Kasım
sayımız çıktı

En ağır cezayı yedi, toprağını terk etmedi

Hrant Dink yalnızca hakları rahatlıkla gasp edilebilen, ayrımcılığın bin bir çeşidine maruz kalan Ermenileri temsil etmiyordu. Öyle olsaydı bütün mutsuzların, bütün itirazı olanların, bütün hak hukuk peşinde koşturanların ufkunda böylesine güçlü bir ışık olarak varolmazdı.

Hrant, Türklüğe hakaret suçundan ceza aldığında, katledilişinden bir yıl önce kendisiyle bir söyleşi yapmıştım.

Ben oturmuş Hrant’ın hikayesini dinlerken konu komşusu, balıkçı arkadaşları ve daha birçokları telefon edip gönlünü alıyor, ona olan sevgilerini hatırlatıyorlardı.

078_087[1]-2

Hrant, 1954’te Malatya’da doğmuş, ailenin üç erkek çocuğundan biri. Babası terzi esnafı Haşim Kalfa. Ruhu karışık bir adam. Kumar da seviyor. Başı belaya girip Malatya’yı terk ediyor. İstanbul’a yerleşiyor. Bir yıl sonra da dedeleri anneyi ve üç kardeşi İstanbul’a taşıyor. Hrant, hayatını en çok etkileyen insanı, dedesini doğru dürüst hatırlamıyor bile. Varsa yoksa o resim. Yaz akşamları alaca çökerken Malatya’da evinin duvarına sırtını verip cilt cilt kitaplar okuyan ihtiyar. Yanıbaşımızda bir muamma gibi varolan o büyülü varlıklardan. 7 dil bilirmiş. Harput Koleji’nde okumuş. Hrant, o duvarın dibinde okuduğu koca ciltli kitapların izini sürmüş, aklı erdiğinde. Sormuş soruşturmuş, kitapların hangi ellere geçebileceğini araştırmış da bir türlü öğrenememiş o ihtiyar ne okurdu öyle uzun uzun. Şimdi diyor ki, “Ben kimim’i, köksel sürekliliğimi ararken bir yandan sevinçle ‘ben buymuşum’ duygusu veriyor, öte yandan ciddi bir hayıflanma duygusu. Anadolu nasıl böyle çorak oldu. ” Hrant’ı en çok etkileyen, tanımadığı bir adam olmuş. Dedesi.

Hrant, duygusal bir adam. Yüreğinin freni yok. Dolu gözlerle, ceza aldığı takdirde bu memleketi terk edeceğini söylerken de samimiydi.

078_087[1]

İstanbul’da ailesi dağılır, üç çocuk ortada kalır. Üçüne de Gedikpaşa Kilisesi’nin yetimhanesinin yolu görünür. Protestan kültürüyle büyür. Doğu kiliselerinden farklı, daha aydınlık. 7 yaşında yetimhaneye giren Hrant, diğer çocuklarla birlikte gündüzleri serada toprakla çalışır, temizlikten yemeğe her işi yapar. Kol emeğinin büyüsüyle kendini kurar, içini temiz ruhunu rüzgarlı tutar. Tuzla’daki yazlık Ermeni çocuk kampının kuruluşunda da teri vardır. Sayıları her yıl artan yetim çocuklar 3 yaz boyunca yorgunluktan bayılana kadar çalışarak yaz kampının binalarını inşa eder, bahçenin ağaçlarını bir bir dikerler. O çocukların küçücük elleri, coşkulu yürekleriyle kurdukları, bir yanı göl bir yanı deniz olan o masal ülkesi, 1983 yılında Ermeni kilisesi vakfının elinden alınarak eski sahibine verilir. Yani devlet tarafından gasp edilir. Hrant, derinden incinir. Çünkü çocukluğun uzun yaz günlerinde, elleriyle yaratılışına katıldığı bu cennette yaşıtlarıyla birlikte çalışıp birlikte eğlenmeyi öğrenmiştir. Bir de eşiyle, Rakel’le tanışmıştır. Hrant 14 yaşındayken yetimhaneye 9 yaşında bir kız gelir. Ermeni Varto aşiretinden. Rakel, sadece Kürtçe bilmektedir, Hrant ona Türkçe ve Ermenice öğretir. Birlikte büyürler. Hrant 21’ine geldiğinde de evlenirler. Daha sonra birlikte Tuzla’daki kampın yöneticiliğini yapacaklardır. Hrant, İÜ Fen Fakültesi’nde zooloji ve Edebiyat Fakültesi’nde de felsefe okur. 12 Eylül’le birlikte zor günler. Birkaç kez gözaltına alınır. İşkenceden geçer. Solcu kimliği Ermeni kimliğiyle birleşince bir tehdit klişesine dönüşüvermiştir.

Hrant_Dink-6029
Agos gazetesinin kurucularından Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de öldürüldüğünde 53 yaşındaydı.

Hrant, Tuzla kampının kapatılmasıyla Ermeni kimliği üstüne düşünmeye başlar. Azınlıklar için hayatın ne kadar güvensiz olduğunu görür.

Zaten artan ASALA terörü ve daha sonra patlatılan ‘Kürt sorununu Ermenileştirme’ propagandası Ermeni vatandaşların kendini solucan gibi hissetmesine neden olmaktadır. Apo’ya en yetkili ağızlardan ‘Ermeni dölü’ diye bağırıldığı, PKK’nın Ermeni kökenleri üstüne dahiyane keşiflerde bulunulduğu yıllar. Üstüne bir de Ermeni-Karabağ meselesi patlak verince, Ermeni bu topraklarda meşru, hem de resmi bir küfre dönüşmüştür. Sabah gazetesinin Öcalan’ın bir papazla resmini basıp ‘Kanıt: Ermeni Apo işbirliği” manşetiyle Patrikhane’de toplanan Ermeni aydınları, yalanlar üstüne kurulu bu kampanya karşısında ne yapabileceklerini düşünmeye başlar. Resimdeki papaz Ermeni değil, Süryanidir. Ama bunu belirtmeyi incelikli bir ahlâki seçimle doğru bulmazlar. Türkçe bir gazete çıkarma fikri de orada doğar. Agos, 1996 Nisan’ında yayın hayatına girer.

Hrant siyasi olarak yalnızca hakları rahatlıkla gasp edilebilen, ayrımcılığın bin bir çeşidine maruz kalan Ermenileri temsil etmiyordu. Öyle olsaydı bütün mutsuzların, bütün itirazı olanların, bütün hak hukuk peşinde koşturanların ufkunda böylesine güçlü bir ışık olarak varolmazdı. Hrant, bizatihi bir öneriydi. Bir hayat önerisi. Dayanışmanın, adil paylaşımın, kardeşliğin, coşkunun, şefkatin, karşılıklı anlayarak, hissederek varılan barışın temsilcisiydi.

Onu tehlikeli kılan da işte bu ulaşabildiği geniş alandı. Hrant, hepimiz için Heves’i temsil ediyordu. Küsmeden, içini acılaştırmadan, hevesini bir an olsun kaybetmeden anlamaya ve anlatmaya çalışan o adamın varlığı, yakınında olmasak da sanki gelecek hissimizi diri tutuyordu. Hem ne güzel bir memleketti burası. Onca uğursuza rağmen Hrant gibi bir adam da yeşeriyordu bu topraklardan. Hayat hiç de fena değildi Hrant’la.