Lozan Antlaşması başarı mıdır, yoksa başarısızlık mı? Bu konuyu sağlıklı bir zeminde tartışabilmek için, Lozan’da Türkiye’yi temsil eden ve kurt diplomatlarla kıran kırana pazarlık yapan İsmet Paşa’nın Ankara’nın istediklerinin ne kadarını elde ettiğini incelemek gerekir. Şöyle bir baktığımızda hemen görülebilen, Türkiye’nin kazançlı çıktığıdır.
Bağımsız bir devlet olarak kalıcılığımızın uluslararası camiaya kabul ettirilmesi Lozan Antlaşması ile mümkün olmuş, bu sonuca da Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra ulaşılmıştır. Dolayısıyla Lozan bir bakıma askerî zaferin uluslararası siyaset ve hukuk alanına yansıtılması, hukuk bakımından taçlandırılmasıdır.
Türkiye’nin askerî alanda elde edilenleri diplomatik alanda korumak için Lozan’da büyük bir diplomatik mücadele vermesi gerekecektir. Böyle bir mücadeleye girişirken yapılacak ilk iş en uygun temsilciyi seçmektir. Dönemin olası müzakerecilerine bakıldığında İsmet Paşa’nın en uygun seçim olduğu görülmektedir. Üstelik İsmet Paşa, Mudanya sınavını büyük bir başarıyla geçmiş; savaşı İstanbul’a ve Doğu Trakya’ya taşımak tehdidiyle işgalcileri masaya oturtup hiçbir çatışma olmadan Doğu Trakya’yı almıştır. Kanımca Lozan’a giden yol Mudanya’da açılmıştır. Dolayısıyla yolcuyu değiştirmemek gerekiyordu.
İnönü’nün Lozan’da en önemli muhatabı İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon. Diğer katılımcılar ikincil. Başarılı bir diplomat ve sıradışı bir profesyonel Curzon. Asya’yı, Türkiye’yi biliyor. Bilgili, zeki, güçlü ve saldırgan bir kişiliği var. Herkesten üstün olduğuna inanmış, tam bir megaloman. Fransızları bile adamdan saymıyor. Müzakerelerde amacı neyse onu başarmak için her türlü numaraya, entrikaya başvurabilir. Lozan’a diğer müttefikleri kafaya almış, üstünlüğünü, önderliğini kabul ettirmiş olarak geliyor. Karşısındaki İsmet Paşa, 20 yaş küçüğü. Üstelik tutuk, çekingen görünüşlü, işitme sorunu olan, yabancı dil becerisi en üst düzeyde olmayan bir asker, diplomasi deneyimi pek az. Lord Curzon’un müzakere taktiği belli: İsmet Paşa’yı ezmeye çalışmak. Bizi Asya’ya geri döndürmek dahil, türlü tehditler savuruyor. İsmet Paşa’nın müzakere taktiklerine “halı bezirganlığı” diyor. Söylediklerini kabul etmemizin uygarlığın bir gereği olduğunu yutturmaya çalışıyor. Lord Curzon bu saldırgan tavrı nedeniyle Lozan’a ilişkin imgelemimizde emperyalizmi cisimleştiren şeytan gibi bir figür olarak yer almıştır. Ancak Curzon’un evdeki hesabı çarşıya uymayacak, İsmet Paşa çetin ceviz çıkacaktır. Yumuşak atın çiftesi pek olurmuş. Müzakere tutanaklarını ve ilgili kaynakları okuyanlar görürler: İsmet Paşa bu İngiliz uyanığına birçok kez külahı ters giydirebilmiştir.
1923’den bu yana Türkiye’de bitmeyen tartışmadır: Lozan başarı mıdır, yoksa başarısızlık mı? Oysa bu tür müzakerelerde başarıyı ölçmenin bir yolu vardır. Temsilci heyetler görüşmelere belirli yönergeler alarak, resmî ağızla söylersek, bir müzakere pozisyonu oluşturarak gider. Genellikle yönergeler en fazlacı (maksimalist) bir anlayışla hazırlanır. İstenilen her şeyin alınması beklenmez. Bir tarafın istediklerinin tümünü diğer tarafın kabul etmesi ancak yenen-yenilen ilişkisinde olur. Eşitler arasındaki müzakerelerde istediklerinizi yüzde 70 oranında elde ederseniz başarılı oldunuz demektir. Peki, İsmet Paşa Ankara’nın yönergelerini ne ölçüde yerine getirebilmiştir?
İsmet Paşa’ya Lozan’a giderken verilen yönerge, Büyükelçi Bilal N. Şimşir’in (Lozan Günlüğü, Bilgi Yayınevi, 2014) sadeleştirmesiyle şöyle:
1) Doğu sınırı: “Ermeni Yurdu” söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir.
2) Irak sınırı: Süleymaniye. Kerkük ve Musul livaları istenecek, konferansta başka bir durum ortaya çıkarsa Hükümetten talimat alınacak.
3) Suriye Sınırı: Bu sınırın düzeltilmesi için çalışılacak ve sınır şöyle olacaktır: Re’si İbni Hani’den başlayarak Harim, Müslimiye, Meskene, sonra Fırat Yolu, Deyrizor, Çöl, nihayet Musul Vilâyeti güney sınırına ulaşılacak.
4) Adalar: Duruma göre davranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan adalar ülkemize katılacak, olmazsa Ankara’dan sorulacak.
5) Trakya sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalış.
6) Batı Trakya: Mîsâk-ı Millî maddesi.
7) Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası: Yabancı bir askerî kuvvet kabul edilemez, bu yüzden görüşmeleri kesmek gerekirse önceden Ankara’ya bilgi verilecek.
8) Kapitülasyonlar. Kabul edilemez, görüşmeleri kesmek gerekirse gereken yapılır.
9) Azınlıklar: Esas mübadeledir.
10) Osmanlı Borçları: Bizden ayrılan ülkelere paylaştırılacak. Yunanistan’dan alınacak tamirat bedeline mahsup edilecek, olmaza 20 yıl ertelenecek. Düyun-u Umumiye idaresi kaldırılacak, zorluk çıkarsa (Ankara’dan) sorulacak.
11) Ordu ve donanmaya sınırlama konması söz konusu olamaz.
12) Yabancı kuruluşlar: Yasalarımıza uyacaklar.
13) Bizden ayrılan ülkeler için Mîsâk-ı Millî’nin ilgili maddesi geçerlidir.
14) İslam cemaat ve vakıflarının hakları, eski anlaşmalara göre sağlanacaktır.
Şimşir’in aynı kitabından İngiltere’nin pozisyonunu da aktarıyorum:
1) Batı Trakya: Buradaki durum değiştirilmeyecek ve Türklerin plebisit talebi reddedilecektir.
2) Trakya Sınırı: 1915 Eylül’ünde imzalanan Türk-Bulgar anlaşmasıyla çizilen sınır olacaktır.
3) Boğazların serbestliği: Bu ilke esasen Müttefikler arasında kabul edilmiş bulunmaktadır. Bunun uygulanması tartışılacaktır. İstanbul Boğazı ile Marmara Denizi askerden arındırılacak ve teftişe açık olacaktır.
4) Kapitülasyonlar: Bazı değişikliklerle Mart kararları muhafaza edilecektir.
5) Ege Adaları: Türkiye bütün bu adaları Müttefiklere bırakacak, bu konudaki kararı Müttefikler verecekler.
6) Suriye ve Irak sınırları: Mandater devletlerin kabul ettikleri gibi kalacaktır. Bu devletler yerel bazı düzenlemeler yapabilirler.
7) Suriye, Irak ve Filistin manda toprakları statülerinde hiçbir değişiklik kabul edilmeyecektir.
8) Müttefiklerin mezarlıklarının bulundukları yerlerin mülkiyetinin (Türkiye’den) alınması için Müttefikler ısrar edeceklerdir.
9) Tazminat: Türkiye’den savaş tazminatı istenecek ve tazminatın miktarı Müttefiklerce belirlenecektir. Türkiye’nin Yunanistan’dan tazminat talebi reddedilecektir.
10) Mudanya Mütarekesi tam olarak uygulanacak ve Türkiye’nin bunu çiğnemesine metanetle karşı konulacaktır.
11) İstanbul’un durumu: Türkiye ile yeni barış antlaşması onaylanmadan önce Müttefikler askerlerini İstanbul’dan çekmeyeceklerdir.
Her iki tarafın da yönergelerindeki ögelerin teker teker ele alınıp müzakere sonuçlarıyla karşılaştırılması ayrı bir inceleme konusudur. Ancak, şöyle bir baktığımızda hemen görülebilen, Türkiye’nin bu müzakerelerden kazançlı çıktığı, İngiltere’nin de Lozan’dan özellikle önem verdiği konularda elleri boş olarak ayrılmadığıdır. O dönemin Avrupa basınında müzakere sonuçlarının, çoğunlukla, Türklerin zaferi olarak yansıtılmış olduğunu bu arada anımsayalım.
Lozan sonuçlarına olumsuz bakan Türkiye’deki muhalefetin üstünde en çok durduğu, hâlâ her fırsatta dile getirdiği konu, kabaca, Musul’un alınamamış olmasıdır. Sormak gerekir, Musul’u bize, Doğu Trakya gibi, savaşmadan verirler miydi? O yörede askerî zafer sağlayacak gücümüz var mıydı?
Bu toprak alıp verme işlerini toprağın üstündeki halktan ayrı düşünmemek gerekir. Halkının kurtuluş savaşına katıldığı topraklar kurtarılmıştır. Ancak bugünkü Musul yöresindeki nüfusun, ayrıca Lozan’da alamadığımız için üzüldüğümüz Ege adalarındaki Rumların bizimle birlikte savaşabileceklerini düşünmek gerçekçi midir? Ege adaları demişken, Osmanlı döneminde o adalarda daha geniş Müslüman yerleşimi olsaydı, hiç kuşku yok ki, bugünkü durum çok farklı olurdu.
Belli ki Atatürk, Lozan’ın sonuçlarını yeterli bulmuştur. Bir an önce acılı sekiz yılı geride bırakıp barış hâline geçmek; altüst olmuş ülkesine çekidüzen vermeye, insanıyla birlikte geliştirmeye yoğunlaşmak istiyordu. O an öncelikli olan barıştı.
Lloyd George’un, 7 Temmuz 1920’de Belçika’daki Spa Konferansı’nda “bitti” dediği Türkiye, Atatürk sayesinde yeniden var olmuştur. Lozan, bu yeniden varoluşun uluslararası camiaya söke söke kabul ettirilmesidir.
*24 Temmuz 2021’de t24.com.tr’de yayımlanan “Lozan’ı Unutmayalım” başlıklı yazının kısaltılmış hâlidir.