MÖ 5. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş Oluz Höyük ateşgede ve ibadethanesi; kendisinden yüzyıllar sonra ortaya çıkan semavi dinlerde de izlenebilen kıble yönelimi ve cemaat sistemi ile dikkati çeker. Müslümanlığın ilk tapınaklarında ihtiyaç duyulmayan ve tasarımlarda yer almayan minareler, Arap ordularının 640’lardan itibaren İran coğrafyasını ele geçirmesiyle birlikte camilere eklenmiş olmalıdır.
Müslüman tapınak mimarisinin başlıca unsurlarından minare, bugüne değin kökeni itibarıyla gereğince üzerinde durulan bir konu olmamıştır. Arabistan coğrafyasındaki ilk camiler, 622’de inşa edilen Kuba Mescidi ile Mescid-i Nebevi’dir. Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicreti sonrasında Medine’de cemaatle buluşup ibadet etmek için uygun bir bina olmadığından vaazlarını evinde veriyordu. Zamanla Hz. Muhammed’in evi mescit olarak kullanılmaya başlanmış (Mescid-i Nebevi), daha sonraki bütün Müslüman tapınaklarının (mescitler, camiler) bu basit başlangıçtan geliştiği düşünülmüştür.
Bu başlangıç noktasına karşın, ilk caminin nasıl bir yapı olduğu konusunda bilgilerimiz yok denecek kadar azdır. Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevi’nin bugünkü Müslüman tapınaklarına hangi yönleri ile model oldukları tam olarak bilinememektedir. Her iki yapının da tarihsel süreçte orijinal plan şeması ve inşa tekniğinden farklı bir gelişim göstermiş olmaları çok yüksek bir ihtimaldir.
İlk camilerin nasıl oldukları hususunda Önasya tapınaklarının değerlendirmesi mantıklı bir çıkış noktasıdır. Tek tanrı inancının MÖ 5. yüzyıla değin izlenebildiği Zerdüşt dininin erken dönemlerine ilişkin arkeolojik bulgular, Oluz Höyük’te ortaya çıkmaya devam etmektedir. Oluz Höyük 2B Mimari Tabakası’nda (MÖ 450-300); kuzeyden güneye eğim yaparak uzanan ve Pers (Akhaimenid) yerleşmesinin ana omurgasını oluşturan Pers Yolu’nun güneyinde dinsel yapıların ağırlıkta olduğu bir bölge saptanmıştır. Bu alanda yer alan, tasarımları ile inşaının birlikte yapıldığı anlaşılan ateşgede ve ibadethane (peresteşgâh), Anadolu Geç Demir Çağı arkeolojisi için yeni bir dinsel yapılanmaya işaret etmektedir. Sözkonusu bulgular “Arkaik Monoteizm”in başlangıç noktasında yeni bir tapınak sistemi oluştuğunu kanıtlamaktadır.
Kazı alanındaki ateşgede, MÖ 450 dolaylarında inşa edilmiştir. Yaklaşık 200 yıl faaliyet göstermiş olan Anadolu ve Önasya’nın bilinen bu en eski ateşgedesi, toprak üzerine oturtulmuş 1.60 m. çapında bir ateş çukuru ile bunun güneyinde uzanan “naos”tan oluşmaktadır. Dört köşe olduğu gözlenen ateşgedeyi, kuzey ve batıdan basit ve niteliksiz olarak inşa edilmiş set duvarlarının çevrelediği gözlenmektedir. Ateşgedenin güneyinde kurban kanlarının akıtıldığı bir kanal, doğusunda ve kuzeydoğusunda ise buraya ulaşan özel yollar ile platformların yer aldığı bir kutsal alan bulunmaktadır.
Günümüz camilerinin ayrılmaz bir parçası durumundaki kule biçimli minare, kelime olarak “ışığın yeri ve ateş” anlamına gelmektedir. Minarenin ana işlevi, cemaati camiye davet etmek için ezan okunmasıdır. İlk tapınaklarda minare olmaması, ezanın camilerin içindeki uygun bir yerden okunmuş olabileceğini düşündürmektedir. Günümüz arkeolojik bulguları, minare yapısının İslâmiyet öncesine dayandığını göstermektedir.
Anadolu Persleri için kutsal ve ebedi ateşin yandığı Oluz Höyük ateşgedesi, mütevazı ve basit bir yapıydı. Bu küçük yapı, toplu ve kalabalık ibadete uygun olmadığı için hemen batısında başka bir mekan tasarlanmış ve buraya sütunlu salon tarzında bir ibadethane inşa edilmiştir.
Oluz Höyük’te açığa çıkarılan ateşgede ve çevresinde konuşlanmış olan yapılar, Demir Çağı’nda Anadolu’da tapınma mekanı tasarımına yeni bir bakışaçısının geldiğini kanıtlamaktadır. Bulgular, Kızılırmak Havzası’nda (Orta Anadolu ve yakın çevresi) ilk defa ayin mekanının merkezî konumda düşünüldüğünü, ayrıca ritus ve ibadet mekanları ayrımına gidildiğini göstermiştir. Çok sütunlu bir yapı olan ibadethane ile hemen doğusuna yerleştirilmiş ateşgede, Akhaimenid Dönemi’nde Perslerin Anadolu’da inşa ettikleri ilk tapınak olarak değerlendirilebilir.
Herodotos, Perslerin tapınak bilmediklerini ve yapmadıklarını aktarmıştır. Seyahatleri sırasında Amasya ve Oluz Höyük’ü ziyaret etmemiş olan Herodotos’un verdiği bilgilerin tümüyle doğruları yansıtmadığı ortadadır.
Set duvarları ile çevrili basit bir ateşgededen, üstü kapalı bir ibadethane kavramının doğması, Persler için tapınak uygulamasının başlangıç noktası olmalıdır. Perslerin tapınak kavramını bilmemeleri, Zerdüşt dininin Anadolu’daki kurumsallaşması ile birlikte değişmiş gibi görünmektedir. Ateş kültü ile bağlantılı monoteist görünümdeki bu yeni dinin Anadolu coğrafyasında doğmuş ve kurumsallaşmış olabileceğine ilişkin kanıtların varlığı, Önasya din tarihinin gözden geçirilmesi noktasında da önemlidir. Günümüz Zerdüşt dini ile gerek mimari gerekse yapısal açısından benzerlik taşıyan bu yeni bulgular bugüne kadar ne İran ne de Afganistan ve Turan coğrafyalarında saptanabilmiş değildir.
MÖ 5. yüzyıl ortalarında Oluz Höyük’te inşa edilen ateşgede ve ibadethane, Kızılırmak Havzası’nın Demir Çağı sürecindeki ilk tapınağıdır. Perslere uzak olan kapalı mekan tapınak kavramının ilk defa Anadolu topraklarında ortaya çıkması anlamlıdır. Med geleneklerinden beslenen ve “Erken Zerdüşt dini” diye tanımlanabilecek bu yeni yapılanmanın şimdilik yalnızca Kızılırmak Havzası’na özgü olduğunu söyleyebilecek durumdayız. Yalın ve gösterişsiz bir mimariye sahip bir ateşgede ve onunla fizikî değil konumsal ilişkisi bulunan bir ibadethane yapısının varlığı; sonraki dönemlerde Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi tektanrılı dinlerde ortak nokta teşkil edecek “bir toplanma mekanında cemaat oluşturulması” fikriyle ilgili olmalıdır. Bu durum daha önceki Anadolu din sistemleri ve eski Yunan paganizminde yoktur. Ritus pratiği ve bunu izleyerek ibadete katılan cemaatin varlığı, birbirleri ile ilişkili iki ayrı kutsal yapının birlikte çalışarak tapınak sistemini ortaya çıkarmış olmalıdır. Bu durum dinsel eylemlerin tapınak mekanına etkisi olarak da açıklanabilir.
Mütevazı ve basit bir
yapı olan Oluz Höyük
Ateşgedesi’nin ve
ibadethanenin planı.
Yalın ve gösterişsiz bir mimariye sahip bir ateşgede ve onunla fizikî değil konumsal ilişkisi bulunan ibadethane yapısının varlığı; sonraki dönemlerde Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi tektanrılı dinlerde ortak nokta teşkil edecek “bir toplanma mekanında cemaat oluşturulması” fikriyle ilgili olmalıdır. Bu durum daha önceki Anadolu din sistemleri ve eski Yunan paganizminde yoktur.
MÖ 5. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş Oluz Höyük ateşgede ve ibadethanesi; kendisinden yüzyıllar sonra ortaya çıkan semavi dinlerde de izlenebilen kıble yönelimi, cemaat sistemi ve ayrı bir alanda din adamının ritus faaliyetleri gerçekleştirmesi gibi özellikleri ile dikkati çekmektedir. Bu yapılar sözkonusu arkaik unsurları ile, haklarında arkeolojik bilgi sahibi olmadığımız en erken Hıristiyan ve Müslüman tapınaklarının basit başlangıç özellikleri hakkında model oluşturacak özelliktedir.
Son dönemlerde Filistin’de yapılan arkeolojik kazılarda İsrailli arkeologlar, 7. ve 8. yüzyıllara tarihlenen iki cami kalıntısına ulaştılar. Bunlardan ilki Taberiye Gölü kıyısındaki Tiberya’da kısmen ortaya çıkarıldı ve 635 yılı civarında inşa edildiğine ilişkin bulguları ile dikkati çekti. Çok erken tarihli bu cami kalıntısının minareye sahip olup olmadığı konusunda ise herhangi bir bilgi verilmedi. Necef Çölü’nde keşfedilen diğer bir cami kalıntısı ise tamamen açığa çıkarıldı. 1.200 yıllık ve küçük boyutlu bir tapınak olan cami kalıntısının, kaba yonu taşlarla inşa edilmiş olduğu görülüyor. Tiberya’daki 635 tarihli cami gibi minaresi bulunmayan bu tapınak, en erken cami tasarımlarında minareye yer verilmediğini de kanıtlamaktadır.
Arkeolojik kazılarla incelenen erken dönem tapınaklarında minare bulunmaması, bunların camilere sonradan eklenmiş olduğuna işaret etmektedir. Günümüz camilerinin ayrılmaz bir parçası durumundaki kule biçimli minare, kelime olarak “ışığın yeri ve ateş” anlamına gelmektedir. Minarenin ana işlevi, cemaati camiye davet etmek için ezan okunmasıdır. İlk tapınaklarda minare olmaması, ezanın camilerin içindeki uygun bir yerden okunmuş olabileceğini düşündürmektedir. Günümüz arkeolojik bulguları, minare yapısının İslâmiyet öncesine dayandığını göstermektedir.
Tapınak ve kule ilişkisi, Zerdüşt dininin tapınakları olan ateşgedelerden bilinmektedir. Ateşgedelerde minareye benzeyen kule biçimli yapılara “mil” deniliyordu. Günümüze ulaşan iki önemli mil bulunmaktadır. Bunlardan biri, Part döneminden (2.-3. yüzyıllar) kalmış olan Nurabad Mili’dir. Özenli işlenmiş düzgün beyazımsı taş blokları ile inşa edilmiş milin mevcut yüksekliği 7 metredir. Milin merdivenlerinin kulenin içinde yer alıyor olması, sonrasında ortaya çıkacak minarelerde de uygulanmış bir özelliktir. Sasani Dönemi’ne (224-641) ait diğer ateşegede mili Firuzabad’da yer almaktadır. Orijinal yüksekliğinin 33 metre olduğu düşünülen milin kaide kısmı dört cephelidir.
Müslümanlığın ilk tapınaklarında ihtiyaç duyulmayan ve tasarımlarda yer almayan minareler, Arap ordularının 640’lardan itibaren İran coğrafyasını ele geçirmesiyle birlikte camilere eklenmiş olmalıdır. Ateşgedeler genellikle ana yollar üzerinde bulunuyordu ve millerin tepesinde gece-gündüz sürekli yanan ateş sayesinde insanlar hem tapınağın farkına varıyor hem de yollarını bulabiliyorlardı. Millerin ateşgedelerdeki işlev ve görünümleri, camilerdeki minarelere esin kaynağı olmuş gibi görünmektedir.