Aralık
sayımız çıktı

Şeytan beni baştan yarat

Taze kan kokulu evrakı havada bir iki kere salladıktan sonra dosyasına yerleştirmiştim ki odamın kapısı hafifçe vuruldu, içeri altmış beş-yetmiş yaşlarında bir beyefendi girdi. Mahzun yüzü, bana sanki hiç sahip olmadığım bir hatırayı çağrıştırmaktaydı. Elimle koltuğa geçmesini işaret ederek, “Hoşgeldiniz,” dedim. “Ihlamur ister misiniz? Henüz demledim.” Beyefendi başıyla onaylayınca ikimize de birer fincan doldurup yeniden küçük çalışma masamın arkasındaki yerimi aldım “Buyurun lütfen. Anlatın sebeb-i ziyaretinizi.”

Kendisini tanıttıktan sonra ıhlamurundan bir yudum aldı, boğazını temizledi. “Ben mağlup bir adamım.”

Tahminimce önceden düşünülmüş bir tarifti bu. “Sizi mağlup düşüren kim ya da nedir acaba?”

“Zaman,” dedi. “Sahip olduğum her şeyi bir bir elimden aldı. Validemi, eşimi, işimi, gençliğimi, sağlığımı ve en fecisi, yakın zamanda da canımdan çok sevdiğim oğlumu.” Bilhassa evladını kaybettiğinden dolayı onun için müteessir olmakla birlikte anlattıklarında bir fevkaladelik bulamamıştım. Acılarla dolu hayat yolculuğundan payına düşeni almış, ortalama talihsizlikte bir adamdı karşımdaki. Beni sukut-ı hayale uğrattığını fark etmiş gibi sürdürdü konuşmasını. “Diyeceksiniz, hiç mi iyi gün görmedin? Gördüm bittabi fakat en saadet dolu olması gereken zamanlarda dahi içim içimi yedi. Hep, elimdekileri kaybedeceğim günü bekleyerek yaşadım. Bu kötü düşünceler beni hep ümitsiz ve gitgide melankolik bir insan hâline getirdi.”

Modern tıbbın vesvese denen illeti ziyadesiyle hafife aldığı nazar-ı dikkatimden kaçmış değildi. Kanaatimce pek çok habis ruh hastalığının temelinde, ilk bakışta ehemmiyetsiz ya da basit gibi görünen kaygılar yer almaktaydı. Lakin Turhan Bey’in bana bu meseleleri konuşmak için gelmediğinden emindim. “Artık kaybedeceğiniz bir şey kalmadığı- na göre kalan ömrünüzü huzur içinde geçirebilirsiniz belki?”

“Ne yalan söyleyeyim, haklısınız,” diye karşılık verdi Turhan Bey ciddiyetle. “Lakin bir müddet önce içimde bir ümit peydah oldu.”

“Öyle mi?” dedim. “Genç bir hanımefendi mi yoksa sizi böyle ümitlendiren?”

“Hayır, bir kadın değil,” dedi başını iki yana sallayarak. “Siz.”

“Ben mi?”

“Evet. Sizin hakkınızda anlatılanları duydum. Hayallere sığmayacak çılgınlıkta istekleri dahi gerçekleştirebilecek gücünüz olduğunu… Kendisine yardımda bulunduğunuz bir adamla da tanışınca söylenenlerin doğruluğundan şüphem kalmadı. Böylece kaybettiğim her şeyi yeniden kazanabileceğime dair bir ümide kapıldım. Diyebilirim ki, çocukluğumdan beri ilk kez bu kadar canlı hissediyorum kendimi. Elbette bir o kadar da korkutuyor bu hâl beni. ”

“Anlıyorum,” dedim. “Peki tam olarak nedir arzunuz?”

“Geçmişe dönmek! Her şeyi baştan yaşamak… Belki bu kez aynı hataları yapmam, elimdekilerin kıymetini bilerek geçirebilirim ömrümü.”

Bir değil bin kez aynı şeyleri yaşasa dahi hiçbir şeyin değişmeyeceği açıktı. Enteresan olmakla birlikte faydasız bir düşünceydi Turhan Bey’inki. Ya da gerçekten öyle miydi hakikaten? “Sizi geçmişe göndermemi istiyorsunuz demek? Belli bir dönem var mı aklınızda?”

“Yok,” diye omuz silkti. “Kendimi bildim bileli böyle oldum ben, son ümidim sizsiniz.”

“Pekala,” deyip ruhunu bana sattığını teyit eden belgeyle birlikte, kanını akıtabilmesi için masamda duran mektup açacağını uzattım kendisine. Turhan Bey bir çocuk gibi neşeli, kolunu kesti, stiloyu kanına bulayıp gerekli imzayı attı. Taze kan kokulu evrakı havada bir iki kere salladıktan sonra dosyasına yerleştirmiştim ki odamın kapısı hafifçe vuruldu, içeri altmış beş-yetmiş yaşlarında bir beyefendi girdi. Mahzun yüzü, bana sanki hiç sahip olmadığım bir hatırayı çağrıştırmaktaydı.