyacı var. Yepyeni bir iletişim altyapısının kurulması gerekiyor.

Artık 21. yüzyılda, belli dona­nım ve yazılım kuruluşlarından hazır hizmet almak yerine, şu anda yeni gelişen daha açık, da­ha dağıtık ama daha güvenli ve denetimli sistemler kullanma­lıyız. Örneğin şu anda dünyada “bitcoin” diye bir para sistemi üzerinden çıkan “blockchain” dediğimiz hem dağıtık hem de insanların birbirinin bilgisini görmeyip güvenli olarak birbir­leriyle şifrelerini paylaştıkları ve o şifrelerin sadece bizim için açıldığı, hem adem-i merkezi­yetçi, hem güvenli ama denetim­li sistemler var. Bunlar olmadan ülke olarak ne kendi güvenliği­mizi sağlayabiliriz ne de kamu­sal olarak birarada kalabiliriz. Şu anda ülkedeki bilgi güvenliği ön­celikli ve hassastır.

Türkiye’de aşağı yukarı in­ternet’in ilk çıktığı 90’lardan bu yana yetişen yepyeni bir kuşak var. Biz bilgi iletişim teknoloji­leri alanında 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçişi, kamusal ve yö­netsel olarak tam anlamıyla iç­selleştirmiş değiliz. Bunun ne­deni de kuşak farkı ve bu farktan kaynaklanan eski dikey hiyerar­şik organizasyon yapısının hâlâ işler tutulmaya çalışılmasıdır. Mesela e-devlet diye bir anlayışa geçtik. Şimdi vatandaşlar aşağı yukarı tüm resmî bilgilerine gov. tr’den ulaşabiliyor. Kamu daire­leri arasında bunu besleyen bir akış var. Ama bizim e-devlet’ten artık dijital Türkiye’ye geçme­miz lazım. Dolayısıyla bu dijital dönüşüm de kültürel dönüşüm anlamına geliyor. Kültürel dö­nüşümü de yapacak, bu konuda öncü olacak insanlar bu yeni ku­şaktan. Bu insanların önünü aç­mamız gerekiyor.

Türkiye’de bu konuyla ilgili inanılmaz sayıda ve yüksek kali­tede insan var. Altı ayda, bir se­nede, onbinlerce kişi bu sürece kanalize edilebilir. Bu insanların

çoğu, mevcut eğitim düzeninin dışına çıkarak kendi kendine öğ­renebilen ve bu konularda gele­ceği gören insanlar. Bir kere bu dünyaya girdiği zaman, bu dün­yayı anlayıp bütün bu iş süreçle­rini buraya taşıyan, buradan re­kabet, verimlilik, güvenlik, dene­timlilik elde eden, yaşları 20 ila 30 arasında değişen gençlerden bahsediyorum. Tüm bu sebep­lerden, bizim onlara daha çok in­siyatif tanımamız lazım. Bugün birçok genç, mesela çok ucuza bu işin donanımını alıp ondan son­ra da kendi yazılım ve kodlama bilgisiyle üzerine açık mimariy­le bir yapı inşa ediyor ve üstelik bu yaptığını da isterse herkese mâledip diğer kişilerle de ko­lektif olarak çalışma dinamiği­ni sağlayabiliyor. Dolayısıyla biz bu kolektif üretimi zamandan mekandan bağımsız olarak, Hak­kari’den de, Sinop’tan da, Anka­ra’dan da, Trakya’dan da bir çok insanın oturdukları yerden buna katılarak birlikte üretebilecekleri bir yapı inşa etmemiz lazım.

Şu anda ülkede belli bir ka­mu düzeninin ve anlayışının tas­fiyesi ve yerine yeni bir anlayışla kurulmuş bir sistemin getiril­mesi söz konusu. Ordunun, Em­niyetin, eğitimin tüm bunların rehabilitesi bile değil, en baştan kurulması aşamasındayız. Bu da en önemli kalemlerden birisi. Öncelikle zihniyetimizi, anlayı­şımızı 21. yüzyıla uyarlamalıyız. Darbe olsaydı 20. yüzyılın saik­lerini bile göremeyecek, daha ka­ranlık çağlara gidecektik. İşte bu uçurumun kenarından döndük­ten sonra, 21 yüzyıl ışığını yaka­lama fırsatımız var artık. Dolayı­sıyla bu fırsatı öncelikle kamusal anlamda değerlendirip altyapı­mızı çağdaşlaştırmalıyız.

28 Şubat 1997’deki mâlum durum için post-modern darbe denmişti. Bu son yaşadığımız onun bile gerisinde kalmış oldu. Daha önceki darbeleri düşündü­ğümüzde, onların iletişim araç­larını çok daha iyi kullandıkları­nı söyleyebiliriz. Silahlı Kuvvet­ler bu darbe-muhtıra konularına biraz da “muhaberat” olarak ba­kar. Bu muhaberat anlayışının 21. yüzyıla taşınması zaten pek olası değildi. Birden hayatımıza giren akıllı telefonların yaptığı şeyler, ordunun uzun süre çok alışamadığı şeyler.

Ordunun temel önceliği hep güvenlik üstüne kuruludur. Ye­ni medya iletişimi ise tamamen dağıtık bir yapı öngörür; oysa or­du gibi yapılar hep daha kapa­lı sistemler oluşturma peşin­dedir. Güvenlik demek, etrafını çevirmek, ablukaya almak vs. Bu mantık üzerinden zaman-me­kan sınırını aşma, dağıtma, dağı­tık sistem, onların mantığıyla bir antagonizma yaratıyor. 21. yüzyıl, ordulardan çok sivil birliklerin veya timlerin savunma anlayışı­nı önümüze getiriyor. Çok farklı bir konsept var artık. O bakım­dan artık iki ordunun simetrik karşılaştığı savaşlar, yerine asi­metrik mücadeleler var. Biz he­nüz bu asimetrik yapıyı orduda da güvenlik konseptinde de iç­selleştiremedik. Bu sadece bizim sorunumuz da değil. Bu yüzyı­lın daha 15-16 yılını yaşadık, bir çok farklı uygulamalar gördük ve daha emekleme dönemlerinde bu teknolojik gelişme. Kuşak far­kı yüzünden bunu algılamak da zor. 10-15 yıl sonra, bu bahsetti­ğim genç kuşak kamu idaresinde ve orduda, emniyette yer almaya başladığında bu değişimler net şekilde ortaya çıkacak. Bizlere düşen, bu süreci öngörmek ve doğru yönetmek.

(Bu yazı İsmail Hakkı Polat’la yapılan söyleşiden derlenmiştir.)

TWITTER VERİLERİ

Dört saatte 500 bin tweet

•15-19 Temmuz tarihleri arasında 50.5 milyon tweet atıldı. 15 Temmuz gecesi 22:00-02:00 arası dilimde 500 bin tweet atıldı ki bu rakam normal bir günün 35 katı.

•8-14 Temmuz arası günlük or­talama konuşulma 5.773.003 iken, 15 Temmuz günü %18 artarak 6.804.329, 16 Tem­muz’da %223 artış göstererek 18.666.642’e, 17 Temmuz’da %62 artışla 9.347.358’e ulaştı.

•Saat 22:00’dan itibaren köprülerin askerler tarafından kapatılmasıyla artan konuşul­ma hacminde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sokağa çıkma konusunda açıklama geldikten sonra artış yaşandı. Ertesi gün sabah saatlerinde durumun belli olmasıyla, konuşulma yeniden arttı.

•Olaylar arasında en çok köp­rülerin kapatılması konuşuldu. Cumhurbaşkanı’nın konuşma­sı ve TBMM’nin bombalanması onu izledi.

•Konuşan kullanıcıların %62’si erkek %38’i kadındı.

Devamını Oku

Son Haberler