Kasım
sayımız çıktı

İsrail’in böl-yönet politikası,dinî yapıların güç kazanması

1928’DEN GÜNÜMÜZE FİLİSTİN VE İSRAİL’DE GÜÇ İLİŞKİLERİ

1928’de Mısır’da kurulan İhvan hareketi (Müslüman Kardeşler), 1936-39 arasındaki Filistin sivil ayaklanmasını açıkça destekledi. İsrail’in kurulduğu 1948’de ise günümüzdeki anlamıyla “siyasal İslâmcı” bir hareket yahut örgütten sözedilemezdi. Milliyetçi ve Solcu akımların zayıfladığı 1970’lerin sonundan itibaren bu yapılar yeniden güç kazandı.

Son çatışmalardan önce Gazze’ye gidenler, “açık hava hapishanesi” benzet­mesinin ne kadar doğru olduğu­nu net bir şekilde görebiliyordu. Tamamen kuşatılmış bu bölge­de, ekonomik kriz ve işsizliğin yarattığı yokluk ve yoksulluk manzaraları arasında birçok ihti­yaçtan mahrum bir yaşam vardı. Gazze’de halk, hiç bitmeyen bir askerî atmosferin, olağanüs­tü hâl koşullarının ve bölgeyi yöneten HAMAS’ın oluşturduğu polis devletinin baskısı altında yaşıyordu. Bu koşullar HAMAS ve İslamî Cihad gibi örgütlerin de işine geliyor, insanları militarize ve mobilize etmek kolaylaşıyordu.

Peki 1950’li ve 1960’lı yıllarda Sol’un güçlü olduğu Gazze’de HAMAS nasıl egemen duruma geldi? Bunu daha iyi anlayabil­mek için HAMAS’ın nasıl ortaya çıktığını bilmek gerekiyor.

İsrail’in böl-yönet politikası,dinî yapıların güç kazanması
Filistin kentlerindekiilk İhvan örgütlenmesi, hareketin kurucu lideri Hasan el-Benna’nın 1930’lardaki Filistin ziyareti sonrasında başladı.

İsrail’in kurulduğu 1948’de, günümüzdeki anlamıyla belirgin “siyasal İslâmcı” bir hareketten sözedilemezdi. O tarihten önce, Filistin Müslüman hareketi, ulusal ve anti-sömürgeci yanı çok güçlü bir Arap-İslâm sentezinden ibaretti. İslâm ve cihat söylemi, kitleleri seferber etmenin bir ara­cı olarak kullanılıyordu. Ancak hedef, Müslüman ve Hıristiyanla­rın da içinde yer alacağı bağımsız bir ulus-devlet oluşturmaktı.

1928’de Mısır’da kurulan İhvan hareketinin (Müslüman Kardeşler) Filistinli Müslüman önderler ya da siyasilerle yakın ilişkisi vardı. Mısırlı İhvan önderi Hasan el-Benna’nın kardeşi Ab­durrahman, 1935’te Filistin’e gi­derek Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni ile İslâm dünyasının meselelerini görüşmüştü. İhvan bu tarihten sonra, Filistin mese­lesine özel bir önem verdiğini ilan etti. 1936-39 arasındaki Filistin sivil ayaklanmasını (özellikle büyük grevleri) açıkça destekledi. Aynı yıllarda İhvan’ın lideri Ha­san el-Benna da Filistin’i ziyaret etti; İhvan’ın çekirdek örgütleri bu dönemde oluşturuldu.

2. Dünya Savaşı’nın ertesinde, 1948’de İsrail devleti kurulup savaş patladığında, dört koldan gönderilen Arap ordularının arasında milis kuvvetlerine ben­zeyen İhvan mensupları da vardı. Bu askerî birimler, aynı zamanda hareketin örgütsel çekirdeğini oluşturan ve Mısır Kralı’nı devir­meyi hedefleyen bir yapı duru­mundaydı. Ancak 1949’da Kral’ın darbesini yiyen İhvan, yeraltına çekildi; Mısır’la idari ve ekonomik bağları bulunan Filistin’in Gazze bölgesinde gizli/açık örgütlen­meye gitti. İlk defa “geleneksel yerel rehberlik”ten çıkıp siyaset sahnesine atıldı.

Gazze bölgesinde aşiret ve kabile ilişkileri güçlüydü. 1948’de İhvan’ın İsrail’e karşı savaşa ka­tılması, yerli halk üzerinde olum­lu etki bırakmıştı. Bu nedenle, örgüt burada kolayca kök saldı. 1949-55 arasında Gazze’de İsrail’e karşı verilen mücadelede Arap milliyetçilerinin yanısıra İslâmcı akım da filizlenmeye başladı.

Cemal Abdülnasır, 1948’de İsrail’e karşı savaşan Mısır ordu­sunun subaylarındandı. O gün­lerde İhvan mensuplarıyla cephe arkadaşlığı vardı. Mısır Kralı Fa­ruk’u devirmek için İhvancılarla güçbirliği bile yapmıştı. Bundan dolayı, 1952’de askerî darbeye, İhvancılar kendileri yapmış ka­dar sevindiler. Abdülnasır’ın da içinde bulunduğu ihtilalci subay­lar, komünistler ve diğer siyasi güçlerin önünü kesmek için, Gaz­ze’de İhvan’ın faaliyetlerini teşvik edip kollamışlardı. Aynı amaçla Mısır’dan gönderilen din alimleri de Gazze’deki dinsel faaliyetlerin yayılmasına hizmet ettiler.

30-51 KAPAK DOSYASI-BASKI-2
İngiliz manda yönetimine karşı 1936’da başlayıp üç yıl süren Filistin ayaklanması sırasında Yafa kentinde sivillere müdahale eden İngiliz askerleri.

İhvan 1954’te iktidar çatış­masına girdiği Abdülnasır’a darbe yapmaya kalkınca Mısır’da yasaklandı. O tarihten sonra, Gazze’de Tevhid Cemiyeti adıyla hem legal dernek konumu kazan­dı hem de yeraltı etkinlikleri için zemin oluşturdu.

1950’lerde dünyada ulusal kurtuluşçu ve sosyalist hareket­ler yükseliyordu. Ortadoğu’da en hızlı gelişen akım Arap milliyet­çiliği (Nasırcılık, Baasçılık) idi. Bu gelişmeler, Mısır’da yasaklanınca epey güç kaybeden İhvan’a bir darbe daha vurdu; Müslüman hareketin Gazze bölgesindeki ge­lişmesi geriledi. İhvan’la organik bağları olan Ebu İyyad, Ebu Cihad gibi birçok Filistinli genç önder, 1959’da milliyetçi-yurtsever El Fetih hareketinin kuruluşunda yer aldı. Artık İhvan’ın Gazze’de eski gücü kalmamıştı.

El Fetih zaman içinde büyük mesafe alırken, İhvan da giderek kabuğuna çekildi. 1954-1970 ara­sında Abdülnasır’ın bu hareketle amansız mücadelesi sonucun­da, hemen tüm faaliyetlerini durdurmuş, uzun sürecek bir kış uykusuna yatmıştı.

EGYPT-REPUBLIC-NEGUIB-NASSER
Mısır’da 1952 darbesini yapan subayların başında General Muhammed Necib (halkı selamlayan) vardı ama asıl lider hemen sağındaki Albay Cemal Abdülnasır’dı. Sonrasında ülke yönetimini ele alan Abdülnasır, İhvan örgütüne karşı amansız bir mücadeleye girişti.

1967’deki “6 Gün Savaşı”nda yaşanan büyük bozgun, Arap-İs­lâm dünyasında “El Nekbe” (Felaket) olarak nitelendirilmişti. 1948’teki savaştan sonra Ür­dün’ün denetimine bırakılan Batı Şeria ve Mısır’ın denetimine bıra­kılan Gazze Şeridi’nde onlarca yıl sürecek İsrail işgali başlıyordu. 1967 bozgunu, Filistin toplumu­nun dine daha fazla yönelmesine yolaçtı ve İslâmcı hareketlere gerekli zemini oluşturdu.

“İslâmi uyanış”ı tetikleyen en önemli etkenlerden birisi ise El Fetih gibi gerilla gruplarının yönettiği Filistin Kurtuluş Ör­gütü’nün (FKÖ) 1975’te başlayan Lübnan içsavaşına gereğinden fazla bulaşarak yıpranmasıydı. 1982’de Beyrut’un İsrail ordu­sunca kuşatılıp FKÖ’nün Tu­nus’a sürülmesi; aynı dönemde Lübnan’daki Filistin örgütleri arasındaki kanlı çatışmaların çok sayıda ölümle sonuçlanma­sı; Arap milliyetçisi ve sosyalist hareketleri gözden düşürdü.

1979 İran İslâm Devrimi de Lübnan-Suriye hattı üzerinden Filistin’i etkiledi. Başta Arafat olmak üzere FKÖ yönetimi, nere­deyse İran’a bir kurtarıcı gibi sarılıp İslâmcı görüşlerin kendi saflarında yayılmasını teşvik etti.

İsrail işgali altındaki Filistin­liler, toprakları elinden alınan köylüler, İsrail’in sömürü yükü altında ezilen kent esnafı ile iç­ler acısı bir durumda olan göç­men kamplarındaki Filistinli kitleler FKÖ’den umudu kesiyor; dine yöneliyordu. Bu dönemde cami ve mescit faaliyetleri, Kur’an okuma merkezleri, medreseler ve dinî cemaatler çoğaldı. İşgal altındaki Batı Şeria toprakların­daki cami ve mescitlerin sayısı 1967-87 arasında 400’den 750’ye, Gazze Şeridi’nde ise 200’den 600’e yükseldi. Kudüs, Halil, Gaz­ze ve Beytüllahim kentlerinde İslâmi üniversiteler kuruldu.

KapakDosyasi_Faik-4
Mısır’da Nasır yönetiminin 1954’te yasaklayıp feshettiği İhvan’ın Hasan el-Benna’dan sonra lideri olan Hasan el-Hudeybi mahkeme salonunda.

İsrail’in Arap milliyetçiliğine ilişkin tüm yayınları yasakla­dığı bir dönemde, İslâm dini ve tarihine ilişkin kitaplara kolaylıklar gösterildi; özelllikle cemaat yapılarına göz yumuldu. Benzer kolaylıklar 1970’lerde İsrail hapishanelerinde yaşayan, çoğunlukla Filistin direnişinden umudunu keserek “İslâm dinini yaşayarak huzur bulmak” isteyen Filistin fedailerine de sunuldu. Bu mahkumlar, cezaevi yöneti­mine karşı insani talepler için verilen mücadeleye sırt çevirdi­ler; Filistin halkına karşı işlenen çeşitli katliamları protesto ama­cıyla yapılan eylemlere karşı da benzer bir tutum aldılar; bu arada kendi hesaplarına örgütlenmeye başladılar; örgütlendikçe cezaevi yönetimiyle yakınlaştılar; hatta İsrail’in hapishanelerdeki kü­çük çaplı üretim faaliyetlerine katıldılar (Filistinliler açısından bunlara katılmak onur kırıcı bir davranıştı). Buna karşılık hapis­hane yönetiminden mescit, dinî günleri kutlama, daha çok dinî kitap okuma taleplerinde bulun­dular. Filistin direnişini kırmak için fırsatı kaçırmayan İsrail yö­netimi, diğer Filistinli tutsaklara tanımadığı olanakları bu kişilere tanıdı (Bu gözlemler, bu satırların yazarının İsrail cezaevlerinde tutsak olduğu dönemde bizzat tanıklık ettiği somut olgulardır).

Kısacası Müslüman hareket 1970’lerin ortalarında uzun kış uykusundan uyandı. 1970-80 arasında Filistinli İslâmcılar, İslâmi Tebliğ ve Davet Cemaati, Müslüman Eller, Tekfir ve Hicret, İslâmi Cihad adıyla çeşitli grupda örgütlenmişlerdi. İhvan’a bağlı bazı gençler de “Siyonist düşma­na karşı askerî eylemlerde bulun­mak” için kendi önderliklerini ikna etme çabasına girdi. Ancak gelenekçi İhvan önderliği, “uygun bir fırsat ortaya çıkıncaya kadar askerî eylem yapılmayacağını” vurguladı.  

KapakDosyasi_Faik-5
KapakDosyasi_Faik-6

İslâmcı akımların güç kazanmaya başladığı 1970’lerin sonunda Filistin kentlerinde açılan İslâm üniversitelerinden biri de Gazze İslâm Üniversitesi’ydi. 1978’de açılan okul, son İsrail saldırılarında kullanılamaz hâle geldi.

KapakDosyasi_Faik-7
El Fetih fedaileri Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta. Yıl 1979.

Filistin’deki İhvan, iki kanat­tan oluşuyordu. Batı Şeria’dakiler, Ürdün İhvanı’yla daha içli-dışlıy­dı; oysa Gazze’dekiler Mısır’daki İhvan’dan uzaktı ve daha özerk bir tutum içindelerdi. 1980’ler­de bu iki kanada bir üçüncüsü eklendi: Kuveyt’teki mülteci Filistinliler arasında, önemli bir İhvancı kadro yetişmişti. Kuveyt Üniversitesi’ndeki İslâmi Birlik çevresinde kümelenen bu kanat, 15 kadar farklı siyasi örgütü çatısı altında barındıran FKÖ içinde kendilerine yer olmadığını sa­vunuyordu. Tek çare, Filistin için İslâmi bir çözüm oluşturmaktı. Kuveyt’ten sonra işgal altındaki Filistin okullarında da bu gruplar devreye girdi. FKÖ destekli ulusalcı, demokrat ve sosyalist derneklere karşı İslâmcı alterna­tifler oluşturdular yahut mevcut­ların içine sızıp yönetimleri ele geçirdiler. FKÖ yanlısı öğrenci­lerle bunlar arasındaki rekabet, husumet, kavga ve çatışmalar artık sıradanlaşmıştı.

Filistin’de yaşayan İhvancılar, dışarıdaki fikir ve örgüt arkadaş­ları tarafından da destekleniyor­du. Özellikle petrol zengini Körfez ülkelerinden toplanan bağışlar büyük meblağlara ulaşıyordu.

1980’lerden itibaren İhvan hareketi içinde silahlı mücadele yanlısı bir akım belirmeye başla­dı. Kuveyt ve Ürdün’de uç veren bu akım, yönetim kademelerin­deki İhvan ileri gelenleriyle gizli bir toplantı yaptı. Suudi Arabis­tan, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Katar ve işgal altında yaşayan Filistin uyruklu üyelerin katıl­dıkları toplantıdan şu karar çıktı: “Filistin’de cihat stratejisi İslâmi bir seçenek olarak benimsenip uygulanacak. Bu kadrolar, askerî eğitimden geçirilecek. Mücadele için gerekli silah ve mühimmat sağlanacak” Konferansa Filis­tin’den katılanlar, Ürdün’de hız­landırılmış askerî eğitim aldılar.

KapakDosyasi_Faik-8
FKÖ lideri Yaser Arafat, 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalinde Irak lideri Saddam Hüseyin’e karşı açık tutum almamıştı. Buna tepki gösteren zengin Körfez ülkeleri, o tarihten sonra HAMAS’a daha çok destek vermeye başladı.

İleride HAMAS’ın kurucu lideri olacak Ahmed Yasin, Gaz­ze’de yaşayan İhvan liderlerinden biri olarak 1970’lerin sonunda şunu öngörüyordu: Yeni kuşak, FKÖ’nün çaresiz tutumundan usanmış; İran İslâm Devrimi ile Müslüman hareketlerin Af­ganistan’daki Sovyet işgaline karşı direnişinden büyük ölçüde etkilenmişti. Bunun üzerine dışarıdaki destekçilerinden de gerekli icazeti alan Ahmed Yasin, 1982’de Gazze’de İhvancıların ilk silahlı birimini kurdu. Ancak 1984’te İsrail güçleri bu silahlı birimi çökertti; Ahmed Yasin ve arkadaşları tutuklandı.

Ahmed Yasin’in kurduğu silahlı birim çökertilmişti ama, bu durum FKÖ’ye karşı alternatif arayan ve pasifist Ürdünlü İhvan­cılara tepkili olan Filistinli öğren­cileri çok etkilemişti. İlk girişim başarılı olmamıştı belki ama, artık silahlı ve İslâmcı bir hareket oluşturmak hayal değildi. Ahmed Yasin 14 yıl hapis cezasına çarptı­rıldı. Cezaevindeki birinci yılında, esir değiş-tokuşu sonucu 1.000 tutsakla birlikte serbest bırakıldı.

1986’da El Fetih’ten ayrılan­larla İhvan’dan kopanlar, İslâmi Cihad Alayları adıyla bir örgüt kurdular. Örgüt, aynı yıl Kudüs’te hassas bir bölgede çok sayıda İsrail askerinin ölümüne yolaçan bir eylem yaparak adını duyurdu. Bu eylem çok sayıda Filistinli gencin bu akıma yönelmesine neden oldu. 1987’de başlayan 1. İntifada, yoksulluk ve işgalin yarattığı ulusal kin ve öfkeyi kitlesel bir harekete dönüştürdü. İşte böyle bir ortamda HAMAS’ın kurulmasına karar verildi.

74587516AK208_Gaza_
HAMAS militanları, 2007’de milliyetçi El Fetih örgütünün çok sayıda üyesini öldürüp tutukladıktan sonra Gazze’nin yönetimini ele geçirdi.

HAMAS kurulunca İhvan’da şu konu tartışılmaya başlandı: Örgüt, içinden çıktığı İhvan’a bağlı olarak mı çalışacaktı, yoksa kitleselleştikçe bağımsızlığını kazanacak bir yapı mı olacaktı? Birinci görüş, örgütün askerî bir kanat olarak İhvan’a bağlı olmasından yanaydı; ikinci görüş ise, İhvan’dan bağımsız, kitlesel ve herkese açık olmasını savu­nuyordu. Hararetli tartışmalar sonucu, çoğunlukta olan birinci görüş kazandı; içtüzükte “HA­MAS’ın İhvan’ın kanatlarından biri olduğu” yazıldı. Ancak bu du­rum uzun sürmeyecek, HAMAS giderek bağımsız bir örgüt gibi hareket etmeye başlayacaktı.

HAMAS, sadece örgütsel bakımdan İhvan’dan ayrılmadı. Siyasetler ve zihniyetler açı­sından da giderek daha radikal tutumlar aldı. Sözgelimi, Mısır ve Ürdün’deki İhvan, parlamentoya girmeyi bir amaç olarak beller­ken; HAMAS, Filistin Ulusal Mec­lisi’ne girmeyi reddetti. Suriye ve Libya, İhvan’ın pek sevmediği ülkelerken, HAMAS bu ülkelerle işbirliğini onaylıyordu.

1990’da başlayan Körfez Sa­vaşı sırasında İhvan, Batı’ya karşı Irak lideri Saddam Hüseyin’i ker­hen desteklerken, HAMAS terci­hini Irak ordusunun bir bölümü­nü işgal ettiği Kuveyt ile bu ülkeyi destekleyen Suudi Arabistan’dan yana kullanmıştı. Bunun meyve­lerini toplayacaklardı; zira FKÖ lideri Arafat, Saddam Hüseyin’e karşı açık bir tutum almayınca Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın gazabını üzerine çekmişti. Bu iki zengin ülke, savaştan sonra FKÖ’ye nispet yaparcasına HA­MAS’ı destekleyecekti. 1980’ler boyunca FKÖ ve Arafat’a tam destek veren İran da 1990’lardan itibaren radikal tutumlar alan HAMAS’ı destekledi.

KapakDosyasi_Faik-10
12 Ocak 2017’de Gazze’deki Jabalia mülteci kampındaki elektrik krizini protesto eden göstericilerden biri, “Elektrik istiyoruz” yazan bir döviz tutuyor. O gün HAMAS güvenlik güçleri gösteriye katılan çok sayıda kişiyi gözaltına almıştı.

HAMAS’a verilen destek de­mişken, İhvan çizgisinin geliş­mesine İsrail’in göz yummasın­dan da sözetmek gerekir. Siyasal İslâmcıların güçlenip, ulusal kur­tuluşçu Filistin hareketine alter­natif yaratması, o dönemde baş düşman olarak FKÖ ve Arafat’ı gören İsrail’in işine geliyordu. İsrail, zengin Körfez ülkelerinden siyasal İslâmcılara gönderilen bağışlara göz yumdu. Oysa aynı İsrail, Filistin direnişinin altyapı­sını yoketmek amacıyla Filistin’e girip çıkan parayı çok yakından takip ediyordu. 1980’lerde işgal altındaki Gazze’de İsrail’in din işlerinden sorumlu devlet görev­lisi olan Avner Cohen, 2009’da The Wall Street Journal’a “Üzüle­rek söyleyeyim ki HAMAS’ı biz yarattık” açıklamasını yapmıştı. Cohen sıradan bir görevli değildi; İhvan hareketinin önünü açma önerisini getirenlerden biriydi.

1980’lerde Gazze valisi olan Tuğgeneral İzak Segev de FKÖ’ye karşı siyasal İslâmcılara güç kazandırmak için İsrail hüküme­tinin verdiği bütçeyle Gazze’de çok sayıda cami yaptırdıklarını açıklamıştı. Gazze’deki işgal yönetimi ayrıca siyasal İslâm­cıların sosyal yardım ve hayır kuruluşları açmasına, sağlık ocakları ve klinikler inşa etme­sine de göz yummuştu. İsrail’in böl-yönet politikasının sonucu olan bu uygulamalar sayesinde İhvan-HAMAS çizgisi Gazze’de iyice kök saldı.

Arafat ve din silahı

Şahsına ve örgütüne karşı ciddi bir rakibin ortaya çıkmasını içine sindiremeyen Arafat, bir taraftan HAMAS ve benzeri hareketleri “İsrail imalatı” olmakla suçladı; diğer taraftan ise bu örgütlerin kullandıkları dinî söylemlere daha sıkı sarıldı. Önceleri laik, devrimci, sosyalist çizgide konuşmalar yapan Arafat, artık Filistin mücadelesinin “cihat” ol­duğunu savunuyordu. Konuşma­larını ayet ve hadislerle süslüyor, besmeleyle açıyordu.

KapakDosyasi_Faik-11
2009’da “Üzülerek söylemeliyim ki HAMAS’ı biz yarattık” açıklaması yapan Avner Cohen, 1980’lerde işgal altındaki Gazze’de İsrail’in din işlerinden sorumlu devlet görevlisiydi.

Arafat’ın din eksenli rekabeti, esas olarak İslâmcılara yaradı. Münir Şefik, Ebu Hasan ve Ebu Hamdi gibi kanat temsilcileri, yandaşlarıyla birlikte El Fetih’ten ayrıldılar. HAMAS ilk dönemle­rinde, başta El Fetih olmak üzere ulusalcı ve sosyalist Filistinli gruplarla rekabete girdi; iç çatış­malarda çok sayıda masum insan öldü. Örgüt büyüdükçe, FKÖ bileşenleri güç kaybediyordu.

Filistin-İsrail barışı çabala­rında önemli bir yer tutan 1993 Oslo Antlaşması’na İsrailli aşırı sağcılar gibi HAMAS da sert tepki gösterdi. “Filistin’in kurtuluşu­nun görüşmeler yoluyla değil, silahlı mücadeleyle gerçekleşe­ceğini” ilan eden örgüt, “gerekirse 10, 20, 30 yıl sürecek bir yıpratma savaşı stratejisiyle İsrail’e bu top­raklarda rahat yüzü göstermeye­ceğiz” diyordu. Oslo Antlaşması gereği Batı Şeria ve Gazze, Filistin yönetimine bırakılıyordu.

1967’de başlayan işgal döne­minde Gazze’nin çevresini kuşa­tan çok sayıda Yahudi yerleşimi kurulmuştu. İsrail askerleri geri çekilirken Gazze halkına bir şey bırakmamak adına bu bölgede ne varsa yakıp-yıktılar. HAMAS intihar saldırıları ve şiddet ey­lemleriyle büyürken, İsrail ortaya çıkmasına göz yumduğu örgütle sert bir mücadeleye girişti.

El Fetih ve HAMAS arasın­daki mücadele, Batı Şeria’da El Fetih’in, Gazze’de HAMAS’ın egemen olmasıyla sonuçlandı. HAMAS 2007’de Gazze’deki El Fetih yetkililerini katletti, tutuk­ladı veya sürdü. Vurucu timler aracılığıyla rakipleri üzerinde terör estirdi. Filistin yönetiminin yasalarını hiçe sayarak kendi din anlayışına uygun kurallar koydu. O zamandan beri Gazze halkı İsrail devletinin faşizan uygula­malarıyla, HAMAS’ın kurduğu baskıcı yapı arasında eziliyor.

İNSAN AYNI, YAPI FARKLI

İki farklı dünya: Gazze ve Batı Şeria

Acaba HAMAS neden Batı Şeria’da Gazze’deki gibi güçlü değil? Genel olarak İslâmcı hareketin özel olarak HAMAS’ın Gazze’de güçlü olmasının, ta­rihsel sebepler dışında bölgedeki yaşam koşullarıyla da ilgisi var. Sadece 1948- 1967 arasında nüfusu 5 katına çıkan Gazze’ye, bu tarihten sonra da toprakla­rından sürgün edilen Filistinlilerin göçü kesintisiz olarak sürdü. Bugün gelinen noktada, Gazze dünyada metrekare başına en çok kişinin yaşadığı yerlerin başında geliyor ve bunun getirdiği yakıcı ekonomik ve sosyal sorunlar cihatçı örgütlerin aradığı zemini yaratıyor.

KapakDosyasi_Faik-Kutu
Gazze Şeridi’nde kurulu çok sayıda mülteci kampında 1948’den beri topraklarından
sürülen Filistinliler yaşıyor. 2022’de çekilen fotoğraftaki El Burj mülteci kampı
bunların en eskilerinden biriydi ve son İsrail saldırılarında yerle bir oldu.

Gazze ile Batı Şeria arasındaki önemli bir fark da nüfus yapılarının farklı olması. Batı Şeria’da hatırı sayılır bir Hıristiyan nüfus yaşıyor. Ayrıca, zama­nında Kudüs’te kurulan onlar­ca misyoner okulu ve kolej sayesinde bölge halkının eğitim seviyesi Gazze halkıyla karşılaştırılamayacak kadar yüksek. Bu okullarda yetişen birçok kişi Batı ülkeleriyle yakın ilişki içindeydi ve laik bir düşünce yapısını benimsiyordu. Bölge insanı 1950’lerde yükselen Arap milliyetçiliği ve sosyalizm akımından çok etkilendi; bu hareketler de bu bölgede kök saldı. Hem toplumsal doku bakımın­dan hem de diğer Filistin hareketlerinin gücü açısından Gazze’den çok farklı bir durumda bulunan Batı Şeria’da HAMAS’ın güç kazanması pek mümkün değildi.