12 Eylül döneminde Kapadokya sözcüğü Yunanca diye yasaklanınca uydurduğum, “Kapadokya, Persçe ‘Güzel Atlar Ülkesi’ demektir” yalanı gerçek kabul edildi ve birçok kaynak kitapta yer aldı.
Turizm Bakanlığı her yıl baharla birlikte turizm mevsimini bir törenle açmayı geleneksel hale getirmişti. Bu da, Ankara’da genellikle ilgili bakan ya da kimi kez başbakanın katıldığı bir etkinlik biçiminde olup bitmekteydi. İlk kez 1981 yılında törenin Ankara yerine turistik bir yörede yapılmasının daha uygun olacağı düşünülmüş, Kapadokya bölgesinde karar kılınmıştı.
1981 yılı baharından söz ediyoruz. 12 Eylül 1980 darbesinin lideri Kenan Evren, orgeneral üniformasıyla ve “Devlet Başkanı” olarak görev yapıyor, devlet kurumları üzerinde askeri vesayetin etkisi olanca gücüyle hissediliyordu. İşte bu atmosfer içinde alınan “turizm sezonunu açma” töreninin turistik bir bölgeye taşınması, yerli ve yabancı bir çok davetlinin katılımıyla kapsamının genişletilmesi kararı, törenin devlet çapında bir olay haline getirilmesini, haliyle de Devlet Başkanı’nın katılımıyla yapılmasını gündeme getirmişti. Yani turizm yılını Kenan Evren açmış olacaktı. Bu yüzden, mevcut durum Kültür Bakanlığı’nın üst düzey yöneticilerini ne gibi farklı etkinlikler yapılabilir araştırmasına sevketmişti.
Bense uzun bir süreden beri, her fırsatta o bölgeye gidip gelmekte, bol bol fotoğraf çekmekte idim. Çünkü Türkçe’de bu çok ilginç coğrafyayı tanıtacak doğru dürüst bir yayının bulunmadığını farketmiştim. Amacım hem albüm hem de gezi rehberi yerine geçecek bir kitap hazırlamaktı. Gerek görsel malzeme yönünden, gerek bilgi birikimi yönünden oldukça donanımlı bir hale gelmiştim. Kapadokya konusunda bir de sergi açmıştım. Zamanın müsteşarı ve yardımcıları başta olmak üzere pek çok bakanlık elemanı benim Kapadokya üzerine çalışmalarımdan az çok haberdardılar. Beni Bakanlığa çağırdılar, açılış töreni için neler yapılabileceğini sordular. Onlara bir diaporama gösterisi hazırlayabileceğimi, bir de hem Türkçesi hem de İngilizcesi hemen hemen baskıya hazır bir kitabım olduğunu söyledim. Her iki projem kabul edildi. Artık açılış tarihine kadar yoğun bir şekilde çalışmam gerekiyordu.
Bir yandan hayat devam ediyordu. Küçük bir zaman aralığı bulabilirsem, dostları arayıp sormayı ihmal etmiyordum. TRT Genel Müdürlüğü o zamanlar Kavaklıdere’ye yakın bir yerde, yolumun üzerindeydi. Çalışmalarımın son aşamasına geldiğim, kitabımın bütün fotoğraflarının renk ayrımlarının bittiği, sayfa kalıplarının hazırlanmakta olduğu bir anda, -o zamanlar sanırım TV program Müdürü olan- dostum Sedat Örsel’e öylesine uğramıştım… Kendisi sözü sohbeti yerinde, esprili, neşeli bir arkadaştır. Ama nedense o gün pek düşünceli ve durgun görünüyordu. Nedenini sordum. “Hiç sorma” dedi, “Askerlerden kötü bir fırça yedik.” Peki ama, niçin? Meğer “Kapadokya” adlı bir belgesel yapıp yayımlamışlar, suçları buymuş. Ama Kapadokya sözcüğü, askeri yönetim tarafından yasaklanmış. O yöreden söz ederken “Kapadokya” yerine “Göreme ve çevresi” denilmesi gerekiyormuş. Çünkü Kapadokya sözcüğü Eski Yunanca sanıldığından, Anadolu’daki kimi antik isimleri canlı tutmak topraklarımızda gözleri olanları iştahlandırırmış, hak iddiasında bulunurlarmış.
Bazı kafalarda böyle bir düşünce varsa, bu beni de çok yakından ilgilendiriyordu. Beş on gün sonra bir devlet kuruluşunun patronajlığında “Kapadokya” isimli bir kitabım çıkacak, üstelik “Kapadokya” sözcüğünü yasaklayan askeri yönetimin lideri Kenan Evren’in açılışını yapacağı törende dağıtılacak. Bu da yetmiyormuş gibi o seremoninin uvertürü olarak yine benim “Doğanın Şiiri Kapadokya“ isimli müzikli gösterim sunulacak. Bir an gözümün önüne Evren’in o asık yüzü, çatılmış kaşları geldi, dehşete kapıldım.
Aslında Kapadokya sözcüğünün yasaklanma gerekçesinin saçmalığı da meydandaydı. Kapadokya tarihi konusunda epey zamandır çalışıyordum, öğrendiklerim henüz belleğimde taptazeydi. Anadolu’da pek çok kavim yaşamış, yerel devletler ve devletçikler kurmuşlardı. Pek çoğunun dili de günümüze ulaşamamıştı. Kapadokya adının da bu yerel dillerden birinin yadigarı olduğunu düşünüyordum. Hiçbir kaynakta bu ismin Grekçe ile bağlantısı olduğuna dair bir işarete rastlamamıştım. Aksine, onun yerine önerilen “Göreme”nin, bölgenin eski adı “Korama”dan geldiğini bunun da Yunanca kaynaklı bir sözcük olduğunu okumuştum.
Bir yandan dostum Sedat Örsel’in üzüntüsünü hafifletmek, bir yandan da içimdeki isyana tercüman olmak için “Ne demek yahu!? Bir kere Kapadokya değil asıl Göreme Yunancadan geliyor!” dedim. Bu sözüm üzerine Sedat “Sahi mi söylüyorsun” dedi. “Elbette sahi” dedim, “kitabını yazmışım”.
Sedat vakit geçirmeden hemen telefona sarıldı. Bir numara çevirdi. Doğrudan “Paşam” dedi, “Kapadokya kelimesi Yunanca değilmiş. Burada bu işleri çok iyi bilen bir arkadaş var, o öyle söylüyor.” Sedat’ın “Paşam” diye hitap ettiği kişinin o anda kim olduğunu bilmiyordum. İhtilal Konseyi adına TBMM’nin başkanlık odasını mekan tutmuş olan Oramiral Işık Biren imiş. Küçük bir konuşmadan sonra Sedat bana döndü ve “Sayın paşam hangi dilden olduğunu soruyorlar” dedi. Akıl yürütmeye çalıştım. Dediğim gibi, Anadolu’nun unutulmuş eski dillerinden birinden geldiğini düşünüyordum. Ama bunu o biçimde söylesem temelli kafa karıştıracağım kesindi. Hellenistik çağda bir Kapadokya devleti var. Sonrasında Anadolu Romalıların eline geçince Kapadokya Eyaleti olmuş. Ama daha da öncesinde de Anadolu’nun iki yüz yıl boyunce Pers egemenliğinde kaldığı, Kapadokya’nın o imparatorluğun bir satraplığı, yani eyaleti şeklinde yönetildiği gerçeği de mevcut. Bilgilerim beni en eskiye sevkettiği için “Persçe olabilir” dedim. Sedat benim “olabilir” şeklindeki ifademdeki tereddütü bir kenara bırakıp karşı tarafa yekten “Persçeymiş Paşam” diye nakletti. Aman, Yunanca olmasın da, nece olursa olsun hesabı… Paşa hemen ikna olur mu, bu kez de “Sor bakalım, ne anlama geliyormuş” demez mi… Mutlaka bir anlamı mı olması gerek? Ama battı balık yan gider, bu soruya da akılcı bir yanıt bulmak gerek. Bildiğim kadarıyla at yetiştirme üzerine yazılmış ilk kaynak Hititçe ya da Urartucaydı. Yani Anadolu ile ilintili. Ahiyyava prenslerinin binicilik eğitimi almak üzere Hitit ülkesine geldiklerine dair kayıt tutulmuş. Bir geç Hitit dönemi krallığı olan Tabal krallığı Asurlulara vergisini at olarak ödüyormuş. Persler de aynı şeyi yapmış olamaz mı… Ben de hemen yakıştırıp yapıştırdım: “Güzel Atlar Ülkesi gibi bir şey olabilir”. Benim bu sözüm de “Güzel Atlar Ülkesi” şeklinde kesinlik kazanmış oldu.
Bu telefon üzerinden kurulmuş olan diyalog burada kalsaydı ne güzel olurdu. Ama kalamazdı ki… Önümüzde bir tören, bir gösteri ve kitap yayını vardı. Onların da kazasız belasız kotarılması gerekiyordu. Hemen basımevine koştum. İlk nüshası Kenan Evren’e sunulacak olan Kapadokya kitabımın önsözünün en başına “Adını Persler koymuş, Katpatukya o dilde Güzel Atlar Ülkesi anlamına geliyormuş” tümcesini ekledim. Böylelikle askeri idarenin gadrine uğramamış olacaktım. (Bir not düşeyim: Kitabım daha sonraki bir tarihte Nevşehir Valiliği’nin isteği üzerine “Gezi Rehberi” formatında beş dilde yeniden yayımlandı).
Benim Kapadokya kitabım, bu zorunlu palavra haricinde ciddi araştırmalara dayanan ve sağlam bilgiler aktaran bir kitaptı. İntihal kültürünün çok gelişkin olduğu ülkemizde, o günden sonra çıkan kitapların neredeyse tümü, dergi ve gazetelerde yer alan tanıtma yazıları, röportajlar benim ki- tabımdan ve zincirleme olarak birbirinden yürütme olduğu için, hepsi acımasız bir tuzağa düştüler. “Güzel Atlar Ülkesi” tanımını en çok o bölgenin halkı sevdi, benimsedi. Bir slogan haline getirildi. Kentlerin girişindeki levhalardan hatıra eşyasına varıncaya kadar her yere yazıp çizdiler. Şimdi ora- larda “Bunu ben uydurdum” desem “Yok canım, biz bunu dedelerimizden duyduk” diyeceklerine eminim.
“Güzel Atlar Ülkesi” tanımı Kapadokya’ya gerçekten yakıştı. Zaten bölgedeki Sultan Sazlığı’nda yılkı atları hâlâ koşturuyorlar. Kapadokya halkı bu yakışıklı sıfatı kullanmayı sürdürsün tabii ama işe Persleri filan karıştırmasınlar.
Kenan Evren huzurunda ve Ürgüp Turban tesislerinde gerçekleştirilen o “Turizm Sezonu açılışı” nasıl geçti derseniz, derim ki şahane bir gala görünümündeydi. Özellikle “Doğanın Şiiri Kapadokya” adlı diaporama gösterim büyük sükse yaptı. Dakikalarca alkışlandı, tebrik eden edene… (Diaporama iki projeksiyonla yapılan bir dia gösterisidir. Yumuşak ya da özel efektli geçişlerle fotoğrafların belli sürelerle art arda sıralanması, gösterinin tümüne sinemasal bir bütünlük kazandırır. Bu yöntemle belli bir konuyu bir senaryoya uygun biçimde etkili bir iletişim aracı olarak kullanabilirsiniz. Bu tür gösterilerde müzikle görüntü uyumu ustalık gerektirir. Amacım Kapadokya’yı bu dünyadan ayrı gizemli bir gezegen gibi sunmaktı. Müzik olarak Tarkovski’nin Solaris filminin müziğini seçmiştim. Ortaya gerçekten çok başarılı bir kompozisyon çıkmıştı).
Tamamen bir raslantı eseri, İstanbul ve Kapadokya’nın Unesco’nun Dünya mirası listesine alınması konusunda rapor hazırlayacak bir heyet Türkiye’de ve o anda Kapadokya’da imiş. Yemek salonunda onlar için özel bir masa hazırlamışlar. Heyetin başkanı ve bir kadın delege yanıma geldi. Gösterimi hararetle övdükten sonra “Bizim raporumuz bu gösterinin yanında solda sıfır kalacak. En iyisi rapor yerine genel kurulumuza bu gösteri sunulsun” dediler. Nitekim bu isteklerini Dışişleri Bakanlığı’na da iletmişler. Bir organizasyon yapıldı. Oğlumla birlikte Paris’e gittik ve UNESCO Genel Merkezi’nin muhteşem bir tiyatroyu andıran salonunda genel kurul üyelerine o gösteriyi sunduk. Akabinde hem İstanbul hem Kapadokya aynı genel kurulca dünya kültür mirası listesine kabul edildi. Böylece bu çorbada da hiç ihmal edilmeyecek kadar tuzumuz oldu. Kapadokya’nın tanıtımına katkılarımdan dolayı Ürgüp Belediyesi, Bekir Ödemiş’in başkanlığı zamanında bir caddeye benim adımı verdi.
Kimi şehir efsaneleri, ilgisiz bir olaydan ya da basit bir sözden ortaya çıkabilir. Tevatür büyür, kuşaklar boyunca gerçek gibi kabul edilir. Benim de zorda kalıp, ayaküstü uydurduğum bir yalanın, evrensel bir gerçek sayılır olup çıkması işte böyle oldu.
Peki, “Güzel Atlar Ülkesi” betimlemesi Kapadokya’ya yakıştı mı? Elhak yakıştı. Zaten bölgenin bir parçası olan Sultan Sazlığı’nda yılkı atları sürü halinde günümüzde bile oradan oraya koşuşturup durmaktalar. Bence Kapadokya halkı bu yakışıklı sıfatı kullanmayı sürdürsün. Ama işe Persleri filan karıştırmasınlar, ayıp olur.
Kapadokya adı gerçekte nereden geliyor?
Kapadokya teriminin kaynağı tartışmalıdır. Kapadokya sözcüğü önce Medler tarafından, sonra Perslerce kullanılan Katpatuka sözcüğünün Helenler tarafından söyleniş biçimi olabilir.
FARUK PEKİN
Kapadokya, Med, Pers, Helenistik, Roma, Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde farklı sınırlara sahip olmuştur. Klasik antik yazarlar Doğu Karadeniz’i Pontos Kappadokiası (Pontus Cappadocia), bugünkü Çorum, Yozgat, Kırşehir, Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri illerinin kapsadığı bölgeyi ise, bazen de komşu Amasya, Tokat, Sivas, Malatya, Kahramanmaraş illerini de dahil ederek Büyük Kappadokia olarak adlandırmışlardır.
Kapadokya sözcüğünü, yerbilimcilerin de önerdiği gibi (Kapadokya Volkanik Bölgesi), coğrafi ve kültürel benzerlikleri, tarihsel arka planı ve günümüz turistik anlamlandırılmasını dikkate alarak Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir illerini kapsayan bir dörtgenin içinde yer alan bölgeyi tanımlamada kullanıyorum.
Kapadokya teriminin kaynağı tartışmalıdır. Sözcük önce Medler tarafından, sonra Perslerce kullanılan Katpatuka’nın Helenler tarafından söyleniş biçimi olabilir. Katpatuka sözcüğüne yazılı olarak ilk kez Pers Kralı Büyük Daryuş’un (Dareios, hüküm sürdüğü dönem MÖ 522-486) İran’daki Bisütun (Behistun) Dağı yazıtında rastlanır. Büyük Daryuş, tanrısı Ahura Mazda’ya şükran sunduğu bu yazıtında ayrı ayrı Eski Farsça, Elamca ve Akadca dillerinde çivi yazısıyla egemenliği altına aldığı ülke ve toplulukları sıralarken üç dilde Katpatuka sözcüğüne de yer vermiş. Ahameniş Krallığının en önemli kentlerinden olan Persepolis antik kentindeki taht salonunun (Apadana) doğu merdivenlerindeki kabartmalar arasında krala hediye (ya da vergi) sunan halklar arasında atlarıyla Kapadokyalılar da yer alır. Kapadokya sözcüğüne İncil’de (Yeni Antlaşma) de yer verilir (Elçilerin İşleri, 2/9-11).
Bilge Umar’a göre sözcük bölgenin baş-tanrısının (Hepat/ Khepat) adından kaynaklandı ve “Khepat Halkının Yurdu” anlamında “Khepatukh” sözcüğünden türedi. Başta Yaşlı Pilinius (MS 23/24 – 79) olmak üzere bazı antik yazarlara göre Kapadokya sözcüğü Kızılırmak’ın bir kolu olan Kapadoks (Cappadox, Delice Çayı) adından türetilmiştir (Kappadokia-Kapadoks Yurdu). Bir başka yerde ise Kapadokya sözcüğünün Asur Kralı Ninias’ın oğlu Kapadoks’tan kaynaklandığı ileri sürülür.