22. FIFA Dünya Kupası, bu ayın 20’sinde başlıyor. Dört yılda bir yapılan, yaklaşık 1 ay sürecek organizasyon bu defa Katar’da düzenleniyor. 2002’dekinden sonra ikinci defa Asya kıtasında yapılacak büyük futbol şöleninde Türkiye yer almıyor. Başlangıcından bugüne, dünya futbolunda iz bırakan unutulmaz hadiseleriyle…
Yeryüzünün dörtbir köşesindeki sayısız futbolsever için 47 ayın sultanı Dünya Kupası, bu ayın 20’sinde Katar’da başlıyor. Yaklaşık 1 ay sürecek futbol bayramında, milyonlarca insan için zaman duruyor. Meşin yuvarlağın etrafında köprüler kuruluyor, düşmanlıklar unutuluyor.
Bu büyük serüvenin hikayesi 1920’de başlıyor. O dönem Avrupa’da yaşayan Uruguaylı zengin bir diplomat olan Enrique Buero, FIFA Başkanı Jules Rimet’ye değişik kıtaların temsilcilerinin katılacağı bir turnuva önerir. Sığır ticareti sayesinde çok zengin olan Güney Amerikalı futbol tutkunu, ayrıca Olimpiyat’ta ülkesinin kafile başkanıdır.
Bu düşünce henüz olgunlaşmamışken, diğer taraftan zamanın Fransa Futbol Federasyonu Genel Sekreteri Henri Delaunay, 1916’dan bu yana kendi şampiyonasını düzenleyen Güney Amerika’dan esinlenerek Avrupa’nın da millî takımlar düzeyinde böyle bir organizasyonu olması gerektiğini hararetle başkanına anlatır. Ona o gün “hayır” diyen kişi, yine Rimet’den başkası değildir.
Henüz emekleme dönemindeki futbol için o günlerdeki tek uluslararası sahne Olimpiyat’tır. Nihayet 1928’deki FIFA Kongresi’nde ilk Dünya Kupası’nın 1930’da düzenlenmesine karar verilir. Peki bu onur kime bahşedilecektir?
1929’daki FIFA Kongresi Barselona’dadır. Uruguay’ın dışında Macaristan, İtalya, Hollanda, İsveç ve İspanya da bu ilk büyük turnuvaya taliptir. Enrique Buero’nun maddi destek sözü verdiği Rimet çoktan kararını vermiş, Güney Amerika ülkesi için kulis yapmıştır. 18 Mayıs’taki oylama neticesinde şampiyonanın yapılacağı yerin adı konur: Uruguay. Son iki olimpiyatta altın madalya kazanan Uruguay, aynı zamanda bağımsızlığının 100. yılını da kutlayacaktır.
Türkiye’nin bugüne kadar sadece iki defa katılabildiği; buna rağmen son seferinde, 2002’de üçüncülük yaşadığı organizasyonun tarihinde kısa bir yolculuğa çıkıyoruz.
1930 – URUGUAY
Evsahibi ilk sahibi oldu
Bir zamanların ünlü gemisiydi Conte Verde. O olmasa, şüphesiz 1930’daki ilk Dünya Kupası 13 takımla oynanmayacaktı. İtalyan saraylarının görkemini yansıtan transatlantiğin o meşhur yolculuğunda kimler yoktu ki… Belçika, Fransa, Romanya ve Brezilya kafileleri, turnuvada görev alacak hakemler, kazanana verilecek kupa ve FIFA Başkanı Jules Rimet o gemiyle Uruguay’ın yolunu tutmuştu. Yolculardan Fransız Lucien Laurent, şampiyona tarihinin ilk golünü atsa da Avrupalıların turnuva mesaisi kısa sürmüştü. Tek Yaşlı Kıta temsilcisi Yugoslavya da yarı finalde elenmişti. Komşusu Arjantin’i 4-2 yenen evsahibi şampiyon olmuştu. Conte Verde ise 1936’da Çin kafilesini Berlin Olimpiyat Oyunları’na taşıyacak, “Kristal Gece”den sonra Almanya ve Avusturya’yı terkeden 17 bin Yahudiyi Şangay’a taşıdıktan sonra 1949’da hurdaya ayrılacaktı.
1934 – İTALYA
Faşizmin futbol zaferi
İkinci turnuva Avrupa’daydı. Ancak kupa İtalya’ya gelse de şampiyon gelmemişti. Böylece Uruguay, unvanını korumayan tek muzaffer takım olmuştu. Futbolun bir propaganda aracı olduğunu farkeden Benito Mussolini, zafer için tüm gücünü seferber etmişti. Yoluna tartışmalı düdüklerle devam eden (o kadar ki çeyrek finaldeki olaylı İspanya maçını yöneten İsviçreli René Mercet, kendi ülke federasyonu tarafından hakemlikten ömürboyu men edilmişti) evsahibi, Çekoslovakya’yı yenerek mutlu sona ulaştı. Finalin hakemlerinin seremonide verdiği faşist selam, zamanın ruhunun özetiydi. Vittorio Pozzo’nun talebeleri, Il Duce’yi mest etmişti.
1938 – FRANSA
Yine yeniden İtalya
İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına 1 yıl kala düzenlenen 1938 Dünya Kupası’nda 16 takım sahne alacaktı. Ancak Almanya, turnuvanın başlamasına kısa süre kala Avusturya’yı ilhak edince katılımcı sayısı eksilmişti. Böylelikle o dönem İtalya’nın bileğini bükebilecek tek ülke bir süreliğine tarihten silinmişti. 1930’larda Avusturya, futbolun harikasıydı; Almanya deseniz pek sıradandı. Avusturya organizasyonda yoktu fakat bazı futbolcuları vardı. Tüm baskılara rağmen şampiyonaya gitmeyen Matthias Sindelar, sivil itaatsizliğin kitabını yazmıştı. Almanya’ya 16 yıl sonra ilk dünya şampiyonluğunu kazandıracak teknik direktör Sepp Herberger’e Naziler formülü vermişti. 6 Alman, 5 Avusturyalı’dan mürekkep takım ilk turda İsviçre’ye boyun eğiyor; Adolf Hitler çok şeyler beklediği futboldan istediğini alamıyor; Mussolini’nin İtalya’sı Macaristan’ı devirerek kupayı kaldırıyordu.
1950 – BREZİLYA
Maracana’da Uruguay
Savaş bitmişti ve 1950 Dünya Kupası bu defa Brezilya’daydı. O zamanki statü gereği, şampiyon lig usulü oynanan maçlarla belli olacaktı ve Brezilya-Uruguay finalinde evsahibine beraberlik yetiyordu. Gazeteler manşetlerinde hız kesmiyor, hatta O Mundo karşılaşma günü şampiyonluk posteri veriyordu. FIFA Başkanı Jules Rimet de neticeden emindi; kendi adını taşıyan kupayı vereceği seremoni için sadece Portekizce konuşma hazırlamıştı. Brezilya Futbol Federasyonu daha da ileri gitmiş, muzaffer takıma verilecek madalyalara kendi futbolcularının adını yazdırmıştı. Ancak evdeki tüm bu hesaplar çarşıya uymayacak, 11 futbolcu tribünlerdeki 200 bin kişiyi altedecekti. Uruguaylı Alcides Ghiggia’nın galibiyet golü, futbolun en önemli mabetlerinden birine ölüm sessizliği getirmişti. Maracana, tarihinde bundan sonra iki defa daha susacaktı; Frank Sinatra konserinde ve Papa’nın ziyaretinde.
1954 – İSVİÇRE
Küllerinden doğan Almanya
Dünya Kupası bu defa İsviçre’deydi. İlk defa organizasyonda boy gösteren Türkiye şanssızdı. Finalde kapışacak Federal Almanya ve Macaristan’la aynı gruba düşmüştük. Güney Kore’ye gol yağdırsak da Panzerler’e teslim olup yurda dönmüştük. Grup maçında Macaristan, eksik kadroyla sahaya çıkan Almanya’ya gol yağdırmıştı: 8-3. İki ekip sonradan finale yükselmiş; Bern’de 3-2’lik skorla gülen Almanya mucizeye imza atmıştı. Ferenc Puskás’ın önderliğindeki yenilmez armadanın bileği bükülmüştü. Kupa seremonisinden sonra omuzlarda taşınan kaptan Fritz Walter, savaşın yıkımlarından kurtulmaya çalışan bir ulusun özgüven kazanmasında pay sahibi olan figürlerden. Alman tarihçi Joachim Fest’e göre Federal Alman Cumhuriyeti’nin üç kurucusu var: Politik olarak Konrad Adenauer, ekonomik olarak Ludwig Erhard ve zihinsel olarak Fritz Walter.
1958 – İSVEÇ
Pele efsanesi!
Brezilya güle oynaya zafere ulaşmıştı. Sambacılar İsveç’te şampiyon olurken, manşetleri henüz reşit olmayan bir delikanlı süslemişti. İlk çeyrek finalde Galler ağlarını sarsan Pele, yarı finalde de Fransa karşısında hat-trick yapmıştı. Finalde Güney Amerikalıların rakibi, son şampiyon Almanya’yı deviren evsahibiydi. İsveç Kralı 6. Gustav maçtan önce oyuncularla tokalaşırken, 17 yaşındaki o çocuğun yüzüne bile bakmamıştı. İlk düdükten sonra o delikanlı sahada güneş gibi parlıyor; biri tarihe kazınan iki gole imzasını atıyordu: Brezilya 5 – İsveç 2.
1962 – ŞİLİ
Yine Brezilya
Dünya Kupası’nda oynanan bir maç var ki futbol literatüründe “Santiago Meydan Savaşı” olarak anılıyor. Tekmelerin-tokatların havada uçuştuğu Şili-İtalya karşılaşmasında yaşananlar tek kelimeyle skandaldı. Şili, 1960’da 5.000 kişinin canını alan 9.5 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyordu. Kimileri “turnuva başka bir yere alınsın” dese de organizasyon bir umuttu. Ülkenin başkentinde haber yapan iki İtalyan gazeteci, fakirliğin kol gezmesinden dem vurup bazı kadınların icra ettiği dünyanın en eski mesleğine gönderme yapınca, iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmişti; 2 Haziran’da sahada yaşananlar utanç vesikasıydı. Finalde ise sakatlanan Pele’nin yokluğunda Brezilya yine kazanacak, Çekoslavakya’yı 3-1 yenerek kupayı kaldıracaktı.
1966 – İNGİLTERE
Üst direk, çizgi, gol!
Bundan 56 sene önce çekilen bir futbol fotoğrafı son aylarda çokça paylaşıldı. Kraliçe 2. Elizabeth’in kaptan Bobby Moore’a Jules Rimet Kupası’nı uzattığı an, şüphesiz spor tarihinin unutulmazlarındandı. Finalin tarihe geçen anı ise aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ tartışılıyor. Geoff Hurst’un üst direğe vurup kale çizgisiyle raks eden şutu sonrası Azeri yan hakem Tevfik Bahramov gol demiş, asla noktalanmayacak polemik o gün doğmuştu. Ancak turnuvanın gizli kahramanı bir köpekti. Şampiyonanın başlamasına kısa bir süre kala çalınan kupayı Pickles (Turşucuk) adında bir köpek bulmuştu. Finalde Batı Almanya’yı uzatmalarda 4-2 yenen İngiltere, kupanın sahibi olacaktı.
1970 – MEKSİKA
Tarihe yazılan futbol savaşı
Fransız heykeltıraş Abel Lafleur’ün zafer tanrıçası Nike tasviri, futbolun 1970’e kadar en büyük ödülüydü. 1946’da Jules Rimet’nin adı verilen kupayı üç defa kazanan ülke, ilaheye sonsuza kadar sahip olacaktı. 1970’te Pele ve arkadaşları Brezilya’ya o paha biçilemeyecek heykelciği getirmişti. O yıl düşman komşular Honduras ile El Salvador şampiyonaya katılmak için üç maça çıkmışlar, El Salvador turnuva vizesi aldıktan kısa süre sonra iki ülke arasında savaş başlamıştı. Tarihin tek futbol harbinin bilançosu ağırdı. Sadece 100 saatte 2.000’e yakın insan ölmüştü. Ateşkes ilan edilse de iki ülkenin devlet başkanları ancak 2006’da el sıkışabilecekti. Finalde İtalya’yı 4-1 mağlup eden Brezilya, 3. defa kazandı ve kupayı ilelebet evine götürdü (Ancak kupa 1983’te çalınacak ve replikası yaptırılacaktı!).
1974 – FEDERAL ALMANYA
Beckenbauer, Cruyff’e karşı
O yıl dördüncü defa bir evsahibi mutlu sona ulaştı. Panzerler’in Hollanda’yı devirdikleri finalde Hollanda henüz 1. dakikada penaltıyla öne geçmişti. Ancak Beckenbauer kaptanlığındaki Batı Almanya, Cruyff’lü Hollanda’yı 2-1 yenecekti. Bu turnuvanın unutulmazı, iki Almanya’nın buluşmasıydı. Batı’nın başbakanı Willy Brandt, danışmanı köstebek çıkınca istifa etmişti. Yeni Şansölye Helmut Schmidt, bakanlarıyla maça çıkarma yaparken, anamuhalefet lideri Helmut Kohl de oradaydı. Almanya’ların kapışmasında Doğu kazanmış, turnuvanın sonunda ise Batı taçlanmıştı.
1978 – ARJANTİN
Kanla karışık Arjantin
Dünya Kupası düzenlenme onuru Arjantin’e bahşedildiğinde, Juan Peron koltuğunda oturuyordu. 1976’da askerî cunta yönetime elkoyunca, bazı ülkeler endişelerini dile getirse de FIFA verilen taahhütleri yeterli görmüştü. Turnuvada iyi giden evsahibinin finale çıkabilmesi için Peru’ya en az dört fark atması gerekiyordu. Maç 6-0 bitmişti. Tesadüf bu ya, yarım düzine gol yiyen Peru’nun kalecisi Ramon Quiroga Arjantin’de doğmuştu! Soyunma odasını ziyaret eden cuntanın başı Jorge Rafael Videla istediğini almıştı. Tevatüre göre Henry Kissinger da yanındaydı… Bir tarafta sokak ortasında sırra kadem basanlar, gün ışığında buharlaşanlar, işkencede kaybedilenler, bir tarafta tribünlerden yükselen “ole”ler… Finalde Hollanda’yı uzatmalarda 3-1 yenen Arjantin ilk Dünya Kupası’na bu koşullarda uzanacak; o gün çocuklar gibi şen Videla, 7 sene sonra ömürboyu hapis cezasına çarptırılacaktı.
1982 – İSPANYA
Bella ciao!
İtalya, Dünya Kupası’na ülkedeki kara bulutların gölgesinde geliyordu. “Totonero” (kara toto) skandalına karışan futbolcular maçlara fesat karıştırmış, sonuçları tayin etmişti. İşte onlardan biri Paolo Rossi’ydi. 3 yıl sahalardan uzaklaştırılan forvetin cezası şampiyona öncesinde iki seneye indirilmişti. Teknik direktör Enzo Bearzot’un ısrarla takımında istediği oyuncu, grup aşamasını pas geçtikten sonra attığı 6 golle gök-mavilileri zafere taşımıştı. Finalde Federal Almanya’yı 3-1 devirdiler. Şeref tribününde havalara zıplayan 85 yaşındaki cumhurbaşkanı Sandro Pertini… Takım kaptanı Dino Zoff… Kadronun en deneyimli isimlerinden Franco Causio… Ve muzaffer hoca Bearzot… Bu 4’lünün dönüş yolunda, kazandıkları Dünya Kupası’nın yanında iskambil oynadığı kare kültleşiyordu.
1986 – MEKSİKA
‘Tanrı’nın Eli’ değince…
Şampiyona, tarihin gördüğü en destansı performansa sahne olmuştu. 5 gol atıp 5 de asist yapan Diego Armando Maradona, oldukça sıradan bir kadroya sahip Arjantin’i zafere taşırken, özellikle çeyrek finalde İngiltere’ye karşı olağanüstü oynamıştı. Arjantin, iki ülkeyi karşı karşıya getiren Falkland Savaşı’ndan 4 yıl sonra rövanşı böyle alıyordu. 4 dakika arayla iki defa ağları bulmuşlardı. İlkinde kendi deyişiyle “biraz Tanrı’nın eli, biraz Maradona’nın kafası” vardı. İkinci golde Dünya Kupası tarihinin en güzel golünü atıyordu; kendi sahasından aldığı topla 5 rakip oyuncuyu çalımladıktan sonra fileleri sarsmıştı (Bu tarihî meşin yuvarlak, 2022 Dünya Kupası’nın başlangıcından 4 gün önce 16 Kasım’da açıkartırmaya çıkacak. Meraklılarına duyurulur). Çok sert geçen final mücadelesi sonunda, Batı Almanya’yı 3-2 yenen Arjantin kupayı alacaktı.
1990 – İTALYA
Almanya ama Kamerun
Dünya Kupası’na renk katan Kamerun, şüphesiz Türkiye’de de en sevilen takımların başında geliyor. Omam Bıyık’ın turnuvanın açılış maçında son şampiyon Arjantin’e attığı kafa golü hâlâ hafızaları süslüyor. O vuruşta forvet kuş misali havalanmış, yerçekimine adeta meydan okumuştu. Karşılaşmayı 9 kişi bitiren Afrika temsilcisi, tarihin en büyük sürprizlerinden birine imza atmıştı. Afrika’nın medar-ı iftiharı, çeyrek finalde İngiltere’ye elendiğinde ülkemizde de ağlayanlar çoktu! Finalde ise Arjantin’i 1-0 yenen Batı Almanya üçüncü defa kupanın sahibi olacaktı.
1994 – ABD
Fonda Escobar, spotta Brezilya
Kolombiya, ABD’de düzenlenen 1994 Dünya Kupası’na gizli favori olarak gidiyordu. Ancak ülke için zor günlerdi. Hükümet uyuşturucu kartelleriyle savaşıyor, onlarca insan bozuk para gibi harcanıyordu. Grupta Romanya’ya kaybeden Kolombiya, ABD karşısında kazanmak zorundaydı; aksi takdirde turnuva onlar için erken bitecekti. Maçlara büyük paralar yatıran uyuşturucu kartelleri çok sinirlenmişti. Ölüm tehditleri yağıyordu. Bu şartlar altında oynanan maçta fatura, kendi kalesine gol atan Andrés Escobar’a kesilmiş; talihsiz stoper ülkesine döndükten 6 gün sonra gol naraları eşliğinde öldürülmüştü. Finalde ise golsüz biten ve uzatmalarda da değişmeyen skor sonrasında penaltılara geçilmiş; İtalya’ya üstünlük sağlayan Brezilya zafere ulaşmıştı.
1998 – FRANSA
Zidane’ın yönetiminde…
Fransa, Zinedine Zidane’ın kusursuz orkestra şefliğiyle kendi ülkesinde taçlanırken, turnuvaya bambaşka bir maç damgasını vurmuştu. Yılın en uzun gününde yeryüzünün belki de tüm “ötekiler”in desteklediği İran, “ayaktopu”na o günlerde biraz yabancı olan ABD ile karşılaşmıştı. Maç öncesinde verilen beyaz güller, doğu komşumuzda barışı simgeliyordu. Lyon’daki Gerland Stadyumu’nda Yeni Dünyalılar direkleri döverken, goller Asya temsilcisinden geliyordu. İran’ın 2-1’lik unutulmaz galibiyeti tüm dünyada manşetleri süsleyecek; şampiyona tarihinin en politik randevusunun tarafları grup aşamasında elenecekti. Finalde Brezilya’yı 3-0 mağlup eden Fransa, bu büyük kupayı ilk defa kazanıyordu.
2002 – GÜNEY KORE / JAPONYA
Uzakdoğu’da bir Güneş
Türk futbolu için 1990’lar bir Rönesans’tı. 1993’teki Akdeniz Oyunları’nda gelen altını, 1996’da gidilen ilk Avrupa Şampiyonası takip etmişti. O organizasyonda “sıfır çeken” ay-yıldızlılar, Euro 2000’de gruptan çıkarak çeyrek final görmüştü. Aynı yıl kulüpler düzeyinde Galatasaray, önce UEFA, ardından Süper Kupa’yı kazanarak tarihe geçmişti. İşte o altın jenerasyon, asıl zirvesine 2002 Dünya Kupası’nda çıkıyordu. 48 yıllık hasreti dindiren Şenol Güneş’in talebeleri, yarı finalde şampiyonluk arifesindeki Brezilya’ya boyun eğmişti. Evsahiplerinden Güney Kore’yi yenerek üçüncü olan ay-yıldızlılar, isimlerini tüm dünyaya ezberletmişti. Finalde ise Almanya’yı 2-0 yenen Brezilya bir defa daha zirveye çıkıyordu.
2006 – ALMANYA
‘Kafa’ya rağmen yine İtalya
Yine bir şike skandalının gölgesinde Dünya Kupası’na gelen İtalya, bu şampiyonada muradına erecekti. İkinci turda Avustralya karşısında ecel terleri döken gök-mavililer, uzun süre 10 kişi oynadıkları karşılaşmayı Francesco Totti’nin penaltı golüyle kazanmayı bilmişlerdi. O gün atılan Marco Materazzi, finale damgasını vuracaktı. Yeryüzünün en büyüğü unvanı için oynanan müsabakada rakip Fransa’ydı. Uzun yıllar İtalya’da görev yapan Zidane, uzatmalarda Materazzi’ye kafa atmıştı. Organizasyonda harika bir görüntü çizmeyen Horozlar’ı adeta tek başına finale sürükleyen maestro, sinirlerine hakim olamamıştı. Penaltılarla İtalya gülerken, kariyerinin sonundaki Zizou tüm dünyada tartışılıyordu.
2010 – GÜNEY AFRİKA
İspanyol usulü
Sporcular, modern zamanların gladyatörleri… Milyonları eğlendirirken ölenler, aradan geçen yıllara rağmen asla unutulmuyor. 2007’de İspanyol Antonio Puerta, naklen yayında fenalaşmış, ama sahayı yürüyerek terk etmişti. Sonradan bilinci kapanan 22 yaşındaki futbolcu üç sonra ölmüştü. Euro 2008 zaferinden sonra Sergio Ramos, Sevilla altyapısından arkadaşı için giydiği tişörtle futbolseverleri ağlatmıştı. Üstünde “Siempre con nosotros” (Daima bizimle) yazan tişört, iki yıl sonraki Dünya Kupası finalinde de giyilmişti. İspanya Hollanda’yı 1-0 yenerken, ülkesine şampiyonluğu getiren golü atan Andrés Iniesta da başka bir meslektaşını anımsatmıştı. Barcelona efsanesi, o anda bir önceki yıl ölen ezeli rakipleri Espanyol’ün kaptanı Dani Jarque’e selam çakmıştı. Rakip öteki değil, bu oyunun anlamıydı…
2014 – BREZİLYA
18 dakikada 5 gol
Brezilya, 64 yıl sonra yine şampiyonayı düzenliyordu. 2002’de Dünya Kupası’nı kaldıran Sambacılar, favori olarak gösterildikleri organizasyonun yarı finalinde karşılarında Almanya’yı bulmuştu. Yıldızı Neymar’ın yokluğunda tarihinin en kötü maçını oynayan, en ağır yenilgisini alan Brezilya, 18 dakikada tam 5 gol yemişti! Futbolcular sahadan silinirken, taraftarların hâli içler acısıydı. 1950’deki felaketi unutmak isteyen Brezilyalılar, çok daha büyük bir felakete uğramışlardı. Karşılaşma sonunda tabelada yazan 7-1’lik skora inanmak imkansızdı. Finalde ise uzatmalarda Arjantin’i tek golle geçen Almanya zafere ulaşıyordu.
2018 – RUSYA
Marseillaise’in zaferi
La Marseillaise, dünyanın en bilinen millî marşlarından. Marsilya sokaklarında söylenmeye başlayan ezgi, 1795’te resmen millî marş oldu. Kimi dönemlerde yasaklansa da 1879’dan beri tartışılmaz konumda. La Marseillaise, Liszt’ten Berlioz’a, Schumann’dan Wagner’e birçok bestecinin yapıtlarında irili ufaklı bir şekilde kullanıldı. Çaykovski’nin “1812 Uvertürü”nde kendi zamanındaki Rus Millî Marşı ile birlikte kullanmasına kanmamalı; 1812’de Fransa ile Rusya’nın savaştığı Borodino Muhaberesi sırasında La Marseillaise yasaklıydı; Boje, Tsarya Hrani (Tanrı Çarı korusun) bestelenmemişti. Tesadüf bu ya o savaşın ardından Napolyon’un kısa bir süreliğine istila ettiği Moskova’da iki asır kadar sonra Fransa, Hırvatistan’ı güle oynaya 4-2 yenerek Dünya Kupası kazanacaktı. La Marseillaise, sonunda “1812 Uvertürü”nü alt etmişti!