Kasım
sayımız çıktı

‘Fransız zırhlısındaki mayın yarası değil, dinamitle biz açtık’

BOUVET’YE İLK DALAN BALIKADAM TOSUN SEZEN’İN TARİHİ DEĞİŞTİREN TANIKLIĞI

1965’te Çanakkale batıklarına ilk defa dalan profesyonel balıkadam Tosun Sezen, Türkiye’de modern dalgıçlığın yaşayan efsanesi. 78 yaşındaki Sezen, 18 Mart 1915’te batırılan Fransız zırhlısı Bouvet’ye de ilk ‘dokunan’ kişi. Uzun yıllar “mayın yarası” olarak kabul edilen delikleri dinamitle nasıl açtıklarını ve batıklarla ilgili daha birçok ayrıntıyı Ayhan Aktar’a anlattı.

Ayhan Aktar: Çanakkale’de 1915 yılında batan zırhlıla­ra dalmak ve hurda çıkar­mak durup dururken mi aklınıza geldi?

Tosun Sezen: Bizim sularda artık süngercilik bitmişti. Ay­rıca, ortağım Baskın Sokul­lu’nun dedesi Çanakkale’de sa­vaşmış olan [3. Kolordu Kur­may Başkanı] Fahrettin Altay [1880-1974] Paşa’dır. O da bize ANZAC bölgesinde kolordu kurmay başkanı iken Trium­ph zırhlısının nasıl battığını anlatırdı. Aşağı yukarı, batı­ğın nerede olduğunu bize tarif ederdi [132 m. boyunda olan 11,985 tonluk İngilizlerin Tri­umph zırhlısı, 25 Mayıs 1915 tarihinde torpille batırılmış­tır]. Tabii bu konuları kitap­lardan da okumuştuk. Böylece, dalgıç teknemizle Çanakka­le’ye geldik. Biz çalışmaya baş­ladığımızda Fahrettin Altay Paşa da gelip bizi ziyaret etti. Paşa, araziyi çok iyi tanıyor­du. Bize Kuzey Cephesindeki, ANZAC tarafındaki durumu anlattı. Mesela, ellerinde 1700 metre menzilli bir tane topları varmış. Triumph ise, o menzi­lin dışına demirlemiş. İngi­lizler istedikleri gibi ateş edi­yorlarmış. Akşam beşte, çay saatinde mola veriyorlarmış. ‘Triumph torpillendiğinde ve alabora olduğunda denizin üs­tü papatya tarlası gibi gemici­lerin beyaz kepleri ile dolmuş­tu’ demişti. Onlar yüzmeye çalışıyorlarmış. Harp dur­muş, herkes siperlerden çıkıp geminin batışını seyretmeye başlamış. Fahrettin Paşa, ‘ge­minin altında kırmızı zehirli boyası vardı’ demişti.

Fransız zırhlısındaki mayın yarası değil, dinamitle biz açtık
Dalgıç Tosun Sezen: 60’lar ve bugün Çanakkale batıklarından 1960’ların ortalarında çıkarılan metalparçalar(solda). 1960’ larda Çanakkale’da batmış olan İtilaf zırhlılarına dalan Tosun Sezen’in o günlerdeki ve bugünkü fotoğrafları (üstte).

Peki, Fahrettin Paşa baş­ka önemli bir şey anlatmış mıydı?

Önemli bir şey anlatmadı. Ama Çanakkale’ye Enver Paşa’nın geldiğini ve [19 Mayıs’ta] bir hücum emri verdiğini anlat­tı: ‘Yarın sabah hazır olun, hü­cum edeceksiniz. Bunları de­nize dökeceğiz’ demiş. Bunlar da düşmanın son derece iyi bir şekilde mevzilenmiş olduğunu ve çok iyi yerde makineli tüfek yuvaları bulunduğunu izah et­meye çalışmışlar. ‘İmkanı yok, biz bunları buradan söküp ata­mayız’ demişler. ‘Çok telefat veririz’ demişler, ama dinleme­miş. Ertesi gün binlerce asker şehit olmuş. Sonra [24 Mayıs günü] ölü gömmek için ateş­kes yapmışlar. Fahrettin Paşa, ‘o gün şehit olan askerlere, hep çok acırım’ derdi [19 Mayıs saldırısında 51’i subay olmak üzere 3369 şehit ve 97’si subay olmak üzere 5967 yaralı zayiat verilmiştir. O günün toplam za­yiatı 9484 kişidir].

Çanakkale’de çalışırken si­zin ekipte kimler vardı?

1965 yılındayız. Ortağım Bas­kın o sırada askerliğini yapı­yordu. Ben, Ali Dayı ve sünger­cilik için yetiştirdiğimiz dalgıç­larımız vardı. Bu sefer onları batıkta çalışmaya alıştırdık. Gemide yedi tane dalgıç vardı. Hatırladığım, Marmarisli Tu­ran Evcan ve Bodrumlu Kamil Ertuğrul vardı. Şimdi emekli oldular. Ayrıca, Marmarisli Fe­rit – Orhan Ergün kardeşler ve Mithat Yıldız vardı.

Ama kimi zırhlılar 70 met­re civarında yatmıyor mu?

Süngerde de 70 metreye ini­yorduk. Bizim için bir prob­lem yoktu.

Çanakkale batıklarına da­larken işe nasıl başladınız?

Çanakkale’ye gittiğimizde Ya­kup Aksoy diye bu işleri yapan birisi vardı. Gelibolu’nun ku­zeyinde Bolayır açıklarındaki [İngiliz E11 denizaltısı tarafın­dan 8 Ağustos 1915 tarihinde batırılan] Barbaros Hayrettin zırhlısına dalıyorlardı. O zırhlı­dan hurda çıkartmak için Mali­ye Bakanlığı ile anlaşması var­dı. Önce, onunla temas ettik.

Fransız zırhlısındaki mayın yarası değil, dinamitle biz açtık
Batıklardan kesilen parçalar Çanakkale Boğazı’nda çalışan Tosun Sezen ve ekibi, batıklardan kestikleri parçaları sualtında vinçe takıyor.

Batıktan hurda çıkartma işi­nin yasal çerçevesi neydi?

Maliye Bakanlığının bir genel­gesi vardı. Eğer bir batığın ye­rini ilk olarak sen bulursan ve Maliye Bakanlığı kayıtlarında bu batık yok ise, o zaman ‘ismi meçhul bir batık gemi’ bulmuş oluyorsun. O zaman, bu batık gemiden hurda çıkarma işini sana ihale ediyorlardı. Batık gemi ‘harp ganimeti’ sayıldı­ğından hurda çıkartmak ser­bestti. Çıkardığın hurdadan da % 26 vergi kesiyorlardı. Ör­neğin, bir ton bronz çıkardın, bunun 260 kilosunun parasal karşılığı Maliye’ye ödeniyor­du. Hesaplama da o zaman Ti­caret Odalarının listelerindeki resmî birim fiyatları üzerin­den yapılıyordu. Yani 260 kilo bronz, odanın birim fiyatı ile çarpılarak ödenecek vergi he­saplanıyordu. Unutmayalım, o yıllarda Türkiye bir yokluk­lar ülkesiydi. Döviz darboğazı vardı. Evde kullanılan musluk­lar da sarıdan yapılırdı. Hur­daya ihtiyaç vardı.

Peki, bu iş nasıl kontrol ediliyordu?

Kontrolü her gün tekneye ge­len maliye memuru yapıyor­du. Adamın yevmiyesini de biz ödüyorduk. Çanakkale’de­ki ambarda bizim çıkardığı­mız hurda tartılırdı. Vergiyi ona göre tahakkuk ettirirlerdi. Biraz zor bir işti. Vergiyi öde­dikten sonra malı İstanbul’da hurda tüccarlarına satardık. Çıkardığımız metaller o kadar değerliydi ki İstanbullu hur­da tüccarları bize peşin para vermek isterlerdi. Perşembe pazarındaki dökümcüler mal için yalvarırlardı. İthalat yok­tu, ama talep çoktu.

Peki, işe nasıl başladınız?

Önce, Bolayır’da hurda çıkaran Yakup Aksoy’u bulduk. Onlar derine dalamıyorlardı. Eski usul başlıkla çalışan, Çanakka­le-Çardak’tan Mehmet isimli bir usta dalgıçları vardı. Da­ha çok yüzeyden görünen ba­tıklara yani 20 metreye falan dalabiliyordu. Yakup, ‘Aman, burada derinlerde batıklar var. Pervanelerini çıkartalım’ dedi. Biz de tamam dedik. Biz de sünger avcılığı için kullan­dığımız Norveç malı Simlad marka echo-sounder’i kulla­narak Kabatepe açıklarındaki Triumph’u bulduk. Deniz di­binin yükseltilerini veren mo­dern bir aletti. Tabii ki Fahret­tin Paşa’nın tavsiyesine uyarak sahilden 1700 metre açıktan aramaya başlamıştık. Trium­ph Alman U21 denizaltısı Ko­mutanı Yüzbaşı Otto Hershing tarafından batırılmıştı. Aynı denizaltı, 16,000 tonluk 128 metre boyundaki İngiliz Majes­tic zırhlısını da [27 Mayıs 1915 tarihinde] batırmıştı. Seddül­bahir açıklarında 30 metre­de hurdası alınmış ve dağılmış olarak hâlâ yatıyor.

Majestic zırhlısının hurda­sını siz mi çıkardınız?

Hayır, onu İtalyanlar 1930’lar­da Atatürk’ten torpil yaptırıp izin alarak çıkartmışlar. Hika­yesi de şöyle: Kurtuluş Sava­şında Ankara hükümeti İtal­yanlardan bol miktarda silah ve askeri teçhizat satın alıyor. Bu işlerde aracılık yapan silah tüccarı da İtalyan deniz işleri yapan firma için Atatürk’ten ricacı olmuş. Maliye’ye bir miktar para ödeyerek izin al­mışlar. Tabii onlar sığ sular­daki gemileri boşaltmışlar. 30 metreye dalmak kolay. Riva­yete göre, Majestic’ten çıkan sarı ve bronzdan kazandığı pa­ra ile, bu işi yapan adam İtal­ya’da otel yaptırmış ve ismini de ‘Majestic’ koymuş. Bu halk arasında konuşulan bir hikaye. Doğru mu, bilemem! Bize, İtal­yanların ve sonra da Almanla­rın yanında çalışan dalgıç Ça­nakkaleli Adil Hoca anlattıydı. Biz Triumph’u ararken Yakup Aksoy heyecanlıydı. ‘Eğer Tri­umph’u bulursanız, [teknenin aşçısı] Minnoş Dayı’ya takım elbise, gömlek, ayakkabı ve kravat alacağını’ vaat etmişti.

Fransız zırhlısındaki mayın yarası değil, dinamitle biz açtık
Denizin altında savaşın izleri Batıklardan çıkarılan parçalar hurda olarak satılmak üzere hazırlanıyor.

Peki, Triumph’a ilk kim daldı?

Aşağıya ilk ben indim. Gemi, toplar batarken ağır çektiğin­den ters yatıyordu, üzerinde süngerler ve canlı hayat vardı. Fahrettin Paşa’nın bahsettiği, kırmızı zehirli boya aynen du­ruyordu. Su berraktı, manzara çok iyiydi. Koca koca orfoz­lar vardı. Görüş çok güzeldi. Kumlukta bir zeminde 60 – 70 metrede yatıyordu. Bronz per­vanelerin bir kanadı adam bo­yundaydı.

Pervaneleri nasıl söküyor­dunuz?

Tabii dinamitle kestik. Perva­nelerin bağlı olduğu 42’lik şaft­ları vardı. Ek yerlerine yuvar­lak dinamit sarıp, tellerini de yukarıdaki teknedeki manyeto­ya bağlayıp ateşleyerek kestik. Pervaneleri yukarı kaldıracak çelik tel sapanlarını önceden vurduk ki kopan pervane kuma saplanıp işimizi zorlaştırmasın diye. Dinamitleri de resmî izinli bir iş yaptığımız için devletten, yâni MKE’den satın alıyorduk.

Yukarı siz mi çekiyordunuz?

Triumph’un bir pervanesi yak­laşık 12 tondu. Tabii bu kadar büyük bir kütleyi çekip, bizim dalgıç teknesine koymamız mümkün değildi. Tekne ala­bora olurdu. İstanbul’dan 12 tonu kaldıracak vinçli gemi ki­ralamıştık. Gemi, 15 gün kadar kaldı ve iki pervaneyi çıkardı. Sahilde pervanelerin kanatla­rını kestik ve sattık.

Peki, 18 Mart’ta batan zırh­lıların yerini nasıl buldu­nuz?

Boğazda Irresistible zırhlısı­na daldık. Kepez burnundaki Jandarma Kampının açığın­da yatıyordu. Onun yerini bi­ze dalgıç Adil Hoca gösterdi. 1950’lerde Maliyeden çalışma izni alan Alman firması adına batığa dalmış ve pervaneleri­ni o şahsen çıkartmıştı. Fakat tekneye dokunmamışlar, sade­ce en kıymetli parça olan per­vaneleri almışlar.

Fransız zırhlısındaki mayın yarası değil, dinamitle biz açtık
1960’larda 30 metre derinlikte yatan Majestic batığına dalan bir profesyonel dalgıç.

Irresistible zırhlısının du­rumu nasıldı?

Ben daldığımda baktım, san­cak tarafında makine daire­sinde 2 – 2,5 metre çapında mayın patlamasından oluşan bir delik vardı. Tek delik ora­daydı. O delik gemiyi batır­mıştı. Ben delikten içeri gir­dim. Tam piston kolunun ya­nına girmişim. Bu gemide iki tane makina var. Tanesi 7,500 Beygirlik çok güçlü makina­lar. Tabii ki bu bir savaş gemi­si, hızlı hareket etmesi lazım. Kömürle çalışan, fakat 18 knot sürati olan bir gemiden bahse­diyoruz. 18 Mart’ta Irresistib­le zırhlısı topçu ateşine maruz kalmış. Daha sonra da sancak tarafından mayına çarptıktan sonra yana yatmış ve epey sü­rüklenmiş. Erenköy koyunun kuzeyinde ve açıkta batmış. Biz geminin makine dairesinde yaklaşık üç sene çalıştık. Torpil kovanlarını da çıkardık. Onla­rın ayar direksiyonlarından eve kahve sehpası yaptırdım, hâlâ kullanıyoruz. Sonra, havalar müsait oldukça Ocean’ı ve Bou­vet’yi aramaya başladık.

Ocean’ı ve Bouvet’yi de sizin Norveç teknolojisi ile mi buldunuz?

Hayır. Oxford Üniversitesinde, yeni bir bilim dalı olan ‘arkeo­metri’nin kurucusu olan Prof. Teddy Hall [1924-2001] yakın arkadaşımızdı. Oxford’da ar­keolojik kalıntıların yaşlarını tespit eden bir laboratuvar kur­muş ve deniz dibindeki metal­lere karşı hassas olan ‘manye­tometre’ isimli bir alet yapmış­tı. Biz kendisiyle Bodrum’da tanıştık. Teddy’nin ‘manyeto­metre’ aletini kullanarak, Boğa­zın ortasında bulunan Ocean’ı ve Bouvet’yi bulduk. Toplar ve bordada su kesiminin üzerin­deki 30 cm kalınlığındaki zırh­lar ağır bastığından, yine ters dönmüş olarak yatıyordu. İl­ginçtir, İngilizler gemileri kap­ladıkları zırhları da savaştan önce Alman Krupp firmasın­dan almışlardı. Ocean’ın perva­neleri çamurun içindeydi. Bi­raz uğraştık, ama o günkü tek­noloji ile onları çıkaramadık. Ama artık bu işler çok kolay. Bugün robot indirip, dalıp çı­karabilirler. Pervaneleri Deniz Müzesinde sergileyebilirler.

Ocean’ın durumu nasıldı?

Ocean’da ufak delikler vardı. Deliklerin bir tanesi mayın ya­rasıydı. 1968 ile 1970 arası biz bu batıkta çalıştık. Ama çalış­ma şartları çok zordu, boğazın tam ortasındaydı. Akıntı çok kuvvetliydi, dalgıçların hor­tumları sürükleniyordu. Ancak hava müsait olduğu zaman Oce­an’da çalışabiliyorduk. Hava sert estiği zaman ise, Bouvet ve­ya Irresistible’de çalışıyorduk.

Fransız zırhlısındaki mayın yarası değil, dinamitle biz açtık
Ali Dayı dalış teknesinde hazırlık Tosun Sezen ve diğer balıkadamlar 1960’ların ortalarında Ali Dayı adlı teknede dalışa hazırlanıyor.

Mesela, Ocean gibi bir gemide, pervaneler dışında kıymetli metal ne var?

Bütün makine dairesinde kıy­metli metaller, bronz var. Ör­neğin, ‘kondenser’ dediğimiz soğutucular var. Deniz suyunu alarak sistemi soğutuyor. On­lar bakır, sarı ve bronz oluyor. Başta ve kıçta, torpil kovanla­rı var. Mesela, makina daire­sindeki merdiven basamakla­rını bile adamlar sarı alaşım­dan yapmışlar.

Bouvet’yi nasıl buldunuz?

Bouvet’yi de Teddy’nin ‘man­yetometre’sini hem de bizim echo-sounder’i kullanarak 1967’de bulduk. Bouvet’nin batışını gösteren iki tane fo­toğraf vardır. O fotoğraflara bakarak Erenköy koyu açık­larında sistematik bir tarama başlattık. Bouvet’yi de Maliye Bakanlığına tescil ettirip mu­kavelesini yaptık. Bize dalış ve hurda çıkartmak için üç sene izin verdiler. Bouvet’ye ilk ola­rak ben indim.

Ne durumdaydı?

Yine ters dönmüş ve baş tara­fı biraz yukarıda duruyordu. Çok büyük bir projektörü var­dı. Bouvet’in üç pervanesi var­dı, ama kıçı kuma gömülüydü. Onları çıkartamadık. Tabii ki biz işimize bakıyorduk. Yal­nız bir gün, sırf merak ettiğim için geminin ortasındaki san­cak tarafındaki müthiş büyük bir delikten içeri girdim. Ama ona delik demek de doğru ol­maz, aslında koca bir yırtık vardı. Sanki orada bir patlama olmuştu.

Sizce, o yara nasıl oluşmuştu? Örneğin, top mermisinin cephaneliği patlatması olabilir mi?

Evet, öyle görünüyordu. Bir patlama var. Ama tabii ben elli küsur yıl sonra böyle sorularla muhatap olacağımı bilmediğim için o yıllarda özel bir araştır­ma yapmadım! Ben o yarıktan içeri girdiğimde, etraf darma­dağınık olmuştu. Hiçbir şey yerli yerinde değildi. Orada bir karmaşa vardı. Her şey parça­lanmıştı. Büyük bir patlama ile her şey dağılmıştı. Ya cephane­lik patladı veya makine daire­sinde istim kazanı patladı.

fransız
Torpil test levhaları Bouvet’nin torpillerinin kontrol edildiğini gösteren test levhaları Tosun Sezen’in özel koleksiyonunda (üstte). Batıklardan çıkarılan ağır parçalar yüksek tonajlı bir gemiye yükleniyor (üstte sağda).

Savaş tarihinden ve topçu subaylarının anlattıklarından anladığımız kadarıyla, Bouvet suyun bir metre altında bir mermi isabeti alıyor. Bu isabetten sonra patlama ile kırmızımsı bir duman çıkarıyor ve sancak tarafına yatıyor. Sonra da baş tarafından mayına çarpıyor ve iki dakikada batıyor.

Bouvet’de mayın deliği falan yok, çünkü Bouvet zırhlısı ma­yına çarpmamıştı! Diğer ge­milerdeki mayın yaralarının ne olduğunu ben çok iyi bili­yorum. Bouvet’de ortada koca bir yara var, o da mayın yarası değil. Mayın yarası ile Bou­vet çapındaki gemi iki dakika­da batmaz… Ayıptır söylemesi, birilerinin başta mayın deliği olarak anlattığı delikleri de di­namitle biz açtık! Baş tarafta­ki bronz torpil kovanlarını çı­kartmak için açtık!

Nasıl yani?

Çok kolay. Önce geminin baş tarafında küçük bir delik açtık. Sonra o delikten şamandıralı dinamiti içeri bıraktık, patlattık.

Fransız zırhlısındaki mayın yarası değil, dinamitle biz açtık
Kovan direksiyonu salonda sehpa… Sezen’in Irresistible zırhlısından çıkardığı torpil kovanları ayar direksiyonu, bugün salonunda kahve sehpası. Üzerinde aynı batıktan çıkarılan ispermeçet mumu var.

Şamandıralı dinamit nedir?

Eğer dinamiti delikten içeri bı­rakırsan yer çekimi ile denizin dibine oturur. Patlamanın etki­si sınırlı olur. Ama bir de balon gibi ucuna şamandıra bağlarsan yukarıya kalkar ve patladığında istenen deliği açar. Sonra da ra­hat rahat içine girer, çalışırsın.

Bouvet’de ne kadar çalıştınız?

İki ay kadar çalıştık. Ama ara ara gidiyorduk. Biz 1965 ile 1970 arasında sadece yaz ay­larında çalışıyorduk. Sadece bir kış sürekli çalıştık, ancak lodos havalarda çalışılabili­yordu. Hava çok estiği zaman Bouvet’nin bulunduğu yer kuy­tu oluyordu. Akıntı fazla tesir­li değildi. Akıntı fazla olunca, akıntının kuvveti hortumu ve hortum da dalgıcı sürükler. O tip batıklara ‘çan teknolojisi’ ile dalmak lazım. Ama bizde o kadar para yoktu.

Bu batık çıkartma işi ne zaman bitti?

1970’lerde balıkçılar bizim kul­landığımız dinamitlerin balık neslini yok ettiğini iddia ede­rek şikayet ettiler. Bu da pek doğru değildi. Çünkü biz gemi­nin ucunda dinamit patlattığı­mız zaman, geminin kıçındaki bir noktada bizim maliyeciler balık tutuyorlardı. Balıkçılar biraz mübalağa ediyorlardı. Sonra dinamit atmayı yasakla­dılar. O zaman da bizim çalış­mamız imkansız oldu.