13 Nisan 1204’te İstanbul’a tamamen hakim olan Haçlılar, tarihin yazdığı en korkunç kıyım ve talanlardan birini gerçekleştirdiler. Üç gün boyunca devam eden yağma sırasında kadınlara, rahibelere tecavüz edildi. Kutsal mekanlar yağmalandı, eşyalar içki kabı, ikonalar kumar masası yapıldı.
Sokaklarda korkunç bir kıyım yaşanıyordu. Haçlılar surların bazı kulelerine çıktıktan sonra Haliç surlarının bir kapısını açtılar ve kente girmeyi başardılar. Tanrının koruduğuna inandıkları kentlerine Haçlıların girmesi kent halkında büyük bir dehşet yarattı. Halk sadece bir savaşı değil Tanrının yardımının da kaybedildiğini düşünüyor olmalıydı. Haçlılar da savaşı kazanmalarının ancak Tanrının yardımı ile olduğunu düşünüyordu. Geoffroi de Villehardouin sadece 20 bin kadar savaşçının 400 binden kalabalık bir şehri ele geçirebilmesini buna bağlar.
Şehrin düşmesinden önceki son mücadeleler sırasında İmparator Murtzuflos son bir gayretle caddelerde atını dörtnala sürerek tebaasına moral vermeye çalıştı, ama olmadı. Kurulduğu günden beri dünyada eşi benzeri görülmemiş büyüklükteki orduların kuşatmasına dayanan kent düşmüştü. Haçlılar havanın kararmasına kadar devam eden kavga ve katliamdan yorulup bir meydanda kamp kurdular. Yine de bir karşı saldırıdan korktukları için kampın etrafında yangınlar çıkardılar.
İstanbul halkı bir taraftan düşmekte bir yanda da yanmakta olan kentlerini kurtarmaya çalıştı. İmparator ise artık kendisi için endişelenmeye başlamış ve bugün Sultanahmet semtinde Çatladıkapı’da kalıntıları bulunan Bukoleon Sarayı’na çekilmişti. Kısa süre sonra kaçmayı tek çözüm görerek Trakya’ya gitti. Bazıları hemen Konstantinos Laskaris isimli genç bir soyluyu Ayasof- ya’da imparator ilan ettiler. Bu en yeni imparator da birkaç saat içinde Asya tarafına kaçmayı tercih etti. Halkın bir kısmı ise kente girenlerle savaşmak yerine Haçlıları kente getirdiğine inandıkları eski bir heykeli yıkmaya koyuldular. Bu, bir zamanlar Atina kentinin akropolünü süsleyen Tanrıça Athena’nın İstanbul’a getirilmiş olan heykeliydi.
Kutsal ikonaları kırıp şehitlerin kutsal emanetlerini ağzıma alamayacağım yerlere attılar. İsa Mesih’in kanını ve etini her yere saçtılar. Bu Hıristiyan karşıtları kilisedeki kadeh ve tabakları alıp mücevherlerini çıkardıktan sonra, kendi içecek kapları olarak kullanmaya başladılar… Bütün dünyanın hayran olduğu altarı parçaladılar ve parçalarını aralarında paylaştılar… İsa’ya hakaret etmek için fahişenin birini patriğin koltuğuna oturttular. Bu kadın müstehcen şarkılar söyleyerek kutsal mekanda terbiyesizce dans etti… İffetli annelere, masum kızlara, kendini Tanrıya adamış rahibelere bile merhamet etmediler… Sokaklarda, evlerde ve kiliselerde sadece çığlıklar ve yakarmalar duyuluyordu.
Tarihçi Niketas Koniates
13 Nisan Salı günü şafak söktüğünde Haçlı ordusu tekrar savaşa hazırlandı. Gece boyunca iki imparatorun kentten kaçtığını, direnişin tamamen sona erdiğini bilmiyorlardı. Sabah saray ve imparatorluğu koruyan Varang muhafızlarından bir heyet ve kentten kaçmamış bir grup papaz, Haçlı önderi Bonifacio’yu ziyaret edip kentin kendisinin olduğunu bildirdiler. Batılı kaynaklar Bukoleon Sarayı’na doğru ilerleyen Bonifacio’nun korku içindeki halk tarafından imparator olarak selamlandığını yazar. Yangının devam ettiği kent teslim olmakta geç kalmıştı. Haçlılar önceden kararlaştırdıkları gibi üç gün boyunca yağmaya müsaade ettiler. Bukoleon ve Blahernai sarayları, içindekilerin güvenliği karşılığında Haçlılara teslim edildi. Her iki sarayın inanılmaz zenginlikteki hazineleri yağmalandı.
Askerler tüm şehre yayılmıştı. Ama kentin Haliç kıyısındaki bazı mahalleleri daracık sokaklar içinde çok katlı binalardan oluşuyordu. Taş ve tuğladan inşa edilen bu yapıların üzerinde ve etrafında ahşap odalar, mekânlar, kulübeler sokaklara taşıyordu. Kente hâkim olduklarında bile askerler buralara girmeyi reddettiler. Villehardouin bu durumu şöyle tanımlar: “Kentin içine girecek kadar yiğit biri çıkmadı. Çünkü oraya girmek çok tehlikeli olabilir, çok büyük ve yüksek saraylardan üzerlerine taşlar atılabilir, daracık sokakların içinde öldürülebilir ya da arkalarından sokaklar ateşe verilip kavrulabilirlerdi”.
Kilise ve manastırların yağması ise en korkunç olanıydı. Ayasofya’nın altın ve gümüşten yapılma sunak masası parçalanmış, yağmalanan kıymetli malları taşımak için kiliseye sokulan at ve katırların bazıları taşıdıkları yükün altında yıkılıp kalmıştı. Bütün bunların yanında kilisede İstanbul Patriğinin oturduğu tahta bir fahişe çıkarıldı ve uygunsuz şarkılar söylemeye, erotik danslar yapmaya zorlandı. Bunlar, Rumların asla unutmadığı hakaretler olarak tarihe kalacaktı.
Ayasofya’da anlatılanlara benzer hikayeler diğer kilise ve manastırlarda da yaşandı. Bugünkü Fatih Camii’nin yerinde bulunan Kutsal Havariler Kilisesi’nde bulunan imparator lahitleri açılarak mezarlarda kalan son eşyalar da yağmalanmıştı. Özellikle Ayasofya’yı yaptıran İmparator İustinianus’un lahti açılıp kemiklerine saygısızlık edildi. Kiliselerde ayinlerde kullanılan altın ve gümüşten kutsal eşyalar üzerlerindeki kıymetli taşlar çıkarılıp içki kapları yapıldı, en kutsal ikonalar oyun tahtası ya da masa haline getirildi.
Kentteki kadınlar için de acı günlerdi. Haçlılar annelere, kız çocuklarına, hatta kadınlar manastırlarındaki rahibelere tecavüz ettiler. Olayın çaresiz ve korkmuş görgü tanıklarından Niketas Koniates kentte yapılan yıkım ve yağmanın çok canlı bir tasvirini verir. Ama modern araştırmacılar onu aşırı duygusal ve abartılı bulurlar. Dünyanın en büyük ve en zengin kentlerinden birine giren savaşçıların savunmasız kalan kente neler yapabileceğini düşünmek yeterlidir.
Üçüncü gün yağmanın sona ermesi istendi. Haçlılar ganimetin nasıl paylaşılacağı konusunda anlaşmışlardı. Elde edilenler üç manastırda toplanacaktı. Ardından Franklar ve Venedikliler arasında paylaşılacaktı. Villehardouin, dünya yaratıldığından beri hiçbir şehirde bu kadar çok ganimetin birarada görülmediğini söyler. Tüm bu eşyanın maddi değerini belirlemek neredeyse imkansızdır. Haçlılar savaştan önce elde edilen ganimeti biraraya getirip paylaşacaklarına yemin etmişler, din adamları bu yemine uymayanları korkunç beddualar ile tehdit etmişlerdi. Yine de birçok kişi yağmaladıkları malları sakladı. Yağmalanan malları sakladıkları tespit edilenler en ağır şekilde cezalandırıldı, birçoğu asıldı. En meşhuru boynunda üzerinde haçı bulunan kalkanı ile asılan bir şövalye oldu.
Üç manastırda toplananlar ikiye bölündü. Haçlılar kendilerine düşen pay ile önce Venediklilere borçlarını ödediler. Kalanlarsa tüm askerlere eşit olarak paylaştırıldı. Kimse rütbesi ya da kahramanlığına göre daha fazla pay almadı…
ANALİZ
Bizans’ın kafası kesildi ama gövdesi yaşadı
AYŞEN GÜR
Konstantiniye düşünce, Haçlılar 1 Ekim 1204’te tumtaraklı bir Latinceyle Partito terrarum imperii Romaniae (Romania imparatorluğunun topraklarının paylaşımı) adını verdikleri bir antlaşma imzaladı. Flandres Kontu Baudouin, Bizans’ın ilk Latin imparatoru seçildi. Bu Latin sülalesi 1261’e kadar başkentte hüküm sürecekti. Bizans’ın toprakları kağıt üzerinde paylaşıldı. Ama aslında kazanan tek taraf Venedik’ti. En iyi koşullarda ticaret imtiyazları elde ettiği gibi, Ege’de bir sömürge imparatorluğu kurdu. Mora yarımadasındaki limanları ve bir dizi adayı ele geçirdi. Buradaki egemenliğini iki yüzyıl sürdürdü. Girit ancak 1669’da Osmanlılara geçecekti.
İstanbul’da kurulan Latin İmparatorluğu’nun Haçlı seferlerinin davasına yararı değil, zararı dokundu. Buraya yerleşen Haçlılar kutsal topraklara gitmedi. Aksine, Akka’daki Haçlı devletiyle bir çeşit rekabete girdiler. Batı, bu diyarlarda iki devleti birden koruyamaz, savaşçı gönderemezdi. Avrupalı şövalyeler artık Akka’yı değil İstanbul’u tercih ediyordu; hatta Akka’daki Haçlılar bile İstanbul’a göç etmeye başlamıştı. 13. yüzyıl bitmeden taşıma suyla çalıştırılan bu iki kukla devletin de sonu geldi.
1204’te Bizans’ın kafası kesilmişti ama gövdesi üç ayrı yerde yaşadı. Aleksios ve David Komnenos’un Trabzon’da kurdukları devlet 1461’e kadar sürdü. Komnenos-Dukas ailesinin Epir’de kurduğu despotluk, Yunanistan’ı paylaşan Haçlıların korkulu rüyası oldu. Bu despotluğun elinde tuttuğu kentler Osmanlılar karşısında azala azala 15. yüzyılda sona erdi. Üçüncü çekirdek ise Nikea (İznik) kentinde büyüdü. Burada Laskaris’lerin kurduğu devlet, Bizans direnişinin esas kalesiydi. 57 yıl sonra İstanbul’u yeniden kazanan da İznik İmparatoru VIII. Mihail Palaiologos oldu.
1204’ün, Bizans’ın gerçek çöküş tarihi olduğu söylenir. Ancak başkentini kaybetmiş
bir devletin 255 yıl daha adını yaşattığını unutmamak gerekir. Bir başka görüşe göre, başkentin kaybedilmesi, Bizanslıların uzun süredir ihmal ettiği çevreyi canlandırmalarına yol açmış, özellikle İznik devleti, Türklerin batıya doğru ilerleyişini zorlaştırmıştı. Elbette bunda, 13. yüzyılın ortasında Anadolu’da beliren bir başka faktörün, yani Moğol gücünün de etkisi olmuştu.
Haçlıların bir başka başarısızlığı da, Bizans topraklarında Roma Kilisesi’ni yerleştirme çabasının boşa çıkması oldu. İstanbul’a istenildiği kadar Latin patrikler atansın, Ortodoks Rumlar asla Katolik olmadı. Kostantiniye Kilisesi, tıpkı Roma Kilisesi gibi kendisini evrensel olarak tanımlıyordu. 1204 tecavüzü iki kilise arasındaki birleşme girişimlerini zorlaştırdı. Yıllar sonra Osmanlılar kenti almaya hazırlanırken Lukas Notaras’a atfedilen, “Şehirde Latin başlığı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim!” sözünün kökeni budur.
YAĞMANIN AVRUPA’DAKİ HATIRALARI
Hipodrom’un atları Venedik’te
Venedikliler 1204 yağması sırasında, birçok kıymetli ve kutsal eseri şehirlerine götürdüler. Bugünkü Sultanahmet Meydanı, o günkü Hipodrom’un sembolü olan muhteşem dört bronz at heykeli, şimdi San Marco Kilisesi’ni süslüyor.
Fransız ve Flaman kökenli Haçlılar girdikleri yerlerde korkunç bir tahribat yaptılar. Ama Venedikliler daha az yakıp yıktılar; daha çok elde ettiklerini Venedik şehrine taşımayı tercih ettiler. Venedik’te bulunan San Marco Kilisesi’ni 4. Haçlı Seferi’nin en büyük anıtı haline getirdiler. Yapının tüm cepheleri ve içi İstanbul kiliselerinden sökülen malzeme ile kaplandı. Sütunlar, sütun başlıkları, kaideler, korkuluk levhaları, vaiz kürsüsü parçaları buraya yerleştirildi.
Bugün kilisede bir vakitler İstanbul’da kullanılan ayin eşyaları kalisler, kaşık ve tabaklar, kutsal hatıraların saklandığı kutular sergilenmektedir ve benzeri bir koleksiyon hiçbir yerde yoktur. San Marko’nun en muhteşem hatıralarından biri, Pantokrator Manastırı Kilisesi’nin (bugünün Zeyrek Kilise Camii) templonunda olduğu sanılan altın mine işi muhteşem bir panodur. Bu anıtsal eser Pallo d’oro adıyla bilinir ve bugün San Marco’nun apsisinde sergilenmektedir. Aynı kilisenin güneyinde ise meşhur “zafer getiren Meryem ikonası” vardır.
Kilisenin batı cephesinde bir galeriye yerleştirilen dört bronz at da İstanbul Hipodromundan Venedik şehrine taşınmıştır. Bizans başkentini süsleyen ve dört atlı bir yarış arabasını çeken atların araba ve sürücüleri günümüze ulaşamamıştır. Antikçağ’dan günümüze kalan en önemli heykellerden olan atlar, önce kilisenin dış cephesine konmuş, sonrasında iklim şartlarının yarattığı olumsuzluklardan korunmak için orijinaller kilisenin içine alınmıştır. Bugün ilk kondukları yerde kopyaları sergilenmektedir. Atların kopyalarından biri de, bugün Emirgan’da Sabancı Müzesi girişindeki Atlıköşk önünde sergilenmektedir.
Yağmanın Rumları en derinden yaralayan boyutlarından biri de, birçok aziz ve azizenin kutsal sayılan kemiklerinin muhteşem mahfazaları içinde Avrupa’ya götürülmesidir. Bugün Avrupa kentlerinin çoğunda rölik denen bu kutsal hatıraları saklayan kiliseler vardır.
YAĞMANIN ARKEOLOJİSİ: SARAÇHANE KİLİSESİ
Kilisenin parçaları dörtbir yana dağıldı
Saraçhane Aziz Polyeuktos Kilisesi’nin benzersiz sütun ve süslemeleri, bugün Barcelona ve Venedik’teki müze veya kiliselerde.
Haçlı felaketinin bazı izleri İstanbul’da yapılan kazı ve restorasyonlarda ortaya çıktı. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Saraçhane’de Haşim İşcan alt geçidinin yanında bir park içinde kalıntıları duran Aziz Polyeuktos Kilisesi’dir. 6. yüzyılda Prenses İulia Anicia tarafından benzersiz taş süslemeler ile inşa ettirilmişti. 1960’larda İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Nezih Fıratlı ve İngiliz arkeolog Martin Harrison tarafından yapılan kazılar, görkemli kilisenin Haçlı seferi sırasında nasıl yağmalandığını ortaya çıkarmıştı.
Kilisenin mermer süslemesinden bir grup, bugün İtalya’nın Venedik şehrinde San Marco Kilisesi’ndedir. Bunlardan en tanınanı, İtalyan biliminsanlarınca “Pilastri Acritani” (Filistin’deki Akka’dan gelen payeler) olarak isimlendirilmiştir. Ama bu eserlerin parçaları İstanbul’da bulunduktan sonra kökeni konusundaki tartışma sona ermiştir. Yine kiliseye ait bir sütun başlığı Barcelona Arkeoloji Müzesi’nde korunmaktadır. Muhtemelen 4. Haçlı seferine katılan Katalanlar tarafından ülkelerine götürülmüştür.
Haçlılarca tahrip edildiği anlaşılan kilisenin parçalarına İstanbul içinde de rastlanmıştır. Edirnekapı semtinde bir paye başlığı, Kocamustafapaşa semtinde ise bir paye kaplaması bulunmuştur. 1994’de Ahırkapı Feneri bitişiğindeki bir kulede Bizans dönemine ait sütun, sütun başlığı, korkuluk levhası gibi birçok mimari parça bulunmuştur. Muhtemelen Haçlılar, eserleri sevketmek için deniz kenarındaki bu kulede depolamış, ama sevkiyat gerçekleşmemiştir. Çok önemli bir grup eser ise Zeyrek Kilise Camii restorasyonu sırasında ortaya çıkmıştır. Bizans döneminin Pantokrator Manastırı olan yapı, Haçlıların yağmaladıkları malzemeyi topladıkları merkezlerden biri olarak bilinmektedir.
YAĞMANIN ARKEOLOJİSİ: TETRARHİ HEYKELİ
Gövdeleri Avrupa’da bir ayağı İstanbul’da
Bugün Venedik’te San Marco Kilisesi’nin önünde duvara yerleştirilmiş, birbirine sarılmış durumda dört Roma hükümdarını temsil eden kabartma heykel, İmparator Diokletianus’un yönetim anlayışının en somut hatırası olarak bilinir. Başlangıçta Mısır’dan Venedik şehrine getirildiği düşünülen kabartmalardan birinin sol ayağı eksiktir. Bu eksik bölümün beyaz taşla tamamlandığı görülür.
1950’lerde İstanbul Laleli Bodrum Mesih Mehmet Paşa Camii bitişiğinde yapılan kazılarda, porfir bir heykelin çok zor tanımlanan ayak parçası bulunmuştur. İstanbul Arkeoloji Müzesi müdürlerinden Nezih Fıratlı tarafından teşhis edilen eser Venedik’teki kabartmanın eksik parçasıdır. Böylece 13. yüzyılın ilk yarısında yerinden çıkarılan ve belki bu işlem sırasında kırılan ayak parçası, yaklaşık 750 yıl sonra İstanbul’da yapılan bir kazıda tespit edilmiştir. Bu kabartma heykellerin, Laleli semtinden geçen Divanyolu üzerinde, Philadelphion adını taşıyan meydanda bulunduğu tahmin edilmektedir.
HAÇLILARIN İSTANBUL’DAKİ MİRASI
Binlerce eseri çaldılar birçok fresko bıraktılar
İstanbul’u işgal ettikleri 57 yıl boyunca tarihi hazineleri Avrupa’ya taşıyan Haçlılardan geriye, sadece bir Katolik kilisesinde yaptırdıkları freskolar kaldı.
Kenti 1204’te fetheden Haçlılar, 1261’e kadar şehre hakim oldular. Geçen 57 yıl boyunca İstanbul’dan birçok kıymetli eseri yağmaladıkları gibi, şehirde bugün de görülebilen çeşitli izler bıraktılar. Bunların en meşhuru, Haçlıların Venedikli komutanı Dandolo’nun Ayasofya’nın güney galerisinde, yerde bir mermer levha üzerinde görülen ismidir. Birçok yayında bunun onun mezarı olduğu söylense de, aslında Sultan Abdülmecid zamanında yapının onarımını yapan Fossati Kardeşler bu ismi oraya kazımıştır. Dandolo öldükten sonra Ayasofya’ya gömülmüş, mezarı ise büyük ihtimal 1261’de şehri geri alan Bizanslılar tarafından yokedilmiştir. İsviçre’nin İtalyanca konuşan bölgesinden olan mimarlar bu istilanın meşhur kahramanını Ayasofya’da yaşatmak istemiştir.
Bazı Avrupalı araştırmacılar Haçlıların Ayasofya’nın ayakta kalabilmesi için batı cephesine “uçan payanda” denilen destekleri inşa ettiklerini iddia ederler. Bu adeta Haçlı seferinin savunması gibidir. Avrupa’da gotik mimari ile yaygınlık kazanan uçan payandaların İstanbul’daki örnekleri bazı açılardan farklıdır. Bu nedenle araştırmacıların çoğu bu görüşü benimsemez. Genellikle bu payandaların 10. ya da 14. yüzyılda inşa edildiği düşünülür.
Haçlıların kentte tespit edilen tek ciddi hatırası, Bizans devrindeki adı kesin olarak bilinmeyen Kalenderihane Camii’ndedir. O dönem bu kilise Katolik din adamlarına tahsis edilmişti. 1960’lı yıllarda yapılan restorasyonlarda, kilisenin yanında bulunan 13. yüzyıla ait şapellerden birinde Katoliklerin aziz kabul ettiği Asisili Aziz Francesco’nun hayatını anlatan bir dizi fresko bulunmuştur. Bu manastırı kullanan muhtemelen Fransisken tarikatından rahiplerin yaptırdığı bu sahneler, şehirde kalan ve tartışması olmayan tek Haçlı hatırasıdır. Haçlı işgalinin bittiği 1261’den sonra resimlerin üzeri bir şekilde kapanmış olmalıdır. Bu sahneler İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde korunmaktadır.
HANDAN BÖRÜTEÇENE’NİN 1204 TEMALI SERGİSİ
İstanbul’un hayaleti vücudunu arıyor
Sanatçı Handan Börüteçene, daha henüz çocukken Sultanahmet Meydanı’nı gezdiren ağabeyinin “burada çok eskiden atlar duruyordu” sözünü hatırlıyor. “Onlar geri gelsinler” diye başlayan ısrarını hep sürdürmüş yaşamı boyunca. Venedik’te San Marco Kilisesi’nde bulunan heykellerin Türkiye’ye iadesi için onlarca görüşme, yazışma yapmış. Hiç değilse bronzdan replikaları yapılsın diye uğraşmış; olmamış.
Börüteçene ilk kez 15 yıl önce sergilediği ve 1204 Latin istilası sırasında yağmalanan kıymetleri temsil eden çalışmasını, yeni bir düzenlemeyle bu kez İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergiliyor. Sanatçı, İstanbul’un Hayal’et’ini görünür kılmak için diktiği bir giysi heykel ve bu giysi heykelin çektirdiği hatıra fotoğraflarından oluşan yerleştirmesiyle İstanbullulara sesleniyor: Şehrimizin tarihî mirasına sahip çıkalım!
YAĞMADAN GERİ DÖNENLER
Kimi kutsal emanetler 800 yıl sonra iade edildi
Haçlıların bir Hıristiyan kente uyguladıkları vahşet ve yağma, Ortodoks ve Katolik dünyaları arasındaki sorunları daha da derinleştirdi. Günümüzde iki kilise arasındaki ilişkileri düzeltmek için taraflar büyük çaba gösteriyor. 2004’te Haçlıların İstanbul’dan götürdüğü kutsal yadigarların ikisi kente iade edildi. Ortodoks Kilisesi için çok önemli olan İstanbul Patriklerinden İoannes Hrisostomos ve Gregorius Theologios’un kutsal kemikleri, İstanbul Rum Patrikhanesi’ne iade edildi. Patrikhane kilisesinin kuzey nefine yerleştirilen bu hatıraların yanına, daha sonra Aziz Basileus’un da kutsal yadigarlarından bir parça gönderilmiştir.
Bu sembolik geri dönüş İstanbul Rum Patrikhanesi açısından çok önemli bir sonuç olsa da, Haçlı seferinin etkisi ve tartışmaları bitecek gibi görünmüyor. Bu satırlar yazıldığı sırada Türkiye’ye gelen Papa Franciscus’un da, İstanbul’da Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret etmesi bekleniyor. Bu ziyarette de bazı geri dönüşler olup olmayacağı ise şimdilik bilinmiyor.