Kasım
sayımız çıktı

Üç kadının dört ruh arayışı

#11 Kalp hırsızı Behiye

Benim yaşımda ve vaziyetimde bir adamın üç hanımefendi tarafından ziyaret edilmesi ne büyük bir saadettir, anlatmaya kelimeler yetmez. Faliha, Güzin ve Semiramis Hanımlar hastanedeki odama teşrif ettiklerinde onları memnun etmeye ve dolayısıyla ruhlarına mâlik olmaya her zamankinden biraz daha teşne olduğumu itiraf etmem gerekir. Amma velâkin, meşhur artist Belgin Doruk’a benzerliği nazarımdan kaçmayan Semiramis Hanım sebebi ziyaretlerini anlatmaya başlayınca hayli çetrefilli bir vakayla karşı karşıya bulunduğumu da anlamıştım. “Efendim” diye başladı söze, “biz üçümüz çocukluğumuzdan beri birbirimizi en yakın yoldaş, sırdaş, dost bildik, kardeşten yakın olduk.” Semiramis devam etmeden önce yanında duran kısa boylu, hafif tombulca kadının sırtını okşadı sevgiyle. “Ne yazık ki, gördüğünüz bu harikulade kadın, Güzin, beş sene evvel bir kalp sektesi neticesinde aramızdan ayrıldı.” Güzin Hanım vefatını hüzünlü bir baş hareketiyle onayladı.

“Allah rahmet eylesin hanımefendi” dedim. “Lâkin ölmüş birine göre bir hayli sıhhatli görünüyorsunuz.” “Çünkü aslında ölmemiştim” diye izahat etti Güzin. “Doktorlar öyle zannetmiş, beni gömmüşler. İki gün sonra, tabiri caizse, kefeni yırtıp mezarımdan çıktım ve evime döndüm.”

“Pek güzel. Mesele nedir o zaman?” Sorumu cevaplayan esmer hanımefendi Faliha oldu. “Dönen Güzin değildi.”

“Öyle mi? Kimdi peki?” “Behiye” dedi Güzin. “Yıllar evvel on sekiz yaşında vefat eden kız kardeşim.”

“Abdülaziz Bey” diyerek elimi iki avucunun arasına aldı Semiramis. “Güzin ölünce, daha doğrusu biz kendisini öldü sanınca Faliha’yla münasebetsizce bir iş yaptık; ruhunu çağırdık.” “Ama aslında ölmediği için bizim ruh çağırma işi bir kalp çağırma seansına dönüşmüş oldu” diye araya girdi Faliha. “Böylece Güzinciğimin vücudu boş kaldı. Bilirsiniz, ölüp de huzur bulamamış ruhlar böyle ortalıkta dolanıp içine girebilecekleri boş bir vücut ararlar.”

“Ve Behiye Hanım biraz huzursuz bir ruhmuş, öyle mi?”

“Biz, tabii, karşımızdakinin Güzin değil Behiye olduğunu anlayınca başladık dil dökmeye” dedi Semiramis. “Yapma böyle, bırak ablanın vücudunu, senin yerin burası değil vesaire. Yok, o hayatını yaşadı, sıra bende diyor bir daha da demiyor. Fakat zaman içinde sevmeye de başladık Behiye’yi. Böyle nasıl samimi, sevimli bir insan… Bir hikayeler anlatıyor, öldürüyor bizi gülmekten. Hasılı pek iyi dost olduk onunla da.” “Bir de maharetli” diye ekledi Faliha Hanım. “Bir mantılar açıyor, kurabiyeler pişiriyor, parmaklarınızı yersiniz.”

Semiramis ve Faliha’nın gayri ihtiyari gülmeye başladığını fark eden Güzin, “Aşk olsun” dedi asabi bir şekilde, “biliyorum, onu benden daha çok sevdiniz.” “Bir dakika lütfen,” dedim. “Şu an siz Güzin misiniz Behiye mi?”

“Neticede Behiye, Güzin’in vücudunu bırakmaya razı geldi ve birbirimize veda ettik” dedi Semiramis, zannediyorum hâkim olamadığı bir baştan çıkarma dürtüsüyle elimi biraz daha sıkarak. “Ama biz onu çok özlüyoruz Abdülaziz Beyciğim. Sizden ricamız, sevgili Behiye için, kalbi çalınacak bir vücut. Bunun için ne lazım geliyorsa yaparız.”

Üç kadına şöyle bir baktım. Faliha ve Semiramis ümit dolu gözlerle beni, Güzin ise dokunsan ağlayacak gibi, parkeleri izliyordu. Behiye’nin ablasından ziyade diğer iki kadının kalbini çaldığı aşikardı.

“Bakın” dedim. “Benim hesabım gayet sarihtir: Bir talebe karşılık bir ruh. Sizin durumunuz fazla karışık. Ortada üç kişi ve dört ruh var, üstelik gördüğüm, hepinizin arzusu farklı. Sizinle anlaşma yapmam kâbil değil, o yüzden bir tavsiye vermekle yetineceğim. Sırasıyla birbirinizin kalbini çağırın, Behiye de dönüşümlü olarak o kişinin vücuduna girsin; misal üçer aylığına her biriniz olsun. Baktınız işe yaramıyor; tekrar gelin ama beni değil üst kattaki Profesör Mazhar Osman’ı görün. O derdinize derman olacaktır.”