Türkiye’nin Oscar adayı olarak belirlenen “Ayla” filmi, Kore Savaşı sırasında yaşamış gerçek insanların hikayesini işliyor. Ancak filmi yapanların adeta bir “belgesel havası” yaratmak için kurdukları zorlama bağlantılar, sanılanın aksine yapılan işi değersizleştirmiş. Hataları ve sevapları ile Ayla filmi…
Konusunu yakın tarihimizden alan Ayla filminin Oscar’a aday olması hepimizi sevindirdi. Ancak bu film konusunu tarihî bir hadiseden alıyorsa, kurgusal olanla yaşanmış ve belgeli gerçekler arasındaki farklara işaret etmek de görevimiz.
“Ayla” filmi, Kore Savaşı sırasında yaşandığı iddia edilen bir öykü üzerine yapılanmış. 1. Kore Tugayımızda görevli bir astsubay olan Süleyman Dilbirliği ile himayesine alarak Ayla adını verdiği küçük bir Koreli kızın yürek burkan bu öyküsü, öncelikle belirtmeliyiz ki son derece abartılı. Filmdeki bu kökten abartı, Türk birliklerinin himaye ettikleri kimsesiz Koreli çocukların hangi koşullarda yaşadıkları ve ne kadar süreyle askerlerimiz tarafından bakıldıklarının bilinmemesi, daha doğrusu bilmezden gelinmesiyle ilgili.
Kızıl Çin Halk Gönüllüleri Ordusu’nun Kore Savaşı’na olan müdahalesinden sonra gerçekleşen Kunuri geri çekilme muharebesinde (1950 Kasım sonu) ağır kayıplar vererek yıpranan Türk Tugayı, önce Kimpo ve Chonan, daha sonra da Suwon bölgelerinde tümen ihtiyatı olarak dinlenme ve toparlanma sürecine girmişti. Güney Kore’nin başkenti Seul ikinci kez düşman eline geçmiş, BM Ordusu ve Başkomutan General McArthur için kara günler başlamıştı. Kore tarihinin en büyük göç hareketi bu süreçte yaşanmıştır. Türk tugayı henüz Kimpo’da bulunduğu sırada bu göçe tanık olmuştu. Dondurucu kış mevsiminin soğuğunda, güneye doğru uzanan yollarda, son derece kısıtlı olanaklarla, güvenli bölgelere ulaşmaya çalışan her yaştan binlerce Koreli, sertleşmiş buzlu topraklarda yaşamlarını yitiriyordu. Ailelerinden ayrı düşmüş, ayakları çıplak çocukların küçük bedenleri dondukları yerlerde kalıyordu. İşte bu kötü günlerde Türk askerleri, hiçbir emir almadan Koreli sivillere yardımcı olmaya başladılar. Askerler kumanyalarını göçmenlerle paylaşıyor, onları sıcak tutacak eşyalarını veriyorlardı.
17 Ekim 1950 günü, askerlerimiz Amerikan taşıt gemilerinden inmişler, Pusan Limanı istasyonunda hazırlık garnizonunun bulunduğu Teagu kentine gitmek için trenlerinin hareketini beklerken, Korelilerin savaş yorgunu ve yokluk içindeki hallerini görerek yiyeceklerini onlarla paylaşmışlardı. Bu sırada Seul yakınlarına yollanan bir keşif kolumuzun erleri, kentin varoşlarında tek başına karlar içinde oturarak ağlayan bir küçük kızla karşılaştılar. Keşif kolunda yer alan topçu taburu ileri gözetleme subaylarından ve 23 Nisan 1951 taaruzunda kahramanca şehit olan Üsteğmen Mehmet Günenç, ailesinden ayrı düşen bu sevimli küçük kızı tehlikeli bölgeden çıkararak, kucaklayıp birliğine getirmişti. Topçu taburunda konukluğu başlayan küçük kız, yaşadığı travmanın etkisiyle uzun süre konuşamayacaktı. Askerlerimiz onu varoşlarında buldukları kentin ismiyle adlandırdılar: Seul. Türk tugayının himayesine aldığı bu ilk yetim Seul olmuştur.
Topçu taburu subaylarından Yüzbaşı Süleyman Pulat, küçük arıyor kızla en fazla ilgilenen kişiydi. Düzenli beslenmeye başlayan küçük kız toparlanmış, kalın giysilerle de soğuktan korunmuştu. Bu esnada Türk tugayı verilen emirler doğrultusunda yer değiştirerek Suwon yakınlarına yerleşmişti.
O günlerde tugaya Amerikalı bir gazeteci geldi: Life muhabiri Carl Mydans. Amerikalı gazeteci, Türk askerlerinin çok sayıda resmini çekti. Sanatını konuşturarak, erlerimize pozlar verdirdi, hatta bir süngü hücumu mizanseni bile tertipledi. Tugay sıhhiye bölüğünde tedavi edilen yaralı bir kadının fotoğraflarını çektikten sonra da topçu taburunu ziyaret etti. Taburda Yüzbaşı Pulat ve küçük Seul’le karşılaşan deneyimli gazeteci, ünlü “Türk subayının kucağında resimli roman okuyan kız” fotoğrafını çekerek bu insancıl ilişkiyi ölümsüzleştirdi.
Life dergisinde yayınlandıktan sonra ajanslar aracılığıyla tüm dünyaya dağılan bu fotoğraf, Türklerin Kore’deki insani tutumlarına gerçekten güzel bir örnekti. Ülkemizde de bu fotoğraf, Posta İdaresi tarafından bastırılan Kore Savaşı serisi pullarından birinde kullanıldı.
Türk Tugayı’na sığınan çocukların sayısı gün geçtikçe artmaktaydı. Artık her taburda ve bazı bölüklerde himaye edilen kızlı erkekli çocuklar bulunuyordu. 1951 Ocak ayının son günlerinde yeni Başkomutan General Ridgway BM ordusunu toparladı ve düşmana karşı taaruzlar başlatıldı. Türk tugayı da saldırıya katılan birlikler arasındaydı ve 1951’in Ağustos ayına kadar sürekli olarak cephede görev aldı; bu nedenle de sık sık yer değiştirdi.
Türk tugay karargahı, yine sayıları artmaya başlayan kimsesiz çocuklar için köklü bir çözüm üretmenin yollarını arıyordu. Sonunda Suwon kentinde bir bina kiralandı. Kent belediyesi ile temasa geçilerek birkaç öğretmen, görevli işe alındı ve ismi “Ankara” olan bir yetimhane-okul hizmete başlatıldı. Ankara okulu savaşın bitiminden sonra da Türk tugayları himayesinde eğitim ve barındırma faaliyetlerini sürdürdü. Özellikle ateşkes ilan edilmesinden sonra (1953) milli bayramlarımızda Türk bayraklarıyla yürüyüşlere katılan öğrenciler oldukça mutlu görünüyorlardı. Ankara Okulu, birliklerimize mensup subay ve erlerimiz tarafından sık sık ziyaret edildi. Bu görüşmelerde yüzlerce askerimiz Koreli kimsesiz çocuklarla fotoğraflar çektirdiler.
1970’li yıllara gelindiğinde Türkiye artık Kore’ye yalnızca bir bölük asker gönderiyordu. Sonra bu uygulamadan da vazgeçildi. Askerlerimizin şefkat ve insani yaklaşımlarının en önemli göstergesi olan Ankara okulunda da olanaksızlıklar nedeniyle son günlere gelinmişti. Türkiye Büyükelçiliği’nin Güney Kore hükümetiyle yaptığı görüşmelerden sonra okul eğitim bakanlığı bünyesine devredildi. Günümüzde geriye harabe haline gelmiş binasından başka bir şey kalmayan Ankara okulunun anısı, ismi verilen bir parkla sürdürülmekte. Okul mezunları biraraya gelerek savaş sırasında kendilerine yardım elini uzatan Türk askerlerini şükranla anmaktadırlar. Birkaç kez de ülkemize gezi tertip etmişlerdir. Himaye edilen çocuklardan bazıları ise araya giren kişi ve kuruluşlar tarafından belgesel çalışması ve Türkiye’de iş yapan Güney Kore özel şirketlerinin tanıtımları gibi amaçlarla yurdumuza getirilip konuk edildiler.
Yüzbaşı Süleyman Pulat ile çekilen fotoğraflarıyla üne kavuşan küçük Seul (günümüzdeki ismiyle Min Ja Ha) daha sonradan Türkiye’ye de geldi. Ancak geç kalınmış, Yüzbaşı Pulat aramızdan ayrılmıştı. Seul, Pulat ailesini ziyaret etmiş ve bu haber medyada geniş yer bulmuştu.
Gelelim Ayla’nın hikayesine… Muharip Gaziler Derneği ve Güney Kore hükümetinin düzenlediği bir etkinlik yıllardır süregelmekte. Savaşın başlama yıldönümlerinde belirli sayıda gazimiz Kore’ye gider, Pusan’daki Türk şehitliği ziyaret edilir, Panmunjon gezilir ve verilen yemeklerde anılar tazelenir. İşte bu gezilerden birine katılan 1. Tugay Oto Bölüğü’nde görevli Emekli Astsubay Süleyman Dilbirliği, bölüğünün bakımını üstlendiği Ayla ismi verilmiş olan bir kız çocuğundan bahseder. Güney Koreli basın mensuplarının ilgisini çeken bu anlatımdan sonra Ayla isimli kız aranarak bulunur. Bir parkta Süleyman Astsubay ve eşi, Ayla (Kim Eunja) ile karşılaştırılır; taraflar birbirlerine sarılarak, özlemlerini belirtip gözyaşı dökerler. Yakın zamanda yapılan bu kısa Güney Kore belgeselinde, güzel ve duygusal bir hikaye ortaya çıkar. İşte “Ayla” filmi de, bu gerçek hikayeden hareketle tasarlanır.
Eğer bu yapım gerçek bir öyküden hareketle hayali kişilerin canlandırıldığı ve yalnızca “tarihî olaylardan esinlenilmiştir” tanıtımıyla beyazperdeye taşınsaydı, eleştiriler yalnızca filmde görülen teknik hatalarla sınırlı kalırdı. Ancak filmi yapanların adeta bir “belgesel havası” yaratmak için kurdukları zorlama bağlantılar, sanılanın aksine yapılan işi değersizleştirmiştir.
Astsubay ama rütbesiz!
Medyada sıkça “Süleyman
Astsubay ve Ayla” olarak
sunulan fotoğrafta
askerin rütbesiz olduğu,
yani astsubay olmadığı
görülüyor.
Öncelikle, birliklerimizce himaye edilen Koreli çocuklar ile askerlerimiz arasında filmde sergilenen boyutlarda bir gönül bağı kurulmadığını belirtmek gerekir. Süleyman astsubay da 22 Şubat 2015 günü Kağıthane Belediyesi’nin düzenlediği Kore Savaşı sergisinde bu hadiseyi şu şekilde nakletmiştir: “Soğuk bir kış günüydü. Beş, altı yaşlarında bir kız çocuğu ağlıyor, feryat ediyordu. Tek başına kalmış. Aldık çocuğu, bizim bölüğe götürdük. İsmini Ayla koyduk. Bize alıştı, bizimle beraber ortalıkta maskot gibi dolaşıyor, nereye gitsek bizimle beraber geliyordu. Hepimiz ona bakıyorduk, seviyorduk. Bir sene sonra döndük. Birlikteki çocuklar Suwon’da açılan Ankara Okulu’na yerleştirilmişler”.
Konunun gerçeği bu anlatımdadır. Oto bölüğündeki tüm askerler küçük Ayla’ya bakmıştır ve zaten Kore Savaşı sürerken, Ayla’nın askerlerimizle birlikte resimleri çıkmıştır. Araştırmacı-yazar Erhan Çifçi tarafından yayımlanan gazete fotoğraflarında Ayla, Çavuş Baha Gügenç tarafından saçı taranırken görülmektedir. Haberde Ayla’yı himaye eden, meşgul olan kişinin de Gügenç olduğu belirtilir. Oysa ki filmin tanıtım aşamasında, medyada Ayla olmayan birçok Koreli kızın fotoğrafı yer almaya başlamış, Ayla- Seul ve başka birçok küçük öksüz kız –biraz da bilinçli şekilde- birbirine karıştırılmıştır. Astsubay Süleyman ve Ayla ikilisini gösteren tek bir belirgin fotoğraf yoktur. En yaygın kullanılan fotoğraftaki küçük kız ile görülen güneş gözlüklü asker ise rütbesizdir, yani astsubay değildir.
Filmin yapım sürecinde Süleyman Astsubay’ın söylemleri tamamen değişir veya değiştirilir. “Ayla ile baba-kız gibi oldukları, 60 yıl her gün onu düşünerek, özleyerek ve hasret çekerek yaşadığı” söyletilir. Yüzbaşı Süleyman Pulat ile Seul’un ünlü Mydans resimleri, Süleyman Astsubay ile Ayla’nın ellerine tutuşturularak fotoğrafları çekilir, medyaya dağıtılır. Ayla’nın o fotoğraflardaki kızın kendisi olmadığını bilmesi belki de zordur. Ancak Astsubay Süleyman’ın yaşlanmış olmasına rağmen fotoğraftaki kişinin bir yüzbaşı olduğunu ayırt edememesi beklenemez.
Nitekim önce Astsubay Süleyman Dilbirliği’nin kızı devreye girerek “babasının tamamen etki altına alındığını” iddia ederek film ekibini suçlar. Daha sonra bir başka suçlama da filmin senaristinden gelir (senaristin adının filmin sonunda çok küçük puntolarla yazılmış olması tartışmanın sürdüğünü gösteriyor). Tartışmalar üzerine yapımcının “Süleyman Amca isterse filmi çöpe atarım” veya Bayan Eunja’nın “Yaşadığım her an babamı aradım” söylemleri de inandırıcı olmaktan çok uzaktır. Türkiye’de önce Korsavaş sonra da Muharip Gaziler Dernekleri aracılığıyla Süleyman Astsubay’a ulaşmak mümkündü.
“Ayla” filminin yapım sürecindeki tartışmalar bununla da kalmaz. Yapımcının kendisini cumhurbaşkanı danışmanı olarak tanıttığı, ses kayıtları üzerinde oynandığı, Süleyman Astsubay’ın kızının yapımcıdan yüklü miktarda para istediği gibi iddialar ortaya atılır, spekülasyonlar yapılır. Biz gelelim filmdeki tarih hatalarına.
• Öykü 1. Kore Tugayı’nın döneminde geçmektedir. Bu bakımdan askerlerin giydikleri üniforma detaylarının tam anlamıyla doğru olarak gösterilmesi gerekirdi. Sonuçta yüzlerce fotoğrafın bulunduğu çok yakın bir geçmişten bahsediyoruz. Buna rağmen asker ve subayların giydikleri parkalar 1952-53 yıllarına ait. Üzerine file geçirilmiş miğferler Türk tugaylarında kullanılmamıştır. Yaka spoletlerinde sınıf renkleri üzerinde farklı sınıfların amblemleri vardır. Her üniformada Türk tugayının bağlı bulunduğu 25. Amerikan Tümeni’nin amblemi olan “tropik şimşek” peçi görülmektedir. Halbuki mutlaka Türk Tugayı’nın amblemi olan “kuzey yıldızı” peçi de bulunmalıydı.
• 1. Tugay döneminde omuzlarda “Korea” yazısı henüz yoktu.
• Filmde birkaç kez Türk tugayı karargahına hava hücumu yapılıyor, askerlerimiz havalara uçuyor ve vücutları hiç zarar görmeden, parçalanmadan “yere iniş yapıyor”lar. Bombardımanı bir kenara bırakalım; 1950-1953 arasındaki sıcak savaş sırasında görev yapan üç tugayımızın da üzerlerinden bir kez bile düşman uçağı geçmemiştir.
• Türk tugayı üzerinde uçan dost helikopterler de daha sonraki yılların modelleridir.
• Cephede bulunan karargahlara filmde görüldüğü gibi “Türk kapısı” tabelası hiç bir zaman asılmamıştır. Bu tabela sadece Teagu’da bulunan hazırlık garnizonunda kullanılmıştır.
• Süleyman Astsubay muharip olmayan bir sınıftandır. Savaşın zorlukları dışında sıcak çatışmaya girmemiştir.
• Filmde, gayet popüler bir figür olduğu için Amerikalı yıldız Marylin Monroe karakteri de yer almıştır. Bilindiği gibi kendisi ateş kesildikten ve silahlar sustuktan sonra Kore’ye gitmiş ve yalnızca büyük Amerikan birliklerinde gösteri yapmıştı. Filmde Marylin Monroe, özel olarak Türk Tugayı’na gelip konser veriyor! Bununla da kalmıyor. Bir Kuzey Kore hava hücumunda (!) ünlü artistin imzalı fotoğrafına sıçrayan kanlar gözüküyor (Film yapımcılarına özellikle bu kısmı çıkarmalarını tavsiye edelim. Zira Oscar ve ABD yolunda diğer hatalar belki görülmeyebilir ama, Amerikalılar hava saldırısı ve M.M. hadisesine duygulanmaz, güler).
• Filmin resmî fragmanında Türkçe Astsubay Süleyman Dilbirliği, İngilizce’sinde “Lieutenant Süleyman Dilbirliği”, yani Teğmen Süleyman Dilbirliği yazmakta! Bu çok basit çeviri hatası bile, rütbelerin bilinmediğini ve herhangi bir uzmana danışılmadığını gösteriyor.
Kurguda göze batan bazı acemice hataları, müziğin izleyiciyi yoran yoğunluktaki kullanımını, kimi oyuncuların tiyatro sahnesinde rol yaparmış gibi oynamasını ve diğer benzer konuları ise film eleştirmenlerine bırakalım.