Kasım
sayımız çıktı

Topa hükmeden sanatçı

Zarif, şık, parlak ve usta… Avrupa kupalarında final oynayan ilk Türk futbolcu… Fenerbahçe’de, Fiorentina’da, Venezia ve Lazio’da top koşturan Can Bartu için İslâm Çupi tarihe geçen şu satırları yazmıştı: “Futbol Türkiye’de bir gün, topun insanlara kumanda ettiği terör sisteminden, insanların topa hükmettiği bir sanat haline dönüşürse, o zaman hep birlikte bağırınız: Bu ustalığı Türkiye’de ilk defa sahalarda Can tarif etmiş, Can şuurlandırmış, Can gezdirmişti”.

Futbolumuzun gördüğü en zarif insandı Can Bartu. Şıktı, parlardı. Gerek sahalarda sanatını konuştururken gerekse ekranlarda yorum yaparken hep farklıydı. Kariyerinin ilk günlerindeki alaycılığı, hayatının sonuna kadar göğsünde bir madalya gibi taşımıştı. Zira candı; babacandı. Kimse onu sorgulayamazdı.

1936’da İstanbul’da doğan Bartu, 1949’da Fenerbahçe Kulübü’nün kapısından içeri giriyordu. İlk aşkı basketboldu. Parkelerde döktürürken, bir Edirnespor maçında tesadüfen kramponları bağlayınca olaylar gelişmişti. Genç takıma bir karşılaşma için öylesine alınan delikanlı, kısa süre sonra kulübün as kadrosunda yer bulacaktı.

Hem basketbol hem futbolda millî olan ilk sporcuydu Bartu, ama önünde bir engel vardı. Bir tercih yapması gerekiyordu. 1957’de profesyonel olup futbolu seçen delikanlı, böylece efsaneye giden yola sapmıştı. O zamanlar amatör olan basketbolda kalmayı tercih etse, kuvvetle muhtemel, sadece o branşa gönül verenler tarafından bilinecekti.

Kısa sürede sarı-lacivertli tribünlere kendisine kabul ettiren Bartu, hiçbir zaman tarzından ödün vermemişti. Çamur deryalarında top koşturulan bir çağda, forması en az kirlenen hep o olmuştu. Cemal Süreya’nın da dediği gibi istediği zaman oynuyor, oynamıyorsa tenezzül etmediği için oynamıyordu.

UEFA’dan Bartu mesajı

Can Bartu’nun ölümünün ardından Barcelona ve Lazio ile birlikte UEFA da bir açıklama yaptı ve ünlü sporcuyu saygıyla andı.

Şampiyon Kulüpler Kupası’nda 23 Temmuz 1959’da Budapeşte deplasmanında gösterdiği performans Can Bartu’yu Avrupa’ya taşıyordu. Onu Nep Stadyumu’nda izleyen Macarların efsane futbol adamı Nandor Hidegkuti, Fiorentina’nın başına geçtikten sonra solak yıldızı 1961’de İtalya’ya transfer etmişti. Türkiye’de “baron” olarak anılan zarafet abidesinin lakabı artık “sinyor”du. Ona göre ise bu tenzil-i rütbeden (rütbe indirimi) başka bir şey değildi. Kibrin bu kadar yakıştığı az insan vardı…

1961’de tarihin ilk Kupa Galipleri Kupası şampiyonu olarak taçlanan Floransa ekibi, ertesi yıl “sinyor”un Budapeşte’de attığı golle final vizesi alıyordu. İki maç sonunda Atletico Madrid zafere ulaşmıştı ama, Bartu yıldızlaşmış ve Avrupa kupalarında final oynayan ilk Türk futbolcu olmuştu.

Çizme’de ayrıca Venezia ve Lazio formalarını da terleten “sinyor”, 1967’de Türkiye’ye dönüyordu. Ertesi yıl Fenerbahçe’nin Şampiyon Kulüpler’deki unutulmaz Manchester City zaferinde sahaya kaptan olarak sahaya çıkan Bartu, devre arasında Macar teknik direktör Ignac Molnar tarafından çıkarılmak istense de araya giren takım arkadaşları sayesinde oyunda kalmıştı. Kanarya ikinci yarıda bulduğu iki golle tur atlarken, onun yıllar sonra o gün devamlı ofsayt bayrağı kaldıran yan hakemi itip kaktığını çok sonradan bir röportajında anlatmıştı. Tesadüf bu ya, yıllar sonra gazeteci olarak gittiği Galatasaray’ın bir Avrupa Kupası maçında onu çağırtan UEFA gözlemcisi o yan hakemin ta kendisiydi!

Unutulmaz Can Bartu

1961’de Fiorentina’ya transfer olduktan sonra İtalyan taraftarlar tarafından, “Sinyor Bartu” şeklinde adlandırılan Can Bartu Türk futbolunun unutulmazları arasındaydı.

1970’te yeşil sahalarda topu bıraktığında, bir devir kapanmıştı. Büyük usta İslâm Çupi, onun hakkında şöyle yazmıştı: “Futbol Can’a değil de Can futbola çok şey öğretti… Ve futbol Türkiye’de bir gün, topun insanlara kumanda ettiği terör sisteminden, insanların topa hükmettiği bir sanat haline dönüşürse, o zaman hep birlikte bağırınız: Bu ustalığı Türkiye’de ilk defa sahalarda Can tarif etmiş, Can şuurlandırmış, Can gezdirmişti”.

Bu ülkede yetişen Can’ların, Bartu’ların isim babasıydı. Bu çocukların babalarının tamamı da sarıyla laciverde gönül vermemişti. Metin Oktay’ın jübilesinde, “taçsız kral”la formaları kısa süreliğine değiştirmesi, aradan geçen yarım yüzyıla rağmen hâlâ hafızaları süslüyor; bu topraklarda neyi kaybettiğimizi kulaklarımıza fısıldıyor. Hele onun için hayatını adadığı Fenerbahçe taraftarının, Galatasaray derbisi öncesinde layıkıyla bir saygı duruşu yapamaması gözlerimizi yaşartıyor. Dünyanın dörtbir köşesinde benzer durumlarda onbinler adeta nefeslerini tutarken, biz bunu başaramıyoruz ya, neyse.

Yine de onun ardından, her renge gönül verenlerin gözyaşı döküyor olması, bizlere bir şey anlatıyor olsa gerek. Bir devir kapandı; zira o hepimizin Can’ıydı!

Can-Metin kardeşliği Can Bartu ve Metin Oktay’ın 1969’daki jübilede forma değişmesi, Türk spor tarihine altın harflerle kazınmıştı.