Nâzım Hikmet-Münevver Andaç mektuplaşmaları, şairin İstanbul’da bıraktığı karısı, oğlunun anası, aynı zamanda “dayı kızı” Münevver’e olan aşkını, özlemini yansıtır. Nâzım Hikmet ilk kez Paris’e 1958 Mayıs başında gider. Annesi Fransız olan, çocukluğunun ve ilk gençliğinin bir kısmını bu şehirde geçiren Andaç ise 60’ların sonunda Fransa’ya yerleşir ve orada ölür.
Bilindiği gibi Nâzım Hikmet 1951’de yılında yurtdışına “kaçmak” zorunda kalır. Hayatının kalan kısmını Moskova’da geçirmekle birlikte, çok sık SSCB dışına yolculuk yapar. Bunlar daha ziyade “Doğu Bloku” ülkeleridir.
Nâzım Hikmet Paris’e gitmeyi ilk kez 1956 Haziran’ında düşünür, bütün hazırlıklarını da yapar, vizesini alır. Ancak doktoru Galina konsültasyondan geçmesini ister, diğer Rus doktorlarıyla beraber anevrizma şüphesi ile on beş gün sırtüstü yatmasına, daha sonra ikinci bir konsültasyona karar verilir. Böylece Paris yolculuğu suya düşer. Bu esnada karısına yazdığı mektupta, on gündür sırtüstü yatmakla beraber gayet iyi olduğunu, hiç bir “anevrizm” belirtisi olmadığından sözetmektedir.
Nâzım Hikmet ilk kez Paris’e, 1958 Mayıs başında gider. Paris’te kaldığı süre içinde İstanbul’da bıraktığı karısı, oğlunun anası, aynı zamanda “dayı kızı” Münevver Andaç’la mektuplaşmalarını sürdürür. Paris’in Münevver Hanım’ın hayatında özel bir yeri vardır; Andaç’ın annesi Fransızdır; babasının ölümünden sonra, annesi ve kız kardeşiyle Sofya’dan Fransa’ya gider, çocukluğunun ve ilk gençliğinin bir kısmını bu şehirde geçirir. Münevver Andaç 60’ların sonunda Paris’e yerleşir, Fransa’da ölür.
Nâzım Hikmet ve Münevver Andaç.
Mektuplardan anladığımız kadarıyla yirmi beş günlük Paris seyahati zarfında, sekiz-on mektup karşılıklı gider-gelir. Münevver Andaç mazisindeki Paris’i, Nâzım ilk kez gördüğü şehri anlatır. Nâzım Hikmet genellikle mektuplara tarih atmaz. Münevver Hanım’ın cevabından yola çıkarak, bazı mektupları sıraya koymaya çalışacağız.
İkinci ve üçüncü mektuplarının tarihi posta zarfında 12 ve13 Mayıs yazar. Andaç’ın eline her ikisi aynı günde; 20 Mayıs’ta ulaşır.
Nâzım Hikmet’in Münevver Hanım’a Paris’ten gönderdiği mektuplardan.
“Canım karıcığım. Bugün Pazar, ayın kaçı bilmiyorum. Dün sana bir kartpostal yolladım, eveli gün de bir mektup, gelir gelmez de bir telgraf ”.
Nâzım Hikmet 8 Mayıs 1958 tarihinde Paris’e ulaşır. Bu mektup zarfın üzerinde 13 Mayıs yazanıdır, sözettiği ikinci mektup da 12 Mayıs tarihlerinde postalanmış olmalıdır.
Nâzım Hikmet’in Paris adresini yazdığı ilk mektup, Münevver Andaç’ın eline geç ulaşır. Andaç mektuplarını, Nâzım’a iletilmek üzere “Fransız şaire” yollar. Bu kişi aynı zamanda da Nâzım’ın Paris’teki mümessili Charles Dobzynski’dir.
Nâzım Hikmet ikinci mektubuna “Canım benim, işte sana ilk Paris şiirimi yollıyorum” diye başlar, Zümrüt Yüzük şiirini gönderir. Mektubun devamında şöyle seslenir karısına:
“İşte böyle gülüm. Arkası gelecek şiirlerin, yazar yollarım, çevirir yollarsın. […]. Havalar burda hep kapalı. Dün gece bir filme gittim, bir Amerikan filmi, Yahudi düşmanlığının ve harbin aleyhinde, iyi hoş yalnız sekiz buçukta girdim bire çeyrek kala çıktım. Filmin böyle uzununu ilk seyrediyorum. Şimdilik temaşa, temsil namına Pariste seyrettiğim şey bu filim. Günde 12 saat yatakta kalmam gerektiğine göre şu 25 günlük gelişimde Pariste eğlence yerlerine, hattâ tiyatrolara bile gitmem pek mümkün değil. Ne yapalım, Parise gençken hiç değilse enfarktan önce ve mutlaka seninle gelmek varmış. Sensiz Paris Maris bir kuru gürültü, bir havayi fişeği ve kederli bir ırmak. İşte böyle. Biliyorsun son darbeyi kalbim yine ismin olacaktır. Memoyu, seni kucaklarım. Kusura bakma kısa kesiyorum, efkârlıyım fena halde”.
Nâzım Hikmet’in Münevver Hanım’a Paris’ten gönderdiği mektuplardan.
İkinci mektubunda Paris’e alışmış gibidir.
Şöyle der:
“Dün gece Parisin tadına varmağa başladım, galiba senden ve Paristen af dilemek zorunda kalacağım. Dün gece, bestekâr Filip Gerar ve karısıyla, Sen ırmağında bir çeşit çatanayla bir devran eyledik. Hem yemek yedik, hem Parisi ırmağın kıyılarından, aşağıdan yukarıya, suyun üstünden seyrettik. Manzaranın böylesi, böyle güzeli bir Boğaziçinde vardır.
Elden geldiği kadar yorulmamağa çalıştığım için daha ahbapların çoğunu göremedim. Sana sevineceğin, halkımızın sevineceği bir haber vereyim, bir müjde: Pariste genç ve orta yaşlı Türk ressamları, hele ikisi, pek seviliyor, âdeta başta geliyorlar. Dün Mayıs sergisinin açılışı vardı, gidemedim, kalabalıkta bunalmıyayım diye, tenhalaşınca gideceğim, ama gidenlerin, resimden anlıyanların dediklerine göre en güzel iki tablo bizim iki Türk ressamınkilermiş. Zaten burda hiç bir yerden yardım görmeksizin tutunmaları, tablolarını son iki yıldan beri vızır vızır ve gayet iyi fiatla satmaları zaferlerinin en büyük şahidi. Aşkolsun oğlanlara! Gülüm benim, biliyorsun ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır. […] Canım benim ben ayın 24’üne belki de sonuna kadar burdayım. Mektuplar buraya üç günde geliyormuş, sen ona göre hesapla ve ilk mektuplarını otelimin adresine yolla, ama sonuncuları yine beni tercüme eden şairin (Charles Dobyznski kastediliyor olmalı) adresine gönderirsin. Senin tercümeleri almış. Şu Tavferle yârenliği de (“Slavya Kahvesinde Şair Dostum Tavfer’le Yarenlik” şiiri kastediliyor olmalı. Bkz. Bütün Şiirleri, Nâzım Hikmet, YKY, İstanbul, Nisan 2007, s.1642) yapıp yolla oğlana. Benim adres: (yazamadım bir türlü) Quai St-Michel Hôtel de Suède, Chamb: 5 Paris 5e N. Hikmet.
Şu benim kendi dilimden başkasını yazmak şöyle dursun, doğru dürüst konuşamamam bile rezalet. Sendeki kafa bende olsa, bilgin bende olsa bu dünyadan boşu boşuna gelip geçmiş saymazdım kendimi.[…] Gülüm. Sana ve oğlana, yani resimlerinize gören bayılıyor, artık ben de kurum kurum kuruluyorum. Burda bir geldiğim gün hava güneşliydi, şimdi uçsuz bucaksız bir çiseleme içindeyiz. Paris resminin gümüşü, kül rengi zenginliği nedenmiş? Şimdi anlıyorum. Bizim bir nesil Paris görmüş ressamların da İstanbulda gümüşü resim yapmalarına yapmış olmalarına şaşıyorum. Sen bu Quai St-Michel’i bildin mi? Irmağın bir kıyısında benim otel, öbür yanında Notrdamla polis müdürlüğü. Bendeki talihe bak. Ama çok güzel bir mahalle doğrusu. Arka sokaklarda Cezayirliler otururmuş, dün gece bir çığlık bir kıyamettir koptu, sabahleyin öğrendim, basılmışlar. Sana günün birinde Paristen mektup yazacağım aklımdan geçmezdi, ama Parise seninle gelirim diye düşünmüşümdür. İşte böyle sevgilim”.
Nâzım Hikmet hapisten çıktıktan sonra Münevver Andaç, Güzin Dino ve Abidin Dino ile
Münevver Andaç, bu iki mektubu belirttiğimiz gibi aynı günde 20 Mayıs’ta alır. Aynı gün ve ertesi gün cevap yazar. Şöyledir:
“Canım, bu da yüzsekseninci mektubumdur. Mayısın yirmisi, Salı, saat on biri yirmi geçiyor. Senden iki mektub geldi bugün, Paristen yazdığın ikinci ve üçüncü mektub. Demek ki şimdiye kadar Paristen üç mektubla, iki kart geldi. Ama ben yine oteline göndermiyeceğim cevaplarımı, çünkü otel adresini bugün ancak aldım, ay sonuna kadar Pariste kalmazsan eline geçmez sonra. Şaire gönderirsem daha emin. Bu da Parise yazdığım yedinci mektup. Herhalde eline çabuk geçer. Seninkilere tarih atmamışsın tabii; ama posta mühürüne baktım, ayın onikisinde ve onüçünde atılmış. Demek ki mektuplar Parise çabuk gidip geliyor oradan. Şimdi mektuplarına sıra ile cevab vereyim: Parisi evvela beğenmeyip sonradan bayılmana (“bayılmaya başlıyorum” diyorsun, hiç şüphem yok, aşık olacaksın Parise) hiç şaşmadım. Hep böyle olur ekseriya. Hayatlarının sonuna kadar Paristen ayrılmayan insanlara da evvela öyle olmuş, bir çok kere. Dünyanın en güzel şehri değildir belki, ama dünyanın en fazla şarmı olanıdır. Çok güzel olmıyan, ama bu şarmı yüzünden nice erkekleri aşık etmiş meşhur pek çok kadınlar vardır, tarihte mesela. Resimlerini görüp şaşıyorum şimdi, “bu miyidi?” deyi. Paris öyle. Şahane bir güzelliği yok. Tatlı, müthiş. Hem de büyük ve eski şehir olduğu halde. Edebiyatın yaptığı tesir edebiyatın ve Fransız resminin olabilir. Şehirle insanları, yazarları, ressamları birbirine karışıyor, ve insan unsuru güzelliğini arttırıyor, hiç şüphesiz. […]Üstelik Parisin taşı da güzel, Paris üzerine yazdığın ilk şiir güzel, ama tercümesi pek zor. Dur bakalım yarın ona çalışırım. Bugün birkaç kez okudum ancak, Fransızcasını hiç düşünmek istemedim. Her halde yarın bitiririm de postaya atarım. Ama bu güzel şiiri mektubuna yazmışsın. “Sensiz Paris bir kuru gürültü, bir havaî fişeği ve kederli bir ırmak” demişsin Bayıldım. […] Rüzgar yine dindi şimdi; bir yağmur yağsa. Pariste yağmur çiseliyor dedikçe sen, yağmura hasretim artıyor. […] Saat bir olmuş. Hiç uykum yok. Mektuba devam ederim, daha iyi. Yani hemen devamı Memonun mektubuyla öteki zarfta olacak. Ama yine hemen usuliyle bitirilecek: Kendine iyi bak canım, bana çabuk yaz, beni unutma, gözlerinden hasretle öperim. Münevver.”
Münevver Andaç’ın yukarıdaki mektubu eline geçmeden yazdığı ve Versay şiirlerinin (Versay Şehri ve Bereli Versay) yer aldığı 20 Mayıs tarihli mektubunda şair şu satırları yazar:
“Gülüm. Senden son aldığım mektuba bakılırsa, otel adresimi bildirdiğim mektubu hâlâ almadın. Şaştım da kaldım. Şiirleri de almadın demek, oysa ki sana, dur bakayım, üç şiir yolladım. Biri “Zümrüt Yüzük” biri “Henüz Vakit Varken” biri de “Paris üstüne bilmeceler” Pariste neleri gördüğümü şiirlerden anlıyorsun, daha da yazacağım. Şimdi mahallemi kaleme alıyorum. Adresim Paris 5e quai St-Michel Hôtel de Sulde chamb 5 N. Hikmet Borzeski. Ben ayın ortasında burdan hareket ediyorum. […] Mektuplarını sabırsızlıkla bekliyorum. Buradaki son olaylar beni bir yandan da dinlendirdi, televizyondan, radyodan, gazetecilerden yakamı sıyırabildim, şimdi sırası mı? deyip atlatabildim işi. Doktora gösterdim kendimi, iyi, kötü bir değişiklik yok, ilâca, rejime devâm, 500 metreden fazla yürümek, o da günde iki kere, yok. 12 saat yatak. Pariste en çok, odamın tavanını seyrettim. İşte böyle. Sana her gün yazıyorum. Hasretle canım karıcığım, bir tanem, gülüm.
Nâzım
Merhaba Mehmet baba. Fanilan ceketin biraz büyükçe mi, yoksa tıpa tıp mı?
Baban Nâzım”
(Mektuplar Aydın Aydemir ve M. Melih Güneş arşivlerindendir.)