Kasım
sayımız çıktı

92 yıl önce başladı tüm dünyayı futbola bağladı

20 KASIM - 18 ARALIK 2022 FIFA DÜNYA KUPASI’NDA 22. BULUŞMA

22. FIFA Dünya Kupası, bu ayın 20’sinde başlıyor. Dört yılda bir yapılan, yaklaşık 1 ay sürecek organizasyon bu defa Katar’da düzenleniyor. 2002’dekinden sonra ikinci defa Asya kıtasında yapılacak büyük futbol şöleninde Türkiye yer almıyor. Başlangıcından bugüne, dünya futbolunda iz bırakan unutulmaz hadiseleriyle…

Yeryüzünün dörtbir kö­şesindeki sayısız fut­bolsever için 47 ayın sultanı Dünya Kupası, bu ayın 20’sinde Katar’da başlıyor. Yak­laşık 1 ay sürecek futbol bayra­mında, milyonlarca insan için zaman duruyor. Meşin yuvarla­ğın etrafında köprüler kurulu­yor, düşmanlıklar unutuluyor.

Bu büyük serüvenin hika­yesi 1920’de başlıyor. O dönem Avrupa’da yaşayan Uruguaylı zengin bir diplomat olan En­rique Buero, FIFA Başkanı Ju­les Rimet’ye değişik kıtaların temsilcilerinin katılacağı bir turnuva önerir. Sığır ticareti sayesinde çok zengin olan Gü­ney Amerikalı futbol tutkunu, ayrıca Olimpiyat’ta ülkesinin kafile başkanıdır.

Bu düşünce henüz olgun­laşmamışken, diğer taraftan zamanın Fransa Futbol Fede­rasyonu Genel Sekreteri Hen­ri Delaunay, 1916’dan bu yana kendi şampiyonasını düzenle­yen Güney Amerika’dan esin­lenerek Avrupa’nın da millî takımlar düzeyinde böyle bir organizasyonu olması gerek­tiğini hararetle başkanına an­latır. Ona o gün “hayır” diyen kişi, yine Rimet’den başkası değildir.

Henüz emekleme dönemin­deki futbol için o günlerdeki tek uluslararası sahne Olimpi­yat’tır. Nihayet 1928’deki FIFA Kongresi’nde ilk Dünya Kupa­sı’nın 1930’da düzenlenmesine karar verilir. Peki bu onur kime bahşedilecektir?

1929’daki FIFA Kongresi Barselona’dadır. Uruguay’ın dı­şında Macaristan, İtalya, Hol­landa, İsveç ve İspanya da bu ilk büyük turnuvaya taliptir. Enrique Buero’nun maddi des­tek sözü verdiği Rimet çoktan kararını vermiş, Güney Ame­rika ülkesi için kulis yapmıştır. 18 Mayıs’taki oylama netice­sinde şampiyonanın yapılacağı yerin adı konur: Uruguay. Son iki olimpiyatta altın madalya kazanan Uruguay, aynı zaman­da bağımsızlığının 100. yılını da kutlayacaktır.

Türkiye’nin bugüne ka­dar sadece iki defa katılabildi­ği; buna rağmen son seferinde, 2002’de üçüncülük yaşadığı organizasyonun tarihinde kısa bir yolculuğa çıkıyoruz.

1930 – URUGUAY

Evsahibi ilk sahibi oldu

Bir zamanların ünlü gemisiydi Conte Verde. O olmasa, şüphe­siz 1930’daki ilk Dünya Kupası 13 takımla oynanmayacaktı. İtalyan saraylarının görkemini yansıtan transatlantiğin o meşhur yolculu­ğunda kimler yoktu ki… Belçika, Fransa, Romanya ve Brezilya kafileleri, turnuvada görev alacak hakemler, kazanana verilecek kupa ve FIFA Başkanı Jules Rimet o gemiyle Uruguay’ın yolunu tut­muştu. Yolculardan Fransız Lucien Laurent, şampiyona tarihinin ilk golünü atsa da Avrupalıların turnu­va mesaisi kısa sürmüştü. Tek Yaşlı Kıta temsilcisi Yugoslavya da yarı finalde elenmişti. Komşusu Arjan­tin’i 4-2 yenen evsahibi şampiyon olmuştu. Conte Verde ise 1936’da Çin kafilesini Berlin Olimpiyat Oyunları’na taşıyacak, “Kristal Gece”den sonra Almanya ve Avus­turya’yı terkeden 17 bin Yahudiyi Şangay’a taşıdıktan sonra 1949’da hurdaya ayrılacaktı.

İlk finalde Uruguay, komşusu Arjantin’i evinde yenerken, finalin seremonisinden geriye bu kare kalmıştı.
İlk Dünya Kupası’na dört ülkeyi götüren Conte Verde.

1934 – İTALYA

Faşizmin futbol zaferi

İkinci turnuva Avrupa’daydı. Ancak kupa İtalya’ya gelse de şampiyon gelmemişti. Böylece Uruguay, unvanını korumayan tek muzaffer takım olmuştu. Futbolun bir propaganda aracı olduğunu far­keden Benito Mussolini, zafer için tüm gücünü seferber etmişti. Yo­luna tartışmalı düdüklerle devam eden (o kadar ki çeyrek finaldeki olaylı İspanya maçını yöneten İsviçreli René Mercet, kendi ülke federasyonu tarafından hakem­likten ömürboyu men edilmişti) evsahibi, Çekoslovakya’yı yenerek mutlu sona ulaştı. Finalin hakem­lerinin seremonide verdiği faşist selam, zamanın ruhunun özetiydi. Vittorio Pozzo’nun talebeleri, Il Duce’yi mest etmişti.

1934’te faşist selamı veren hakemler.

1938 – FRANSA

Yine yeniden İtalya

İkinci Dünya Savaşı’nın başlama­sına 1 yıl kala düzenlenen 1938 Dünya Kupası’nda 16 takım sahne alacaktı. Ancak Almanya, turnu­vanın başlamasına kısa süre kala Avusturya’yı ilhak edince katılımcı sayısı eksilmişti. Böylelikle o dönem İtalya’nın bileğini bükebilecek tek ülke bir süreliğine tarihten silinmiş­ti. 1930’larda Avusturya, futbolun harikasıydı; Almanya deseniz pek sıradandı. Avusturya organizasyon­da yoktu fakat bazı futbolcuları var­dı. Tüm baskılara rağmen şampiyonaya gitmeyen Matthias Sindelar, sivil itaatsizliğin kitabını yazmıştı. Almanya’ya 16 yıl sonra ilk dünya şampiyonluğunu kazandıracak teknik direktör Sepp Herberger’e Naziler formülü vermişti. 6 Alman, 5 Avusturyalı’dan mürekkep takım ilk turda İsviçre’ye boyun eğiyor; Adolf Hitler çok şeyler beklediği futboldan istediğini alamıyor; Mussolini’nin İtalya’sı Macaristan’ı devirerek kupayı kaldırıyordu.

1938’de unvanını koruyan İtalya, Mussolini’nin huzurunda.

1950 – BREZİLYA

Maracana’da Uruguay

Savaş bitmişti ve 1950 Dünya Kupası bu defa Brezilya’daydı. O zamanki statü gereği, şampi­yon lig usulü oynanan maçlarla belli olacaktı ve Brezilya-Uruguay finalinde evsahibine beraberlik yetiyordu. Gazeteler manşetlerin­de hız kesmiyor, hatta O Mundo karşılaşma günü şampiyonluk posteri veriyordu. FIFA Başkanı Jules Rimet de neticeden emindi; kendi adını taşıyan kupayı vereceği seremoni için sadece Portekizce konuşma hazırlamıştı. Brezilya Futbol Federasyonu daha da ileri gitmiş, muzaffer takıma verilecek madalyalara kendi futbolcularının adını yazdırmıştı. Ancak evdeki tüm bu hesaplar çarşıya uymayacak, 11 futbolcu tribünlerdeki 200 bin kişiyi altedecekti. Uruguaylı Alcides Ghi­ggia’nın galibiyet golü, futbolun en önemli mabetlerinden birine ölüm sessizliği getirmişti. Maracana, ta­rihinde bundan sonra iki defa daha susacaktı; Frank Sinatra konserinde ve Papa’nın ziyaretinde.

Ghiggia’nın Uruguay’a Maracana’da şampiyonluğu kazandırdığı gol.

1954 – İSVİÇRE

Küllerinden doğan Almanya

Dünya Kupası bu defa İsviç­re’deydi. İlk defa organizas­yonda boy gösteren Türkiye şans­sızdı. Finalde kapışacak Federal Almanya ve Macaristan’la aynı gruba düşmüştük. Güney Kore’ye gol yağdırsak da Panzerler’e teslim olup yurda dönmüştük. Grup ma­çında Macaristan, eksik kadroyla sahaya çıkan Almanya’ya gol yağ­dırmıştı: 8-3. İki ekip sonradan fina­le yükselmiş; Bern’de 3-2’lik skorla gülen Almanya mucizeye imza atmıştı. Ferenc Puskás’ın önderli­ğindeki yenilmez armadanın bileği bükülmüştü. Kupa seremonisinden sonra omuzlarda taşınan kaptan Fritz Walter, savaşın yıkımlarından kurtulmaya çalışan bir ulusun özgüven kazanmasında pay sahibi olan figürlerden. Alman tarihçi Joachim Fest’e göre Federal Alman Cumhuriyeti’nin üç kurucusu var: Politik olarak Konrad Adenauer, ekonomik olarak Ludwig Erhard ve zihinsel olarak Fritz Walter.

Batı Almanya kaptanı Fritz Walter

1958 – İSVEÇ

Pele efsanesi!

Brezilya güle oynaya zafere ulaşmıştı. Sambacılar İsveç’te şampiyon olurken, man­şetleri henüz reşit olmayan bir delikanlı süslemişti. İlk çeyrek finalde Galler ağlarını sarsan Pele, yarı finalde de Fransa karşısında hat-trick yapmıştı. Finalde Güney Amerikalıların rakibi, son şampiyon Almanya’yı deviren evsahibiydi. İsveç Kralı 6. Gustav maçtan önce oyuncu­larla tokalaşırken, 17 yaşındaki o çocuğun yüzüne bile bakmamış­tı. İlk düdükten sonra o delikanlı sahada güneş gibi parlıyor; biri tarihe kazınan iki gole imzasını atıyordu: Brezilya 5 – İsveç 2.

İlk 1958’de Dünya Kupası’nı kazanan Pele, bu onuru üç kez yaşayan tek futbolcu durumunda.

1962 – ŞİLİ

Yine Brezilya

Dünya Kupası’nda oynanan bir maç var ki futbol literatü­ründe “Santiago Meydan Savaşı” olarak anılıyor. Tekmelerin-tokat­ların havada uçuştuğu Şili-İtalya karşılaşmasında yaşananlar tek kelimeyle skandaldı. Şili, 1960’da 5.000 kişinin canını alan 9.5 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyordu. Kimileri “turnuva başka bir yere alınsın” dese de organizasyon bir umuttu. Ülkenin başkentinde haber yapan iki İtalyan gazeteci, fakirliğin kol gezmesinden dem vurup bazı kadınların icra ettiği dünyanın en eski mesleğine gönderme ya­pınca, iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmişti; 2 Ha­ziran’da sahada yaşananlar utanç vesikasıydı. Finalde ise sakatlanan Pele’nin yokluğunda Brezilya yine kazanacak, Çekoslavakya’yı 3-1 yenerek kupayı kaldıracaktı.

Çok sert geçen 1962 Dünya Kupası’nda Pele sakatlanmış, Garrincha ülkesini zafere taşımıştı.

1966 – İNGİLTERE

Üst direk, çizgi, gol!

Bundan 56 sene önce çeki­len bir futbol fotoğrafı son aylarda çokça paylaşıldı. Kraliçe 2. Elizabeth’in kaptan Bobby Moore’a Jules Rimet Kupası’nı uzattığı an, şüphesiz spor tarihinin unutulmazlarındandı. Finalin tarihe geçen anı ise aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ tartı­şılıyor. Geoff Hurst’un üst direğe vurup kale çizgisiyle raks eden şutu sonrası Azeri yan hakem Tevfik Bahramov gol demiş, asla noktalanmayacak polemik o gün doğmuştu. Ancak turnuvanın gizli kahramanı bir köpekti. Şampiyo­nanın başlamasına kısa bir süre kala çalınan kupayı Pickles (Tur­şucuk) adında bir köpek bulmuştu. Finalde Batı Almanya’yı uzatma­larda 4-2 yenen İngiltere, kupanın sahibi olacaktı.

Dünya Kupası tarihinin hâlâ tartışılan pozisyonuna Azeri yan hakem gol demişti.

1970 – MEKSİKA

Tarihe yazılan futbol savaşı

Fransız heykeltıraş Abel Laf­leur’ün zafer tanrıçası Nike tas­viri, futbolun 1970’e kadar en büyük ödülüydü. 1946’da Jules Rimet’nin adı verilen kupayı üç defa kazanan ülke, ilaheye sonsuza kadar sahip olacaktı. 1970’te Pele ve arkadaşları Brezilya’ya o paha biçilemeyecek heykelciği getirmişti. O yıl düşman komşular Honduras ile El Salvador şampiyonaya katılmak için üç maça çıkmışlar, El Salvador turnuva vizesi aldıktan kısa süre sonra iki ülke arasında savaş başlamıştı. Tarihin tek futbol harbinin bilançosu ağırdı. Sadece 100 saatte 2.000’e yakın in­san ölmüştü. Ateşkes ilan edilse de iki ülkenin devlet başkanları ancak 2006’da el sıkışabilecekti. Finalde İtalya’yı 4-1 mağlup eden Brezilya, 3. defa kazandı ve kupayı ilelebet evine götürdü (Ancak kupa 1983’te çalınacak ve replikası yaptırılacak­tı!).

1974 – FEDERAL ALMANYA

Beckenbauer, Cruyff’e karşı

O yıl dördüncü defa bir evsahibi mutlu sona ulaştı. Panzerler’in Hollanda’yı devirdikleri finalde Hol­landa henüz 1. dakikada penaltıyla öne geçmişti. Ancak Beckenbauer kaptanlığındaki Batı Almanya, Cruyff’lü Hollanda’yı 2-1 yenecek­ti. Bu turnuvanın unutulmazı, iki Almanya’nın buluşmasıydı. Batı’nın başbakanı Willy Brandt, danışmanı köstebek çıkınca istifa etmişti. Yeni Şansölye Helmut Schmidt, bakan­larıyla maça çıkarma yaparken, anamuhalefet lideri Helmut Kohl de oradaydı. Almanya’ların kapışma­sında Doğu kazanmış, turnuvanın sonunda ise Batı taçlanmıştı.

Unutulmaz final öncesinde kaptanlar Cruyff (solda) ile Beckenbauer (sağda) seremonide.

1978 – ARJANTİN

Kanla karışık Arjantin

Dünya Kupası düzenlenme onu­ru Arjantin’e bahşedildiğinde, Juan Peron koltuğunda oturuyor­du. 1976’da askerî cunta yönetime elkoyunca, bazı ülkeler endişelerini dile getirse de FIFA verilen taahhüt­leri yeterli görmüştü. Turnuvada iyi giden evsahibinin finale çıkabilme­si için Peru’ya en az dört fark atması gerekiyordu. Maç 6-0 bitmişti. Te­sadüf bu ya, yarım düzine gol yiyen Peru’nun kalecisi Ramon Quiroga Arjantin’de doğmuştu! Soyunma odasını ziyaret eden cuntanın başı Jorge Rafael Videla istediğini almış­tı. Tevatüre göre Henry Kissinger da yanındaydı… Bir tarafta sokak ortasında sırra kadem basanlar, gün ışığında buharlaşanlar, işken­cede kaybedilenler, bir tarafta tribünlerden yükselen “ole”ler… Finalde Hollanda’yı uzatmalarda 3-1 yenen Arjantin ilk Dünya Ku­pası’na bu koşullarda uzanacak; o gün çocuklar gibi şen Videla, 7 sene sonra ömürboyu hapis cezasına çarptırılacaktı.

1978’de Arjantin zafere ulaşırken, kupayı diktatör Videla takdim etmişti.

1982 – İSPANYA

Bella ciao!

İtalya, Dünya Kupası’na ülkedeki kara bulutların gölgesinde ge­liyordu. “Totonero” (kara toto) skandalına karışan futbolcular maçlara fesat karıştırmış, sonuç­ları tayin etmişti. İşte onlardan biri Paolo Rossi’ydi. 3 yıl sahalardan uzaklaştırılan forvetin cezası şampiyona öncesinde iki seneye indirilmişti. Teknik direktör Enzo Bearzot’un ısrarla takımında istediği oyuncu, grup aşamasını pas geçtikten sonra attığı 6 golle gök-mavilileri zafere taşımıştı. Finalde Federal Almanya’yı 3-1 devirdiler. Şeref tribününde havalara zıplayan 85 yaşındaki cumhurbaşkanı Sandro Pertini… Takım kaptanı Dino Zoff… Kad­ronun en deneyimli isimlerinden Franco Causio… Ve muzaffer hoca Bearzot… Bu 4’lünün dönüş yolun­da, kazandıkları Dünya Kupası’nın yanında iskambil oynadığı kare kültleşiyordu.

Muzaffer İtalya dönüş yolunda. Cumhurbaşkanı, hoca, kaptan ve deneyimli bir oyuncu iskambil oynarken…

1986 – MEKSİKA

‘Tanrı’nın Eli’ değince…

Şampiyona, tarihin gördüğü en destansı performansa sahne olmuştu. 5 gol atıp 5 de asist yapan Diego Arman­do Maradona, oldukça sıradan bir kadroya sahip Arjantin’i zafere taşırken, özellikle çeyrek finalde İngiltere’ye karşı olağanüstü oynamıştı. Arjantin, iki ülkeyi karşı karşıya geti­ren Falkland Savaşı’ndan 4 yıl sonra rövanşı böyle alıyordu. 4 dakika arayla iki defa ağları bulmuşlardı. İlkinde kendi de­yişiyle “biraz Tanrı’nın eli, biraz Maradona’nın kafası” vardı. İkinci golde Dünya Kupası tarihinin en güzel golünü atıyordu; kendi sahasından aldığı topla 5 rakip oyuncuyu çalımladık­tan sonra fileleri sarsmıştı (Bu tarihî meşin yuvarlak, 2022 Dünya Kupası’nın başlangıcından 4 gün önce 16 Kasım’da açıkartırmaya çıkacak. Meraklılarına duyurulur). Çok sert geçen final mücadelesi sonunda, Batı Almanya’yı 3-2 yenen Arjantin kupayı alacaktı.

1990 – İTALYA

Almanya ama Kamerun

Dünya Kupası’na renk katan Kamerun, şüphesiz Türki­ye’de de en sevilen takımların başında geliyor. Omam Bıyık’ın turnuvanın açılış maçında son şampiyon Arjantin’e attığı kafa golü hâlâ hafızaları süslüyor. O vuruşta forvet kuş misali havalanmış, yerçekimine adeta meydan okumuştu. Kar­şılaşmayı 9 kişi bitiren Afrika temsilcisi, tarihin en büyük sürprizlerinden birine imza atmıştı. Afrika’nın medar-ı iftiharı, çeyrek finalde İngilte­re’ye elendiğinde ülkemizde de ağlayanlar çoktu! Finalde ise Arjantin’i 1-0 yenen Batı Almanya üçüncü defa kupanın sahibi olacaktı.

1990 Dünya Kupası’nın galasında Omam Bıyık, son şampiyon Arjantin’i böyle yıktı

1994 – ABD

Fonda Escobar, spotta Brezilya

Kolombiya, ABD’de düzenle­nen 1994 Dünya Kupası’na gizli favori olarak gidiyordu. Ancak ülke için zor günlerdi. Hükümet uyuşturucu kartelleriyle savaşıyor, onlarca insan bozuk para gibi harcanıyordu. Grupta Romanya’ya kaybeden Kolom­biya, ABD karşısında kazanmak zorundaydı; aksi takdirde turnuva onlar için erken bitecekti. Maçlara büyük paralar yatıran uyuşturucu kartelleri çok sinirlenmişti. Ölüm tehditleri yağıyordu. Bu şartlar altında oynanan maçta fatura, kendi kalesine gol atan Andrés Escobar’a kesilmiş; talihsiz stoper ülkesine döndükten 6 gün sonra gol naraları eşliğinde öldürül­müştü. Finalde ise golsüz biten ve uzatmalarda da değişmeyen skor sonrasında penaltılara geçilmiş; İtalya’ya üstünlük sağlayan Brezil­ya zafere ulaşmıştı.

1994’te kendi kalesine attığı golle Kolombiya’nın elenmesine neden olan Escobar, 9 gün sonra öldürüldü.

1998 – FRANSA

Zidane’ın yönetiminde…

Fransa, Zinedine Zidane’ın kusursuz orkestra şefliğiyle kendi ülkesinde taçlanırken, turnu­vaya bambaşka bir maç damgasını vurmuştu. Yılın en uzun gününde yeryüzünün belki de tüm “öteki­ler”in desteklediği İran, “ayakto­pu”na o günlerde biraz yabancı olan ABD ile karşılaşmıştı. Maç ön­cesinde verilen beyaz güller, doğu komşumuzda barışı simgeliyordu. Lyon’daki Gerland Stadyumu’nda Yeni Dünyalılar direkleri döverken, goller Asya temsilcisinden geli­yordu. İran’ın 2-1’lik unutulmaz galibiyeti tüm dünyada manşetleri süsleyecek; şampiyona tarihinin en politik randevusunun tarafları grup aşamasında elenecekti. Fi­nalde Brezilya’yı 3-0 mağlup eden Fransa, bu büyük kupayı ilk defa kazanıyordu.

1998’de Fransa ilk kez kupa kaldırırken… Zidane (solda), Desailly (ortada), kaptan Blanc (sağda).

2002 – GÜNEY KORE / JAPONYA

Uzakdoğu’da bir Güneş

Türk futbolu için 1990’lar bir Rönesans’tı. 1993’teki Akdeniz Oyunları’nda gelen altını, 1996’da gidilen ilk Avrupa Şampiyonası takip etmişti. O organizasyonda “sıfır çeken” ay-yıldızlılar, Euro 2000’de gruptan çıkarak çeyrek final görmüştü. Aynı yıl kulüpler düzeyinde Galatasaray, önce UEFA, ardından Süper Kupa’yı kazanarak tarihe geçmişti. İşte o altın jenerasyon, asıl zirvesine 2002 Dünya Kupası’nda çıkı­yordu. 48 yıllık hasreti dindiren Şenol Güneş’in talebeleri, yarı finalde şampiyonluk arifesin­deki Brezilya’ya boyun eğmişti. Evsahiplerinden Güney Kore’yi yenerek üçüncü olan ay-yıldız­lılar, isimlerini tüm dünyaya ezberletmişti. Finalde ise Alman­ya’yı 2-0 yenen Brezilya bir defa daha zirveye çıkıyordu.

2006 – ALMANYA

‘Kafa’ya rağmen yine İtalya

Yine bir şike skandalının gölgesinde Dünya Kupası’na gelen İtalya, bu şampiyonada muradına erecekti. İkinci turda Avustralya karşısında ecel terleri döken gök-mavililer, uzun süre 10 kişi oynadıkları karşılaşmayı Francesco Totti’nin penaltı golüyle kazanmayı bilmişlerdi. O gün atılan Marco Materazzi, finale damgasını vuracaktı. Yeryüzünün en büyüğü unvanı için oynanan müsabakada rakip Fransa’ydı. Uzun yıllar İtalya’da görev yapan Zidane, uzatmalarda Materazzi’ye kafa atmıştı. Organizasyonda harika bir görüntü çizmeyen Horoz­lar’ı adeta tek başına finale sürükleyen maestro, sinirlerine hakim olamamıştı. Penaltılarla İtalya gülerken, kariyerinin sonundaki Zizou tüm dünyada tartışılıyordu.

Zidane’ın Materazzi’ye kafa attığı an futbol tarihinin unutulmazlarından.

2010 – GÜNEY AFRİKA

İspanyol usulü

Sporcular, modern zamanların gladyatörleri… Milyonları eğlendirirken ölenler, aradan geçen yıllara rağmen asla unutul­muyor. 2007’de İspanyol Antonio Puerta, naklen yayında fenalaş­mış, ama sahayı yürüyerek terk etmişti. Sonradan bilinci kapanan 22 yaşındaki futbolcu üç sonra ölmüştü. Euro 2008 zaferinden sonra Sergio Ramos, Sevilla altyapısından arkadaşı için giydiği tişörtle futbolseverleri ağlatmıştı. Üstünde “Siempre con nosotros” (Daima bizimle) yazan tişört, iki yıl sonraki Dünya Kupası finalinde de giyilmişti. İspanya Hollanda’yı 1-0 yenerken, ülkesine şampi­yonluğu getiren golü atan Andrés Iniesta da başka bir meslektaşını anımsatmıştı. Barcelona efsanesi, o anda bir önceki yıl ölen ezeli rakipleri Espanyol’ün kaptanı Dani Jarque’e selam çakmıştı. Rakip öteki değil, bu oyunun anlamıydı…

Iniesta’nın Dünya Kupası’nı getiren golü.

2014 – BREZİLYA

18 dakikada 5 gol

Brezilya, 64 yıl sonra yine şampiyonayı düzenliyordu. 2002’de Dünya Kupası’nı kaldıran Sambacılar, favori olarak gösteril­dikleri organizasyonun yarı finalinde karşılarında Almanya’yı bulmuştu. Yıldızı Neymar’ın yokluğunda tarihi­nin en kötü maçını oynayan, en ağır yenilgisini alan Brezilya, 18 dakikada tam 5 gol yemişti! Futbolcular saha­dan silinirken, taraftarların hâli içler acısıydı. 1950’deki felaketi unutmak isteyen Brezilyalılar, çok daha büyük bir felakete uğramışlardı. Karşılaşma sonunda tabelada yazan 7-1’lik skora inanmak imkansızdı. Finalde ise uzatmalarda Arjantin’i tek golle geçen Almanya zafere ulaşıyordu.

Almanya’nın Brezilya’yı 7-1 yendiği yarı final maçının skorbordu.

2018 – RUSYA

Marseillaise’in zaferi

La Marseillaise, dünyanın en bilinen millî marşlarından. Marsilya sokaklarında söylenme­ye başlayan ezgi, 1795’te resmen millî marş oldu. Kimi dönemlerde yasaklansa da 1879’dan beri tartı­şılmaz konumda. La Marseillaise, Liszt’ten Berlioz’a, Schumann’dan Wagner’e birçok bestecinin yapıtlarında irili ufaklı bir şekilde kullanıldı. Çaykovski’nin “1812 Uvertürü”nde kendi zamanın­daki Rus Millî Marşı ile birlikte kullanmasına kanmamalı; 1812’de Fransa ile Rusya’nın savaştığı Borodino Muhaberesi sırasında La Marseillaise yasaklıydı; Boje, Tsarya Hrani (Tanrı Çarı korusun) bestelenmemişti. Tesadüf bu ya o savaşın ardından Napolyon’un kısa bir süreliğine istila ettiği Moskova’da iki asır kadar sonra Fransa, Hırvatistan’ı güle oynaya 4-2 yenerek Dünya Kupası kaza­nacaktı. La Marseillaise, sonunda “1812 Uvertürü”nü alt etmişti!

Fransa tarihinde ikinci zaferine Rusya’da ulaştı.