Gangsterlik, hem hayatta hem ekranlarda gerçekleşen bir “sanat dalı” artık. Roman, film, dizi, manga, şarkı ve medya/sosyal medya aracılığıyla gangster de bizim adımıza konuşur, içinde yaşadığımız rezaletleri dile getirir. Örgütlü suç, kendisini “namuslu” bir topluluk, bir alternatif devlet gibi sunar. Böylece cinayet ilahi adalete veya vatan-millet savunmasına dönüşür; şiddet, kutsal savaş sayılır; sadakat ise “suskunluk yasası” olur.
Suç örgütlerinin tarihsel olarak “koruma” ve “adalet” ihtiyacı nedeniyle ortaya çıktığına dair teoriyi, bugün bile sık sık duymaktayız. Bu görüş, Sicilya mafyasının 19. yüzyıl sonundan itibaren adayı ele geçirdiği, 20. yüzyıl başında New York’taki İtalyan-Amerikan ailelerinin emlak ve çöp toplama sektörleri, balık pazarı, sendikalar ve limanda iktidar sahibi olduğu günlerde ortaya çıkmıştır. Bugün bile Japonya’da suç örgütü Yakuza’nın kavgaları engellediği “mahallenin namusunu koruduğu için” kötü ama gerekli olduğuna inananlar çoktur.
Kurama göre, mafya iki geleneksel devlet tekelini yani şiddet ve vergilendirme hakkını ele geçirir; bunları halkı “korumak” adına kullanır. Suç örgütlerinin devletin zayıf olduğu yerlerde örneğin Sicilya’da 19. yüzyıl sonunda; SSCB’nin yıkılışından sonraki kargaşa döneminde eski Sovyet cumhuriyetlerinde; iki dünya savaşı arasında savaş beylerinin ülkeyi paylaştığı Çin’de; yakın tarihi içsavaşlarla geçen Kolombiya‘da çok etkin olduğu doğrudur.
Ancak devletin güçlü olması mafyanın olmadığı anlamına gelmez. Modern devletin şiddet tekeli kimileri için güvenlik sağlarken, kimileri için güvensizlik ortamı oluşturabilir. Örneğin göçmenlere karşı ayrımcılık yapıldığında, bunlar kendilerini korumak adına aralarında örgütlenebilirler. 20. yüzyılda ABD’de İtalyan, Fransa’da Ermeni mafyalarından, günümüzde Avrupa’da Kürt, Türk, Mağripli vb., ABD’de Latin Amerika mafyalarından sözedilmesi tesadüf değildir.
İtalya – Mafia
Tarihte, gerçek koruma örneklerine rastlanır. Örneğin küçük bir Sicilya köyü olan Villalba üzerine derinlemesine incelemeler yapan Filippo Sabetti, bu köyde doğan mafya reisi Calogero Vizzini’nin (1877-1954) köylüleri eşkiya ve polise karşı nasıl koruduğunu anlatır. Halk saldırılardan bıkmıştır. Köy rahibi, Don Calogero’dan ürünlerini değirmene taşıyan köylülere eşlik etmesi için hiç değilse iki kişilik silahlı bir grup kurmasını ister. Böylece Calogero Vizzini bölgede zamanla saygı kazanır. Buna karşılık Sicilya’nın önemli tarihçilerden Salvatore Lupo, mafyanın çoğu zaman insanları sadece hayali tehlikelerden koruduğunu belirtir. Örneğin Palermo’daki atlı araba sürücülerinin arabaları çalınır. Sonra ortaya birileri çıkar ve belli bir para karşılığı arabaları geri alacağını vaadeder. Topladığı parayı, araba hırsızlarıyla paylaşır.
Günümüzde herkes “koruma parası”nın aslında haraç olduğunu bilmektedir. Sicilya’nın başkenti Palermo’da 1991’de Libero Grassi adlı bir dükkan sahibi, yerel gazete Giornale di Sicilia’ya “Sevgili Haraççı” diye başlayan bir mektup gönderdi ve 6 ay sonra öldürüldü. Ancak bu sadece başlangıçtı. 2000’li yıllarda genç esnaf kuşağı Addiopizzo (Haraca Veda) adlı bir hareket başlattı. Bugün Palermo’ya gidenler birçok lokanta, kafe ve dükkanın camlarına Addiopizzo logosunun yapıştırıldığını görebilirler: “Mafia’ya hayır” diyen halkın, polis ve savcılardan daha başarılı olup olamayacağını zaman gösterecek.
Her örgütün bir tarihi vardır veya kendisine bir tarih uydurur. Hatta abarttıkça abartırlar. Mafya böyle bir kelimedir. İnternette şöyle bir dolaştığınızda, kelimenin “Morte Alla Francia, Italia Anela (veya Arda)” sloganının başharflerinden oluştuğunu iddia eden birçok yazıyla karşılaşırsınız. Slogan “Fransa’ya Ölüm, İtalya Özlüyor (veya Haykırıyor)” anlamına gelir. Efsaneye göre, 1282’de Fransız kraliyet ailesinden Carlo’nun Napoli Kralı olduğu sırada Sicilyalıların başlattığı bir isyan sırasında bu slogan ortaya atılmış, milliyetçi İtalyanların bu örgütü de zamanla bildiğimiz Mafia’ya dönüşmüştür. Bu iddiayı ortaya atan ve ona inananların tarih bilgisi-duygusu olmadığı ortada: Sicilyalıların 13. yüzyılda böyle modern bir İtalyanca konuşmaları mümkün değildir, kendi lehçeleri vardır. Ayrıca İtalyan birliğinin oluşması ve İtalyan milliyetçiliğinin ortaya çıkması için yaklaşık 600 yıl daha beklemek gerekecektir.
Kelime yazılı olarak ilk defa 1863’te Sicilya dilinde yazılmış bir tiyatro oyununda kullanılmıştır. I Mafiusi di la Vicaria adlı oyunda bir çete vardır. Üyeler örgüte törenle girerler. Çete sessizliğe dayalı “umirtà” (modern İtalyancada omertà) denilen kuralları uygular. Halktan pizzu (modern İtalyancada pizzo, haraç) toplar. Yani tiyatro oyunundaki çete, Mafia’nın bütün özelliklerini taşır.
Sicilya’da köylüler toprak sahiplerine ve yozlaşmış devlete karşı uzun tarihleri boyunca, Anadolu eşkiyaları gibi hep isyan etmiştir. Modern mafya etkili bir stratejiyle, kendisini bu eski mücadelelerin tarihine eklemlemeyi başarmıştır.
İtalyan çizmesinin ucunda Calabria bölgesindeki suç örgütü ‘Ndrangheta ile Napoli’deki suç örgütü Camorra da benzer bir taktiği benimsemiştir. Bu örgütler, yerel türkülerde sık sık sözü edilen Garduña (İspanya’da Ortaçağ’da kurulduğu söylenen bir hapishane çetesi) ile aralarında bir bağlantı kurarlar. Cervantes bile kısa öykülerinden birinde Garduña’dan sözeder. Bugün İspanyol tarihçiler, hikayeler dışında böyle bir Ortaçağ çetesinin varlığına dair hiçbir somut kanıt bulamamıştır. Ancak tarihçiler ne derse desin, 20. yüzyılda İtalyanlar komşu ülkeden gelen efsaneye gönülden inanmıştır. Hatta üç İtalyan suç örgütünü de Garduña’ya bağlayanlar vardır. Öyküye göre, İspanya’da Garduña üyesi üç kardeş, kızkardeşlerine tecavüz eden bir asilzadeyi öldürür sonra kaçarak Akdeniz’de kendilerine sığınak ararlar. Biri Sicilya’ya giderek Mafia‘yı, diğeri Napoli’ye giderek Camorra’yı, öteki de Calabria’ya giderek ’Ndrangheta’yı kurar!
Napoli Krallığı’nda 1735 tarihli bir resmî belgede, hapishanelerdeki mahkum ve gardiyanlardan haraç toplayan bir çetenin kendisine Camorra adını verdiği söylenir. 1860’da İtalyan milliyetçilerinin ülkeyi birleştirmek için verdiği mücadele sırasında bu çeteler milliyetçilere destek vererek yeni kurulan düzende bir yer edinmiş, ama Mussolini döneminde bu suç örgütünün köküne kibrit suyu ekilmiştir. Günümüzde eski Camorristi’lerle hiçbir ilgisi olmayan Napoli organize suç dünyası, kendini İtalyan milliyetçiliğinin şanlı tarihine bağlamak için epeyce çaba sarfetmiştir.
Japonya – Yakuza
Kendi tarihini yazmakta usta bir başka suç örgütü de Japonya’daki Yakuza’dır. Kelimenin kökeni, bir Japon iskambil oyununda en kötü el kabul edilen 8-9-3’ten (ya-ku-za) gelir. Çeteler, tarihlerini Edo döneminin (1603-1868) başlarına kadar götürürler. Kökenlerini kabuki-mono’lar (deliler) olarak bilinen en alt rütbeli samuraylara, samuraysız yani efendisiz kalmış Ronin’lere, kentlerde mahalleleri Ronin’lere karşı savunan gençlerin kurduğu maçi-yakko çetelerine, eski Japon tulumbacıları olan maçi-bikeşi’lere bağlarlar.
Aslında Yakuza fiilen 1868’de Meiji dönemiyle başlayan Batılılaşma furyasında ortaya çıkmıştır. Samuraylarla, Roninlerle bir ilgisi yoktur. Kumar işiyle uğraşan Bokuto’lardan ve “tekiya” denilen seyyar satıcı gruplarından türemişlerdir. Yeni kurulan sanayi tesislerinde çalışmak üzere köyden gelen işçileri işveren adına zapturapta alırlar. En büyük Yakuza ailesi olan Yamaguçi-gumi, 1. Dünya Savaşı öncesi Kobe’de işçileri egemenliği altına alarak faaliyete geçmiştir. Yakuza aileleri milliyetçi terör rejimiyle birlikte paramiliter bir güç haline geldi. 1920 ve 30’larda 2 başbakan ve 2 maliye bakanının öldürülmesi dahil, birçok suikasta karışıtı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Yakuza, hızla büyüyen ekonomide başka roller üstlendi; eğlence sektörüne el attı; devletle bağlar kurdu.
Ancak 1992 tarihli organize suç örgütlerine ilişkin yasayla bir ölçüde kontrol altına alınabilen Yakuza, her zaman kendisini has Japon geleneklerini, samurayların “buşido” ahlakını koruyan tek güç olarak sunmaya çalışsa da yeni dünyada kabuk değiştirdi; “ekonomik Yakuza” denilen bir kalıba geçti; banka ve büyük sermaye gruplarıyla bağlantı kurdu.
Çin – Triad
Çinli geleneksel suç örgütlerine “triad” (üçlü birlik) denilmesinin nedeni, Hong Kong ve Kanton’daki İngiliz yetkililerinin üçlü sembolleri nedeniyle çetelere bu adı vermesidir. Bu triadlar geçmişlerini, Çin tarihinde sık sık ayaklanmalara ilham veren Budist kökenli Beyaz Lotus hareketine, Kızıl Başlıklılar-Sarı Başlıklılar-Taiping isyanlarına veya haksız yere öldürülen Şaolin Manastırı keşişlerinin hikayesine dayandırır. Kimisi gerçek, kimisi yarı-gerçek bu tarihî olayların Çin halkının imgelemindeki yeri genellikle olumlu olduğundan, triadlar da tıpkı Sicilya mafyası gibi bu şöhretten yararlanmak istemiştir.
Aslında bugüne bağlayabileceğimiz asıl organize suç, Çin’de de modernleşmeyle başlamıştır. Cumhuriyet ilan edildikten sonra (1912) yeni devletin denetim kurmakta zorlandığı boşlukta kentlerde “kara örgütler” denilen triadlar palazlanır. Şanghay, 2. Dünya Savaşı öncesinde gangsterlerin altın çağlarını yaşadığı bir kenttir. Barları, gece kulüpleri, genelevleri, kumarhaneleri, afyon ve morfin ticaretini tekelinde bulunduran Yeşil Çete adlı grubun ve Du Yuosheng (Yuoşeng) adlı liderinin New York mafyasından veya Al Capone gibi gangsterlerden farkı yoktur. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra triadlar, İngiliz yönetimi altındaki Hong Kong’a geçerler. Aralarında 14K gibi çok güçlü olanları vardır. 1970’lerde Hong Kong polisinin yüzde 30’unun triad üyesi olduğu tahmin edilmektedir. Hong Kong sineması ise 1970- 90 arasında ünlü kung-fu filmleriyle triad’ları bir efsaneye dönüştürmüştür.
Rusya – Vor v zakone
Rus mafyasının böyle efsaneleri yoktur. Onların tek tarihi, eski Sovyetler Birliği’nde Gulag kamp zinciri sisteminde doğmuş “vor v zakone“ (« kanunu elinde tutan hırsız” diye çevirebiliriz) denilen hapishane çetelerinin üyeleriyle ilgili hikayelerdir. Ocak 2013’te Hasan Büyükbaba diye anılan 75 yaşındaki gangster Aslan Usoyan öldürüldüğünde, Rus medyası son “vor v zakone”nin de hayata gözlerini yumduğunu yazmıştır. Bugün yeni Rusya’da yetişmiş, hiçbir kurala, tarihe bağlı olmayan, uyuşturucu ticareti ve kara para aklama dışında hiçbir iddiası da bulunmayan örgütler piyasaya hâkimdir.
Yapı ve işleyiş
Geleneksel suç örgütleri, üyelerinde aidiyet ve sadakat duygusunu uyandırmak için bir yandan aile bir yandan ordu tipi hiyerarşik bir yapı geliştirmiştir. Böyle bir örgüt için törenler ve simgeler kaçınılmazdır. Sicilya Mafia’sına giriş töreninde kullanılan sembol ve ritüeller, yeminler, davranış kuralları ve cezalar örgüte manevi bir otorite kazandırır. Sicilya’da 28 Şubat 1876 tarihli bir polis raporu (Palermo Devlet Arşivleri, GP busta 35), Antonio Giammona’nın yönettiği örgüte giriş törenini şöyle tarif eder: “Patron, üye adayının işaret parmağında bir delik açar. Parmaktan akan kanı bir kutsal resmin üzerine damlatır, bu resmi yakarak üye adayının eline verir. Üye adayının bu yanan resmi elinde tutması beklenir. Yanan resim, üye adayı klana ihanet ederse başına gelecek olanı simgeler”.
İtalyan suç örgütü üyelerinin iyi birer Katolik olmaları da beklenir. Din, suçun üstüne atılan bir örtü olarak kullanılır. ’Ndrangheta için “cumpari” (vaftiz babası), geniş ailenin lideridir. Efsanenin mi gerçeği, gerçeğin mi efsaneyi yarattığını bilemeyiz. Mario Puzo’nun Godfather (Vaftiz Babası, Türkçeye “Baba” olarak çevrildi) adlı romanı ve romandan uyarlanan filmler, suç örgütlerini öyle etkilemiştir ki, bugün de ’Ndrangheta üyeleri, “cumpari” ile “filcioccio” (vaftiz oğlu) arasındaki ilişkiyi, aile yapısının temel taşı olarak görür. İlginç bir paralellik de, Japon Yakuzasında patrona “oyabun” (evlat edinen baba), askerlerine “kobun” (evlatlık) denmesidir.
‘Kuyruk’ ve 10 emir
Cosa Nostra’da (“Bizim Şey”: Mafyanın öbür adı) giriş töreninin ne kadar önemli olduğunu, ABD Senatosu altkomitesinde tanıklık yapan Joseph Valachi açıklamış, daha sonra itirafçı Tommaso Buscetta da İtalyan yetkililere aynı iddiayı doğrulayan bir ifade vermiştir. Parmaktan akıtılan kan, üye adayının yasalarına bağlılığını simgeler. Artık yeni bir ailesi vardır, ölünceye kadar devam edecektir. ’Ndrangheta’ya giriş törenine “kuyruk kesme” (taglio della coda) adı verilir, çünkü yeni üye aileye katılmadan önce yürüdüğünde toz çıkaran kuyruklu bir hayvana benzer, bu organını kestikten sonra artık “kan ve namus” (sangue e onore) ile dolu yeni bir hayata adımını atacak, etrafı kirletmeyecektir!
İtalyan polisinin bir mafya patronunun zulasında bulduğu “On Emir” başlıklı belgede şu kurallar yer alır:
1. Kimse dostlarımızdan herhangi birine kendisini doğrudan tanıtamaz. Tanıştırma işini üçüncü bir kişi yapmalıdır.
2. Dostlarının karılarına asla bakma.
3. Polislerle birlikte asla görünme.
4. Barlara ve sıradan kulüplere gitme.
5. Karın doğum yapıyor olsa bile, Cosa Nostra için her zaman hazır olmak bir görevdir.
6. Randevulara her zaman uy.
7. Eşlere her zaman saygıyla davranılacaktır.
8. Bilgi istendiğinde cevap her zaman doğru olmalıdır.
9. Başkalarına veya başka ailelere ait olmadığı sürece paraya el konulamaz.
10. Poliste yakın bir akrabası olanlar, ailesinde iki taraflı oynayan birisi olanlar, ahlak dışı hareket edenler Cosa Nostra üyesi olamazlar.
Yakuza’nın kuralları da hemen hemen bunlarla aynıdır: Karına iyi davran, örgütün sırlarını açıklama, başka bir üyenin eş ve çocuklarına saldırma, polise veya kanuna başvurma, yabancı kelime kullanma… Yakuza şoven bir tutum benimsediğinden üyelerinin İngilizceden Japoncaya geçmiş kelime kullanmalarını yasaklanmıştır.
Aslında malum olan tek bir kural vardır: Sessizlik yemini. Bu yemini çiğneyenlerin öldürülmesi gerekir; hatta yıllar sonra bile. Başka cezalar da vardır. Yakuza, ihanet etmediği halde herhangi bir hata yapan üyelerini kendi serçe parmaklarının ucunu kesmekle cezalandırmıştır, buna “yubitsume” denir.
Küresel uyuşturucu çağı
Suç örgütlerinin tarihinde 1960’larla birlikte uyuşturucu dönemi başladı. Daha önce çoğu örgüt, ahlaken doğru bulmadıkları bu işe girmekte tereddüt etmişti. Ancak 12 Ekim 1957’de, Palermo’da Grand Hotel des Palmes adlı bir otelde Sicilya mafyası ile Amerikan Cosa Nostra’sının reisleri biraraya geldi. Toplantıyı düzenleyen Lucky Luciano’ydu. Cosa Nostra’yı Joe Bonanno, Sicilyalıları Genco Russo temsil ediyordu. Toplantının gündemi, uluslararası uyuşturucu ticaretine girmekti. O tarihten itibaren uyuşturucudan yana olanlarla olmayanlar arasında çok uzun süren bir savaş başladı. Zaman içinde mücadeleyi uyuşturucudan yana olanlar kazandı. 1981’de Totò Riina’nın önderliğinde yeni düzene karşı olan son klanlar da yokedildi.
Tam o sıralarda, 1980’lerde başlayan yeni-liberal düzen de organize suç için fırsatlar doğurdu. Bu düzen teorik olarak yeryüzünde sermayenin, emeğin, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına dayanıyordu. Ancak uygulamada emeğe, yani insanlara serbest dolaşım özgürlüğü tanınmadı; böylece yasadışı göçle ülke değiştirenler suç örgütlerinin kucağına düştü. Buna karşılık sermayeye yani paraya serbest dolaşım hakkı tanındı. Bu da yasadışı yollardan kazanılan paranın kolayca aktarılmasını mümkün hale getirdi.
Böylece 1980’lerde suç dünyasının tarihinde deyim yerindeyse post-modern döneme adım atıldı. Bütün ürünler arasında kâr marjı en yüksek olan uyuşturucu, diğer her türlü faaliyeti arka plana itti. Bu tarihlerde Meksika ve Kolombiya’da kenevir ve koka tarlaları, ABD’deki büyük pazara mal yetiştirmeye başladı. Daha da önemlisi, Kolombiya’da “crack” (taş) kokain yapımı ortaya çıktı. Taşınması, “mutfak” denilen küçük laboratuvarlarda üretilmesi çok daha kolay olan bu yeni ürün, uyuşturucu kaçakçılığında patlama yarattı. Ünlü Medellín ve Cali kartelleri bu sırada ortaya çıktı. Bu karteller, daha 1978’de küçük uçaklarla Karayip Denizi’ndeki adalardan ABD’ye kokain taşımaya başlamışlardı.
Karteller de en başta eski dünyadaki suç örgütleri gibi halk arasında ciddi bir sosyal destek ağı kurmak için çaba harcadı. Hatta “narcocanciones” (narko şarkılar) gibi yeni müzik türleri ortaya çıktı. Kokain kralı Pablo Escobar, Medellin’de yoksul ailelere 1000 ev bağışladı; buraya “Barrio Pablo Escobar” (Pablo Escobar Mahallesi) adı verildi. Ayrıca kentte 50 futbol sahası inşa etti. Medellín Karteli’nin iki önderi Pablo Escobar ile Carlos Lehder partiler kurarak, seçimlerde aday olarak siyasete de atıldı. Buna karşılık Cali karteli politikacı “satın almayı”, kendisi ise geri planda kalmayı tercih etti.
İç rekabet
Suç örgütleri, en az kolluk kuvvetlerinin mücadeleleri kadar, iç rekabetleri nedeniyle de çöker. 2 Aralık 1993’te Pablo Escobar’ın öldürülmesiyle sonuçlanan Medellín karteline karşı yürütülen büyük savaşta, Cali Karteli hükümetle işbirliği yaptı. Ancak onların da sonu hemen geldi. Ernesto Samper’in (başkanlığı 1994-1998) seçim kampanyasını fonladıkları ortaya çıkınca, Cali Karteli’ne karşı da savaş açıldı ; liderleri ya öldürüldü ya hapse atıldı.
Meksika’da güvenlik güçleriyle uyuşturucu tüccarları içiçedir. Büyük uyuşturucu beyleri arasında eski polisler göze çarpar: Guadalajara uyuşturucu örgütünün lideri Miguel Angel Félix Gallardo eski bir polis memuruydu. Meksika Ordusu Özel Kuvvetleri, ciddi bir mafya fabrikasına dönüşmüştü. Hatta 1990’larda Meksika yönetiminin uyuşturucuyla mücadelede gurur duyduğu General Jesús Gutiérrez-Rubillo gibi önemli bir komutan bile, bir suç örgütünü koruduğu için hapse atıldı.
Meksika’daki “Altın Üçgen” ile Asya’daki “Altın Üçgen” denilen bölgelerden dünyaya yayılan uyuşturucuların üretimi, nakliyesi ve dağıtımıyla uğraşanlar eski tip mafyaya benzemez. Bunlar efsanelere, uydurma tarihlere, ahlak kodlarına, halkı koruma, vatanı kurtarma gibi gerekçelere ihtiyaç duymazlar.
Sonuçta dünya bir yanda vahşi uyuşturucu üretici ve tacirleri, öte yanda ise bilgisayarlı, cep telefonlu, beyaz yakalı kara para finansçılarının elele çalıştığı küresel bir piyasaya dönmüştür.
Bu gelişmenin tek bir iyi yanı vardır; mafyanın aldatıcı “koruma” ve “adalet” maskesi artık düşmüştür.
MAFYA MODASI
Gangster dediğin tavuskuşuna benzer
Dövmeler, aynalı gözlükler, yüzükler, kolyeler, 1000 dolarlık takım elbiseler, sivri uçlu pabuçlar, deri ceketler, jöleli saçlar, çarpıcı traş stilleri… Mafya modası popüler kültürden esinlenir ve onu etkiler. Değişir ama hep göze batar.
Suç örgütü üyelerinin beden dili ve kıyafetleri ayırtedici özellikler taşır. Yakuza’nın bütün bedeni kaplayan, uygulanması uzun, pahalı ve acı verici dövmeleri ünlüdür. Japonya’da çağlar boyunca suçlular, diğerlerinden dövmelerle ayırdedilmiştir. Suç çağrışımı nedeniyle günümüzde bile birçok Japon şirketi, çalışanlarının dövme yaptırmasını yasaklar. Dövme sembollerine hapishane kökenli başka suç örgütü grupları da meraklıdır.
Oysa Sicilya mafyası ilk ortaya çıktığında, köy kökenli örgüt liderlerinin hiçbir dış görünüş iddası yoktu. Sıradan köylü kıyafetleri giyer, halktan yana olduklarını gösterirlerdi. Kentlerde ise kendilerini ayrıştırmak için belli bir modayı benimserlerdi. Örneğin 1890’da Calabria’da ünlü bir çete davasında ‘Ndrangheta üyeleri, mahkemeye kafalarının ortasında bir tutam saçı yukarıya ve arkaya doğru kabartarak çıkmışlardı ; buna “kelebek tarzı” deniyordu. 1911’de Kanada-Toronto’da Joe Musolino adlı çete reisi tutuklandığında aynı saç stilini benimsediği görüldü. Anlaşılan saçın sembolizmi sınır tanımıyordu.
Mafya ABD’ye taşındıktan sonra -yeni ülke gösterişi yücelttiği için- giyim tarzı bir devrim geçirdi. Amerikalı gangsterler yüzyıl başında ana vatanları Sicilya’yı ziyaret etmeye başladıklarında şık takım elbiseleriyle göze battılar. En önemlisi de Güney İtalya’da erkeklerin giydiği “coppola” (geleneksel kasket) yerine “fedora” şapkaları takmalarıydı. Sicilyalı mafya reisleri “I colori attirano le mosche” (Renkler sinekleri (polisi) çeker) sözünü hatırlatarak bu gösterişli giyimi kınadılarsa da bir işe yaramadı: Chicago’daki Al Capone, New York’taki Lucky Luciano gibi çete reisleri gangster modasını zirveye taşıdı.
Binlerce dolarlık takım elbiseleriyle tanınan Frank Costello vergi kaçakçılığından mahkemeye çıktığında, avukatı kendisine jüriyi etkilemek için gösterişsiz giyinmesini tavsiye etmiş; Costello ise “Davayı kaybederim daha iyi” diye çevap vermişti. Costello büyük ihtimalle, “Baba” filminde Marlon Brando’nun oynadığı Don Vito Corleone karakterine ilham veren kısık sesli mafya reisiydi.
İtalyan gangsterler ancak 1970’lerde ABD’den gelen moda akımına kapıldılar. İtalyan babaların en ünlülerinden Tommaso Buscetta, blazer ceketi ve gri pantolonuyla mafya modasının ikonu haline geldi.
İtirafçı olduktan sonra, moda tasarımcıları Dolce & Gabbana onun tarzıyla bir koleksiyon bile oluşturdu.
Dış görünüş konusunda mafyanın mı sinemaya yoksa sinemanın mı mafyaya esin verdiğini anlamak zordur. Örneğin 2005’te İtalya’da tanınmış bir Camorra patronunun oğlu olan Cosimo Di Lauro tutuklandığında, elleri kelepçeli olarak evini terkederken kameraların karşısına komik bir görünüşle çıktı: Saçlarını jöleyle geriye doğru taramış, “Matrix” filmindeki karakterler gibi siyah yağmurluğunun yakalarını kaldırmış, kendini bir sinema tipine dönüştürmüştü.
Kısacası beyaz kravat, siyah gömlek giymiş veya takılar takmış, jöleli saçları geriye taranmış bir mafioso gözünüze bir gangster karikatürü gibi gelebilir; tabii eğer üzerinize yürümüyorsa.