1928’de Mısır’da kurulan İhvan hareketi (Müslüman Kardeşler), 1936-39 arasındaki Filistin sivil ayaklanmasını açıkça destekledi. İsrail’in kurulduğu 1948’de ise günümüzdeki anlamıyla “siyasal İslâmcı” bir hareket yahut örgütten sözedilemezdi. Milliyetçi ve Solcu akımların zayıfladığı 1970’lerin sonundan itibaren bu yapılar yeniden güç kazandı.
Son çatışmalardan önce Gazze’ye gidenler, “açık hava hapishanesi” benzetmesinin ne kadar doğru olduğunu net bir şekilde görebiliyordu. Tamamen kuşatılmış bu bölgede, ekonomik kriz ve işsizliğin yarattığı yokluk ve yoksulluk manzaraları arasında birçok ihtiyaçtan mahrum bir yaşam vardı. Gazze’de halk, hiç bitmeyen bir askerî atmosferin, olağanüstü hâl koşullarının ve bölgeyi yöneten HAMAS’ın oluşturduğu polis devletinin baskısı altında yaşıyordu. Bu koşullar HAMAS ve İslamî Cihad gibi örgütlerin de işine geliyor, insanları militarize ve mobilize etmek kolaylaşıyordu.
Peki 1950’li ve 1960’lı yıllarda Sol’un güçlü olduğu Gazze’de HAMAS nasıl egemen duruma geldi? Bunu daha iyi anlayabilmek için HAMAS’ın nasıl ortaya çıktığını bilmek gerekiyor.
İsrail’in kurulduğu 1948’de, günümüzdeki anlamıyla belirgin “siyasal İslâmcı” bir hareketten sözedilemezdi. O tarihten önce, Filistin Müslüman hareketi, ulusal ve anti-sömürgeci yanı çok güçlü bir Arap-İslâm sentezinden ibaretti. İslâm ve cihat söylemi, kitleleri seferber etmenin bir aracı olarak kullanılıyordu. Ancak hedef, Müslüman ve Hıristiyanların da içinde yer alacağı bağımsız bir ulus-devlet oluşturmaktı.
1928’de Mısır’da kurulan İhvan hareketinin (Müslüman Kardeşler) Filistinli Müslüman önderler ya da siyasilerle yakın ilişkisi vardı. Mısırlı İhvan önderi Hasan el-Benna’nın kardeşi Abdurrahman, 1935’te Filistin’e giderek Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni ile İslâm dünyasının meselelerini görüşmüştü. İhvan bu tarihten sonra, Filistin meselesine özel bir önem verdiğini ilan etti. 1936-39 arasındaki Filistin sivil ayaklanmasını (özellikle büyük grevleri) açıkça destekledi. Aynı yıllarda İhvan’ın lideri Hasan el-Benna da Filistin’i ziyaret etti; İhvan’ın çekirdek örgütleri bu dönemde oluşturuldu.
2. Dünya Savaşı’nın ertesinde, 1948’de İsrail devleti kurulup savaş patladığında, dört koldan gönderilen Arap ordularının arasında milis kuvvetlerine benzeyen İhvan mensupları da vardı. Bu askerî birimler, aynı zamanda hareketin örgütsel çekirdeğini oluşturan ve Mısır Kralı’nı devirmeyi hedefleyen bir yapı durumundaydı. Ancak 1949’da Kral’ın darbesini yiyen İhvan, yeraltına çekildi; Mısır’la idari ve ekonomik bağları bulunan Filistin’in Gazze bölgesinde gizli/açık örgütlenmeye gitti. İlk defa “geleneksel yerel rehberlik”ten çıkıp siyaset sahnesine atıldı.
Gazze bölgesinde aşiret ve kabile ilişkileri güçlüydü. 1948’de İhvan’ın İsrail’e karşı savaşa katılması, yerli halk üzerinde olumlu etki bırakmıştı. Bu nedenle, örgüt burada kolayca kök saldı. 1949-55 arasında Gazze’de İsrail’e karşı verilen mücadelede Arap milliyetçilerinin yanısıra İslâmcı akım da filizlenmeye başladı.
Cemal Abdülnasır, 1948’de İsrail’e karşı savaşan Mısır ordusunun subaylarındandı. O günlerde İhvan mensuplarıyla cephe arkadaşlığı vardı. Mısır Kralı Faruk’u devirmek için İhvancılarla güçbirliği bile yapmıştı. Bundan dolayı, 1952’de askerî darbeye, İhvancılar kendileri yapmış kadar sevindiler. Abdülnasır’ın da içinde bulunduğu ihtilalci subaylar, komünistler ve diğer siyasi güçlerin önünü kesmek için, Gazze’de İhvan’ın faaliyetlerini teşvik edip kollamışlardı. Aynı amaçla Mısır’dan gönderilen din alimleri de Gazze’deki dinsel faaliyetlerin yayılmasına hizmet ettiler.
İhvan 1954’te iktidar çatışmasına girdiği Abdülnasır’a darbe yapmaya kalkınca Mısır’da yasaklandı. O tarihten sonra, Gazze’de Tevhid Cemiyeti adıyla hem legal dernek konumu kazandı hem de yeraltı etkinlikleri için zemin oluşturdu.
1950’lerde dünyada ulusal kurtuluşçu ve sosyalist hareketler yükseliyordu. Ortadoğu’da en hızlı gelişen akım Arap milliyetçiliği (Nasırcılık, Baasçılık) idi. Bu gelişmeler, Mısır’da yasaklanınca epey güç kaybeden İhvan’a bir darbe daha vurdu; Müslüman hareketin Gazze bölgesindeki gelişmesi geriledi. İhvan’la organik bağları olan Ebu İyyad, Ebu Cihad gibi birçok Filistinli genç önder, 1959’da milliyetçi-yurtsever El Fetih hareketinin kuruluşunda yer aldı. Artık İhvan’ın Gazze’de eski gücü kalmamıştı.
El Fetih zaman içinde büyük mesafe alırken, İhvan da giderek kabuğuna çekildi. 1954-1970 arasında Abdülnasır’ın bu hareketle amansız mücadelesi sonucunda, hemen tüm faaliyetlerini durdurmuş, uzun sürecek bir kış uykusuna yatmıştı.
1967’deki “6 Gün Savaşı”nda yaşanan büyük bozgun, Arap-İslâm dünyasında “El Nekbe” (Felaket) olarak nitelendirilmişti. 1948’teki savaştan sonra Ürdün’ün denetimine bırakılan Batı Şeria ve Mısır’ın denetimine bırakılan Gazze Şeridi’nde onlarca yıl sürecek İsrail işgali başlıyordu. 1967 bozgunu, Filistin toplumunun dine daha fazla yönelmesine yolaçtı ve İslâmcı hareketlere gerekli zemini oluşturdu.
“İslâmi uyanış”ı tetikleyen en önemli etkenlerden birisi ise El Fetih gibi gerilla gruplarının yönettiği Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 1975’te başlayan Lübnan içsavaşına gereğinden fazla bulaşarak yıpranmasıydı. 1982’de Beyrut’un İsrail ordusunca kuşatılıp FKÖ’nün Tunus’a sürülmesi; aynı dönemde Lübnan’daki Filistin örgütleri arasındaki kanlı çatışmaların çok sayıda ölümle sonuçlanması; Arap milliyetçisi ve sosyalist hareketleri gözden düşürdü.
1979 İran İslâm Devrimi de Lübnan-Suriye hattı üzerinden Filistin’i etkiledi. Başta Arafat olmak üzere FKÖ yönetimi, neredeyse İran’a bir kurtarıcı gibi sarılıp İslâmcı görüşlerin kendi saflarında yayılmasını teşvik etti.
İsrail işgali altındaki Filistinliler, toprakları elinden alınan köylüler, İsrail’in sömürü yükü altında ezilen kent esnafı ile içler acısı bir durumda olan göçmen kamplarındaki Filistinli kitleler FKÖ’den umudu kesiyor; dine yöneliyordu. Bu dönemde cami ve mescit faaliyetleri, Kur’an okuma merkezleri, medreseler ve dinî cemaatler çoğaldı. İşgal altındaki Batı Şeria topraklarındaki cami ve mescitlerin sayısı 1967-87 arasında 400’den 750’ye, Gazze Şeridi’nde ise 200’den 600’e yükseldi. Kudüs, Halil, Gazze ve Beytüllahim kentlerinde İslâmi üniversiteler kuruldu.
İsrail’in Arap milliyetçiliğine ilişkin tüm yayınları yasakladığı bir dönemde, İslâm dini ve tarihine ilişkin kitaplara kolaylıklar gösterildi; özelllikle cemaat yapılarına göz yumuldu. Benzer kolaylıklar 1970’lerde İsrail hapishanelerinde yaşayan, çoğunlukla Filistin direnişinden umudunu keserek “İslâm dinini yaşayarak huzur bulmak” isteyen Filistin fedailerine de sunuldu. Bu mahkumlar, cezaevi yönetimine karşı insani talepler için verilen mücadeleye sırt çevirdiler; Filistin halkına karşı işlenen çeşitli katliamları protesto amacıyla yapılan eylemlere karşı da benzer bir tutum aldılar; bu arada kendi hesaplarına örgütlenmeye başladılar; örgütlendikçe cezaevi yönetimiyle yakınlaştılar; hatta İsrail’in hapishanelerdeki küçük çaplı üretim faaliyetlerine katıldılar (Filistinliler açısından bunlara katılmak onur kırıcı bir davranıştı). Buna karşılık hapishane yönetiminden mescit, dinî günleri kutlama, daha çok dinî kitap okuma taleplerinde bulundular. Filistin direnişini kırmak için fırsatı kaçırmayan İsrail yönetimi, diğer Filistinli tutsaklara tanımadığı olanakları bu kişilere tanıdı (Bu gözlemler, bu satırların yazarının İsrail cezaevlerinde tutsak olduğu dönemde bizzat tanıklık ettiği somut olgulardır).
Kısacası Müslüman hareket 1970’lerin ortalarında uzun kış uykusundan uyandı. 1970-80 arasında Filistinli İslâmcılar, İslâmi Tebliğ ve Davet Cemaati, Müslüman Eller, Tekfir ve Hicret, İslâmi Cihad adıyla çeşitli grupda örgütlenmişlerdi. İhvan’a bağlı bazı gençler de “Siyonist düşmana karşı askerî eylemlerde bulunmak” için kendi önderliklerini ikna etme çabasına girdi. Ancak gelenekçi İhvan önderliği, “uygun bir fırsat ortaya çıkıncaya kadar askerî eylem yapılmayacağını” vurguladı.
İslâmcı akımların güç kazanmaya başladığı 1970’lerin sonunda Filistin kentlerinde açılan İslâm üniversitelerinden biri de Gazze İslâm Üniversitesi’ydi. 1978’de açılan okul, son İsrail saldırılarında kullanılamaz hâle geldi.
Filistin’deki İhvan, iki kanattan oluşuyordu. Batı Şeria’dakiler, Ürdün İhvanı’yla daha içli-dışlıydı; oysa Gazze’dekiler Mısır’daki İhvan’dan uzaktı ve daha özerk bir tutum içindelerdi. 1980’lerde bu iki kanada bir üçüncüsü eklendi: Kuveyt’teki mülteci Filistinliler arasında, önemli bir İhvancı kadro yetişmişti. Kuveyt Üniversitesi’ndeki İslâmi Birlik çevresinde kümelenen bu kanat, 15 kadar farklı siyasi örgütü çatısı altında barındıran FKÖ içinde kendilerine yer olmadığını savunuyordu. Tek çare, Filistin için İslâmi bir çözüm oluşturmaktı. Kuveyt’ten sonra işgal altındaki Filistin okullarında da bu gruplar devreye girdi. FKÖ destekli ulusalcı, demokrat ve sosyalist derneklere karşı İslâmcı alternatifler oluşturdular yahut mevcutların içine sızıp yönetimleri ele geçirdiler. FKÖ yanlısı öğrencilerle bunlar arasındaki rekabet, husumet, kavga ve çatışmalar artık sıradanlaşmıştı.
Filistin’de yaşayan İhvancılar, dışarıdaki fikir ve örgüt arkadaşları tarafından da destekleniyordu. Özellikle petrol zengini Körfez ülkelerinden toplanan bağışlar büyük meblağlara ulaşıyordu.
1980’lerden itibaren İhvan hareketi içinde silahlı mücadele yanlısı bir akım belirmeye başladı. Kuveyt ve Ürdün’de uç veren bu akım, yönetim kademelerindeki İhvan ileri gelenleriyle gizli bir toplantı yaptı. Suudi Arabistan, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Katar ve işgal altında yaşayan Filistin uyruklu üyelerin katıldıkları toplantıdan şu karar çıktı: “Filistin’de cihat stratejisi İslâmi bir seçenek olarak benimsenip uygulanacak. Bu kadrolar, askerî eğitimden geçirilecek. Mücadele için gerekli silah ve mühimmat sağlanacak” Konferansa Filistin’den katılanlar, Ürdün’de hızlandırılmış askerî eğitim aldılar.
İleride HAMAS’ın kurucu lideri olacak Ahmed Yasin, Gazze’de yaşayan İhvan liderlerinden biri olarak 1970’lerin sonunda şunu öngörüyordu: Yeni kuşak, FKÖ’nün çaresiz tutumundan usanmış; İran İslâm Devrimi ile Müslüman hareketlerin Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı direnişinden büyük ölçüde etkilenmişti. Bunun üzerine dışarıdaki destekçilerinden de gerekli icazeti alan Ahmed Yasin, 1982’de Gazze’de İhvancıların ilk silahlı birimini kurdu. Ancak 1984’te İsrail güçleri bu silahlı birimi çökertti; Ahmed Yasin ve arkadaşları tutuklandı.
Ahmed Yasin’in kurduğu silahlı birim çökertilmişti ama, bu durum FKÖ’ye karşı alternatif arayan ve pasifist Ürdünlü İhvancılara tepkili olan Filistinli öğrencileri çok etkilemişti. İlk girişim başarılı olmamıştı belki ama, artık silahlı ve İslâmcı bir hareket oluşturmak hayal değildi. Ahmed Yasin 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezaevindeki birinci yılında, esir değiş-tokuşu sonucu 1.000 tutsakla birlikte serbest bırakıldı.
1986’da El Fetih’ten ayrılanlarla İhvan’dan kopanlar, İslâmi Cihad Alayları adıyla bir örgüt kurdular. Örgüt, aynı yıl Kudüs’te hassas bir bölgede çok sayıda İsrail askerinin ölümüne yolaçan bir eylem yaparak adını duyurdu. Bu eylem çok sayıda Filistinli gencin bu akıma yönelmesine neden oldu. 1987’de başlayan 1. İntifada, yoksulluk ve işgalin yarattığı ulusal kin ve öfkeyi kitlesel bir harekete dönüştürdü. İşte böyle bir ortamda HAMAS’ın kurulmasına karar verildi.
HAMAS kurulunca İhvan’da şu konu tartışılmaya başlandı: Örgüt, içinden çıktığı İhvan’a bağlı olarak mı çalışacaktı, yoksa kitleselleştikçe bağımsızlığını kazanacak bir yapı mı olacaktı? Birinci görüş, örgütün askerî bir kanat olarak İhvan’a bağlı olmasından yanaydı; ikinci görüş ise, İhvan’dan bağımsız, kitlesel ve herkese açık olmasını savunuyordu. Hararetli tartışmalar sonucu, çoğunlukta olan birinci görüş kazandı; içtüzükte “HAMAS’ın İhvan’ın kanatlarından biri olduğu” yazıldı. Ancak bu durum uzun sürmeyecek, HAMAS giderek bağımsız bir örgüt gibi hareket etmeye başlayacaktı.
HAMAS, sadece örgütsel bakımdan İhvan’dan ayrılmadı. Siyasetler ve zihniyetler açısından da giderek daha radikal tutumlar aldı. Sözgelimi, Mısır ve Ürdün’deki İhvan, parlamentoya girmeyi bir amaç olarak bellerken; HAMAS, Filistin Ulusal Meclisi’ne girmeyi reddetti. Suriye ve Libya, İhvan’ın pek sevmediği ülkelerken, HAMAS bu ülkelerle işbirliğini onaylıyordu.
1990’da başlayan Körfez Savaşı sırasında İhvan, Batı’ya karşı Irak lideri Saddam Hüseyin’i kerhen desteklerken, HAMAS tercihini Irak ordusunun bir bölümünü işgal ettiği Kuveyt ile bu ülkeyi destekleyen Suudi Arabistan’dan yana kullanmıştı. Bunun meyvelerini toplayacaklardı; zira FKÖ lideri Arafat, Saddam Hüseyin’e karşı açık bir tutum almayınca Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın gazabını üzerine çekmişti. Bu iki zengin ülke, savaştan sonra FKÖ’ye nispet yaparcasına HAMAS’ı destekleyecekti. 1980’ler boyunca FKÖ ve Arafat’a tam destek veren İran da 1990’lardan itibaren radikal tutumlar alan HAMAS’ı destekledi.
HAMAS’a verilen destek demişken, İhvan çizgisinin gelişmesine İsrail’in göz yummasından da sözetmek gerekir. Siyasal İslâmcıların güçlenip, ulusal kurtuluşçu Filistin hareketine alternatif yaratması, o dönemde baş düşman olarak FKÖ ve Arafat’ı gören İsrail’in işine geliyordu. İsrail, zengin Körfez ülkelerinden siyasal İslâmcılara gönderilen bağışlara göz yumdu. Oysa aynı İsrail, Filistin direnişinin altyapısını yoketmek amacıyla Filistin’e girip çıkan parayı çok yakından takip ediyordu. 1980’lerde işgal altındaki Gazze’de İsrail’in din işlerinden sorumlu devlet görevlisi olan Avner Cohen, 2009’da The Wall Street Journal’a “Üzülerek söyleyeyim ki HAMAS’ı biz yarattık” açıklamasını yapmıştı. Cohen sıradan bir görevli değildi; İhvan hareketinin önünü açma önerisini getirenlerden biriydi.
1980’lerde Gazze valisi olan Tuğgeneral İzak Segev de FKÖ’ye karşı siyasal İslâmcılara güç kazandırmak için İsrail hükümetinin verdiği bütçeyle Gazze’de çok sayıda cami yaptırdıklarını açıklamıştı. Gazze’deki işgal yönetimi ayrıca siyasal İslâmcıların sosyal yardım ve hayır kuruluşları açmasına, sağlık ocakları ve klinikler inşa etmesine de göz yummuştu. İsrail’in böl-yönet politikasının sonucu olan bu uygulamalar sayesinde İhvan-HAMAS çizgisi Gazze’de iyice kök saldı.
Arafat ve din silahı
Şahsına ve örgütüne karşı ciddi bir rakibin ortaya çıkmasını içine sindiremeyen Arafat, bir taraftan HAMAS ve benzeri hareketleri “İsrail imalatı” olmakla suçladı; diğer taraftan ise bu örgütlerin kullandıkları dinî söylemlere daha sıkı sarıldı. Önceleri laik, devrimci, sosyalist çizgide konuşmalar yapan Arafat, artık Filistin mücadelesinin “cihat” olduğunu savunuyordu. Konuşmalarını ayet ve hadislerle süslüyor, besmeleyle açıyordu.
Arafat’ın din eksenli rekabeti, esas olarak İslâmcılara yaradı. Münir Şefik, Ebu Hasan ve Ebu Hamdi gibi kanat temsilcileri, yandaşlarıyla birlikte El Fetih’ten ayrıldılar. HAMAS ilk dönemlerinde, başta El Fetih olmak üzere ulusalcı ve sosyalist Filistinli gruplarla rekabete girdi; iç çatışmalarda çok sayıda masum insan öldü. Örgüt büyüdükçe, FKÖ bileşenleri güç kaybediyordu.
Filistin-İsrail barışı çabalarında önemli bir yer tutan 1993 Oslo Antlaşması’na İsrailli aşırı sağcılar gibi HAMAS da sert tepki gösterdi. “Filistin’in kurtuluşunun görüşmeler yoluyla değil, silahlı mücadeleyle gerçekleşeceğini” ilan eden örgüt, “gerekirse 10, 20, 30 yıl sürecek bir yıpratma savaşı stratejisiyle İsrail’e bu topraklarda rahat yüzü göstermeyeceğiz” diyordu. Oslo Antlaşması gereği Batı Şeria ve Gazze, Filistin yönetimine bırakılıyordu.
1967’de başlayan işgal döneminde Gazze’nin çevresini kuşatan çok sayıda Yahudi yerleşimi kurulmuştu. İsrail askerleri geri çekilirken Gazze halkına bir şey bırakmamak adına bu bölgede ne varsa yakıp-yıktılar. HAMAS intihar saldırıları ve şiddet eylemleriyle büyürken, İsrail ortaya çıkmasına göz yumduğu örgütle sert bir mücadeleye girişti.
El Fetih ve HAMAS arasındaki mücadele, Batı Şeria’da El Fetih’in, Gazze’de HAMAS’ın egemen olmasıyla sonuçlandı. HAMAS 2007’de Gazze’deki El Fetih yetkililerini katletti, tutukladı veya sürdü. Vurucu timler aracılığıyla rakipleri üzerinde terör estirdi. Filistin yönetiminin yasalarını hiçe sayarak kendi din anlayışına uygun kurallar koydu. O zamandan beri Gazze halkı İsrail devletinin faşizan uygulamalarıyla, HAMAS’ın kurduğu baskıcı yapı arasında eziliyor.
İNSAN AYNI, YAPI FARKLI
İki farklı dünya: Gazze ve Batı Şeria
Acaba HAMAS neden Batı Şeria’da Gazze’deki gibi güçlü değil? Genel olarak İslâmcı hareketin özel olarak HAMAS’ın Gazze’de güçlü olmasının, tarihsel sebepler dışında bölgedeki yaşam koşullarıyla da ilgisi var. Sadece 1948- 1967 arasında nüfusu 5 katına çıkan Gazze’ye, bu tarihten sonra da topraklarından sürgün edilen Filistinlilerin göçü kesintisiz olarak sürdü. Bugün gelinen noktada, Gazze dünyada metrekare başına en çok kişinin yaşadığı yerlerin başında geliyor ve bunun getirdiği yakıcı ekonomik ve sosyal sorunlar cihatçı örgütlerin aradığı zemini yaratıyor.
Gazze ile Batı Şeria arasındaki önemli bir fark da nüfus yapılarının farklı olması. Batı Şeria’da hatırı sayılır bir Hıristiyan nüfus yaşıyor. Ayrıca, zamanında Kudüs’te kurulan onlarca misyoner okulu ve kolej sayesinde bölge halkının eğitim seviyesi Gazze halkıyla karşılaştırılamayacak kadar yüksek. Bu okullarda yetişen birçok kişi Batı ülkeleriyle yakın ilişki içindeydi ve laik bir düşünce yapısını benimsiyordu. Bölge insanı 1950’lerde yükselen Arap milliyetçiliği ve sosyalizm akımından çok etkilendi; bu hareketler de bu bölgede kök saldı. Hem toplumsal doku bakımından hem de diğer Filistin hareketlerinin gücü açısından Gazze’den çok farklı bir durumda bulunan Batı Şeria’da HAMAS’ın güç kazanması pek mümkün değildi.