İnsanlar ve ruhlar diyarı arasında yolculuğunda şamanlara kılavuzluk yaptığı da kabul edilen “geyik ata” kültünün Türk kültüründeki en somut örneğini, Bilge Kağan anıt mezarı kazısında (2001) bulunan gümüş “sıgun” heykelinde görürüz. Anadolu’daysa bu kutsiyet, Alevî-Bektaşî menkıbelerinde, türkülerde (tövbeler tövbesi geyik avına) yankılanır.
Tonyukuk yazıtının 2. Türk Kağanlığı’nın kuruluş günlerinin anlatıldığı ilk satırlarında, her tarafı düşmanla çevrili halkın “keyik” ve “tavışgan” (tavşan) yiyerek karnını doyurduğu yazılıdır. Burada bahsedilen “keyik” günümüzde her ne kadar belli bir familyayı (geyikgiller) ifade etse de, Türk dili tarihinde 4 ayaklı av hayvanlarının genel adıydı. Kaşgarlı Mahmut’un “ehlileştirilmemiş her hayvanın vahşisi ‘keyik’ olur” açıklaması, dağ keçisi, yaban domuzu ve antilop gibi eti yenebilen hayvanların bu sözcükle ifade edildiğini gösterir. Böylelikle İslâm öncesi Türklerde domuzun da dahil olduğu çift toynaklıların afiyetle yendiği anlaşılır. Kaşgarlı ayrıca, “keyik kişi” (maymuna benzeyen vahşi insan) ve “keyik söğüt” (yabani söğüt) örneklerini verip bu kelimenin her tür canlıyı nitelediğini belirtir.
Türkçede özellikle geyik için kullanılan asıl sözcük ise “sıgun”dur. Bilge Kağan yazıtında “sıgun”, Tenri Kağan’ın, babası Bilge’nin ölümüyle içinde kopan fırtınayı sarp dağlardaki “sıgun” böğürmesine benzettiği bağlamda geçer. Kuzeybatı Moğolistan ve Sibirya’ya özgü kızıl postlu bir geyik olan “sıgun” (cervus sibiricus), bu coğrafyada Geç Bronz Çağı’na (MÖ 1500-1000) tarihlendirilen insan başlı magalitler üstünde boynuzları ağaç dalı, gövdeleri kanatlı, ağızları gaga biçiminde resmedilmiştir. Zoomorfik dönüşüm imgeleri içeren bu megalitlere Batı literatüründe “deer-stone” (geyikli taş) adı verilir. Erken göçebe sanatının en eski örnekleri olan bu sofistike çizimlerdeki çatal boynuzlu “sıgun”lar, Pazırık mumyalarında kol dövmesi olarak karşımıza çıkar.
İnsanlar ve ruhlar diyarı arasında yolculuğunda şamanlara kılavuzluk yaptığı da kabul edilen “geyik ata” kültünün Türk kültüründeki en somut örneğini, Bilge Kağan anıt mezarı kazısında (2001) bulunan gümüş “sıgun” heykelinde görürüz. Japon Türkolog Takaşi Osawa, bu heykelin bir sonraki yaşamında bereket getirmesi amacıyla kağanın ruhuna sunulduğunu düşünür. Nomadik halkların kurttan daha eski ve baskın totemi olan geyik, Moğolların Gizli Tarihi’nde Çinggis’in atası Borte Cino’nun (mavimsi bozkurt) eşi Ho’ai Maral (ak geyik) olarak dişil bir karaktere (geyik ana) bürünür. Türkçe “sıgun”un Moğolcası olan “maral”, Anadolu’da artık salt özel ada (Meral) dönüşmüş olsa da, Moğol ve Türk dillerinde bugün de dişi geyik anlamındadır.
6. yüzyıldan itibaren Budizm ve Manihaizmin, sonraki asırlarda İslâmiyet’in etkisiyle Türklerde geyik kültü gölgelenmeye başlar ama hiçbir zaman tümüyle ortadan kalkmaz. Güney Sibirya’da Bronz Çağı’na ait geyikli taşların, çeşitli Türk boylarının önderleri için mezar kitabesi olarak kullanılması ve Bilge Kağan’ın anıt mezarına geyik heykeli bırakılması bunun kanıtıdır. Anadolu’daysa bu kutsiyet, gerek Alevî ve Bektaşî menkıbelerinde gerekse kimi halk türkülerinin nakaratlarında (“tövbeler tövbesi geyik avına”) yankılanmaya devam eder.