1895 senesinde milliyetçi ayaklanmalarla çalkalanan Girit Adası’nda doğdu. Babasının katillerinden intikamını almak Rum çete liderinin dükkanını yaktı ve İstanbul’a kaçtı. Burada da peşine düşenlere yakalanmamak için Macaristan’a göç etti. Fabrikalarda çalıştı; mühendislik tahsil etti; Macar milisleriyle beraber Avusturya işgaline karşı savaştı; Atatürk’ün çağrısıyla Türkiye’ye döndü. İbrahim Hilmi’nin torunu anlatıyor…
Annemin ve teyzemin, babaları İbrahim Hilmi’nin hayatı hakkında anlattıkları beni daima çok etkilemişti. Hikayeler çoğaldıkça, bu anlatılanların abartılan kahramanlık hikayeleri olabileceği aklıma takılan hususlardan biri oldu. 2008’de annemle birlikte dedemin Macaristan’da okuduğu üniversiteyi ziyaretimiz sırasında, bizi ağırlayan Sopron’daki West Hungary Üniversitesi’nin değerli dekanı Ferenc Lakatos’un bize hediye ettiği kitap, dedemin burada yaptıkları konusunda kesin deliller sundu. İstanbul’daki Macar Kültür Merkezi’nin saygıdeğer direktörü Gabor Fodor’un teşviki ile dedemin yaşam öyküsünü kaleme almaya başladım. İbrahim Hilmi 1895’te, Girit’in Türk nüfusunun yoğun olarak yaşadığı Resmo (Yunancası Rethymno) kasabasında doğdu. Babası Girit’in ileri gelenlerinden Neonakis’lerden (Yenikan anlamına gelmektedir) Hüseyin Bey, annesi Lebibe Hanım’dı. Dört çocuğun en küçüğü olan İbrahim’in, Mehmet isimli bir ağabeyi, Fatma ve Adile isimli ablaları vardı.

İbrahim, yedi yıllık Resmo Mektebi İptidaisi’ni (İlkokulu’nu) bitirmişti. Bu dönemde babası Hüseyin Bey, adanın Yunanistan›a bağlanması için çalışan Rum çeteciler tarafından kırsalda bir pusuya düşürülerek öldürüldü. Bu olay, küçük yaşlarında böyle bir trajedi ile karşılaşan İbrahim’in hayatını değiştirecekti. Zira yaşıtları ile saklambaç oynadığı bir gün, bir dükkana saklanacak ve buranın Rum çetesi liderinin bakkal dükkanı olduğunu farkedecekti. İbrahim dükkanda satılan gazyağı varilini gördü, bunun çeşmesini açarak tüm dükkana döktü ve ateşe verdi. Çete lideri yanarak öldü. Rum çeteciler yangını İbrahim’in çıkarttığını öğrendiklerinde, ailenin evini ateşe verdiler. Uyanan annesi, yanan evden çocuklarını pencereden atarak kurtardı. İbrahim’in yangından kurtulduğunu haber alan çeteciler, tekrar onun peşine düştüler. Ailesi tarafından gizlice İstanbul›a giden bir geminin filikasına saklanan İbrahim, İstanbul’daki akrabalarının yanına gönderildi.
İstanbul’a geldiği yıllarda nüfusu yaklaşık 1 milyon olan şehrin neredeyse %25’i Rumlardan oluşmaktaydı. Kısa bir süre sonra İstanbul’daki Rumlar da, İbrahim’in akrabalarının yanında kaldığını öğrendiler. Bunun üzerine İbrahim İstanbul’dan kalkan bir trene atlayarak, Avrupa’nın yolunu tutmak zorunda kaldı.

Günlerce süren tren yolculuğundan sonra Macaristan’a ulaştı ve yeni bir hayata başladı (yılı tam olarak bilinmiyor; 1912’de Macaristan’ın Kistarcsa kasabasında demir atölyesinde çalışma kaydı olduğuna göre bu tarihten önce olması gerekiyor). Macaristan’a geldiğinde, bizde henüz resmî olarak soyadı kullanımı yoktu. Asya geleneğinin bir parçası olarak Macarlar da baba adı ile soy belirledikleri için, İbrahim babasının adı olan Hüseyin’i (Latince olarak Hüssein) soyadı olarak kullanmaya başladı.
İbrahim, Budapeşte ve Macaristan’ın çeşitli şehirlerindeki dökümhanelerde ve fabrikalarda çalışırken, bir yandan da Macarca, Almanca ve Rusça öğrenmeye başlamıştı. 1916’da savaş sürerken, bugün Slovenya sınırları içinde kalmış olan Selmecbanya’daki Macar Kraliyet Madencilik Okulu’nun Demir Döküm/Demir Metalürjisi bölümünde okumaya başladı. Bir taraftan da Diosgyör Macar Kraliyet Demir ve Çelik Fabrikası Temsilciliği görevini yürütmekteydi (1 Temmuz 1918 2 Eylül 1918). Hatta kısa bir süre, faaliyetlerine bugün de devam eden ve 1835’te kurulmuş olan Macaristan’ın en köklü sanayi şirketlerinden biri Ganz Danubius Makine ve Vagon Fabrikası’nın kimyahanesinde dçalıştı (1 Mart 1919 26 Mayıs 1919).
1. Dünya Savaşı, 11 Kasım 1918’de sona erdi; ancak barış antlaşmaları hemen imzalanmadı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun, iki ülkeye ayrılacağı konuşuluyordu. İbrahim’in okuduğu madencilik okulunun bulunduğu Selmecbanya’nın da Macaristan toprakları dışında kalacağı (bugünkü Slovenya sınırları içinde olup yeni ismi Stiavnica’dır) hemen hemen netleşmişti. Okuldaki öğretmen ve öğrenciler, okulu Avusturya sınırında yer alan Sopron’a taşımak üzere son ana kadar çalıştılar.
Avusturya 10 Eylül 1919’da Saint-Germain Barış Antlaşması’nı imzaladı. Yeni haritaya göre Sopron, Avusturya sınırları içinde dahil edildi. İbrahim, üniversitedeki öğrenciler ile birlikte bu karara isyan etti ve yanında savaş tecrübesi olan 20 Boşnak arkadaşı ile birlikte savaşmak üzere gönüllü oldular. Macar ordusu bölgedeki yerel halktan katılan gönüllülerle bir direniş başlattı. Bu birlikler, düzensiz ve üniformasız oldukları için kendilerine “Çulsuz Birlik” deniliyordu. Sopron’nun batısında yeralan Agfalva kasabasındaki tren istasyonunu tutan işgalci Avusturya askerî birliğine saldırdılar. Çatışmada her iki taraftan da kayıplar verildi. Bu hadiseden sonra bir referandum yapılmasına karar verildi ve sonucunda Sopron’un Macaristan topraklarında kalması kabul edildi. İbrahim Bey buradaki katkıları nedeniyle 10 Ocak 1922’de düzenlenen törenle, arkadaşlarıyla beraber ödüllendirildi.
Savaşın ardından, bir Macar prensinin Türkler hakkında aşağılayıcı sözler söylemesine dayanamayıp kendisini düelloya davet etti. Prensin silah olarak kılıcı seçmesi ve İbrahim’in kılıç kullanma konusunda hiçbir tecrübesinin bulunmaması nedeniyle düelloyu kaybetti. Düello sonucunda kan akması gerektiği için, galip gelen Macar prens de kılıcıyla İbrahim’in kulağına bir kesik attı. 1923 yılına gelindiğinde Sopron’da metalurji mühendisi olarak mezun oldu (Magyar Kiralyi Banyaszati es Erdeszeti Föiskola).

Türkiye’ye gidiş
Yeni Türkiye devletinin kuruluşunda görev alacak nitelikli insan gücünü sağlamak üzere, yurtdışındaki meslek sahibi Türkler ülkeye davet edilmişti. İbrahim Bey de, yabancı dili olan (Macarca, Almanca, Rusça, Yunanca) ve demir izabe uzmanlığı ile iş tecrübesi bulunan bir metalurji mühendisi idi. İdealindeki Türkiye’nin kuruluşu için bu çağrıya kulak verip, görev almak üzere Türkiye’ye geldi. 14 Mart 1925 tarihinde kendisine Ticaret Vekaleti Maadin Müdüriyeti Umumiyesi Demir Müstahzarlığı Müdürlüğü’nde görev verildi ve 1 Haziran’a kadar burada çalıştı. Daha sonra Türkiye ve Macaristan arasında madencilik konusunda teknik heyetlerin ziyaretlerine başkanlık etti. 27 Ocak 1926’da Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlığına kaydoldu.
Lozan Antlaşması uyarınca, Yunanistan sınırları içinde kalan Türkler ile Türkiye sınırları içinde kalan Rumların karşılıklı olarak mübadele edilmesi ve geride bıraktıkları gayrimenkullerin takas edilmesini kararlaştırmıştı. 1 Mayıs 1923 tarihinde başlayan bu hüküm doğrultusunda, İbrahim’e de (Neonakis’lere) Ayvalık-Çamlık mevkiinde, Rumlardan kalan bir arazi verilmişti. Bu arazinin aile içi bir tartışma yaratmış olmasından dolayı akrabaları ile ilişkisini kesti. 1934’te Soyadı Kanunu çıktığında, Yenikan manasına gelen Neonakis sülale namı yerine, akrabalarından farklı olarak Dinçer soyadını aldı.
İbrahim Bey 1932’nin Nisan ayında yeni kurulan fabrikaların ihtiyacı olan kömürü bulmak üzere maden mühendisi olarak Muğla bölgesine tayin edildi. Akrabaları, evlenmesi için Girit eşrafından Safter Giritligil’in 17 yaşındaki ilk kızı Adile’yi önerdiler. 26 Aralık 1932’de Adile hanım ile evlendiler (Dedemin uzun süre evlenmemesinin nedeni, okur-yazar aydın bir kadın ile karşılaşmamış olmasıydı. Anneannem gibi Fransızca bilen ve piyano çalan bir aday ortaya çıkınca evlenmeye karar vermiş. Bu durumun İbrahim Bey’in hayata bakış açısını yansıttığını ve o dönemde kızlarının da doktor ve mühendis olmasına yol açtığını düşünüyorum).

19 Aralık 1938 tarihinde Ankara’ya tayini çıktı. 23 Temmuz 1940’da Zonguldak bölgesinde mühendis olarak iki yıl çalıştı. 27 Mayıs 1942’de Sümerbank Birleşik Pamuk İpliği ve Dokuma Fabrikası Müessesi’ne tayin edildi; aynı yılın 27 Temmuz’unda bu defa Sümerbank Nazilli Fabrikası Gerenes Kömür Maden Ocağı’nda mühendis olarak çalışmaya başladı. 2. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda bu kömür madeninin kapatılması kararı alınınca, işçilerin haklarını korumak ve madenin neden kapatıldığını öğrenmek üzere Ankara’ya gitti. Çalıştığı beş aylık dönemde maaşı da ödenmeyince, Sümerbank aleyhine Sayıştay’a müracaat etti (1947’ye kadar konunun peşini bırakmadı; ancak hiçbir cevap alamadığı gibi, beş yıl boyunca kendisine zam da verilmedi (O dönemde cumhuriyet tarihimizin ilk büyük devalüasyonu gerçekleşmiş, TL Dolar karşısında %116 değer kaybetmiş ve ciddi bir ekonomik kriz başgöstermişti).
1943’ün Ocak ayında yine Sümerbank’a ait Türkiye’nin ilk cevherden demir üretim tesisi olan Karabük Demir Çelik Fabrikası’nda çelikhane mühendisi olarak çalıştı. Burada kendisine lojman tahsis edildi ve ailesini Karabük’e getirdi. Kızları, babalarının savaş sırasında tesise karşı yapılmak istenen sabotajları engellemek amacıyla ve eleman yetersizliği nedeniyle çoğu defa fabrikada sabahladığını aktarmışlardır. 1947’de Sayıştay’a yazdığı son mektupta, tesisteki İngiliz uzmanların kendinden çok daha az nitelikli ve tecrübesiz olmalarına karşın kendisinden birkaç kat fazla maaş almalarının adaletsizlik olduğunu ve devletin parasının gereksiz yere harcandığını belirtti.
Muhtemelen bu çıkışları bazı bürokratları rahatsız etmiş olacak ki 1 Mayıs 1948’de emekli maaşı ve tazminatı olmaksızın, zorunlu emekliliğe sevkedildi. Bunun üzerine İzmir’e taşındılar. İzmir’de bir ev satın almak istedi; ancak kayınpederi Safter Bey onlara Karşıyaka’da Rumlardan kalma, bahçeli, iki katlı müstakil bir ev aldı.
İbrahim Bey emekli olurken yaşadığı travmayı atlatmaya çalışırken, bir yandan da ağır bir şeker hastalığı ile boğuşmaktaydı. İlerleyen şeker hastalığı sonucu 26 Aralık 1950’de Karşıyaka’daki evde yaşama veda ettiğinde sadece 55 yaşındaydı.
İTTİFAK KARTPOSTALI
1. Dünya Savaşı sürerken…
İbrahim Hilmi’ye 1917’de gön derilen ve üzerinde Osmanlı, Prusya, Avusturya Macaristan bayrakları taşıyan üç çocuğun bulunduğu “Lasst uns fest zusammenhalten. In der Eintracht liegt die Macht” (Sıkı bir şekilde birlik ve uyum içinde olalım ki, birlikten huzur ve kuvvet doğar) yazan kartpostal. Arkasında ise şu not var:
“Sayın Hüseyin İbrahim Hilmi,
1. sınıf demir dökümcü öğrenci beyefendisine,
Macar Kraliyet Madencilik Okuluna, Selmecbánya.
Göndermiş oldugun kartpostalı aldım. Ve sihhat ve afiyet bulunduğunuzdanziyade mahtum oldum ve benim için sual ederseniz Elhamdulillah sihhat ve afiyetiyim. Bugün Mustafa’dan bir mektup aldım, otomobilden imtihan verdigini yazıyor. Burdaki kraliyet kulüpleri Macar aleminle bağırmaya başladılar ama bakalım ne olacak? İstanbul’a yazın. Sihhat ve hüsn-i mülakat kardeşim.
Mayıs 1917
Mehmet Ali Bey, Albertfalva”
