Genco Erkal’la lise yıllarında başlayan tiyatro sevgisinden, toz almaktan dekor kurmaya tiyatronun her aşamasıyla kurduğu sıradışı ilişkiden ve 60 yıl boyunca bir nebze olsun azalmayan sahne tutkusundan konuştuk. Kariyerinin kilit noktalarından seçtiğimiz fotoğraflar, Türk tiyatrosunun en önemli oyuncularıyla birlikte bir dönemin siyasi ve kültürel atmosferiyle ilgili de ipuçları barındırıyor.
60 sene önce oyunculuk maceranız başladığı zaman, bugün geldiğiniz yere dair planlarınız var mıydı? Çok kısıtlı bir çevrenin tiyatroyla ilgilendiği bir dönemde nasıl başladınız, nasıl kendinizi geliştirdiniz?
Ben çocukluğumda hissettim bu çağrıyı. Okul öncesinde bile böyle bir yatkınlık vardı içimde. Çok içine kapanık bir insandım. İnsanlarla kendim olarak değil de ancak bir başkasını oynayarak rahat ilişki kurabiliyordum. Tiyatrocu olmamın kökeninde bu var. Sonradan çok değişti tabii. Başlarken beğenilme arzusu, başarılı olmak, birilerinin beni takdir etmesi esastı. Sonradan tiyatronun tarihini, büyük yazarları öğrendim. Zaman içinde giderek yaptığım işi sanat haline getiren incelikler çıktı ortaya. Sonra da politik bilinç geldi. Toplum içinde bir görevim, bir işlevim, bir sorumluluğum olduğunu fark etmemle birlikte hep politik bir tiyatro yapmayı tercih ettim.

Joan Baez Hatırası
Genco Erkal, bugünkü Cemil Topuzlu, eski adıyla Açık Hava Tiyatrosu’nun merdivenlerinde… Ünlü şarkıcı Joan Baez’in 1993’te İstanbul’da vereceği bir konserin provası esnasında çekilen bu fotoğraf, Baez’in Amerikalı asistanı Martha Henderson’un objektifinden.
O dönemde, 50-60 sene öncesinde, tiyatroya kafa yoran insanların dünyayla ilişkileri genel olarak epey sınırlı bir çerçevede kalmış. Sizin formasyonunuzdan gelip de bu yola girmiş insan sayısı çok az. Robert Kolej’de aldığınız eğitimin etkisi ne oldu?
Aslında özellikle Galatasaray Lisesi ve Robert Kolej’den çıkmış insanlar vardı. Tercümelerin çok kısıtlı olduğu, hele kuramsal metinlerin hiçbir şekilde çevrilmediği bir dönemde bu okullarda çok iyi yetişmiş, tiyatroyu özgün dilinden okuyabilen insanlar olmuş. Doğrusu, bu iki büyük lisenin içinde biz de ayrık otu gibi, küçük gettolar halinde yaşıyorduk. İki okulda da entelektüel ve sanatsal küçük zümreler oluşmuştu, fakat küçük olmalarına rağmen çok etkiliydi bu gruplar. Edebiyat matineleri düzenler; Cemal Süreya’ları, Attila İlhan’ları davet eder, onlara şiir okuturduk. Dergi çıkarır, yazılar yazar, resimler yapar ve tabii ki oyunlar sahnelerdik. Robert Kolej’de Bülent Ecevit bile sahneye çıkmış. Cevat Çapan, Engin Cezzar, Şirin Devrim, Tunç Yalman, sonradan Göksel Kortay, Nevra Serezli… Galatasaray Lisesi’nde de Atila Alpöge, Ergun Köknar, Çetin İpekkaya, Erol Günaydın, Ege Ernart ilk aklıma gelen isimler.
Nasıl buradan bugünkü halimize geldik? Nerede bir kopukluk yaşandı ki bu gelenek bugüne daha da zenginleşerek ulaşmadı, hatta tam tersi oldu?
Her zaman azınlıktı bu insanlar. Bugün de bu işlerle uğraşan, canını sanatına vermeye hazır insanlar var. Ama bugün işler daha zor. Gençler bizim o zaman sahip olduğumuz mecraları bulamıyorlar. Medyanın gücü muazzam. O zaman televizyon yoktu. Tiyatro baştacı edilen, ağırlığı olan tek sanatsal aktiviteydi. Şimdiyse kıyıda köşede kaldı. Ya 50-100 kişilik küçük salonlarda yapılıyor ya da Zorlu Center gibi devasa merkezlerde, büyük televizyon yıldızlarının başını çektiği süper prodüksiyonlar sahneleniyor. Bunların tiyatro olup olmadığı tartışılır tabii.. Ben küçük topluluklardan ümitliyim. Şu anda daha emekleme sürecindeler ve az sayıda seyirciye seslenebiliyorlar. Ama böyle bir avangard Paris’te de New York’ta da var. Yine yurtdışında da, meşhur tiyatro sokaklarında bazıları ambalaj olsa da büyük prodüksiyonlar görüyoruz. Bunlar yıllardır ayakta. Fakat biz ne yazık ki kendi tiyatrolarımızı korumayı başaramadık. Bir kısmı yandı. Halbuki yananların ardından aslına sadık bir şekilde daha iyileri yapılabilirdi.
Ben de bunu soracaktım, siz 60 senedir yanmamayı nasıl başardınız?
Çok seviyorum sanırım. Ne oluyor bilmiyorum. Oyun olmayan günlerde boşluğa düştüğümü hissediyorum. Sanki gerçek hayat sahnedeyken başlıyor, ancak orada yaşadığımı hissediyorum. Bütün öfkelerimle, hayal kırıklıklarımla, hüsranlarımla sahneye çıkıyorum. Ve kendim kadar aynı hisleri Nazım da Brecht de yaşıyor mu, bunu anlamaya ve yansıtmaya çalışıyorum. Tiyatro benim için bir bütün. Dekoruyla da uğraşıyorum, ışığıyla da, toz da alıyorum. Ben bu koca bütünün hem küçük bir parçasıyım hem de aynı zamanda merkeziyim… Emeğimin karşılığını da fazlasıyla aldığımı hissediyorum. Bu nedir diye sorarsanız, alkıştan başka bir şey değil.




Aslan Asker Şvayk
Aslan Asker Şvayk’ın Arena Tiyatrosu’nda oynanan ilk versiyonunda Genco Erkal, Şvayk rolüyle ilk ödülünü aldı.

Bir Delinin Hatıra Defteri üGenco Erkal’ın dört farklı yorumunda rol aldığı Bir Delinin Hatıra Defteri oyununun 1965’te Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sahnelenen ilk versiyonundan bir kare.





Ben Bertolt Brecht
Bertolt Brecht’in şiir, şarkı ve öykülerinden uyarlanan Ben Bertolt Brecht’te Genco Erkal, Zeliha Berksoy ile beraber. 1986-87 sezonunda sahnelenen müzikli kabareyi uyarlayan ve yöneten de Genco Erkal’dı.



Can
Can Yücel’in Datça’daki yaşamını anlatan Can adlı oyunda Genco Erkal, hem oyuncu hem yönetmen hem de uyarlayan koltuğundaydı. 1999’da sahnelenen oyunun dekorlarını da Can Yücel’ın kızı Su Yücel tasarlamıştı.


