Son 3 yıldır İstanbul’da görev yapan Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu Andrey Buravov, Türkiye’deki diplomatik kurumlarda yaklaşık 18 sene çalışmış tecrübeli bir bürokrat. Türk dili ve tarihi konusunda da yüksek eğitim almış olan Buravov, Tükiye-Rusya ilişkilerinin tarihini ve özellikle Ukrayna ile devam eden sıcak çatışmanın bugününü ve geleceğini değerlendirdi.
Sayın Başkonsolos, öncelikle bu harika Rusya Sarayı’nın tarihçesinden kısaca bahsedebilir misiniz?
İlk olarak #tarih dergisinin bütün okurlarını saygıyla selamlamak istiyorum. Rusya’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nun bulunduğu sarayın ayrı ve enteresan bir tarihçesi var. Binanın bulunduğu topraklar 1730’lardan beri Rusya İmparatorluğu’nun Osmanlı İmparatorluğu’ndaki daimi resmî temsilciliklerinin bulunduğu yerdir. Önce kiralanmış, sonra da satın alınmış bu arazi üzerinde çeşitli zamanlarda bulunan yapılar, yangınlar sırasında veya zamanla tahrip edilmiş; bunların yerine görkemli bir sarayın inşa edilmesine karar verilmiş. Bu inşaatı yapmak için daha önce Rusya’da da ün kazanan ve Rusya Sanat Akademisi üyeliğine kabul edilen İtalyan asıllı İsviçreli mimar Gaspare Fossati, Rus Çarı 1. Nikolay tarafından 1837’de İstanbul’a gönderilmiş. Sarayın inşaat ve dekorasyon işleri 1845’te tamamlanmış ve Rusya İmparatorluğu Büyükelçiliği burada faaliyet göstermeye başlamıştır. Başkentin Ankara olmasının ardından (1924), bina SSCB ve daha sonra Rusya Federasyonu Başkonsolosluğu olarak faaliyet göstermiştir.
2019’da Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu olarak atanmanızdan önceki misyonlarınızdan bahseder misiniz?
Türkiye ve Türkolojiye yakın ilgim, 1980’de Moskova’daki Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (MGIMO) öğrencisi olduğumda başladı. Profesyonel kariyerimde Türkiye’deki diplomatik kurumlarda takriben 18 sene çeşitli görevlerde bulundum. Son 3 senedir de Rusya’nın İstanbul Başkonsolosu olarak çalışmaktayım.
Üniversitede aldığınız Türkoloji eğitiminin, Türkiye’de diplomat olarak görev yapmanıza katkıları neler oldu?
MGIMO’da çeşitli konularda (Türkiye’nin tarihi, coğrafyası, siyaseti, ekonomisi, kültürü; uluslararası ilişkiler ve dünya ekonomisi) aldığım eğitimin sonraki profesyonel hayatımda çok büyük bir rol oynadığını net olarak söyleyebilirim. Biz genç öğrencilere Türkçenin ve diğer meslek bilgilerinin bütün inceliklerini büyük bir özveri ile öğreten profesör ve hocalarımızı büyük minnet duygusuyla hatırlamaya devam ediyorum. Bunun yanısıra kariyerime başladığım Ankara’daki büyükelçiliğimizde görev yapan tecrübeli meslektaşlarımdan da birçok önemli detayı öğrenme şansım oldu.
İstanbul gibi uluslararası ve çok kültürlü bir şehir size ne hissettiriyor?
Benim gibi uzun bir süre Ankara’da çalışan ve İstanbul’a daha çok iş icabı veya turizm-alışveriş amacıyla kısa bir süre için gelen bir kişinin bu büyük ve çok katmanlı megapolise alışması kolay ve çabuk olmadı. Ayrı bir gezegen, devlet içinde devlet hissiyatı veren; coğrafyasıyla, tarihi ve kültürel mirasıyla insanı adeta rehin alan bu müthiş şehrin etkisine kapılmamak, buraya âşık olmamak mümkün değil. Bu şehirde çalışmak, yaşamak, onun sınır tanımayan enerjisine uyum sağlamak hem zor hem de çok zevkli.
Rusya kültür ve sanata özel önem veren bir ülke. Bu çerçevede Türkiye ile ilişkileri geliştirme projeleriniz hakkında bilgi verir misiniz?
Kültür ve sanatın çeşitli alanlarında hakikaten zengin bir mirasa sahip olan Rusya, bu imkanları tanıtmaya ve paylaşmaya büyük önem veriyor. Çeşitli etnik ve yöresel özelliklerle de zenginleşen Rus kültürü, yakın komşumuz ve partnerimiz Türkiye’de de geleneksel olarak ve hakkıyla beğenilir, büyük ilgi uyandırır. Buna dayanarak biz de başkonsolosluk olarak güncel çalışmalarımızda iki ülke arasındaki sanatsal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi istikametinde çaba gösteriyoruz. Hâlen üzerinde çalıştığımız konular arasında Ocak ayında düzenlenecek olan Beyoğlu Sinema Festivali çerçevesinde Rus filmlerinin gösterimi ve İstanbul’un kardeş şehri olan Sankt-Peterburg ile ilgili fotograf sergisinin buraya da taşınmasını sayabiliriz.
Sayın Putin’in açıkladığı Türkiye’de bir “doğalgaz hub” oluşturulması projesinin iki ülkeye ve diğer ilgili ülkelere getireceği yararlar nelerdir?
Rusya Devlet Başkanı’nın bu inisiyatifi gayet önemli. Eğer bu konuda Türkiye ve diğer ülkelerdeki alıcıların ilgisi var ise, doğalgazın diğer Avrupa ülkelerine satışı için bir gaz sevkiyat sisteminin inşaatı ve Türkiye topraklarında ortaklaşa bir gaz hub’ının kurulması imkanını değerlendirmeye hazırız. Bu hub’ın da sadece sevkiyat sistemi değil aynı zamanda gaz fiyatının belirlenebileceği bir alan olması da muhtemel. Böyle bir projenin hayata geçirilmesi iki ülkemizinde menfaatine ve ikili işbirliğimizin güçlenmesine yardımcı olacak. Ayrıca diğer ilgili ülkelerin enerji güvenliğinin sağlanmasına ve gaz piyasasındaki mevcut tedirgin durumun düzelmesine katkıda bulunabilecektir.
Nükleer enerji konusunda işbirliğine ilişkin yeni gelişmelerden bahseder misiniz?
Bildiğiniz gibi 2010’da ülkelerimiz arasında, Türkiye’nin ilk nükleer güç santralının kurulmasına dair Hükümetlerarası Antlaşma imzalanmıştır. Buna göre Mersin Akkuyu’da 2018’de toplam gücü 4800 MWt olan 4 reaktörlü atom enerji santralının inşaatına başlandı. İlk reaktörün devreye girmesi ve Türkiye şebekesine elektriğin verilmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıldönümü olan 2023 içinde öngörülmektedir. Bütün çalışmalar planlandığı şekilde devam ediyor. Bu konudaki ikili işbirliğimiz sayesinde Türk atom endüstrisi için büyük bir mühendis ve uzman grubu ihtisaslı Rus yüksek eğitim müesseselerinde hazırlanmış olacaktır (şimdiye kadar birkaç yüz genç vatandaşınız bu eğitimi bitirmiş bulunmaktadır). Santral tam olarak devreye girdikten sonra tek başına Türkiye’nin şimdiki elektrik enerjisi talebinin yüzde 10’unu karşılayacaktır.
NATO’nun genişleme politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
90’lı yılların başında Varşova Paktı tarihe karıştığı zaman ve Almanya birleştiğinde, bizim ülkemize Batılı liderler tarafından NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceğine dair sözlü garantiler verilmiştir. Halbuki bundan sadece birkaç yıl geçtikten sonra, Soğuk Savaş’ın bitmesine rağmen bu genişleme politikasına aktif olarak devam edildi ve çeşitli dalgalar hâlinde NATO’ya üye olan ülkelerin sayısı o zamanki 16 ülkeden 30 ülkeye çıkmış oldu.
Bu genişleme politikasını (ki belirtileri kendini sadece Doğu Avrupa’da göstermiyor) Rusya’yı kuşatmaya ve caydırmaya yönelik düşmanca bir süreç olarak değerlendiriyoruz. Bu bağlamda Kuzey Atlantik İttifakı’nın Ukrayna’yı kendi yörüngesine oturtma ve bizim ülkemize karşı kullanma gayretleri bugün bu ülkedeki durumun ana sebeplerinden biri olmuştur.
Ukrayna-Rusya krizinin temeli neye dayanıyor? Uzlaşma sağlanabilir mi? Gidişat hakkında öngörünüz nedir?
Ana hatlarıyla söylemek gerekirse iki büyük faktör zikredilebilir. Birincisi, Rusya’nın millî güvenlik menfaatlerinin Batı tarafından görmezlikten gelinmesi; Batı’nın kendi hegemonyasını uluslararası hukuk ve egemen eşit hakları dikkate almadan kendi formüle ettiği sözde kurallar temelinde dayatma teşebbüsleri; bu bağlamda milliyetçi ve Nazi çevrelerinin teşvik edilmesi yoluyla Ukrayna’nın kullanılması ve onun “anti-Rusya”ya çevrilme stratejisinin uygulanması.
İkincisi ise bağımsızlığının ilan edilmesinden sonra Ukrayna’daki aşırı milliyetçi güçlerin düzenli olarak Rusya, Rus dili ve kültürü ile ilgili her şeyin ortadan kaldırılmasına yönelik rotası. Bu süreç özellikle Şubat 2014’teki devlet darbesinden sonra açık olarak Neonazi bir çizgiye taşınmıştır. Bunun sonucunda Kırım’daki halklar serbest oy yoluyla Rusya ile yeniden birleşmeye karar verdiler. Ayrıca Donbass bölgesinde yaşayan Rus ve Rusça konuşan halk da Kiev’deki rejimin diktasına boyun eğmek istemediğini ve kendi millî kimliğini, anadilini, tarihini korumak, kendi gerçek kahramanlarını anmak isteğini açıkça gösterdi.
Tüm bu faktörler Rusya’yı Ukrayna’da özel bir askerî harekat başlatma kararı almaya mecbur bıraktı. Bu harekatın amaçlarından biri Donbass’taki sivil halkı korumaktı. Orada yaşayan insanlar 8 sene boyunca düzenli bir şekilde Minsk mutabakatlarının koruması altındaydı. Rusya’nın harekatı Batı’nın Rusya Federasyonu’nun güvenliği ve egemenliğine yönelik saldırgan niyetlerinin gerçekleştirilmesi için Ukrayna’nın bir atlama tahtasına dönüştürülmesinin engellenmesine; Ukrayna’nın silahlardan ve Nazi ideolojisi ve pratiklerinden arındırılmasına yöneliktir. Bütün bu görevler bugün de güncelliğini korumaktadır.
Bu arada Rusya, hiçbir zaman görüşme masasından kaçan bir taraf olmamıştır. Hatırlanacağı gibi, Mart ayının sonunda İstanbul’da gerçekleştirilen Rusya-Ukrayna görüşmelerinin sonucunda siyasi çözüme ulaşma şansları ortaya çıkmıştır. Ancak Batılı hâmileri tarafından son Ukraynalıya kadar Rusya ile silahlı çatışmaya aktif bir şekilde kışkırtılan Kiev’deki milliyetçilerin uzlaşmaz tutumu yüzünden bu şanstan istifade etmek mümkün olmamıştır. Ukrayna’nın bundan sonra yoğun şekilde modern silahlarla donatılması, sadece sivil halk arasında yeni büyük kayıplara ve acılara yolaçmaktadır.
Rusya-Türkiye siyasi ve ticari ilişkilerinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aynı coğrafyayı paylaşan, hem tarihten gelen hem de mevcut gelişmiş ticari, ekonomik, kültürel, insani bağlarla birbirine bağlı olan iki komşu ve dost ülke olarak, ilişkilerin gelecekte de geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi devlet ve halklarımızın millî menfaatlerine tamamen uymaktadır. Son dönem içinde Rusya’ya uygulanan emsalsiz ve haksız yaptırım ve sınırlama koşullarında ikili ticari ve ekonomik ilişkilerin artırılması için yeni imkanlar ortaya çıkmıştır. Bütün engel ve pürüzlere rağmen yeni üretim, dağıtım ve tedarik zincir ve mekanizmalarının geliştirilmesi, yeni ortak projelerin hayata geçirilmesi ikili işbirliğimize yeni bir güç ve ivme kazandırabilir.
Rusya Federasyonu Türk vatandaşlarına vizeyi kaldıracağını söylüyor. Ne zaman mümkün olabilir acaba?
İkili ilişkilerimizde turizmin özel bir yeri var. 90’lı yıllardan başlayarak Rus turistler Türkiye’ye gelmeye başladılar ve ülkenizi, özellikle Antalya bölgesini çok sevdiler. Tabii turizmin geliştirilmesi için bir takım koşulların yerine getirilmesi şart. Bunlar arasında servis kalitesi ve makul fiyatların yanısıra turistlerin güvenliğinin sağlanması da büyük bir önem arzediyor. Rusya Federasyonu da iç turizmini geliştirmek için son dönemde millî turizm altyapısı konusunda büyük çaba sarfediyor. Bu açıdan Türkiye ve diğer ülkelerden daha fazla turist kabul etmek için sizin tecrübenizden ve yatırımlarınızdan da faydalanmak istiyoruz.
Bu bağlamda vize rejiminin kolaylaştırılması istikametinde de bazı adımlar üzerinde çalışılıyor. Bunlar arasında turistik vizelerin veriliş prosedürlerinin basitleştirilmesi ve sürelerinin 6 aya kadar uzatılması ve kısa süreli (16 güne kadar) seyahatlar için elektronik vizelerin tanzim edilmesi bulunmaktadır. E-vize konusunda hazırlıklar son aşamada bulunuyor ve kısa bir süre sonra bu sistemin yürürlüğe girmesi sağlanacak.
Rusya-ABD istihbarat başkanlarının Ankara’da görüşmesi konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye barış için bir arabuluculuk görevi üstlenebilir mi?
Konunun hassasiyeti dolayısıyla bu buluşmanın içeriği ile ilgili bir yorum yapmam mümkün değil. Daha genel anlamda söylemek gerekirse, Rusya Federasyonu daima ABD dahil olmak üzere Batılı ülkelerle yapıcı diyalogun sürdürülmesinden yanaydı. Halbuki bu ülkelerin bir kısmı, Rusya’yı tecrit ve caydırma politikaları çerçevesinde ülkemizle ilişkilerde pozitif gündemden vazgeçerek diyalog yerine yaptırım ve tehdit dilini kullanmayı tercih ediyor. Bu bağlamda, bahsettiğiniz görüşmenin yapılması dolaysız diyalog yoluyla tarafları ilgilendiren konu ve problemlerin görüşülmesine dair bir girişimdir.
Türkiye’nin barışın tesisine yönelik çabalarını görüyor ve takdirle karşılıyoruz. Bunlar sayesinde Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanları ve heyetleri ayrı ayrı İstanbul’da biraraya gelmiş ve ayrıca bahsettiğiniz görüşme de Ankara’da gerçekleştirilebilmiştir. Bizim ortak gayretlerimizle de tahıl ve gübrelerin Karadeniz bölgesinden dünya pazarlarına taşınmasına yönelik inisiyatifiler hayata geçirilmiştir.