Kasım
sayımız çıktı

‘Bitti’ denilen bir ülke küllerinden tekrar doğdu

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ARDINDAN DİPLOMASİ ZAFERİ

Lozan Antlaşması başarı mıdır, yoksa başarısızlık mı? Bu konuyu sağlıklı bir zeminde tartışabilmek için, Lozan’da Türkiye’yi temsil eden ve kurt diplomatlarla kıran kırana pazarlık yapan İsmet Paşa’nın Ankara’nın istediklerinin ne kadarını elde ettiğini incelemek gerekir. Şöyle bir baktığımızda hemen görülebilen, Türkiye’nin kazançlı çıktığıdır.

Bağımsız bir devlet olarak kalıcılığımızın ulusla­rarası camiaya kabul ettirilmesi Lozan Antlaşması ile mümkün olmuş, bu sonuca da Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra ulaşılmıştır. Dolayısıyla Lozan bir bakıma askerî zaferin uluslararası siyaset ve hukuk alanına yansıtılması, hukuk bakımından taçlandırılmasıdır.

Türkiye’nin askerî alan­da elde edilenleri diplomatik alanda korumak için Lozan’da büyük bir diplomatik mücadele vermesi gerekecektir. Böyle bir mücadeleye girişirken yapı­lacak ilk iş en uygun temsil­ciyi seçmektir. Dönemin olası müzakerecilerine bakıldığında İsmet Paşa’nın en uygun seçim olduğu görülmektedir. Üstelik İsmet Paşa, Mudanya sınavını büyük bir başarıyla geçmiş; savaşı İstanbul’a ve Doğu Trakya’ya taşımak tehdidiy­le işgalcileri masaya oturtup hiçbir çatışma olmadan Doğu Trakya’yı almıştır. Kanımca Lozan’a giden yol Mudanya’da açılmıştır. Dolayısıyla yolcuyu değiştirmemek gerekiyordu.

resim_2024-08-31_211406918
Antlaşma’dan hemen sonra, 2 Ağustos 1923’te İsviçre’de çıkan l’Illustré adlı haftalık derginin kapağındaki fotoğrafta Türk heyetinin başkanı İsmet Paşa (yanındaki Rıza Nur), ABD temsilcisi Joseph Grew’la konuşuyor

İnönü’nün Lozan’da en önemli muhatabı İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon. Diğer katılımcılar ikincil. Başarı­lı bir diplomat ve sıradışı bir profesyonel Curzon. Asya’yı, Türkiye’yi biliyor. Bilgili, zeki, güçlü ve saldırgan bir kişiliği var. Herkesten üstün olduğuna inanmış, tam bir megaloman. Fransızları bile adamdan say­mıyor. Müzakerelerde amacı neyse onu başarmak için her türlü numaraya, entrikaya baş­vurabilir. Lozan’a diğer mütte­fikleri kafaya almış, üstünlüğü­nü, önderliğini kabul ettirmiş olarak geliyor. Karşısındaki İsmet Paşa, 20 yaş küçüğü. Üs­telik tutuk, çekingen görünüşlü, işitme sorunu olan, yabancı dil becerisi en üst düzeyde olmayan bir asker, diplomasi deneyimi pek az. Lord Curzon’un müzake­re taktiği belli: İsmet Paşa’yı ez­meye çalışmak. Bizi Asya’ya geri döndürmek dahil, türlü tehditler savuruyor. İsmet Paşa’nın müzakere taktiklerine “halı be­zirganlığı” diyor. Söylediklerini kabul etmemizin uygarlığın bir gereği olduğunu yutturmaya çalışıyor. Lord Curzon bu sal­dırgan tavrı nedeniyle Lozan’a ilişkin imgelemimizde emper­yalizmi cisimleştiren şeytan gibi bir figür olarak yer almıştır. Ancak Curzon’un evdeki hesabı çarşıya uymayacak, İsmet Paşa çetin ceviz çıkacaktır. Yumu­şak atın çiftesi pek olurmuş. Müzakere tutanaklarını ve ilgili kaynakları okuyanlar görürler: İsmet Paşa bu İngiliz uyanığına birçok kez külahı ters giydire­bilmiştir.

resim_2024-08-31_211412051
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon müzakerelerdeki saldırgan tavrı nedeniyle Lozan’a ilişkin imgelemimizde emperyalizmi cisimleştiren şeytanî bir figür olarak yer almıştır.

1923’den bu yana Türkiye’de bitmeyen tartışmadır: Lozan başarı mıdır, yoksa başarısızlık mı? Oysa bu tür müzakerelerde başarıyı ölçmenin bir yolu var­dır. Temsilci heyetler görüşme­lere belirli yönergeler alarak, resmî ağızla söylersek, bir müzakere pozisyonu oluştura­rak gider. Genellikle yönergeler en fazlacı (maksimalist) bir anlayışla hazırlanır. İstenilen her şeyin alınması beklenmez. Bir tarafın istediklerinin tümü­nü diğer tarafın kabul etmesi ancak yenen-yenilen ilişki­sinde olur. Eşitler arasındaki müzakerelerde istediklerinizi yüzde 70 oranında elde ederse­niz başarılı oldunuz demektir. Peki, İsmet Paşa Ankara’nın yönergelerini ne ölçüde yerine getirebilmiştir?

İsmet Paşa’ya Lozan’a gider­ken verilen yönerge, Büyü­kelçi Bilal N. Şimşir’in (Lozan Günlüğü, Bilgi Yayınevi, 2014) sadeleştirmesiyle şöyle:

1) Doğu sınırı: “Ermeni Yurdu” söz konusu olamaz, olursa gö­rüşmeler kesilir.

2) Irak sınırı: Süleymaniye. Kerkük ve Musul livaları iste­necek, konferansta başka bir durum ortaya çıkarsa Hükümet­ten talimat alınacak.

3) Suriye Sınırı: Bu sınırın düzeltilmesi için çalışılacak ve sınır şöyle olacaktır: Re’si İbni Hani’den başlayarak Harim, Müslimiye, Meskene, sonra Fırat Yolu, Deyrizor, Çöl, nihayet Musul Vilâyeti güney sınırına ulaşılacak.

4) Adalar: Duruma göre dav­ranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan adalar ülkemize katılacak, olmazsa Ankara’dan sorulacak.

5) Trakya sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalış.

6) Batı Trakya: Mîsâk-ı Millî maddesi.

7) Boğazlar ve Gelibolu Yarı­madası: Yabancı bir askerî kuv­vet kabul edilemez, bu yüzden görüşmeleri kesmek gerekirse önceden Ankara’ya bilgi verile­cek.

8) Kapitülasyonlar. Kabul edilemez, görüşmeleri kesmek gerekirse gereken yapılır.

9) Azınlıklar: Esas mübade­ledir.

10) Osmanlı Borçları: Bizden ayrılan ülkelere paylaştırılacak. Yunanistan’dan alınacak tami­rat bedeline mahsup edilecek, olmaza 20 yıl ertelenecek. Dü­yun-u Umumiye idaresi kaldı­rılacak, zorluk çıkarsa (Anka­ra’dan) sorulacak.

11) Ordu ve donanmaya sınırlama konması söz konusu olamaz.

12) Yabancı kuruluşlar: Yasa­larımıza uyacaklar.

13) Bizden ayrılan ülkeler için Mîsâk-ı Millî’nin ilgili maddesi geçerlidir.

14) İslam cemaat ve vakıfla­rının hakları, eski anlaşmalara göre sağlanacaktır.

Şimşir’in aynı kitabından İngiltere’nin pozisyonunu da aktarıyorum:

1) Batı Trakya: Buradaki durum değiştirilmeyecek ve Türklerin plebisit talebi reddedi­lecektir.

2) Trakya Sınırı: 1915 Eylül’ün­de imzalanan Türk-Bulgar anlaş­masıyla çizilen sınır olacaktır.

3) Boğazların serbestliği: Bu ilke esasen Müttefikler arasında kabul edilmiş bulunmaktadır. Bunun uygulanması tartışıla­caktır. İstanbul Boğazı ile Mar­mara Denizi askerden arındırıla­cak ve teftişe açık olacaktır.

4) Kapitülasyonlar: Bazı deği­şikliklerle Mart kararları muha­faza edilecektir.

5) Ege Adaları: Türkiye bütün bu adaları Müttefiklere bıraka­cak, bu konudaki kararı Mütte­fikler verecekler.

6) Suriye ve Irak sınırları: Mandater devletlerin kabul ettik­leri gibi kalacaktır. Bu devletler yerel bazı düzenlemeler yapabi­lirler.

7) Suriye, Irak ve Filistin man­da toprakları statülerinde hiçbir değişiklik kabul edilmeyecektir.

8) Müttefiklerin mezarlık­larının bulundukları yerlerin mülkiyetinin (Türkiye’den) alınması için Müttefikler ısrar edeceklerdir.

9) Tazminat: Türkiye’den savaş tazminatı istenecek ve tazminatın miktarı Müttefikler­ce belirlenecektir. Türkiye’nin Yunanistan’dan tazminat talebi reddedilecektir.

10) Mudanya Mütarekesi tam olarak uygulanacak ve Türki­ye’nin bunu çiğnemesine meta­netle karşı konulacaktır.

11) İstanbul’un durumu: Türkiye ile yeni barış antlaşması onaylanmadan önce Müttefikler askerlerini İstanbul’dan çekme­yeceklerdir.

resim_2024-08-31_211420533
Lozan Antlaşması’nın Paris’te, Quai d’Orsay’de (Dışişleri Bakanlığı) bulunan Fransızca orijinalinde, Türk heyetinin ıslak imzalarının bulunduğu sayfa.

Her iki tarafın da yönergele­rindeki ögelerin teker teker ele alınıp müzakere sonuçlarıyla karşılaştırılması ayrı bir ince­leme konusudur. Ancak, şöyle bir baktığımızda hemen görü­lebilen, Türkiye’nin bu müza­kerelerden kazançlı çıktığı, İngiltere’nin de Lozan’dan özel­likle önem verdiği konularda elleri boş olarak ayrılmadığıdır. O dönemin Avrupa basınında müzakere sonuçlarının, çoğun­lukla, Türklerin zaferi olarak yansıtılmış olduğunu bu arada anımsayalım.

belge 3
Güleryüz mecmuasının 24 Temmuz 1923 tarihli 119. sayısındaki orta sayfa posteri. En altta, “Şanlı ordunun mesud Türk milletine bayram hediyesi: Sulh kızı” yazıyor.

Lozan sonuçlarına olumsuz bakan Türkiye’deki muhale­fetin üstünde en çok durduğu, hâlâ her fırsatta dile getirdiği konu, kabaca, Musul’un alı­namamış olmasıdır. Sormak gerekir, Musul’u bize, Doğu Trakya gibi, savaşmadan verir­ler miydi? O yörede askerî zafer sağlayacak gücümüz var mıydı?

Bu toprak alıp verme işlerini toprağın üstündeki halktan ayrı düşünmemek gerekir. Halkının kurtuluş savaşına katıldığı topraklar kurtarıl­mıştır. Ancak bugünkü Musul yöresindeki nüfusun, ayrıca Lozan’da alamadığımız için üzüldüğümüz Ege adaların­daki Rumların bizimle birlikte savaşabileceklerini düşünmek gerçekçi midir? Ege adaları de­mişken, Osmanlı döneminde o adalarda daha geniş Müslüman yerleşimi olsaydı, hiç kuşku yok ki, bugünkü durum çok farklı olurdu.

Belli ki Atatürk, Lozan’ın so­nuçlarını yeterli bulmuştur. Bir an önce acılı sekiz yılı geride bırakıp barış hâline geçmek; altüst olmuş ülkesine çekidü­zen vermeye, insanıyla birlikte geliştirmeye yoğunlaşmak istiyordu. O an öncelikli olan barıştı.

Lloyd George’un, 7 Tem­muz 1920’de Belçika’daki Spa Konferansı’nda “bitti” dediği Türkiye, Atatürk sayesinde yeniden var olmuştur. Lozan, bu yeniden varoluşun ulusla­rarası camiaya söke söke kabul ettirilmesidir.

*24 Temmuz 2021’de t24.com.tr’de yayım­lanan “Lozan’ı Unutmayalım” başlıklı yazının kısaltılmış hâlidir.