Kasım
sayımız çıktı

Silivri’ye tepeden bakan 5 bin yaşındaki savaşçı

İstanbul’un Silivri ilçesinde ortaya çıkarılan MÖ 3. binyıla ait kurganda, mızrağıyla beraber gömüldüğü tahmin edilen bir savaşçının kemiklerine rastlandı. Yarı hocker pozisyonunda yatan iskeletin yanında mızrak ucu, düşük ısıda pişmiş topraktan testiler, ufalanmış kemik parçaları da bulundu.

Kazı çalışması yapılan ve Cambaztepe Tümülü­sü olarak adlandırılan yığma tepe, İstanbul’da Silivri İlçesi, Çanta Mahallesi’nin de­niz tarafında E5 karayolunun güneyinde, kuzey-güney yönlü uzanan bir sırtın denize bakan güney ucunda yer alıyor. Yük­sek bir konumda olan yığma te­pe, çevreye hakim bir noktada.

Kazıya başlanılan 57.13 metre kotundan, ortalama 52.80 metre kotuna gelindi­ğinde, farklı boylarda kum taşı blokların uç uca getirilmesiyle oluşturulmuş 6 metre çapın­da dairesel planlı bir yapıya ait taşlar görülmeye başlandı. Da­iresel planlı yapının sınırları­nı oluşturan taşların tek sıra halinde dizildikleri, dairenin kuzey ve doğu kısmındaki bazı taşların üst üste iki sıra halin­de konuldukları görüldü.

Kazının devamında, yapı­nın iç kısmında plan vermeyen ve birbirleriyle herhangi bir bağı olmayan dağınık vaziyet­teki taşlar belgelenip temizlen­dikten sonra, 6 metre çapında­ki dairesel yapının ortasında, kuzey-güney doğrultusunda uzanan ve kenarı kaba taş du­varla çevrili dikdörtgen planlı bir mezar tespit edildi. Dikdörtgen planlı alanın iç kısmında zeminde yakla­şık 169 cmx85 cm ölçülerin­de kuzey-güney doğrultulu, üst yüzeyleri oldukça düzgün olan 3 parça sal taşının yanya­na getirilmesiyle oluşturulmuş mezar tabanı üzerinde, yarı hocker pozisyonda yatırılmış bir iskelet açığa çıkarıldı. İske­let, kuzey-güney doğrultusun­da yatmakta, kafatası kuzeyde, ayakları güneyde yer almak­taydı. Gövde kısmı sırt üstü ya­tırılmıştı ve yüz güneydoğuya dönüktü. Bacaklar sağ yanla­rı üzerinde karına doğru çekik pozisyonda açığa çıkarıldı.

Kemiklerin yoğun olarak tahrip olduğu gözlendi. İskele­te ait el ve ayak kemiklerinden ait parça bulunamadı. Kaburga ve omurga aksı kemikleri de tü­müyle tahrip olmuş vaziyettey­di. İskelet genel olarak değer­lendirildiğinde, kemiklerin ana­tomik pozisyonlarını koruduğu görüldü. İskeletin kolları ara­sında 23.5 cm. uzunluğunda bir adet bronz mızrak ucu bulundu.

İskeletin ayakucunda, taş zeminin güneybatı köşesinde, zemin üzerine dik olarak otur­tulmuş pişmiş toprak, el ya­pımı tek kulplu gaga ağızlı bir testi bulundu. Taş zeminin gü­neydoğu köşesinde ise olduk­ça aşınmış ve dağılmış, formu henüz tam olarak anlaşılama­mış olsa da gaga ağızlı bir testi olduğu anlaşılan el yapımı bir başka pişmiş toprak testi yan yatmış vaziyette bulundu.

Dairesel planlı yapının gü­neybatı sınırında, dairenin dış yüzüne bitişik olarak yapılmış olan taş plakalarla biçimlendi­rilmiş, dış ölçüleri 65cm. x 40 cm. boyutlarında olan dikdört­gen küçük bir sanduka da tes­pit edildi. Dikdörtgen planlı bu taş sanduka içerisinde, oldukça aşındığı ve dağıldığı görülen el yapımı pişmiş toprak kap par­çaları tespit edildi.

İnce bir temizliğin ardın­dan üstü, bir tanesi içe dönük ağızlı kâse parçası, diğeri fark­lı bir kaba ait dip parçasıy­la kapatılmış küresel gövdeli pişmiş toprak küçük bir kap bulundu. Kabın içinde yanmış ve ufalanmış kemik parçaları ortaya çıkarıldı. Kaptaki ke­miklerin incelenmesi henüz yapılmadığından bu parçala­rın insan veya hayvana mı ait olduğu belli değildir. Düşük ısıda fırınlanmış olduğu an­laşılan pişmiş toprak eserle­rin restorasyon ve konservas­yonları sonrasında formları belirlenecek ve mezar içinde bulunan pişmiş toprak kaplar­la aynı dönden mi yoksa daha sonraki bir dönemde ikincil bir gömüt mü olduğu anlaşıla­bilecektir.

Yığma tepede denize karşı yatıyor Deniz seviyesinden yaklaşık 55 metre yükseklikte, çevreye hakim konumdaki kurgan (üstte). Mezar tabanı üzerinde, yarı hocker pozisyonda yatırılmış iskelet (sol sayfada) ve içinde bulunduğu taş duvarla çevrili mezar yapısı

Mezar içinde bulunan piş­miş toprak, tek kulplu ga­ga ağızlı testi, “İlk Tunç Çağı Troya Tipi Gaga Ağızlı” testi­leriyle benzerlik göstermekte­dir (Podzuweit 1979:Tafel 8-9) (Frirdich 1997: Tafel 13). Gaga ağızlı tüm testi ile çok dağıl­mış halde bulunan ancak gaga ağızlı olduğu anlaşılan diğer testi ve bronz mızrak ucu bir­likte değerlendirildiğinde, bu mezarın İlk Tunç Çağı’na, yak­laşık olarak MÖ 3. bin yılına ait olabileceği düşünülmek­tedir.

Sonuç olarak elde edilen buluntu ve diğer veriler değer­lendirildiğinde, taş bir zemin üzerine ölü hediyeleriyle bir­likte gömülmüş İlk Tunç Ça­ğı’nda yaşamış önemli bir aske­re ait olduğu düşünülen bu me­zarın, tümülüs tarzı mezarların öncülü olan kurgan tipi bir me­zar olduğu anlaşılmıştır.

ANALİZ

Türk kurgan kültürünün Trakya’da bulunan ilk örneği

Doğu Trakya’da kazılmış ilk kurgan olan Silivri kurganı, Türkiye topraklarındaki bu oluşumların Avrasya ve Orta Asya kökenli insanlarla bağlantılarını bir kez daha ortaya koyması bakımından önemlidir.

ŞEVKET DÖNMEZ

Silivri yakınlarında İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından bilimsel kazılarla açığa çıkarılan kurgan türü bir mezar, kısa sürede kamuoyunun ilgisini çekmiş, ancak bilimsel öneminden çok arkeopoli­tika boyutuyla gündeme gelmiştir. Kurgan, üstüne tümsek biçiminde toprak yığılmış mezar yapısıdır. Göçebelere ait bir mezar türü olan kurganın koni biçimli toprak tepe­ciğinin şekli, göçebenin çadırından başka bir şey değildir.

Öncelikle bilinmelidir ki Silivri Çanta Kurganı, Türkiye’nin tek kur­ganı değildir. Ağrı Dağı etekleri ve yakın çevresi (Bozkurt kurganları), Kars (Çıldır ve Akçakale kurganla­rı), Muş (Nurettin Köyü kurganları), Amasya (İmirler kurganı) ve Anka­ra’da (Güdül kurganları) binlerce kurgan vardır. MÖ 3. binyıldan MÖ 1. binyıla, yaklaşık 3000 yıllık bir süreçte görülen kurganlar, Erken Tunç Çağı’ndan Demir Çağı’na değin Türkiye coğrafyası­na gelmiş Asyalıların varlıklarını tartış­masız biçimde orta­ya koymaktadır. Karadeniz’in kuzeyin­deki step­lerde ve Hazar Deni­zi’nin kuzeyi ile batısındaki geniş düzlüklerde ortaya çıktığı düşünülen kurganların en eski ör­neklerinin MÖ 4. binyıla ait olduğu bilinmektedir.

Avrasya ve Orta Asya coğraf­yasının bir ölü gömme geleneği olan kurgan, özellikle Batılı bilim insanlarınca politikaya alet edil­mekten ne yazık ki kurtulamamış­tır. Başta Marija Gimbutas olmak üzere birçok eskiçağ bilimleri uzmanı, özellikle Karadeniz’in kuzeyindeki kurganları Hint-Av­rupalı (İndo Ari) olarak tanımlaya­rak, nereden türediklerini bir türlü çözemedikleri atalarını göçebe mezarlarında aramaya başlamış­lardır. Bu durumdan rahatsızlık duyan ve “yüce” Hint-Avrupa kül­türünün çadırdan çıkamayacağını düşünen Colin Renfrew, Konya yakınlarındaki Çatalhöyük’ü Avrupalıların atavatanı olarak önermiş, böylece hem Avrupa kültürünü çadırdan çıkarmış hem de Proto Hint-Avrupa dili konuşan insanların günümüzden 9000 yıl önce varolduklarını kanıtlamaya çalışmıştır.

Silivri kurganı, Türkiye Trak­yasında kazılmış ilk kurgandır. Geçmiş yıllarda bölgede kurgan olduğu söylenen bazı buluntu topluluklarında çanak-çömlek gruplarından başka bir şey bulu­namamış, mezar yapısı ve iskelet saptanamamıştı. Konisi büyük olasılıkla tarım faaliyetleri ile yok edilmiş Silivri kurganı, yassı taş­larla oluşturulmuş mezar mimarisi ve bunu çevreleyen kromleki ile Avrasya Tunç Çağı kurganları­nın tipik bir örneğidir. İskelet ile birlikte bulunan tunç mızrakucu, kurgan sahibinin savaşçı kimliğine atıf yapmaktadır.

Avrasya ve Orta Asya, en er­ken dönemlerden itibaren göçebe ve savaşçı halklar için bir yaşam alanı olmuştur. Bu coğrafyada Tunç Çağı’nda yoğunlaşan kur­ganların Demir Çağı’nda sayısal olarak azalmadan devam etmiş oldukları gözlenmiştir. Herodo­tos’un aktarımlarından Demir Çağı’nda Avrasya ve Orta Asya’da İskitler’in yaşadıklarını biliyoruz. İskitya adı verilen bu coğrafyadaki kurgan kazılarında savaşçıların yanısıra, kurban edilmiş eşler, hizmetçiler ve atlar, cenazenin ta­şındığı arabalar ile çoğu altından çok değerli takı ve aksesuarlar bulunmuştur. Bu durum, İskitlerin kurgan kültürünü yaşatmış ve hatta geliştirerek sürdürmüş olan bir halk olduğunu göstermektedir. Romalı ve Bizanslı yazarlar sonra­ki dönemlerde İskitya coğrafyasında yaşayan tüm halkları İskit olarak adlandırmış, Hazar Denizi havzasında yaşayan Türkler de İskit olarak anılmışlardır.

Avrasya Tunç Çağı kurganlarından Konisi büyük olasılıkla tarım faaliyetleri ile yok edilmiş Silivri kurganı, Avrasya Tunç Çağı kurganlarının tipik bir örneği (üstte). Mezar içinde bulunmuş olan pişmiş toprak, el yapımı tek kulplu gaga ağızlı testi “İlk Tunç Çağı Troya Tipi Gaga Ağızlı” testilerle benzerlik gösteriyor (solda).

920 yıllarında Hazar Gölü havzasına seyahat eden İbn-i Fad­lan, henüz İslâmiyet’e geçmemiş olan Oğuzların cenaze törenleri hakkında çok değerli bilgiler vermiştir. İbn-i Fadlan, Oğuzlardan biri öldüğünde ev gibi büyük bir çukur kazıldığını, üzerinin tavanla kapatıldığını, mezarın üstünün kubbe biçiminde tümsek yapıldı­ğını, cenazenin çukura elbise ve şahsi eşyaları ile konulduğunu aktarır. Oğuzların Anadolu’ya göç etmesinden kısa bir süre önce ger­çekleşen ve bir kurganı tanımlayan bu gözlemler, Türklerin kurgan kültürünün son temsilcisi olduğu­nu tartışmaya yer bırakmayacak biçimde kanıtlamaktadır. Zaten tarihsel kayıtlarda kurgan kültürü ile aktarım yapan iki önemli yazar vardır; İskit soylularının cenaze törenleri ve mezarlarını anlatan Herodotos ile Oğuz kurganlarını tarif eden İbn-i Fadlan. Her ikisi de Türk kökenli olmayan bu iki tarih­sel şahsiyet ne büyük tesadüftür ki aynı coğrafyada yaklaşık 1300 yıl arayla benzer ölü gömme gelenek­lerine şahit olmuşlardır.

Kurgan mezarlarının etnik açıdan çıkış noktasını belirlemek olanaksızdır. Buna karşın Silivri kurganı da dahil olmak üzere Türkiye topraklarındaki kurganla­rın Avrasya ve Orta Asya kökenli insanlarla bağlantıları açıktır. Türklerin de Orta Asya coğrafya­sında ortaya çıktığı ve 10. yüzyıla değin kurgan mezarları kullan­dığı bilimsel bir gerçekliktir. Bu bağlamda yalnız Türkiye Türkleri değil, tüm Türk halklarının kurgan kültürünün Önasya ve Orta coğrafyasındaki en güçlü kültürel mirasçıları olduğu hususunun söz konusu arkeolojik ve tarihsel bul­gular ışığında bilimsel platform­larda tartışılmaya başlanması gerektiğine inanıyorum.