1860’lardan itibaren iç-dış ve askerî politikaları belirleyen-yöneten Otto von Bismarck, ülkesinin bir süper güç olmasını sağladı. İngiltere ve Fransa’nın aksine, parlamenter çoğulcu eğilimlere, liberallere, sosyalistlere karşı çıktı; savaş yanlısı politikalarla sosyal devlet anlayışını birleştirmeye çalıştı. Tarihî rolü hâlâ tartışılan Bismarck’ın öyküsü.
Otto von Bismarck (1815- 1898), -tarihçiler ve siyasiler tarafından olumlu/olumsuz şekilde değerlendirilip sözleri ve icraatları hâlâ tartışılsa da- Almanya’nın birliğinin kurulmasında ve Alman halkının bir “kultur-nation”dan ulus-devlete dönüşmesinde en önemli figürdü. Uzun siyasi hayatı boyunca iç ve dış politikada farklı ittifaklar kurarak hem kendi siyasi gücünü hem de Prusya’nın (daha sonra Almanya) konumunu uluslararası arenada yükseltmiş ve ülkesinin bir süper güç olmasını sağlamıştı.
Ordunun yeniden düzenlenmesiyle ilgili yasayı, mecliste çoğunluk olan liberal görüşlü Alman Terakki Partisi’ne rağmen geçirmiş (1862); hemen ardından yaşanan savaşlarda Danimarka Krallığı’nı (1864), Avusturya İmparatorluğu’nu (1866) ve Fransız İmparatorluğu’nu (1871) Bismarck’ın hem başbakanı hem de dışişleri bakanı olduğu Prusya kazanmıştı. Son zaferinin ardından Prusya, diğer Alman prensliklerini de yanına alarak Alman İmparatorluğu (1871) şemsiyesi altında bir birlik kurdu. Aynı zamanda bu galibiyetler serisi, Prusya Kralı 1. Wilhelm’e imparator olabilmek için gereken meşruiyeti verdi; Bismarck da bu yeni kurulan birliğin şansölyesi ve dışişleri bakanı oldu. Ulus-devlet ve parlamentolaşma sürecinde Bismarck liderliğinde, Britanya ile Fransa’dan farklı ve illiberal bir yol izleyen Almanya’nın gelecekte karşılaşacağı siyasi problemler, çoğunlukla tarihçiler ve siyasetçiler tarafından bu “sonderweg”e (“özel yol” anlamında) bağlanacaktı.
1-Almanya’yı ve Almanları birleştirmeye çalışan ilk lider değildi
Napoléon Savaşları sırasında Kutsal Cermen İmparatoru (Alman ulusunun Kutsal Roma İmparatoru) 2. Franz, mağlubiyeti sonrası (1806) bu unvanından vazgeçmek zorunda kalmış, bir yerde aslında bu tacın/unvanın Bonaparte’a geçmesinden korkmuştu. Tacın sahibi artık (milliyetçilik kavramının da gelişmesiyle) bu uzun isimlendirmeden ziyade “Alman İmparatoru” olarak da anılır olmuştu. 2. Franz’ın “Alman İmparatoru” tacından feragat etmesiyle bu unvan sahipsiz kaldı.
1848 Avrupa Baharı
1848 Avrupa Baharı, Alman prensliklerini de siyasi olarak derinden sarstı. Prensliklerde kurulan meclisler, Frankfurt’ta birleşerek bir “ulusal meclis” oluşturdu. 28 Alman devletçiğinin imzaladığı anayasayla, Prusya Kralı 4. Friedrich Wilhelm, “Almanlar’ın İmparatoru” ilan edildi. Ancak dönemin ünlü hukukçusu Eduard von Simson ve devlet adamı Heinrich von Gagnern’in öncülüğündeki bu girişim, 4. Friedrich Wilhelm tarafından reddedildi. Reddetmesinin farklı sebepleri vardı. Bunlardan biri, onun bu “Tanrısal” hakkının halk tarafından seçilmiş bir meclis tarafından verilemeyeceği inancıydı. Bu hak, kendisine ancak ve ancak soyluların ve en üst düzey din adamlarının oluşturduğu bir seçiciler kurulu (elektoral kolej) tarafından tanınabilirdi. Ayrıca bu unvanı kabul etmesiyle, diğer Alman prenslikleri ve Avusturya İmparatorluğu’yla savaş çıkabilirdi.
2-Triumvirlik (3’ler erki) dönemi ve Bismarck’ın yıldızının parlaması
1858’de 4. Friedrich Wilhelm, fiziki ve zihinsel olarak tahtta yetersiz kalmaya başladı. Bu sebeple yerine kardeşi 1. Wilhelm’i naip prens olarak atadı. Bu, Prusya için “Yeni Çağ”ın başlangıcı ve reaksiyoner çağın kapanışıydı. 1. Wilhelm, abisinin aksine “1850 Anayasası” üzerine ant içmiş ve ardından da reaksiyoner/koyu muhafazakar başbakan Manteuffel’i görevinden almıştı. Ardından mecliste liberaller ve parlamentaristlerle işbirliği yapabilecek isimleri başbakan olarak atadı. 1861’de tahtı resmen 1. Wilhelm olarak devraldıktan sonra, yine meclisle çalışabilecek fakat krala sadık bir isim aramaya başladı. O sırada Prusya Genelkurmay Başkanı Helmuth von Moltke (Osmanlı Ordusu’nun modernizasyonunda da önemli roller oynamıştır) ve Savaş Bakanı Albrecht von Roon, Sankt-Petersburg ve ardından Paris’te elçilik yapan Otto von Bismarck ismini krala önerdiler. Bismarck’a da bu fırsatın bir daha çıkmayacağını ve başkente dönmek için acele etmesi gerektiğini belirttiler. Berlin’e ulaştıktan 3 gün sonra başbakan ve dışişleri bakanı ilan edilen Bismarck ile, Roon ve Moltke’nin “3’ler erki”, böylece 23 Nisan 1862’da başlamış oldu. Kral, soylular ve mecliste özellikle liberalleri dengede tutan bu üçlü yönetim Almanya’nın birleşme savaşlarında çok önemli bir rol oynayacak; ancak Roon’un sağlığının 1873’ten itibaren kötüye gitmesiyle bozulacaktı. Moltke ise Fransızlar’a karşı zaferiyle (1871) bir “ulusal kahraman”a dönüşecek; Bismarck da dönemin siyasi lideri olarak öne çıkacaktı.
3-“Kan ve demir” konuşmasından ordu reformuna
1862’de Prusya Krallığı için, gücün seçimle gelen bir meclisle paylaşılması çok yeni bir tecrübeydi. Her ne kadar Kral 1. Wilhelm İngiliz tipi bir parlamenter monarşiye özense de, kimi yerlerde meclisi bir engel olarak görüyordu. Özellikle diğer Alman prenslikleri arasından askerî gücüyle sıyrılmış olan Prusya’nın, orduda bir reorganizasyona gitmesi kaçınılmazdı. Bunun için meclise getirilen yasa, ordunun bütçesinin ve asker sayısının artırılmasından zorunlu askerliğin süresinin uzatılmasına kadar çok yönlü bir düzenleme getiriyordu. Ayrıca meclisle imparator arasında, subayların sadece soylulardan değil sıradan vatandaşlar arasından da seçilmesiyle ilgili bir çekişme vardı.
Başbakan atanan Otto von Bismarck, 30 Eylül 1862’de parlamentoda ünlü konuşmasını gerçekleştirdi: “Viyana Konferansı’nda belirlenen Prusya sınırları, sağlıklı bir devlet yaşamı için uygun değildir. Zamanımızın büyük sorunları konuşmakla ve çoğunluk kararlarıyla çözülemez -1848 ve 1849’daki büyük hata bu idi-; bilakis çelik ve kanla çözülebilir.” Bu konuşmanın ardından Bismarck ipleri eline alacak, Roon ve Moltke’yle birlikte “ordu reformu”nu gerçekleştirecekti.
4-Sosyal devleti kurup güçlendiren Bismarck, sosyalistlere karşı acımasız bir liderdi
Otto von Bismarck, “Junker” denilen toprak sahibi ve çeşitli ayrıcalıklara sahip bir aileden gelmekteydi. Hem yurtdışında elçilik döneminde hem de ülkesindeki siyasi kariyerinin başlangıcında, sanayileşmenin getirdiği sosyal ve ekonomik problemleri gözlemlemiş; bunların getireceği toplumsal kırılmalara karşı bir dizi önlem alınması gerektiğini öngörmüştü. Siyasi iktidarını artık sağlamlaştırmış olduğu 1880’lerde, modern anlamda sosyal devletin temelini oluşturacak yasaları sırayla geçirdi. 1883’te sağlık sigortasına dair yasayı, 1884’te işyerinde bir kaza gerçekleşmesi durumunda malul duruma düşen işçiyi maaşa bağlayan başka bir yasayı, 1889’da da bir tür emekli sandığı kuran yasayı meclisten geçirdi. Temel amacı, sanayi ve tarım işçileriyle imparatorluk arasındaki bağları güçlendirmekti. Diğer amacı ise, siyasi rakipleri olan sosyal-demokrat ve sosyalistlere destek veren tabanı onlardan koparmaktı. 1890’a kadar sosyalistlere karşı olan yasakları genişletti; sosyalist dernekler-partiler kapatıldı ve tekrar kurulmaları yasaklandı.
5-Gözden ve güçten düşme: Koyduğu yasaklar kendi sonunu da getirecekti
Bismarck, siyasi kariyeri boyunca farklı rakiplere karşı farklı siyasi partilerle ve gruplarla işbirliği yaptı. Örneğin ulus-devletin egemenliğine karşı bir sorun teşkil ettiğini düşündüğü Katolikler’e ve onları temsil eden Merkez Parti’ye karşı politik hayatının başlarında liberallerle işbirliği yaptı (kulturkampf). Daha sonraki dönemde ise sosyalistlere ve sosyal demokratlara karşı Merkez Parti’nin desteğini alamadı. 1888’de yeni imparator 2. Wilhelm, Bismarck’ın dış politikasından memnun olmadığı için ve kendisini by-pass edebilecek bir figür olduğunu düşündüğünden onu zayıflatmak istemekteydi. Aynı yıl Bismarck, sosyalistleri Alman vatandaşlığından çıkartacak yasayı meclisten geçirmeyi denedi ama başarılı olamadı. 1890’da ise “Anti-Sosyalist Yasa”nın kaldırılması için yapılan oylamaya 2. Wilhelm dolaylı olarak destek verdi ve böylece bu yasa 12 yıl sonra rafa kaldırıldı. Parlamentodaki bu mağlubiyetle ve hemen ardından genel seçimlerde Almanya Sosyalist İşçi Partisi’nin ezici zaferiyle iyice zayıflayan Bismarck’ın şansölyelik kariyeri, imparatorun Leo von Caprivi’yi bu göreve atamasıyla sona erdi.