Kasım
sayımız çıktı

Sinemada en ‘Baba’ filmin yapım-çekim macerası…

Mario Puzo’nun kitabından uyarlanan, tüm zamanların en sevilen filmi “Baba”nın (1972) yapım hikayesini anlatan “The Offer” dizisi dünya çapında etki ve tartışma yarattı. Eleştirmenlerin nefret ettiği ama seyircilerin bayıldığı dizi, kült filmin de yapımcısı Al Ruddy tarafından 50 sene sonra yapıldı.

Çocukken evimizin kü­tüphanesinde ciltli-es­ki ciltli tüm kitaplar gibi naylon kapak koru­yuculu, yosun yeşili hafif sol­muş kapak resmi Hieronymus Bosch’un “Dünya Zevkleri Bahçesi” resminden bir detay içeren bir kitap vardı. Cilt sır­tında yeşille Puzo ve siyahla tırnak içinde “Baba” ya­zardı. Annemin kütüp­hanesindeki kitapla­rı tek tek hatmet­meye başlamıştım ama, bu kitap sırf ismi yüzünden hiç ilgimi çekmiyor, hatta beni itiyordu. Babam ben çok küçük­ken ölmüştü, ama baba­ları olan arkadaşlarımın hayatlarında da bu şahısların çok önemli olmadığını düşü­nüyordum. Belki sadece be­nim çevremdeki dağınık aile biçimlerinde böyleydi bu; bir yerlerde iyi babalar da vardı. Neyse, bu kitabı atladım, hiç okumadım.

Sinemayla ilgilenmeye başladığımda tekrar karşılaş­tık “Baba”yla; elbette bu defa film hâliyle. Önce kitabın adı­nın Türkçeye eksik çevrildi­ğini veya bizde yanlış anla­şıldığını düşündüm. “Godfat­her” baba değil “vaftiz babası” demekti. Filmi ilk izlediğim­de sadece Marlon Brando’nun oyunculuğunu ve özellikle kısık ses tonunu beğendiği­mi; filmi son derece yavaş, ka­ranlık ve uzun bulduğumu; bu sıkıcı, şiddetten nemalanan erkek dünyasını anlatan, ka­dınların figüranlığın ötesine geçemediği filmin tam da bu yüzden 1960’lar “çılgınlığı”­sonrası heteroseksist, erkek egemen tutucu dünyanın de­ğerlerini savunduğunu; bu ne­denlerle çok iş yaptığını ve tu­tulduğunu; hatta biraz nefret ettiğimi hatırlıyorum.

Yıllar sonra “Baba” filmi­nin bir fikir olarak doğuşun­dan beyazperdede prömiyeri­ne kadar tüm süreci yapımcısı Al Ruddy’nin perspektifinden anlatan, yine Al Ruddy’nin ya­pımcılığında 2022 tarihli “The Offer” dizisini 1.5 günde, ne­redeyse arasız ve soluksuz iz­ledim. Yazı yetiştirme telaşın­dan değil, dizinin harikulade­liğinden…

Beinconnect’te gösterilen dizi, yayımlanır yayımlanmaz en çok satanlar listesine girip o güne dek tanınmayan, zor geçinen bir yazar olan Mario Puzo’yu meşhur etmiş The Godfather/Baba kitabıyla açılıyor. Yine bir bilgisayar firma­sında çalışırken Hollywood’un cazibesine kapılıp yapımcı olmaya karar veren Al Rudd­y’nin, bu kitabı sinemaya uyar­lama çılgın fikrini Paramount’a kabul ettirmesiyle devam edi­yor ve filmin bütün bir yapım sürecini anlatıyor.

Bu 10 bölümlük mini dizi, konu ettiği film kadar, hatta on­dan daha da ilginç, sürükleyici ve izlenesi. Sebeplerine gelece­ğim ama önce biraz “Godfather” filmi bilgisi tazeleyelim:

Bir Hollywood klasiği çekmek 10 bölümlük mini dizide, “The Godfather”ın yapımcısı Al Ruddy’i canlandıran Miles Teller; Bettye McCartt rolünde Juno Temple ve Francis Ford Coppola rolünde Dan Fogler var.

Gangster filmi türünü yeni­den tanımlamış bir yapıt bu. O dönem düşüşteki bir aktör olan Marlon Brando’nun kariyerini canlandıran, yeni ortaya çıkan tiyatro oyuncusu Al Pacino’yu şahlandıran film, New York’lu Sicilya kökenli mafya ailesi Cor­leone’lerin hikayesini anlatıyor­du. “Baba” Vito Corleone’nin 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonra­sından 1955’e kadar uzanan 10 yıllık döneminden sonra, özellik­le en küçük erkek çocuk Michael Corleone’nin bu taraklarda hiç bezi olmayan naif bir kişilikten acımasız bir mafya liderine dö­nüşmesini izliyorduk.

“Baba” 1972 Mart’ında viz­yona girdikten sonra çok uzun bir süre tüm zamanların en iyi gişe yapan filmi rekorunu elinde tuttu. 1973 Akademi Ödülleri’n­de 11 dalda aday oldu ve bunlar­dan üçünü (en iyi film/yapımcı Al Ruddy, en iyi erkek oyuncu/ Marlon Brando, en iyi uyarlama senaryo/Mario Puzo ve Francis Ford Coppola) kazandı.

Amerikan Film Enstitüsü ta­rafından “Yurttaş Kane”den son­ra tüm zamanların en etkili ikin­ci filmi ilan edildi. Kısaca “Baba”, tüm zamanların en büyük Holl­ywood efsanelerinden biri…

Bu kadar önemli bir filmin yapım macerasıyla ilgili bir dizi­nin ilgi çekeceği şüphe götür­mezdi; hele ki başından sonu­na olaylar ve engellerle dolu bir süreç olduğu düşünüldüğünde. Tarihî filmin ve aktüel dizi “The Offer”ın yapımcısı Al Ruddy’nin dehası işte burada devreye gi­riyor. Filmin bu olağanüstü ya­pım hikayesini anlatarak, bizi bu “sır”a ortak ediyor.

“Baba”nın yapım hikayesi­ni özel kılan çok unsur var: Maf­ya öyküsü anlattığı için gerçek mafyanın işe dahil olması, filmi engellemeye çalışması; yönet­men, stüdyo şefleri, CEO’lar arasında bitmek bilmeyen ego savaşları; casting konusunda yönetmen Coppola’yı kimse­nin dinlemek istememesi; bütçe sıkıntıları; yapımcı Ruddy’nin bütün yeteneğine ve kararlılığı­na rağmen işte çok yeni olması; Frank Sinatra’nın karakterler­den birinin kendisinden ilham alınarak yazıldığı iddiası üzerine işe sekte vurma çabaları; stüd­yonun bütçe çok aşıldığı için işi kaç kez durdurmaya çalışması; yine gerçek mafyanın derin iliş­kileri sonucu New York’ta çe­kim izinlerine engel konulması; Paramount’un başındaki Robert Evans’ın, eşi Ali MacGraw’un onu Steve McQueen’le aldat­ması sonucu aklını yitirip alkol ve uyuşturucu batağına gömül­mesi ve ekibi yalnız bırakması; yönetmenle ışık tasarımcısının anlaşmazlığı; yönetmenle ya­pım tasarımcısının anlaşmazlığı; mütevelli heyetiyle yapımcıların anlaşmazlığı…

Justin Chambers ise Marlon Brando’yu canlandırıyor.

Sorunları aşırı yetenekli, ze­ki ve ondan tecrübeli asistanı Bettye’nin (Juno Temple) müt­hiş desteği, yaratıcı zekası ve ce­saretinin de yardımıyla bir bir çözen Al Ruddy (Miles Teller), sanki engel atlamalı bir maraton koşuyor. Ne bir mafya patronuy­la dostluk kurması eksik kalıyor ne tüm ego savaşlarının ortasın­da kendini ateşe atması ne para bulmak, bütçeyi kabul ettirmek için risk alıp, kariyerini ortaya koyarak binbir takla atması…

Bütün bir süreçte, oriji­nal karakterlere aşırı benzeyen müthiş yetenekli kast (özellikle Robert Evans/Matthew Goode, Bettye/Juno Temple, Al Paci­no/Anthony Ippolito ve Justin Chambers/Marlon Brando); fil­min orijinal setlerinin bazıla­rını birebir taklit eden müthiş tasarım; kusursuz diyalog ve senaryo; müthiş bir görsellik; 70’ler Hollywood ve New York şaşaası; ama her şeyden ötesi ve önemlisi kusursuz bir akış… “The Offer”ın her bir anı bir sonraki anını istetiyor, bekle­tiyor, merak ettiriyor. Şahane, unutulmaz sahneler var: Örne­ğin Puzo’yla Coppola’nın onlar için tutulmuş, asla temizletme­dikleri için artık kokan villada koca göbeklerini örtemeyen at­letleriyle şarap içip, paso tıkına­rak senaryo yazmaları… Set baş­lamadan önce verilen yemekte herkesin birden karakterlerine bürünmesi ve filmde olmayan ama olsa akıllardan hiç çıkma­yacak bir Corleone ailesi yemek sofrası yaşatması… Filmdeki meşhur silahın bulunduğu mi­nicik tuvalette çekirdek kad­ronun arasında geçen ve dışarı bilgi sızdıran köstebeğin tesbit edildiği o müthiş sahne… Stüd­yo şeflerinin, “karides” dedik­leri Al Pacino’nun nasıl iyi bir oyuncu olduğunu en sonunda anladıkları sahne…

At kafası sahnesi ve perde arkası “The Godfather”da Hollywood yapımcısının yatağındaki at başı, filmin en unutulmaz sahnelerinden biridir. Bu sahnede kullanılan gerçek at kafasının nasıl bulunduğunu “The Offer”dan öğreniyoruz.

Bütün bu “The Offer” sa­ga’sındaki en ilginç duruma ge­lelim şimdi: Seyircinin bayıldığı diziden eleştirmenler nefret et­miş… “Baba’yla ilgili wikipedia sayfasının dizi hâli”, “Al Rudd­y’nin kendini yüceltme mas­türbasyonu” vs. gibi diziyi aşırı hafife alan, hatta aşağılayan yo­rumlar kol geziyor uluslararası eleştirilerde. Halbuki sinemada “auteur” (yazar) kavramını des­tekleyen, bunun hep arkasında duran eleştirmenler; özellik­le Hollywood gibi bir merkezde dönen binlerce işin, yapımsız ve iyi bir yapımcısız hiçbir zaman hayata geçirilemeyeceğini zaten biliyorlar. Bu durumu müthiş akıcı ve heyecan uyandırıcı bir biçimde anlatan bir diziye sade­ce şapka çıkarmalılardı. Sanki sinemanın, en azından bu tarz stüdyo sinemasının nasıl yürü­düğünü hiç anlamamışlar; sanki dünyada çekilen her film “ba­ğımsız” ve yapımcıların hiçbir anlamı yok.

“The Offer” büyük bir eseri bir filme, bir fikri eyleme dönüş­türmenin neler içerdiğini; bunda ne gibi fedakarlıklar ve riskler olduğunu müthiş bir kurguyla veren “aşırı izlenesi” bir dizi.

Filmde olmayan kadınları dizide de aramayalım; yıl 2022 ama 1970’ler Hollywood’unda olduğumuzu unutmayalım; ora­da yaklaşık 12 adama bir Bettye düşüyordu. Durum hâlâ biraz böyle ne yazık ki. Dolayısıy­la diziyi, filmin “kadın düşmanı yaklaşımı” için suçlamak yan­lış olur; en azından bir “havalı” gerçek kadın karaktere hakkını vermiş.

Eleştirmenler ne derse de­sin, son sözü her zaman seyir­ci söyler ve seyirci “The Offer”a bayıldı.

Hollywood’da büyük film na­sıl çekilir yapım hikayesi. Süper.

Dizi, “The Godfather’ın hayata geçirilmesinde önemli bir yere sahip olan Oscar ödüllü yapımcı Al Ruddy’nin prodüksiyon sürecindeki anılarından ve notlarından esinlenerek çekildi.