Kasım
sayımız çıktı

Hayatın tokatını üç kere yiyen kadın

#2: Latife Güldiken

Latife Hanım, Eyüplü mazbut bir ailenin dört çocuğunun en küçüğüdür. Bir ablası on beş, diğeri on altısında evlenip gidince evde annesi, babası ve Bahtiyar Ağabeyi’yle kalır. İlk gençliğinde Kerime Nadir romanları okur, Yeni Melek’te ecnebi, Mete Sineması’nda Türk filmlerine gider, ara sıra kendisi de hikaye ve şiirler kaleme alır. En büyük tutkusu ise, her cumartesi akşamı, lambalı radyonun başına kurulup Zeki Müren’i dinlemektir. Lakin evde telefon olmadığından büyük sanatçıyı arayıp, şarkı isteyemediğine pek üzülmektedir. Bir cumartesi, her şeyi göze alıp evden gizlice çıkar, üst mahalledeki ankes.rlü telefondan Zeki Müren’i arar. Yüzlerce kişi içinden Zeki Bey onun aramasına karşılık verince genç kız heyecandan bayılacak gibi olur. Bir süre sohbet ederler, Latife, Kapıldım Bahtımın Rüzgarına’yı seslendirmesini rica eder. Zeki Bey her zamanki inceliğiyle genç kıza, nereden aradığını sorar. Latife durumu anlatır ve lütfedip de şarkıyı on dakika sonra icra ederse eve gidip dinleyebileceğini söyler. Ne yazık ki, programın sonuna gelinmiştir ve Zeki Müren bu isteği ancak bir sonraki hafta gerçekleştirebilir. Kızın müteessir olduğunu fark eden sanatçı bir öneride bulunur: “Madem ben sizin için söyleyemiyorum, buyrun siz benim için söyleyin!” Latife önce bunu bir şaka zanneder ancak Zeki Müren ısrar eder. “Haydi küçük hanım, kırmayın bizi.” Sonrası genç kız için bir rüya gibidir. Canlı yayında o şarkıyı okumuş mudur, Zeki Bey ona “melekleri kıskandıracak bir sesi olduğunu” ve İstanbul Radyosu Sanat Müziği Korosu seçmelerine katılması gerektiğini söylemiş midir, eve yürüyerek mi uçarak mı dönmüştür, bilemez. Emin olduğu, “bahtının rüzgarına kapılıp gitmeyeceğine” işte o gün karar verdiğidir. Eve döndüğünde Bahtiyar Ağabeyi kapıdadır. Genç kız bir şey söyleyemeden suratına bir tokat aşk eder.

Bu, Latife’yi yıldırmaz, koro seçmelerine girer, kazanır. Bir prova çıkışında radyo binasının merdivenlerinde Bahtiyar’ı karşısında görür. Ağabeyi suratına öyle bir tokat atar ki, elindeki nota kağıtları dört bir yana uçuşur. Korodan böylece ayrıldıktan sonra bir mağazada tezgâhtarlığa başlar. Bir gün mağazaya ufak tefek, tıknaz bir adam gelir, kendisini rejisör Osman Seden olarak tanıtır. Feridun Karakaya’nın oynayacağı yeni film için İstanbul Radyosu’nda deneme çekimleri yaparken görmüştür Latife’yi. Cilalı İbo Yıldızlar Arasında filminin yan rollerinden biri için sesi ve fiziği düzgün bir genç kız aramaktadır ve dilerse rol kendisinindir. Latife hemen kabul eder. İşinden istifa eder ve her gün evden, mağazaya gidiyorum diye çıkıp setin yolunu tutar. Film gösterime girer, Bahtiyar Ağabeyi filmi Beyoğlu’nda arkadaşlarıyla birlikte izler. Sonrası malum: Okkalı bir tokat ve ev hapsi. Kısa süre sonra da, mahalleden işsiz güçsüz bir adam iç güveysi olarak Latife’yle evlendirilir. Birkaç yıl böyle geçer. Derken bir öğlen, mağazadan eski bir iş arkadaşı, Sevim, onu ziyarete gelir. Sevim’in anlattıkları akıl almazdır: Latife’ye bir film teklifi daha vardır, üstelik ecnebilerden! Hani o James Bond filminde gördükleri yakışıklı artist vardır ya, onun yeni filminin mühim bir kısmı İstanbul’da çekilecektir ve Latife’yi Cilalı İbo’da görüp beğenen rejisör, filminde onu istemektedir. Rol, figüranlık gibi bir şeydir ama kimin umurunda?

Bahtiyar Ağabeyi feci bir mide kanaması sonrası, çoklu organ yetmezliğinden yoğun bakımdadır ve bütün aile hastanede başında beklemektedir. Bunu fırsat bilen Latife, çekim günü bir bahane uydurup sete gider ve Rusya’dan Sevgilerle filminde Sean Connery’yle kameraların karşısına geçer. Set çıkışında bakar, kocası karşısında. Adam önce onun sormadığı soruyu yanıtlar: “Sevim söyledi.” Ardından, “Orospu!” diye bağırıp Latife’ye patlatır tokadı. “Ağabeyin öldü. Mutlu musun şimdi!”

Latife Hanım hayatının sonraki kısmından, ne çocuklarından, ne bir morfinmana dönüşmesinden ne de Darülaceze’ye gelişini konuşmaktan hoşlanıyor. Ruhu karşılığında ne istediğini sorduğumda ise cevabı çok net: “Bir şans daha,” diyor. “O gece fare zehrini sadece ağabeyimin tabağına değil tencereye koyabilmek için bir şans daha.”