Kasım
sayımız çıktı

Géricault, Delacroix ve Mustafaların macerası

Uzun süre oryantalizmin gölgesinde kalan “Turquerie” 18. yüzyılda “imgelemdeki Doğu” olarak belirir, bir sonraki yüzyılda ressamların tuvallerine girer. Önce Théodore Géricault ardından Eugène Delacroix, gerçek insanların model alındığı olağanüstü yapıtlar ortaya koyarlar. 

Delacroix, 13 Ağustos 1863 tarihinde Furstenberg sokağı 6 Numara’daki atölye-evinde öldü (doğ. 1798). Nicedir sonun yaklaştığının farkındaydı, hastalığı gövdesini kemirmişti. Ölümünden tamıtamına on gün önce, 3 Ağustos günü iki noteri evine çağırdı, öğlesonrası, iki saat boyunca vasiyetnamesini dikte etti ve onaylattı. 

Başta yapıtları, bütün malvarlığıyla ilgili, en ince ayrıntılarına inen talimatlarını içeren vasiyetname metninde hem yakın akrabalarını, hem hayatında anlamlı yeri olduğuna inandığı dostlarını kollamıştı. Ölümünden yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra yayımlanan Mektubat’ının (ki yoğun Günce’sini tamamlayan bir belgesel bütünlük olarak değerlendirilmiştir) sonuna eklenen vasiyetnamesinde, ressamın, dostu Georges Sand’a Faust gravürlerinden biriyle (Sabbath sahnesi), kendi nitel vurgusuyla aktarıyorum, bir Türk çakısı bıraktığı görülüyor. 

“Turquerie”, uzunca bir süre “oryantalizm”in gölgealtında yaşamını sürdürdükten sonra, kültür ve sanat tarihçilerinin önemli hamleleriyle özel ve özerk bir ilgi alanı, bir kavramsal kategori olarak ağırlığını koymaya başladı. Biri yerli, öbürü yabancı iki araştırmacının (ikisi de çeviri) çalışmalarının bu yakınlarda kütüphane raflarında yerlerini aldıklarını anımsatmak gerekir: Haydn Williams’ın Turquerie: XVIII. Yüzyılda Avrupa’da Türk Modası (çeviren Nurettin Elhüseyni, YKY) ile Nebahat Avcıoğlu’nun Turquerie ve Temsil Politikası 1728-1876 (çeviren Renan Akman, KÜY). 

Batılının, daha doğrusu Avrupalının dünyasında Doğu imgesi, bugün bile ayrıştırılması kolay görünmeyen bir çiftkutupluluktan beslenmiş baştan beri: Hem mıknatıs çekiciliği ağır basan bir düş evreni olarak bakılmış “oraya”, hem iticiliği yüksek dozda bir karabasan evreni olarak. Örnekler, hayalgücünün gerçeği ne denli zorladığını gösteriyor; imgelemdeki Doğu çok mürekkep akıtmış konu. 

İlk dişegelir ürün Molière’den gelir; İstanbul’un fethi, bir buçuk yüzyıldır Balkanlar’da ağırlığını duyuran Osmanlıların artık Avrupa için birincil tehdit niteliğine bürünmesine yolaçmıştır. Sahneden dekoratif sanatlara, oradan edebiyata ve resim sanatına etki alanı genişleyecektir. 

Delacroix’nın, işin başında (şüphesiz sonra da) Théodore Géricault’ya (1791-1824) büyük saygı duyduğu biliniyor: Üstelik ‘yaşlı’ bir usta değil karşısındaki; nasıl olsun, tıpkı Rimbaud gibi gününe mühür vurduğunu anlamaya olanak bulmadan 32 yaşında ölmüştür Géricault. Bugün Louvre müzesinde yanyana duruyor Géricault’nun ünlü “Medüza Salı” tablosuyla Delacroix’nın “Dante’nin Kayığı” tablosu; Michelangelo esinli iki başyapıt. 

Géricault, Batı resim sanatının ilk ‘güncel yapıt’ını “Medüza Salı” ile vermiş, bir gemi kazasının ardından açıkdenizde dermeçatma bir sala sığınanların tragedyasını görkemli tablosuna yansıtmak için benzersiz bir çalışma yürütmüştü. Dönemin basın organlarında yeralan vahşet tablosuna ilişkin veriler konusunda kurtulabilen iki kazazede ile yüzyüze görüşmüştü ressam; herşeyi olabildiğince gerçeğe sadık biçimde resmetmekti kaygısı. Dolayısıyla sala binenlerin arasında bulunduğunu öğrendiği farklı ırkların temsilcilerini resmetmek amacıyla model arayışlarına yönelmişti “Doğulu” tipine özel olarak odaklanma gerekçesi bir tek bu arayış olmasa gerekti, en büyük düşlerinden biri Ortadoğu’ya yolcu çıkmaktı; ölümünün ardından yakın dostları bu isteğin sanatçıda saplantı boyutuna tırmandığını aktaracaklardı.

Hayatında gizemli bir yer tuttuğu tartışılmayacak Mustafa ile yollarının kesişmesi bu döneme denk geliyor. Gerçi, 1808’den başlayarak Ortadoğu mıknatısına kapıldığını gösteren desenleri ve tabloları katalogundan izleyebiliyoruz: Hem Osmanlı diyarına, hem Mısır’a, Kudüs’e uzanan coğrafyanın çağrısıyla Memlûk portreleri, Arap atlıları, Mısır’dan isyan sahneleri paletinden çıkmıştı. Gene de asıl kesişme, “Medüza Salı”na giriştiği kesitte, 1819-1820 kavşağında gerçekleşir: Géricault, güpegündüz dolaştığı Paris sokaklarında dört-beş “Türk”le karşılaşır; fizyonomileri ve giyim kuşamlarıyla ressamı çarpan bu adamlar, gemileri Marsilya rıhtımına girerken battığı için orada kalmışlardır. 

Mustafa’nın Portresi Théodore Géricault’nun 1819-20 tarihli bu yapıtında, gemileri Marsilya rıhtımına girerken battığı için orada kalan Mustafa isimli bir Türk denizcisi modellik yapmıştı. (Besançon Güzel Sanatlar ve Arkeoloji Müzesi- Fransa).

Géricault’nun oracıkta Mustafa’yı “ideal figür” olarak seçtiği anlaşılıyor. Kazazede birkaç yıl boyunca atölyesinde çalışacak ve yaşayacak, varlığından ressamın babası tedirgin olduğu için “dolgun bir bahşiş”le uzaklaştırılacak, üstadının cenazesine yaşlı gözlerle katılacaktı. Kayıtlar, Mustafa’nın Géricault’nun yardımcılığından ayrılınca “şekerleme” işine girerek hayatını sürdürdüğünü kanıtlıyor. 

Géricault’nun üç suluboya Mustafa portresi, ölümünden tam yüzyıl sonra bulunup unutuluş kuyusundan çıkarılmıştır. Yapıtlardan birinin arkasına Charlet, sıcağı sıcağına “Géricault’nun hizmetkârı Mustafa” notunu düşmüş olduğu için teşhiste sıkıntı çekilmemiştir. Buna karşılık, Besançon Müzesindeki “oryantal portresi”nin modelinin Mustafa olmadığı apaçık ortadadır, ressamın farklı bir modelle ünlü tablosuna çalıştığı kesindir. 

Biri Kudüs’te özel bir koleksiyonda, üçü Fransız müzelerinde yeralan Mustafa portreleri bağlamında “Türk Hamamı”nın ünlü ressamı Ingres’in etkisinden sözedilmiştir: Géricault’nun onu Roma’da atölyesinde ziyaret ettiği ve desenlerinin büyüsüne kapıldığı sır değil. Gelgelelim, “turquerie” tutkusunun tek kaynağı bu olmasa gerektir: 19. yüzyılda yakındoğunun çağrısı pek çok Avrupalıyı baştan çıkarmıştı. 

Géricault, tıpkı izinden gidecek olan Delacroix gibi, Lord Byron’ın “Gâvur” şiirinden hareketle birkaç desen üretmiş, şiirin anti-kahramanı Leylâ’yı kıskançlık girdabında öldüren Hasan’ı resmetmişti. İlk karşılaştığında, Mustafa’nın yüz ifadesinde onu aramış, bulmuş olabilir miydi?

Müzelerimizden birinde zengin bir “turquerie” sergisi açılsa, Mustafa(lar) iki yüzyıl sonra şehirlerini ziyaret etseler…