Kasım
sayımız çıktı

‘Sen hiç var olmadın çünkü tarihini sildim’

Geçmişin kültürel izlerini silmeye yönelik vandalizm, insanlığa ait “temsil”leri hedef alan yıkıcılık her zaman mevcuttu ama bunlar tarihte hiç bugünkü kadar vahim boyutlara ulaşmamıştı. Bir yanda hırsızlar, haydutlar, teröristler; öte yanda yetkili muktedirler farklı güdülerle de olsa insanlığın geçmişini silmekle meşguller.

2015 yılının ortalarında, üç “tahribat” olayını görsel ve yazılı basın aracılığıy­la öğrendik: Anish Kapoor’un Versailles sarayı bahçesindeki “Vajina” heykeline püskürtme boya ile müdahale edildi; IŞİD, müzelerde başlattığı yıkımı açık havaya taşıdı ve Palmira’nın bir bölümünü havaya uçurdu; As­sos-Behramkale’de, Aristoteles heykelinin bir kolu kırıldı, başı­na zarar verildi.

Bir açıdan bakıldığında, bu üç yıkıcı olay eşit önem­de görülmeyebilir; anlarım. Bir başka açıdan, oysa, aynı değeri, daha doğrusu karşı-değeri sim­geliyorlar: İnsana ve insanlığa ait üç “temsil”, bazı “insan”ları belli ki onları yoketmeye, en azından yaralamaya yönelik şiddet duygularıyla donatmış. Kapoor’un yapıtına ve Aristote­les heykeline yönelen şahısların kimlikleri belirlenemedi. Anlaşı­lan o ki, biri(leri) Kapoor’un kut­sallık alanına saldırdığı inancı­nı taşıyordu — yıl, zaten, 7 Ocak günü Charlie Hebdo kıyımıy­la başlamıştı. Öbürü(leri), millî topraklar üzerinde bir gâvurun haram yoldan taçlandırılması­nı kabul edememiş. IŞİD, “sınır tanımaz yokediciliği”yle tanın­dı kısa süre içinde; işi türbeleri, kendi dininin farklı mezhepleri­nin kültürel geçmişini haritadan silmeye dek götüren bir zihniye­tin Palmira için içinin sızlama­sı beklenebilir miydi? Kaldı ki, Taliban militanları Buda heykel­lerini ortadan kaldıralı, “örnek” oluşturalı epey olmuştu.

Assos antik kentinin girişinde ziyaretçileri karşılayan Aristoteles heykeli uğradığı saldırıda sağ kolunu bileğinden kaybetti, yüzünde tahribat oluştu.

Bir vakitler, hepten kişi­sel gerekçelerle sanat yapıtları­nı kamusal alanda makasla ya da asit şişesini üzerilerine boca ederek imha yolunu deneyen­lerin patolojik ya da ideolojik bünye özellikleri üzerinde eni­konu oyalanmış, kalem oynat­mıştım. Şüphesiz, Kapoor’un yapıtını ve Aristoteles heykelini hedef seçenlerle tarihi silmeye and içmiş olanları aynı kefe­ye yerleştiremeyiz; gelgelelim, temeldeki sorun farklı değildir. Ünlü metni “Aydınlanma ne­dir?”de apaçık bir tanım getirir Kant: “Aydınlanma, insanın biz­zat kendisinin sorumlu olduğu vesayet durumundan çıkışıdır”. Doğru (bana kalırsa), ama geçer­siz (bana kalırsa) bir saptama: İnsanoğlu, doğabilimci Théo­dore Monod’nun söylediği gibi, manevi ilerleme geçirmemiştir — binlerce yıldır.

Yıkım güdüsü belli bir coğ­rafyanın, kültürün, inancın te­kelinde olmamıştır. Büyük kü­tüphane yangınları her çağda, her kıtada karşımıza çıkar söz­gelimi. Uzağa gitmeye gerek yok, örneklemek için: 1943 yılında, Paris’i işgâli altında tutan Na­zi yetkilileri, Orangerie müze­sinden onlarca tabloyu seçip, “dekadan” oldukları gerekçe­siyle açık havada yakmışlardı: Klee’sini, Matisse’ini, Picas­so’sunu alevler yutmuştu.

Öte yandan, Naziler, Göring’in kılavuzluğunda (malûm “sanatsever”di!), işgâl ettikleri bütün ülkelerin müzelerini yağmalamışlardı; Hitler de, doğduğu kentte dün­yanın en zengin sanat müze­sini açma hazırlıkları içinde, organize bir talan yürütmüştü. O günden bugüne değişen tek ayrıntı yağma ve talanın adresi: IŞİD dev bir ticaret çarkı kurdu, alıcıları zengin ülkeler sessizce koleksiyonlarını semirtmenin peşinde.

Sanat tutkusu bir yakada, sa­nat düşmanlığı öteki, simetrik yakada. Aristoteles heykeline saldıran zihniyeti “ucûbe tartışması” tetiklemedi diyebilir miyiz? Neden teröristlerin hedefinde müzeler canalıcı bir yer tutuyor? Neden, Mısır’da “Arap Baharı”nın Tahrir meydanında patlak verdiği sırada, meydanın ucundaki, benzersiz kültürel birikime sahip devlet müzesini soyma girişiminde bulunulmuştu? Soru sayısını çoğaltmak güç olmazdı.

IŞİD iftiharla sunar! IŞİD, Suriye’deki Palmira antik kentinde bulunan en önemli arkeolojik eseri, Baal tapınağını geçtiğimiz yılın Ağustos ayında havaya uçurmuş, patlamanın görüntülerini dünya basınına servis etmişti.

Andığım üç yıkım örneği, deyiş yerindeyse anlık hamlele­re dayanıyor. Tahribatın en ağır sonucunu geniş zamanlara ya­yılan, sözümona yasal yollardan gerçekleştirilenler getiriyor oy­sa ve tipik uygulamasının tam ortasında yıllardır yaşıyoruz, ne yazık ki izliyoruz olup bitenle­ri: Karşı-sesi dinlemiyor hiçbir yetkili.

İstanbul’dan, bir canlı açık hava müzesinden, insanlık kültür mirasının başta gelen merkezlerinden birinden sözediyorum. Doğal özellikleri ve ayrıcalıklı konumu, iki imparatorluğa başkentlik yapma durumundan kaynaklanan eşi benzeri olmayan kültür birikimi neredeyse hiçe sayılıyor 60 yıldır. Menderes-Gökay operasyonları ciddi darbe vurmuştu İstanbul’un dokusuna. Çok olmadı, İlber Ortaylı, o dönemde tarihî yarımadanın beş yüzyıllık yapılarının köhne yıkıntılar sayılarak yokedilişini yeniden konu edineli. O gün bugün ne değişti? İvme kazanarak çö­züldü silûeti, sözde ekonomik gerekçelerle, birincil ve ikin­cil anlamıyla altüst edildi şehir, Mimar Sinan’ın tam karşısına utanmadan sıkılmadan neler dikildi. Yalnızca kendine özgü estetiği silinmedi İstanbul’un, iklimi bozuldu, damarları tıkan­dı, nefes alma olanakları elinden alındı.

Sanat yapıtlarına, kültü­rel mirasın ürünlerine yöne­lik dolaylı bir olgu da hırsızlık. Simon Houpt’un bu konudaki temel kitabı Kayıp Eserler Mü­zesi (2006, sıcağı sıcağına YKY tarafından yayımlanmıştı), ör­nek-olayları bir albüm eşliğinde meraklı okurun karşısına çıkar­mıştı. Aynı bağlamda yerli bir kataloğa gereksinme duyuyoruz burada, biz de: Bir yanda Hâ­le Asaf’ın, Muhittin Sebati’nin “kayıp” kategorisine giren ya­pıtları, bir yanda başta Kuzgun Acar’ınkiler, yok edilmiş olanlar hiç değilse dökümleri yapıla­bilmiş olsa(ydı). Onlara, sözde şehircilik çalışmaları nedeniyle sırra kadem basmış, gömülmüş miras örnekleri eklenerek: Ra­imondo d’Aronco’nun Karaköy meydanından söküldükten son­ra buharlaşan mücevheri, Art Nouveau ahşap mimarinin bir şah-eseri olan camisini kalan fotoğraflardan tanıyoruz.

Tarihi silenler yalnızca hay­dutlar, hırsızlar, teröristler mi, hayır, bir o kadar yetki sahibi kıldığımız muktedirler.