Kasım
sayımız çıktı

‘Halkı koruyan baba’dan uyuşturucu baronlarına

Gangsterlik, hem hayatta hem ekranlarda gerçekleşen bir “sanat dalı” artık. Roman, film, dizi, manga, şarkı ve medya/sosyal medya aracılığıyla gangster de bizim adımıza konuşur, içinde yaşadığımız rezaletleri dile getirir. Örgütlü suç, kendisini “namuslu” bir topluluk, bir alternatif devlet gibi sunar. Böylece cinayet ilahi adalete veya vatan-millet savunmasına dönüşür; şiddet, kutsal savaş sayılır; sadakat ise “suskunluk yasası” olur.

Suç örgütlerinin tarih­sel olarak “koruma” ve “adalet” ihtiyacı nedeniy­le ortaya çıktığına dair teori­yi, bugün bile sık sık duymak­tayız. Bu görüş, Sicilya maf­yasının 19. yüzyıl sonundan itibaren adayı ele geçirdiği, 20. yüzyıl başında New York’taki İtalyan-Amerikan ailelerinin emlak ve çöp toplama sektör­leri, balık pazarı, sendikalar ve limanda iktidar sahibi olduğu günlerde ortaya çıkmıştır. Bu­gün bile Japonya’da suç örgütü Yakuza’nın kavgaları engelledi­ği “mahallenin namusunu ko­ruduğu için” kötü ama gerekli olduğuna inananlar çoktur.

Kurama göre, mafya iki ge­leneksel devlet tekelini yani şiddet ve vergilendirme hak­kını ele geçirir; bunları halkı “korumak” adına kullanır. Suç örgütlerinin devletin zayıf ol­duğu yerlerde örneğin Sicil­ya’da 19. yüzyıl sonunda; SSC­B’nin yıkılışından sonraki kar­gaşa döneminde eski Sovyet cumhuriyetlerinde; iki dünya savaşı arasında savaş beyle­rinin ülkeyi paylaştığı Çin’de; yakın tarihi içsavaşlarla geçen Kolombiya‘da çok etkin olduğu doğrudur.

Ancak devletin güçlü olma­sı mafyanın olmadığı anlamı­na gelmez. Modern devletin şiddet tekeli kimileri için gü­venlik sağlarken, kimileri için güvensizlik ortamı oluşturabi­lir. Örneğin göçmenlere karşı ayrımcılık yapıldığında, bunlar kendilerini korumak adına ara­larında örgütlenebilirler. 20. yüzyılda ABD’de İtalyan, Fran­sa’da Ermeni mafyalarından, günümüzde Avrupa’da Kürt, Türk, Mağripli vb., ABD’de La­tin Amerika mafyalarından sö­zedilmesi tesadüf değildir.

Hayalî düşmanlara halkın fedaileri Geleneksel devlet tekelini, yani şiddet ve vergilendirme hakkını ele geçiren mafya, sonra bunları halkı “korumak” için kullandığını söyleyerek meşruiyetini sağlar.

İtalya – Mafia

Tarihte, gerçek koruma ör­neklerine rastlanır. Örneğin küçük bir Sicilya köyü olan Villalba üzerine derinlemesi­ne incelemeler yapan Filippo Sabetti, bu köyde doğan maf­ya reisi Calogero Vizzini’nin (1877-1954) köylüleri eşkiya ve polise karşı nasıl koruduğu­nu anlatır. Halk saldırılardan bıkmıştır. Köy rahibi, Don Ca­logero’dan ürünlerini değir­mene taşıyan köylülere eşlik etmesi için hiç değilse iki ki­şilik silahlı bir grup kurmasını ister. Böylece Calogero Vizzini bölgede zamanla saygı kaza­nır. Buna karşılık Sicilya’nın önemli tarihçilerden Salvato­re Lupo, mafyanın çoğu zaman insanları sadece hayali tehli­kelerden koruduğunu belir­tir. Örneğin Palermo’daki atlı araba sürücülerinin arabala­rı çalınır. Sonra ortaya birileri çıkar ve belli bir para karşılı­ğı arabaları geri alacağını vaa­deder. Topladığı parayı, araba hırsızlarıyla paylaşır.

Günümüzde herkes “koru­ma parası”nın aslında haraç olduğunu bilmektedir. Sicil­ya’nın başkenti Palermo’da 1991’de Libero Grassi adlı bir dükkan sahibi, yerel gazete Giornale di Sicilia’ya “Sevgi­li Haraççı” diye başlayan bir mektup gönderdi ve 6 ay son­ra öldürüldü. Ancak bu sade­ce başlangıçtı. 2000’li yıllarda genç esnaf kuşağı Addiopizzo (Haraca Veda) adlı bir hareket başlattı. Bugün Palermo’ya gi­denler birçok lokanta, kafe ve dükkanın camlarına Addiopiz­zo logosunun yapıştırıldığını görebilirler: “Mafia’ya hayır” diyen halkın, polis ve savcılar­dan daha başarılı olup olama­yacağını zaman gösterecek.

Bizim davamız Sicilya mafyası ya da Cosa Nostra (bizim işimiz ya da davamız), kurulan ilk ve esas mafya organizasyonudur.

Her örgütün bir tarihi vardır veya kendisine bir ta­rih uydurur. Hatta abarttık­ça abartırlar. Mafya böyle bir kelimedir. İnternette şöy­le bir dolaştığınızda, kelime­nin “Morte Alla Francia, Italia Anela (veya Arda)” sloganı­nın başharflerinden oluştuğu­nu iddia eden birçok yazıyla karşılaşırsınız. Slogan “Fran­sa’ya Ölüm, İtalya Özlüyor (veya Haykırıyor)” anlamına gelir. Efsaneye göre, 1282’de Fransız kraliyet ailesinden Carlo’nun Napoli Kralı olduğu sırada Sicilyalıların başlattığı bir isyan sırasında bu slogan ortaya atılmış, milliyetçi İtal­yanların bu örgütü de zaman­la bildiğimiz Mafia’ya dönüş­müştür. Bu iddiayı ortaya atan ve ona inananların tarih bil­gisi-duygusu olmadığı ortada: Sicilyalıların 13. yüzyılda böy­le modern bir İtalyanca ko­nuşmaları mümkün değildir, kendi lehçeleri vardır. Ayrıca İtalyan birliğinin oluşması ve İtalyan milliyetçiliğinin ortaya çıkması için yaklaşık 600 yıl daha beklemek gerekecektir.

Kelime yazılı olarak ilk defa 1863’te Sicilya dilinde yazılmış bir tiyatro oyununda kullanıl­mıştır. I Mafiusi di la Vica­ria adlı oyunda bir çete vardır. Üyeler örgüte törenle girerler. Çete sessizliğe dayalı “umirtà” (modern İtalyancada omertà) denilen kuralları uygular. Halk­tan pizzu (modern İtalyancada pizzo, haraç) toplar. Yani tiyat­ro oyunundaki çete, Mafia’nın bütün özelliklerini taşır.

Sicilya’da köylüler toprak sahiplerine ve yozlaşmış devle­te karşı uzun tarihleri boyun­ca, Anadolu eşkiyaları gibi hep isyan etmiştir. Modern mafya etkili bir stratejiyle, kendisini bu eski mücadelelerin tarihine eklemlemeyi başarmıştır.

İtinayla tarih yazılır Suç örgütü Camorra gibi mafya örgütleri, eski mücadelelerin tarihini alıp kendisininkine eklemek konusunda uzmandır (üstte). Aynı şey, göçle gelinen topraklarda da devam eder (altta).

İtalyan çizmesinin ucun­da Calabria bölgesindeki suç örgütü ‘Ndrangheta ile Napo­li’deki suç örgütü Camorra da benzer bir taktiği benimsemiş­tir. Bu örgütler, yerel türküler­de sık sık sözü edilen Garduña (İspanya’da Ortaçağ’da kurul­duğu söylenen bir hapishane çetesi) ile aralarında bir bağ­lantı kurarlar. Cervantes bi­le kısa öykülerinden birinde Garduña’dan sözeder. Bugün İspanyol tarihçiler, hikayeler dışında böyle bir Ortaçağ çete­sinin varlığına dair hiçbir so­mut kanıt bulamamıştır. Ancak tarihçiler ne derse desin, 20. yüzyılda İtalyanlar komşu ül­keden gelen efsaneye gönülden inanmıştır. Hatta üç İtalyan suç örgütünü de Garduña’ya bağlayanlar vardır. Öyküye gö­re, İspanya’da Garduña üyesi üç kardeş, kızkardeşlerine te­cavüz eden bir asilzadeyi öldü­rür sonra kaçarak Akdeniz’de kendilerine sığınak ararlar. Biri Sicilya’ya giderek Mafia‘yı, di­ğeri Napoli’ye giderek Camor­ra’yı, öteki de Calabria’ya gide­rek ’Ndrangheta’yı kurar!

Napoli Krallığı’nda 1735 ta­rihli bir resmî belgede, hapis­hanelerdeki mahkum ve gardi­yanlardan haraç toplayan bir çetenin kendisine Camorra adını verdiği söylenir. 1860’da İtalyan milliyetçilerinin ülkeyi birleştirmek için verdiği müca­dele sırasında bu çeteler mil­liyetçilere destek vererek yeni kurulan düzende bir yer edin­miş, ama Mussolini döneminde bu suç örgütünün köküne kib­rit suyu ekilmiştir. Günümüz­de eski Camorristi’lerle hiçbir ilgisi olmayan Napoli organi­ze suç dünyası, kendini İtalyan milliyetçiliğinin şanlı tarihine bağlamak için epeyce çaba sar­fetmiştir.

Japonya – Yakuza

Kendi tarihini yazmakta usta bir başka suç örgütü de Japon­ya’daki Yakuza’dır. Kelime­nin kökeni, bir Japon iskam­bil oyununda en kötü el kabul edilen 8-9-3’ten (ya-ku-za) gelir. Çeteler, tarihlerini Edo döneminin (1603-1868) baş­larına kadar götürürler. Kö­kenlerini kabuki-mono’lar (deliler) olarak bilinen en alt rütbeli samuraylara, samuray­sız yani efendisiz kalmış Ro­nin’lere, kentlerde mahalle­leri Ronin’lere karşı savunan gençlerin kurduğu maçi-yakko çetelerine, eski Japon tulum­bacıları olan maçi-bikeşi’lere bağlarlar.

Yakuza gelenekleri Tarihini geçmişe dayandırmak gibi, gruba has dövmeler, saç modelleri, kıyafetler, serçe parmak kesmek gibi cezalar da bir aidiyet duygusu yaratır.

Aslında Yakuza fiilen 1868’de Meiji dönemiyle baş­layan Batılılaşma furyasında ortaya çıkmıştır. Samuraylar­la, Roninlerle bir ilgisi yoktur. Kumar işiyle uğraşan Boku­to’lardan ve “tekiya” deni­len seyyar satıcı gruplarından türemişlerdir. Yeni kurulan sanayi tesislerinde çalışmak üzere köyden gelen işçileri iş­veren adına zapturapta alırlar. En büyük Yakuza ailesi olan Yamaguçi-gumi, 1. Dünya Sa­vaşı öncesi Kobe’de işçileri egemenliği altına alarak faali­yete geçmiştir. Yakuza aileleri milliyetçi terör rejimiyle bir­likte paramiliter bir güç ha­line geldi. 1920 ve 30’larda 2 başbakan ve 2 maliye bakanı­nın öldürülmesi dahil, birçok suikasta karışıtı. 2. Dünya Sa­vaşı’ndan sonra Yakuza, hızla büyüyen ekonomide başka rol­ler üstlendi; eğlence sektörüne el attı; devletle bağlar kurdu.

En büyük Yakuza ailesi Yamaguçi-gumi, 1. Dünya Savaşı öncesi Kobe’de işçileri egemenliği altına almaya çalışmıştı.

Ancak 1992 tarihli organi­ze suç örgütlerine ilişkin ya­sayla bir ölçüde kontrol altına alınabilen Yakuza, her zaman kendisini has Japon gelenek­lerini, samurayların “buşi­do” ahlakını koruyan tek güç olarak sunmaya çalışsa da ye­ni dünyada kabuk değiştirdi; “ekonomik Yakuza” denilen bir kalıba geçti; banka ve bü­yük sermaye gruplarıyla bağ­lantı kurdu.

Şanghay’ın afyon ve morfin tekelini elinde tutan Du Yuosheng ve eşi (üstte). Lin Guisheng, 1900’de Şanghay’da afyon ticaretinden sorumu Huang Jinrong’la evlendi (altta).

Çin – Triad

Çinli geleneksel suç örgütleri­ne “triad” (üçlü birlik) denil­mesinin nedeni, Hong Kong ve Kanton’daki İngiliz yetkilileri­nin üçlü sembolleri nedeniy­le çetelere bu adı vermesidir. Bu triadlar geçmişlerini, Çin tarihinde sık sık ayaklanmala­ra ilham veren Budist kökenli Beyaz Lotus hareketine, Kızıl Başlıklılar-Sarı Başlıklılar-Ta­iping isyanlarına veya haksız yere öldürülen Şaolin Manas­tırı keşişlerinin hikayesine da­yandırır. Kimisi gerçek, kimisi yarı-gerçek bu tarihî olayların Çin halkının imgelemindeki yeri genellikle olumlu oldu­ğundan, triadlar da tıpkı Sicil­ya mafyası gibi bu şöhretten yararlanmak istemiştir.

Aslında bugüne bağlaya­bileceğimiz asıl organize suç, Çin’de de modernleşmeyle başlamıştır. Cumhuriyet ilan edildikten sonra (1912) yeni devletin denetim kurmakta zorlandığı boşlukta kentler­de “kara örgütler” denilen tri­adlar palazlanır. Şanghay, 2. Dünya Savaşı öncesinde gan­gsterlerin altın çağlarını yaşa­dığı bir kenttir. Barları, gece kulüpleri, genelevleri, kumar­haneleri, afyon ve morfin ti­caretini tekelinde bulunduran Yeşil Çete adlı grubun ve Du Yuosheng (Yuoşeng) adlı lide­rinin New York mafyasından veya Al Capone gibi gangster­lerden farkı yoktur. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasın­dan sonra triadlar, İngiliz yö­netimi altındaki Hong Kong’a geçerler. Aralarında 14K gi­bi çok güçlü olanları vardır. 1970’lerde Hong Kong polisi­nin yüzde 30’unun triad üyesi olduğu tahmin edilmektedir. Hong Kong sineması ise 1970- 90 arasında ünlü kung-fu film­leriyle triad’ları bir efsaneye dönüştürmüştür.

Rusya – Vor v zakone

Rus mafyasının böyle efsane­leri yoktur. Onların tek tarihi, eski Sovyetler Birliği’nde Gu­lag kamp zinciri sisteminde doğmuş “vor v zakone“ (« ka­nunu elinde tutan hırsız” diye çevirebiliriz) denilen hapis­hane çetelerinin üyeleriyle il­gili hikayelerdir. Ocak 2013’te Hasan Büyükbaba diye anılan 75 yaşındaki gangster Aslan Usoyan öldürüldüğünde, Rus medyası son “vor v zakone”nin de hayata gözlerini yumduğu­nu yazmıştır. Bugün yeni Rus­ya’da yetişmiş, hiçbir kurala, tarihe bağlı olmayan, uyuştu­rucu ticareti ve kara para ak­lama dışında hiçbir iddiası da bulunmayan örgütler piyasaya hâkimdir.

Mafia denince akla hemen onun adı gelir: Al Capone En meşhur gangsterlerden Al Capone, objektiflere göz kırparak poz veriyor.

Yapı ve işleyiş

Geleneksel suç örgütleri, üye­lerinde aidiyet ve sadakat duy­gusunu uyandırmak için bir yandan aile bir yandan ordu tipi hiyerarşik bir yapı geliş­tirmiştir. Böyle bir örgüt için törenler ve simgeler kaçı­nılmazdır. Sicilya Mafia’sı­na giriş töreninde kullanılan sembol ve ritüeller, yeminler, davranış kuralları ve cezalar örgüte manevi bir otorite ka­zandırır. Sicilya’da 28 Şubat 1876 tarihli bir polis rapo­ru (Palermo Devlet Arşivleri, GP busta 35), Antonio Giam­mona’nın yönettiği örgüte gi­riş törenini şöyle tarif eder: “Patron, üye adayının işaret parmağında bir delik açar. Parmaktan akan kanı bir kut­sal resmin üzerine damlatır, bu resmi yakarak üye adayı­nın eline verir. Üye adayının bu yanan resmi elinde tutma­sı beklenir. Yanan resim, üye adayı klana ihanet ederse ba­şına gelecek olanı simgeler”.

İtalyan suç örgütü üyeleri­nin iyi birer Katolik olmaları da beklenir. Din, suçun üstüne atılan bir örtü olarak kulla­nılır. ’Ndrangheta için “cum­pari” (vaftiz babası), geniş ai­lenin lideridir. Efsanenin mi gerçeği, gerçeğin mi efsaneyi yarattığını bilemeyiz. Mario Puzo’nun Godfather (Vaftiz Babası, Türkçeye “Baba” ola­rak çevrildi) adlı romanı ve ro­mandan uyarlanan filmler, suç örgütlerini öyle etkilemiştir ki, bugün de ’Ndrangheta üye­leri, “cumpari” ile “filcioccio” (vaftiz oğlu) arasındaki iliş­kiyi, aile yapısının temel taşı olarak görür. İlginç bir paralel­lik de, Japon Yakuzasında pat­rona “oyabun” (evlat edinen baba), askerlerine “kobun” (evlatlık) denmesidir.

‘Kuyruk’ ve 10 emir

Cosa Nostra’da (“Bizim Şey”: Mafyanın öbür adı) giriş töre­ninin ne kadar önemli oldu­ğunu, ABD Senatosu altkomi­tesinde tanıklık yapan Joseph Valachi açıklamış, daha sonra itirafçı Tommaso Buscetta da İtalyan yetkililere aynı iddiayı doğrulayan bir ifade vermiştir. Parmaktan akıtılan kan, üye adayının yasalarına bağlılığını simgeler. Artık yeni bir ailesi vardır, ölünceye kadar devam edecektir. ’Ndrangheta’ya giriş törenine “kuyruk kesme” (tag­lio della coda) adı verilir, çün­kü yeni üye aileye katılmadan önce yürüdüğünde toz çıkaran kuyruklu bir hayvana benzer, bu organını kestikten sonra artık “kan ve namus” (sangue e onore) ile dolu yeni bir haya­ta adımını atacak, etrafı kirlet­meyecektir!

İtalyan polisinin bir mafya patronunun zulasında buldu­ğu “On Emir” başlıklı belgede şu kurallar yer alır:

1. Kimse dostlarımızdan her­hangi birine kendisini doğru­dan tanıtamaz. Tanıştırma işi­ni üçüncü bir kişi yapmalıdır.

2. Dostlarının karılarına asla bakma.

3. Polislerle birlikte asla gö­rünme.

4. Barlara ve sıradan kulüple­re gitme.

5. Karın doğum yapıyor olsa bile, Cosa Nostra için her za­man hazır olmak bir görevdir.

6. Randevulara her zaman uy.

7. Eşlere her zaman saygıyla davranılacaktır.

8. Bilgi istendiğinde cevap her zaman doğru olmalıdır.

9. Başkalarına veya başka aile­lere ait olmadığı sürece paraya el konulamaz.

10. Poliste yakın bir akrabası olanlar, ailesinde iki taraflı oy­nayan birisi olanlar, ahlak dışı hareket edenler Cosa Nostra üyesi olamazlar.

Yakuza’nın kuralları da hemen hemen bunlarla aynı­dır: Karına iyi davran, örgü­tün sırlarını açıklama, başka bir üyenin eş ve çocuklarına saldırma, polise veya kanuna başvurma, yabancı kelime kul­lanma… Yakuza şoven bir tu­tum benimsediğinden üyele­rinin İngilizceden Japoncaya geçmiş kelime kullanmalarını yasaklanmıştır.

Aslında malum olan tek bir kural vardır: Sessizlik yemini. Bu yemini çiğneyenlerin öl­dürülmesi gerekir; hatta yıllar sonra bile. Başka cezalar da vardır. Yakuza, ihanet etmedi­ği halde herhangi bir hata ya­pan üyelerini kendi serçe par­maklarının ucunu kesmekle cezalandırmıştır, buna “yubit­sume” denir.

Küresel uyuşturucu çağı

Suç örgütlerinin tarihinde 1960’larla birlikte uyuşturu­cu dönemi başladı. Daha önce çoğu örgüt, ahlaken doğru bul­madıkları bu işe girmekte te­reddüt etmişti. Ancak 12 Ekim 1957’de, Palermo’da Grand Hotel des Palmes adlı bir otel­de Sicilya mafyası ile Ameri­kan Cosa Nostra’sının reisleri biraraya geldi. Toplantıyı dü­zenleyen Lucky Luciano’ydu. Cosa Nostra’yı Joe Bonanno, Sicilyalıları Genco Russo tem­sil ediyordu. Toplantının gün­demi, uluslararası uyuşturucu ticaretine girmekti. O tarihten itibaren uyuşturucudan yana olanlarla olmayanlar arasın­da çok uzun süren bir savaş başladı. Zaman içinde müca­deleyi uyuşturucudan yana olanlar kazandı. 1981’de Totò Riina’nın önderliğinde yeni düzene karşı olan son klanlar da yokedildi.

Tam o sıralarda, 1980’ler­de başlayan yeni-liberal düzen de organize suç için fırsatlar doğurdu. Bu düzen teorik ola­rak yeryüzünde sermayenin, emeğin, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına dayanıyor­du. Ancak uygulamada emeğe, yani insanlara serbest dolaşım özgürlüğü tanınmadı; böylece yasadışı göçle ülke değiştiren­ler suç örgütlerinin kucağına düştü. Buna karşılık sermaye­ye yani paraya serbest dolaşım hakkı tanındı. Bu da yasadışı yollardan kazanılan paranın kolayca aktarılmasını müm­kün hale getirdi.

Kural 1: Eşine saygıyla davran Gerek İtalyan mafia’sında gerekse Yakuza içinde sabit kurallardan biri “Eşine iyi davran” kuralıydı. Pablo
Escobar’ın karısı Maria Victoria Henao, kapalı kapılar ardında bunun pek de böyle işlemediğini yıllar sonra anlatacaktı.

Böylece 1980’lerde suç dünyasının tarihinde deyim yerindeyse post-modern döne­me adım atıldı. Bütün ürün­ler arasında kâr marjı en yüksek olan uyuşturucu, diğer her türlü faaliyeti arka plana itti. Bu tarihlerde Meksika ve Ko­lombiya’da kenevir ve koka tarlaları, ABD’deki büyük pa­zara mal yetiştirmeye başla­dı. Daha da önemlisi, Kolom­biya’da “crack” (taş) kokain yapımı ortaya çıktı. Taşınma­sı, “mutfak” denilen küçük la­boratuvarlarda üretilmesi çok daha kolay olan bu yeni ürün, uyuşturucu kaçakçılığında patlama yarattı. Ünlü Medel­lín ve Cali kartelleri bu sırada ortaya çıktı. Bu karteller, daha 1978’de küçük uçaklarla Ka­rayip Denizi’ndeki adalardan ABD’ye kokain taşımaya baş­lamışlardı.

Karteller de en başta eski dünyadaki suç örgütleri gibi halk arasında ciddi bir sosyal destek ağı kurmak için çaba harcadı. Hatta “narcocancio­nes” (narko şarkılar) gibi yeni müzik türleri ortaya çıktı. Ko­kain kralı Pablo Escobar, Me­dellin’de yoksul ailelere 1000 ev bağışladı; buraya “Barrio Pablo Escobar” (Pablo Esco­bar Mahallesi) adı verildi. Ay­rıca kentte 50 futbol sahası in­şa etti. Medellín Karteli’nin iki önderi Pablo Escobar ile Car­los Lehder partiler kurarak, seçimlerde aday olarak siyase­te de atıldı. Buna karşılık Cali karteli politikacı “satın alma­yı”, kendisi ise geri planda kal­mayı tercih etti.

Pablo Escobar ile Carlos Lehder seçimlerde aday olarak siyasete atıldı. Buna karşılık Cali karteli politikacıları “satın almayı”, kendisi ise geri planda kalmayı tercih etti.

İç rekabet

Suç örgütleri, en az kolluk kuvvetlerinin mücadeleleri kadar, iç rekabetleri nedeniyle de çöker. 2 Aralık 1993’te Pab­lo Escobar’ın öldürülmesiyle sonuçlanan Medellín karteline karşı yürütülen büyük savaşta, Cali Karteli hükümetle işbirli­ği yaptı. Ancak onların da so­nu hemen geldi. Ernesto Sam­per’in (başkanlığı 1994-1998) seçim kampanyasını fonladık­ları ortaya çıkınca, Cali Kar­teli’ne karşı da savaş açıldı ; liderleri ya öldürüldü ya hapse atıldı.

Meksika’da güvenlik güç­leriyle uyuşturucu tüccarla­rı içiçedir. Büyük uyuşturucu beyleri arasında eski polis­ler göze çarpar: Guadalajara uyuşturucu örgütünün lide­ri Miguel Angel Félix Gallar­do eski bir polis memuruydu. Meksika Ordusu Özel Kuv­vetleri, ciddi bir mafya fab­rikasına dönüşmüştü. Hatta 1990’larda Meksika yönetimi­nin uyuşturucuyla mücade­lede gurur duyduğu General Jesús Gutiérrez-Rubillo gibi önemli bir komutan bile, bir suç örgütünü koruduğu için hapse atıldı.

Meksika’daki “Altın Üç­gen” ile Asya’daki “Altın Üç­gen” denilen bölgelerden dünyaya yayılan uyuşturu­cuların üretimi, nakliyesi ve dağıtımıyla uğraşanlar eski tip mafyaya benzemez. Bun­lar efsanelere, uydurma ta­rihlere, ahlak kodlarına, hal­kı koruma, vatanı kurtarma gibi gerekçelere ihtiyaç duy­mazlar.

Sonuçta dünya bir yanda vahşi uyuşturucu üretici ve tacirleri, öte yanda ise bilgisa­yarlı, cep telefonlu, beyaz ya­kalı kara para finansçılarının elele çalıştığı küresel bir piya­saya dönmüştür.

Bu gelişmenin tek bir iyi yanı vardır; mafyanın aldatıcı “koruma” ve “adalet” maskesi artık düşmüştür.

Kokain kralı Pablo Escobar, Medellin’de yoksul ailelere 1000 ev bağışladı; buraya “Barrio Pablo Escobar” (Pablo Escobar Mahallesi) adı verildi.

MAFYA MODASI

Gangster dediğin tavuskuşuna benzer

Dövmeler, aynalı gözlükler, yüzükler, kolyeler, 1000 dolarlık takım elbiseler, sivri uçlu pabuçlar, deri ceketler, jöleli saçlar, çarpıcı traş stilleri… Mafya modası popüler kültürden esinlenir ve onu etkiler. Değişir ama hep göze batar.

Suç örgütü üyelerinin beden dili ve kıyafetleri ayırtedici özellik­ler taşır. Yakuza’nın bütün bedeni kaplayan, uygulanması uzun, pahalı ve acı verici dövmeleri ün­lüdür. Japonya’da çağlar boyunca suçlular, diğerle­rinden dövmelerle ayırdedilmiştir. Suç çağrışımı nedeniyle günü­müzde bile birçok Japon şirketi, çalışanlarının dövme yaptırmasını yasaklar. Dövme sembollerine ha­pishane kökenli başka suç örgütü grupları da meraklıdır.

Oysa Sicilya mafyası ilk ortaya çıktığında, köy kökenli örgüt li­derlerinin hiçbir dış görünüş iddası yoktu. Sıradan köylü kıyafetleri giyer, halktan yana oldukları­nı gösterirlerdi. Kentlerde ise kendilerini ayrıştırmak için belli bir modayı benimserlerdi. Örneğin 1890’da Calabria’da ünlü bir çete davasında ‘Ndrangheta üyeleri, mahkemeye kafalarının ortasında bir tutam saçı yukarıya ve arkaya doğru kabartarak çıkmışlardı ; buna “kelebek tarzı” deniyordu. 1911’de Kanada-Toronto’da Joe Musolino adlı çete reisi tutuklan­dığında aynı saç stilini benimsediği görüldü. Anlaşılan saçın semboliz­mi sınır tanımıyordu.

Mafya Modası adlı dergi, kapağına Godfather’daki Michael rolüyle Al Pacino’yu taşımış.

Mafya ABD’ye taşındıktan sonra -yeni ülke gösterişi yücelttiği için- giyim tarzı bir devrim geçirdi. Amerikalı gangsterler yüzyıl başında ana vatanları Sicilya’yı ziyaret etmeye başladıklarında şık takım elbiseleriyle göze battılar. En önemlisi de Güney İtalya’da erkeklerin giydiği “coppola” (ge­leneksel kasket) yerine “fedora” şapkaları takmalarıydı. Sicilyalı mafya reisleri “I colori attirano le mosche” (Renkler sinekleri (polisi) çeker) sözünü hatırlatarak bu gös­terişli giyimi kınadılarsa da bir işe yaramadı: Chicago’daki Al Capone, New York’taki Lucky Luciano gibi çete reisleri gangster modasını zirveye taşıdı.

Binlerce dolarlık takım elbi­seleriyle tanınan Frank Costello vergi kaçakçılığından mahkemeye çıktığında, avukatı kendisine jüriyi etkilemek için gösterişsiz giyin­mesini tavsiye etmiş; Costello ise “Davayı kaybederim daha iyi” diye çevap vermişti. Costello büyük ihtimalle, “Baba” filminde Marlon Brando’nun oynadığı Don Vito Corleone karakterine ilham veren kısık sesli mafya reisiydi.

İtalyan gangsterler ancak 1970’lerde ABD’den gelen moda akımına kapıldılar. İtalyan baba­ların en ünlülerinden Tommaso Buscetta, blazer ceketi ve gri pan­tolonuyla mafya modasının ikonu haline geldi.

Mafyanın Neo’su İtalya’da tanınmış bir Camorra patronunun oğlu olan Cosimo Di Lauro 2005’te elleri kelepçeli evini terkederken Matrix’teki Neo’ya benziyordu.

İtirafçı olduktan sonra, moda tasarımcıları Dolce & Gabbana onun tarzıyla bir koleksiyon bile oluşturdu.

Dış görünüş konusunda mafya­nın mı sinemaya yoksa sinemanın mı mafyaya esin verdiğini anlamak zordur. Örneğin 2005’te İtalya’da tanınmış bir Camorra patronunun oğlu olan Cosimo Di Lauro tutuk­landığında, elleri kelepçeli olarak evini terkederken kameraların karşısına komik bir görünüşle çıktı: Saçlarını jöleyle geriye doğru tara­mış, “Matrix” filmindeki karak­terler gibi siyah yağmurluğunun yakalarını kaldırmış, kendini bir sinema tipine dönüştürmüştü.

Kısacası beyaz kravat, siyah gömlek giymiş veya takılar takmış, jöleli saçları geriye taranmış bir mafioso gözünüze bir gangster karikatürü gibi gelebilir; tabii eğer üzerinize yürümüyorsa.