Sultan I. Ahmed’e ithaf edilen Vâkı’a-nâme-i Veysî Efendi ve Târih-i Sâf-Tuhfetü’l-Ahbab adlı kitaplar, özellikle Müslümanların tarihindeki kara sayfalara ve ümmeti temsil eden kimi halifelerin yaptıkları zulümlere dikkati çekiyor.
Hemen 17. yüzyılın başında, 1603’te beklenmedik bir padişah ölümü (III. Mehmed) ve bir cülus (I. Ahmed) yaşandı. Ölenin cenaze namazını kılanlarla, tahta oturan çocuğun önünde eğilip biat edenler arasında ola ki tanışıklıkları olmayan iki kadı, Veysî Efendi ile Bostanzâde Yahya Efendi de vardı. İki yazar da tarihten ders alsın diye Sultan Ahmed’e ithafen birer eser yazdılar. Alaşehirli Veysî’nin (öl. 1628) eseri Vâkı’a-nâme-i Veysî Efendi, Tireli Bostanzâde Yahya Efendi’ninki (ölm. 1639) Târih-i Sâf-Tuhfetü’l-Ahbab’dır.
Hâb-nâme-i Veysî (*) adıy- la da bilinen ilk eseri, yazarı bir düş sahnesi kurgulayıp anlatmışsa da ayan beyan tarih gerçeklerini yansıtır. Veysî, yazar aktarımı ustalığıyla toy padişaha bir öğüt kitapçığı sunarken, “Boşuna ümitlenip böbürlenme, senin saltanatın da farklı olmayacak” mesajı vermek istemiştir.
Kitaptaki anlatıcı İskender-i Zülkarkeyn, bir bahçede yüksek bir tahtta, sağında solun da Osmanoğullarının önceki sultanları oturmuştur. İskender, zamanın padişahı Ahmed’e, âlemin eşkıya zulmünden kavrulduğu, her tarafın yakılıp yıkıldığı bir zamanda tahta oturmasını talihsizliğine vererek dil kavgasının yerini kılıç ve mızrağın aldığını, eşkıyanın çoğaldığını, zaten dünyanın hiçbir padişah zamanında bahtiyarlık görmediğini, adalet kurulamadığı için ahalinin de zulümden ezildiğini belirtir ve “Sen de bahtsız bir zamanda tahta oturdun” der.
Padişah cevap olarak, büyükbabası Sultan III. Murad’ın doğuya batıya ordular gönderdiğini ama israf, rezalet ve yolsuzlukların önlenemediğini, tahtın da kendisine böyle bir zamanda nasip olduğunu söyler. Zülkarneyn, “Hayıflanma. Kötülükler zamanında yüz gösterdi sanılsa da doğrusu şu: Dünya, dönmeye başladığından beri hiçbir padişah zamanında mamur olmadı” diyerek, Hz Âdem ve Havva’dan başlayan uzun ve ayrıntılı bir “kötülükler, zulümler, cinayetler” tarihi anlatır. İslâm tarihi evrelerine dair kimi pasajlar şöyledir:
• Beş yüzyıllık cahiliye devrinde ayrılık şeraresinden iki bölük olan kabilelerinin, kırk yıllık savaş ve vuruşta, Arap toprağına kılıçların saçtığı kanla gül rengi deriye döndüğünde; yahut her birinin bir puta, dağa taşa, suya tapma aymazlığından Hz. Peygamber kurtarırken Ensar ve Muhacir pençelerinin düşman kanından mercan pençesine döndüğünde veya Resullerin Efendisi sonsuzluk âlemine yürüyüp Hz. Ebubekir’in halifeliğinde yalancı peygamberlere savaş açılıp din düşmanlarının ölülerinden yılan, karınca, kuş ve vahşi hayvanlara ziyafetler verildiğinde mi âlem mamurdu?
• Hz. Ömer’in halifeliğinde İran’a, Turan’a, Hind’e, Ye- men’e, Mısır’a, Mağrib’e bölük bölük asker gönderilirken kendisinin kölesi tarafından zehirli hançerle öldürülüp üç gün imamsız kaldığında mı dünya mağmurdu yoksa Hz. Osman’ın halifeliğinde aşağılık Ümeyyeoğullarının peygamber evinin yanındaki halifeliği kırk gün kuşatıp Kur’an okuyan Hz. Osman’ın başını gövdesinden ayırıp kanıyla Allah kelâmının yapraklarını kırmızı lâleye çevirdiklerinde veya Allah’ın Aslanı Hz. Ali’nin Cemel’de, Haricilerle ve Muaviye ile savaşlarda elli binden fazla sahabenin yüz binden fazla Allah kulunun şehit veya helâk olduğu, hilafet kaftanının Hz. Ali’nin omzundan alınıp Muaviye’ye giydirildiği ya da aşağılık Şamlıların ve Emevi sefillerinin Ali-oğullarına nice zulümleri reva gördükleri, Mısır’daki Şii katliamında Nil’in şarap rengine döndüğü, Yezid’e tapanların Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’i ve onca masumu, kılıçlarına azık ettikleri zaman mı yeryüzü mamurdu?
• Emevi halifelerinden Ömer bin Abdülaziz dışındakilerin fesatlıkları, Hz. Peygamber’in vasiyetine hutbelerde söve söve Müslümanları Cuma’dan ve cemaatten soğuttukları, Medine’deki evini yağmalayıp, Müslümanları katledip iffetli kadınlara tecavüz edenleri ödüllendirdikleri, Velid bin Yezid bin Abdülmelik’in bir eğlence meclisinde kulağına ezan sesi gelince cariyelerinin önünde cima ettiği, şarkıcıya hadi imam ol deyip meclistekilere de şarapla abdest aldırıp hilafet kaftanı giydirdiği cariyeye imamlık ettirip namaz kıldırdıktan sonra onunla mihrabın önünde bir daha cima ettiği zamanda mı âlem mamurdu?
• Dinsiz Haccac’ın dünyanın zulme boyandığı o devirde huzurunda iki yüz yirmi bin Müslümanı katlettirip savaşlarda öldürülenlerin, zindanlara atılanların sayısı bilinmezken Ebu Kabîs dağına mancınık kurup Kâbe’yi tahrip ettiğinde mi âlem mamurdu? Veya hilafet Abbasoğullarına geçtiğinde Halife Memun’un İmam Hanbel’i hapsettirdiğinde, Halife Mutasım’ın bilginleri Kur’an yaratık mıdır sınavından geçirirken kırbaçlattığı, kırk yıl her tarafta Müslümanlara işkence edildiği, Halife Ebu Cafer’in İmam Ebu Hanife’yi hapsettirdiğinde mi âlem mamur idi?
• Alçak vezir Alkamî’nin Hülâgu’yu Bağdat’ı zapta çağırması üzerine Tatar ordusu kent kapısına dayanınca Halifeyi ve hanedanını meydana çıkartıp katlettirdiği, Tatar askerlerinin iffetli kadınların ırzına geçtikleri, üç yüz yetmiş bin Müslümanın kellelerinden yeryüzünün bostan bozuntusuna döndüğünde mi âlem mamur idi?
• Fatimî halifesi sapkın Hâkim-biemrilulah’ın çarşı pazar denetlerken suçlu gördüğü esnafı, yanındaki minare boylu ifrit zenciye herkesin önünde livata ettirirken mi dünya mâmur idi?
• Veyahut kan dökücü Cengiz’in İran’da ve Turan’da, hayasızlardan ve kadınlardan başka kimse kalmamışken, bura kadınlarının karnında inci bitermiş safsatasıyla bir günde yirmi bin kadının göğsü yarıldığında mı bu âlem mamurdu?
Veysî, Vakı’a-nâme’nin sonunda, “Bunlarda padişahların günahı yoktur, hepsi kulların fesatlığındandır” diyor ve dinlediği bu ibret kıssalarını yazıya döküp padişaha sunacağı sözünü verdiği sırada sabah horozu ötüp âlemi uyandırır.
Yahya Efendi’nin Târih-i Sâf’ı (**) ise bir tevârih örgüsündedir. Ulema ailesi Bostanzâdelerden Kazasker Yahya Efendi, 1616’da I. Ahmed’e sunduğu eserinde İslâm coğrafyasından 300 dolayında halife ve hükümdarı, 15 ayrı hanedan başlığında tanıtmış: Emevi, Abbasi, Endülüs, Fâtimî halifeleri, Saffarîye, Sâmânoğulları, Büveyhîler, Gazneliler, Selçuklular, Karaman (Anadolu) Selçukluları, Havarizm Devleti, Atabegler, Eyyübiler Türkmen (Memlûk) Devleti. Yahya Efendi her halife ve hükümdarı anlatırken hak adalet kadar zulümlere değinmekten de çekinmemiş:
“Çok zina eden, babasıyla yatmış cariyelerle onların babasından doğurdukları kızlarla yatan, sarhoş ve cünüpken koynundaki odalığa halifelik cübbesi giydirip cami imamlığı yaptıran II. Velid’i, Saltanat işlerini sevgili cariyesine bırakan II. Yezid’i,
Emevi soylu 90 kişiyi ziyafet sofrasında katlettiren, Şam’da gömülü halifeleri mezarlarından çıkarttırıp astıran Abbasi halifesi Seffah’ı,
Kendisini halife yapıp uğruna 600 bin insan öldüren Ebu Müslim’i öldürten, İmam-ı Azâm’ı zehirleten, Mansur’u,
Ayyaş halife Mehdî’ye ve torunu yine ayyaş ve güzellerle vakit geçiren Emin’i,
İmam Ahmed bin Hanbel’i meydan dayağına çeken, mutfağında her gün bin altın değerinde yemek pişirilen, uşakları altın kuşaklı Rum oğlanları olan, içki sofrasından kalkmayan Mu’tasım’ı,
Hz. Ali soyuna buğuz güdüp, türbelerini yıktıran, hepsiyle yatıp kalktığı dört bin odalığı olan, sürekli şarap içen, oğlu Müstansır tarafından içki sofrasında öldürülen Câfer’i,
Askerlerin oyuncağı olan, çırılçıplak soyulup dövülerek halifelikten istifa ettirilip zindana atılan Mu’tez’i,
Suçluları diri diri gömdüren Mutezid’i,
Başkent Bağdat’ı kendi askerlerine yağmalatan Râzi-billah’ı açık açık anlatmış.
Her iki yazarın sıraladığı örnekler bugünkü İslâm coğrafyasına dünün mirasıdır. İslâmiyet’in barış miras almadığı gibi “barış”ı egemen kılamadığı da açık.
GAZA ÖYKÜLERİNDEN CİHAD ÇAĞRILARINA
Boyun uçurma ve kafir kesme kültürü
Günümüzde giderek kabaran bir insanlık tehdidi, her bombayı, mermiyi bir “Allahü ekber”! nidasıyla atmak. Öldürücüler bu emri Tanrı’dan aldıklarını haykırırken, cinayet, suikast, yıkım, ölüm faturaları da İslâmiyete kesiliyor. Bunlara destek veren güçler elbette var. Ama, asıp kesmenin sevap olduğunu anlatan, Dört Halife, Muaviye-Yezid savaşımlarını özendiren yayınlar, inanç ve saplantılarını aşamayanları besleyen yüzlerce yıllık bir gazâ literatürü de mevcut.
Bunlar dünlerde cami kapılarında, Namaz Hocası, İlmihâl, Mevlid-i şerif kitapçıkları yanında ve onlardan çok satılırdı. Bugün daha çok basılıyor olmalı. Hz. Ali Gazveleri: Haverzemin Cengi, Yılanlı Kale Hayber Kalesi, Cemel Cengi Kubbe-i Mıknatıs Cengi, Kan Kalesi, Berber Kalesi, Billur Azam Cengi, Ejder Kalesi, Şeddat Cengi, Hz. Ali Kıyamcılara Karşı, Hazreti Aliye Meydan Okuyan Kız, Hz. Ali ve Hayberli Sihirbazın İntikamı, Hz. Alinin Hilâfeti ve Hazreti Osmanın Kanlı Gömleği, Hazreti Ali- Yezit Muaviye Cengi, Hazreti Ali Devler Mağarasında, Hamza Pehlivan ile Mâlike Ejder Cengi Hazreti Hamzanın Kahramanlığı, Kesik Başın İntikamı Hz. Hasan, Hüseyin ve Muhammed Hanefi’nin Üç yol Cengi, Muhammed Hanefi’nin İntikamı, Hazreti Süleyman İle Zaloğlu Rüstem, Kerbi Gazi, Peygamber Orduları İstanbul Kapılarında. Sıffin Muharebesi, Eba Müslim, Kara Cellat, Kerbelânın Öcü, Ölüm Kalesi, Nemrud Kalesi…
Dünlerde en çok, Vakidî’nin Fütûhü’ş-Şam’ından alınıp köpürtülen, olağanüstü asıp kesme öyküleri anlatılan bu kitapçıklar, kasaba çarşılarındaki iş durgunluğunda üçü beşi bir araya gelen esnaf arasında ve kahvelerde sesli okunur, ilkokul-ortaokul çocuklarının çantalarından eksik olmaz; okuryazar köylüler de söğüt gölgesinde okurlardı.
Kitapların ortak kurgusu kâfir kesmek, öteki dinlerden olanları boynunu uçurarak öldürmektir.