Piyasaya çıktığı 1967 yazında, dünyanın dört bir köşesinde radyolardan, arabalardan, evdeki pikaplardan semaya sadece bu albümün sesleri yükseliyordu. Beatles’ın “Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band”i gelmiş geçmiş “en zihin açıcı albüm” kabul ediliyor. Müzik tarihinin en erken konsept albümlerinden biri. Proto-progressive, proto-art rock gibi henüz olmayan türlerin öncülü. Müzik tarihinin ve popüler kültürün kilometre taşlarından, albüm çağını başlatan albüm 50 yaşında.
Müzik ve popüler kültür tarihinde gidişatı değiştiren, yeni kültürel hareketlere ve modalara yol açan belli kayıtlar vardır. Bill Haley & His Comets’in “(We’re Gonna) Rock Around The Clock”ı, Elvis Presley’nin “Heartbreak Hotel”i, Robert Johnson’ın “The King of Delta Blues Singers”ı, Bob Dylan’ın “Highway 61 Revisited”ı, The Velvet Underground’un “The Velvet Underground & Nico”su, Bob Marley’in “Burnin”i, Sex Pistols’ın “Nevermind the Bollocks, Here’s the Sex Pistols”ı gibi…
Örnekler çok da fazla değil. Etkileri düşünüldüğünde hepsi mühim albümler, teklilerdir. Ama hiçbirinin etkisi, geçen ay piyasaya çıkışının 50. yılı kutlanan the Beatles albümü “Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band” ile kıyaslanamaz. Diğerleri birer mihenk taşı ve ardından gelenler için model teşkil eden kayıtlar olsalar da, Sgt. Pepper, gelmiş geçmiş en zihin açıcı albüm olarak tescillenmiş, önemi sabitlenmiş ve yücelmiştir. Bu yazıda akıl almaz tekniklerle kaydedilen bu albümün hikâyesiyle birlikte, niye bu kadar önemli olduğunu anlatmak istedik.
Aslında hikâye enteresan bir şekilde Bob Dylan ile başlıyor. 1965’te Dylan, Amerika’nın göbeği diyebileceğimiz (ya da göbeğin biraz solundaki kaşınan yer) Colarado’da bir arabanın içinde olağan gezilerinden birindeyken, yerel radyoda çalan en iyi 10 şarkıdan 8’inin Beatles’a ait olduğunu farkeder. Bunun üzerine grup müziği yapmaya karar verir.
Tüm tepkileri göze alarak gitarın elektrik fişini takması ve “Bringing It All Back Home” albümünü kaydederek the Beatles’ı zirveden indirmesinin ardından, efsanevi “Highway 61 Revisited” albümünü çıkarması, bütün dünya ile birlikte the Beatles’ın da büyük takdirini kazanmasına yol açar.
Sgt. Pepper’dan önceki albümleri için kayda girdiklerinde, hepsinin önünde açık hedefler vardır artık: Beatlemania’dan kurtulmak, konserlerde çığlıklar atan seyircilerin karşısında sirk hayvanı gibi oradan oraya turne yapmadan müziğe konsantre olmak ve Dylan gibi bütünlüklü bir albüm kaydedebilmek. İçsel dünyalarının, siyasi hoşnutsuzluklarının, manevi huzurlarının, aradıklarının, bulduklarının, bulamadıklarının müziğini yapmak; dinleyeni düşündürecek bir müzik yapmak.
1965 Aralık’ında çıkan “Rubber Soul” bir dönüm noktası olur. Şarkıların ruh hallerinin farklılıkları ve eski şarkıları da barındırması açısından tam olarak bütünlüklü bir albüm olmasa da; kayıt seanslarında yaptıkları deneyler ile sound’a getirdikleri yenilikler, “In My Life” gibi John Lennon’ın kendi yaşamına ayna tuttuğu bir parça, grubun eski muzip günlerine geri döndüğünün işaretlerini taşıyan “Drive My Car”, albümün ciddi bir mesaiyle, çalışılmış yeni sözleri ve yepyeni düzenlemeler… Beatles’ın sahnede saçlarını sallayan ucubelerden, ciddi müzik dinleyicisi için çalan/söyleyen ciddi müzisyenlere evrilmesinin başlangıcıdır bu albüm.
Ardından gelen “Revolver”da çıtayı biraz daha yükseltirler. Albüm öncesi Harrison, Lennon ve Starr “kimyasal maddeler”e geçiş yapmıştır. Lennon ve Harrison müzikal serbestliği yakalamaya çalışmak için denemeler yaparken, McCartney ise esinini Londra’nın yükselen sanatsal ve entelektüel ortamında (Swinging London) aramaktadır. “Tomorrow Never Knows” Lennon’ın triplerinin, “Eleanor Rigby” McCartney estetiğinin en dikkati çeken örnekleridir. Özellikle “Tomorrow Never Knows”da kullanılan teyp manipülasyonlarının (Sesin manyetik bant üzerine kaydedilmeye başlaması, avangard müzisyenler için yepyeni imkânlar ortaya çıkarttı. Bantın devir hızıyla oynamak, ileri ya da geri sarmak, kesip yapıştırmak gibi pek çok işleme genel olarak teyp manipülasyonu diyebiliriz) bir pop müzik albümünde bu şekilde kullanılmasına daha önce rastlanmamıştır.
Tabla ve sitar gibi Hint enstürmanlarının kullanımı (George Harrison o dönemde sitar ustası Ravi Shankar’ın etkisi altındaydı), klavsen ve vibrofon gibi enstrümanların düzenlemelere yerleştirilmesiyle “Revolver” hem psikedelik hem yüksek artistik yönelimler hem de dünya müziği örnekleri içeren bir albüm olur. Lakin bir sorunu vardır, stüdyoda harikalar yaratılırken, bu parçaları sahnede çalmak imkânsız hale gelmiştir. Ve the Beatles, bir daha konser vermeyeceğini açıklar.
“Revolver”la aşağı yukarı aynı dönemde Bob Dylan “Blonde on Blonde”, the Beach Boys “Pet Sounds”, the Byrds “Fifth Dimension”, Frank Zappa & the Mothers of Invention “Freak Out!” albümlerini çıkartır. Sanatsal yaklaşımlarıyla tüm zamanların en iyi albümleri arasında gösterilen bu albümler Beatles’ı endişelendirir. “Revolver” yeterli gelmez onlara. Daha iyisini yapmak için kafa yormaya başlarlar. İşte Sgt. Pepper böyle bir arka plan üzerine ortaya çıkar.
Üzerinden 50 yıl geçtikten sonra Sgt. Pepper’ı dinleyen biraz evrimleşmiş genç bir kulak, bir iki “tuhaf ” parça dışında, bu albüme niye bu kadar büyük değer atfedildiğine bir anlam veremeyebilir. Pek haksız da sayılmaz. Psikedelik müziğin yeniden altın dönemini yaşadığı bugünlerde, pek çok yenilikçi müzisyen ortaya çıkıyor ve hâlâ denenecek bir çok yöntem olduğunu gösteriyor. Keza arada krautrock, progressive rock, art-rock gibi bir hayli deneysel janrlar ortaya çıktı. Elektronik müzik büyük bir gelişme gösterdi. Elektronik müziğin popüler kültüre kattığı deneysel yaklaşımlara kulaklarımız oldukça alıştı. Artık müzik sanki hep böyleymiş gibi dinliyoruz pek çok yeni çalışmayı.
1967’de bunların hiçbiri yoktu. Beatles dünyanın en popüler grubuydu. Her biri 1 Numara olmuş onlarca pop şarkısı yapmışlar ve yedi yıl içerisinde her adımlarıyla devirlerini doğrudan etkilemişlerdi. Ama “Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band” ile bambaşka bir işe kalkıştılar. İlk günden beri birlikte çalıştıkları prodüksiyon dehası George Martin ile birlikte, stüdyonun kendisini bir müzik enstrümanı olarak kullandılar. Avangard müzik kompozitörlerinin yaklaşımlarını, kendilerine has armonik uyumları ve söz yazma kabiliyetleriyle birleştirerek popüler müzik dinleyicisine sundular. The Beach Boys’un dehası Brian Wilson’ın Pet Sounds’da denediklerini bir üst seviyeye taşıyarak milyonlarca kişiye ulaşacak bir başyapıta dönüştürdüler. Popülerliklerini kullanarak deneyselliği herkesin -ama herkesin- dinleyeceği hale dönüştüren ilk grup oldular bu albümle.
“Biber Çavuş’un Yalnız Kalpler Kulübü Bandosu” fikri Paul McCartney’den çıktı. Başta Sgt. Pepper adında bir McCartney şarkısı/taslağı vardı. McCartney fikri geliştirdi. Neden bütün grup hayali bir bando gibi çalmasındı ki albümü? Bando, alter-egolarının fısıldadıklarını icra edecekti. Parçalar arasında ses boşluğu olmadan (bu anlamda bir ilktir), hayali bir grup bütün albümü çalacaktı. Müzik tarihinin en erken konsept albümlerinden biri kabul edilen Sgt. Pepper, aynı zamanda eleştirmenler tarafından proto-progressive, proto-art rock gibi henüz olmayan türlerin öncül albümü olarak kabul ediliyor günümüzde. Ve 2000’lerin başlarına kadar sürecek albüm çağının (albüm formatının baskın olduğu dönem) başlangıcı olarak da kabul ediliyor.
Albümün kayıt sürecinde muazzam teknik detaylar ve yenilikler var. Burada detaylara girip sizleri sıkmayalım. Ama iki örnek neler olduğunu biraz anlatır (Bu anektodlar James Miller’ın Çöpteki Çiçekler – Rock And Roll’un Yükselişi 1947- 1977 isimli kitabından alınmıştır- Agora Kitaplığı-2005). Kayıt seanslarına başlandığında ilk kaydedilen şarkı “Strawberry Fields Forever” idi. Kayıt süreci uzadıkça uzayınca, plak firmasının baskılarını susturmak için albümden önce “Penny Lane” ile birlikte 45’lik olarak piyasaya verilen bu şarkıları da Sgt. Pepper’a dahil etmek yanlış olmaz aslında. Lennon’ın çocukluğunun geçtiği mahalledeki bir park olan Strawberry Fields’daki günlerini anan şarkı, aslen evliliğinin sonuna gelmiş bir yetişkinin çocukluk hüznünü barındırıyordu. Bu bakımdan ilk seferde çok basit bir düzenlemeyle kaydedildi. Ama Lennon memnun değildi. Tekrar tekrar kayıtlar yapıldı. Orkestra bölümleri eklendi, çıkartıldı, tekrar eklendi. Lennon ilk versiyondaki basitlik ve yavaşlıklarla son versiyondaki Barok orkestrasyon arasında kararsız kalmştı. Sonunda şöyle buyurdu: “İkisini birleştirin”. Ama kayıtlar ayrı anahtarlardan, tamamen farklı tonlarda ve tempolarda kaydedilmişti. George Martin onların dehasına sonsuz güvendiğinden dileği yerine getirmek üzere ekibiyle stüdyoya girdi. Dört hafta uğraştıktan sonra iki versiyonu birbirine eklemeyi başardı. Sonuç ortada.
İkinci hikâye, albümün en enteresan şarkısı “Being for the Benefit of Mr. Kite!” ile ilgili. Yine Lennon (aslında stüdyoda olan bitenle ve kayıt teknikleriyle hiç ilgilenmiyordu. Sezgileriyle davranıyordu. Stüdyoda saatler harcayan ve mükemmeli arayan McCartney’di), bulduğu bir sirk ilanını odasının duvarına asıp piyanonun başına geçiyor ve elinde sözler ve akordların yazılı olduğu bir kâğıtla stüdyoya gidiyor. Yapmak istediği, sahici bir sirkin bütün renklerini, taytlı akrobatları, hayvan kokularını, atlıkarıncaları verebilmek. “Talaş kokusu duymak istiyorum” diyor ve çocukluğunda izlediği bir çizgi filmin müziğinden bahsediyor. Bunun üzerine atlıkarıncalarda kullanılan eski moda körüklü orglarla bir kayıt almaya karar veriyorlar. Ama böyle bir org bulunamıyor bir türlü. George Martin de eski plaklardan kayıtlar toplayıp bunları banda aktarıp düzenlemeler yapmaya başlıyor. Olmuyor. Bantların hızlarını değiştirip üzerine laternayla partisyonlar yazıyor. I-ıh, “Talaş kokusu almıyorum,” diyor Lennon. Aklını yitirmek üzere olan Martin, eline bir makas alıp bantı küçük küçük parçalara bölüyor ve stüdyoya saçıyor. Ardından asistanlara parçaları rastgele birbirine tutturmalarını söylüyor. Ortaya çıkan sesi biraz yeni seslerle birleştiriyor ve alın size buram buram talaş kokusu!
Efsanevi kapağından limitsiz stüdyo imkânlarına (mesela “A Day in the Life”ta 24 ölçü çalması için Londra Senfoni Orkestrası’ndan 40 kişi kiralanmıştır), aylar süren kayıt sürecine, yaratıcılık, muziplik, mutluluk, aşkınlık, haz içeren sözlerinden vodvil, sirk müziği, avangard, Hint müziği, oda müziği, rock ‘n’ roll, caz, Western gibi farklı farklı müzik türlerini aynı armonik yaklaşımla harmanlayarak bir konsepte oturtan sound’una, “Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band” müzik tarihinin ve popüler kültürün kilometre taşlarından biri. Kuşağının entelektüel yaklaşımının en önemli tezahürü. İşin ilginç tarafı, albümün çıkışının ardından dördünün de uyuşturucuyu bırakmasıdır.
Piyasaya çıktığı 1967 yazında, dünyanın dört bir köşesinde radyolardan, arabalardan, evdeki pikaplardan semaya sadece bu albümün sesleri yükseliyordu. O yazı bir düşünün; tüm dünya bir mutluluk ütopyası yaşıyor. Bir yanılsama belki, ama müzik tarihinde bir kilometre taşı.