LGBT’ye eklenen “I” harfini karşılayan interseks sporcular, özellikle atletizm ve olimpiyat tarihine isimlerini yazdırdırlar. Hem spor camiasının hem basının hem de kamuoyunun yasak ve alaylarına maruz kalan sporcular, rakipleriyle olduğu kadar yerleşik yargılarla da mücadele ettiler. Mary Louise Edith Weston’dan Caster Semenya’ya…
Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya nüfusunun yüzde 1.7’si bu durumdan etkileniyor.
Almanya’da Federal Yüksek Mahkeme’nin üçüncü cinsiyete izin verdiği haberi medya organlarını süslüyor. Buna göre anne ve babalar interseks (iki cinse de ait genital organlar, üreme organları ve/veya farklı kromozomlara sahip insanları kapsayan biyolojik bir durum) çocuklarını üçüncü cinsiyet olarak yazdırabilecekler. Hükümet gelecek yılın sonuna kadar bu konuyu düzenleyecek bir kanun çıkaracak.
Yıllarca “hermafrodit” olarak tanımlanan bu bireylerle ilgili kullanılacak ifade zaman içinde değişmiş durumda. LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) kavramı yerini LGBTİ’ye (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) bırakmaya başladı. İşte bu hareketin güçlenmesiyle birlikte artık “interseks” kavramı tercih ediliyor. Aktivistler, doğadaki salyangozlar gibi hermafrodit türlerin neredeyse tamamının birden fazla cinsiyet taşıdığını, oysa insanların böyle olmadığını vurguluyorlar.
Peki bağnazlığın en güçlü kalelerinden spor dünyasında durum nasıl?
Yıllar içinde trans bireylerin Olimpiyat Oyunları’na katılabileceği kabul edilmeye başlandı. Fakat söz konusu interseks bireyler ise durum çetrefilleşiyor. Yapılan testlerin sonuçlarına göre karar veriliyor.
Caster Semenya
2009’da pistlere fırtına gibi giren Güney Afrikalı Caster Semenya, sporda interseks tartışmalarını arttırmıştı. Uluslararası Atletizm Federasyonu (IAAF) kısa sürede 1500 metre derecesini 25 saniye, 800 metre derecesini 8 saniye geliştiren atleti incelemeye aldı. Finalden saatler önce bu cinsiyet testinin yapılması ve isteniş şekli dikkati çekiyordu. Kimilerine göre genç atlet ayrımcılık, bazılarına göre de ırkçılık kurbanıydı.
Bir süre atletizmden men edilen Semenya için son sözü IAAF 6 Temmuz 2010’da söylemişti; yarışlara katılabilecekti. “Erkekliğin genetik alameti farikası sayılan Y kromozomu” Güney Afrikalı sporcuda yoktu. 2012 Londra’da elde ettiği 800 metre olimpiyat şampiyonu unvanını 2016 Rio’da da koruyan sporcu, bu yıl düzenlenen Dünya Şampiyonası’nda da 800 metrede altın, 1500 metrede de bronz kazanmıştı.
“Tanrı ben böyle yarattı ve ben bu durumu kabullendim” diyen Semenya, Ocak ayında 28’inden gün almaya başlayacak. Lezbiyen olan ve partneri Violet Raseboya ile evlenen atlet, tarihte interseks durumu bilinen ilk sporcu değil.
Spor tarihinin unutulmazları
1905-1978 tarihleri arasında yaşayan Mary Louise Edith Weston, 1920’lerde Britanya’nın en başarılı sporcularından biriydi. Cirit, disk ve gülle atmada İngiltere şampiyonu olan atletin jenital organında anomali vardı. Çocukluğundan itibaren kız olarak yetiştirilen Weston, 1936’da ameliyat masasındaydı. Artık adı Mark’tı. Aynı yıl evlenen eski sporcunun üç çocuğu olmuştu.
1911’de Stanislawa Walasiewicz adıyla doğan Stella Walsh, Polonyalı göçmen bir ailenin çocuğuydu. Ailesi henüz o üç aylıkken, iş umuduyla Yeni Dünya’ya ayak basmıştı. Cleveland’daki devlet okulunda atletizmle tanışmış; kısa sürede nam salmıştı. Fakat bir sorun vardı; 21 yaşına kadar hukuken Amerikan vatandaşı olma şansı yoktu. Poznan’daki bir uluslararası yarışmada beş altın kazanmıştı. Polonya’da kalıp milli takım için yarışması söylense de, Stella büyüdüğü topraklara geri dönmüştü. 1930’da ulusal şampiyonada üç altın kazandığında ortalık kızışıyordu. ABD bekleme şartını rafa kaldırıyor, vatandaşlık öneriyordu. 1932 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’nda yine Polonya adına yarıştı ve 100 metrede dünya rekorunu egale ederek altın kazandı. Dört yıl sonra Berlin’de gümüşte kaldı.
Kariyerini noktaladıktan sonra genç sporculara destek veren Walsh, 4 Aralık 1980’de talihsiz bir şekilde hayatını kaybetmişti. Şehre gelen Polonyalı basketçilere verilmek üzere kurdele almaya giden eski atlet, silahlı bir soygunda ölmüştü. Yapılan otopside uterusunun olmadığı, işlevsiz, az gelişmiş bir penise sahip olduğu görülmüştü. Kimileri madalyalarının alınmasını istese de bu talep reddedilmişti.
Zdena Koubkova’dan ‘Press Biraderler’e
1913’te doğan Zdena Koubkova, 1930’larda ülkesinde fırtınalar estirmişti. 1934’te 100 metre, 200 metre, 800 metre, yüksek atlama ve uzun atlamada Çekoslovakya şampiyonu olan atlet, aynı yıl 800 metrede dünya rekoru kırmıştı. Gazeteler aşırı kaslı yapısından dem vuruyor, etek yerine pantolon giymesi öneriliyordu. Weston gibi 1936’da ameliyat olan eski sporcu, yarım asır sonra son nefesini Zdenek Koubek olarak vermişti.
1926’da doğan Foekje Dillema, IAAF tarafından 1950 Avrupa Atletizm Şampiyonası için getirilen zorunlu cinsiyet testine girmediği için ömürboyu yarışlardan men edilmişti. O yaz evine dönen Hollandalı sprinter inzivaya çekilmişti. 2007’deki ölümünden sonra elbisesinden alınan DNA örneğinde Y kromozomu tespit edilmişti. 1966’da getirilen Barr Testi’ne göre Dillema’nın 2011’e kadar yarışması mümkün değildi. O tarihten bu yana Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve IAAF testosteron seviyesine bakıyor.
Press Kardeşler Sovyetler Birliği’nin atletizmdeki medar-ı iftiharlarındandı. Bugünün Ukrayna topraklarında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğanlardan Tamara 1937, kardeşi Irina 1939’da dünyaya gelmişti. Güllede beş, disk atmada altı dünya rekoru kıran, 1966’ya kadar adeta yenilmez olan Tamara, ilk olimpiyat altınını 1960’da güllede kazanmış, dört yıl sonra hem unvanını korumuş, üstüne bir de disk atmada altın kazanmıştı. Sprinter ve pentatlet olan Irina ise 1932-1968 yılları arasında olimpik takvimde yerini alan 80 metre engellide 1960 Roma’da birinci olmuş, 1964 Tokyo’da da pentatlonda tarihin ilk olimpiyat altınını kazanmıştı. Görüntüleri nedeniyle yer yer basın tarafından “Press Biraderler” olarak anılan ikili, cinsiyet testlerinin zorunlu kılındığı 1966’da emekliye ayrılmıştı. Kimilerine göre interseks durumları vardı, bazılarına göre başarılarının sırrı yıllarca verilen dopingde saklıydı…
1966: Cinsiyet testleri
1966 Avrupa Atletizm Şampiyonası öncesi başlayan cinsiyet testleri, 1968 Olimpiyat Oyunları ile birlikte kural olmuştu. Jinekologlardan fizyologlara değişik uzmanlar, sporcuların cinsiyetinin peşine düşmüştü. Fakat ne olduğu kolayca anlaşılamayan durumlardan genetik olarak anormal olanlara birçok insanın ailesinden bile saklamak istediği hususlar açıkça konuşulmaya, kişiler damgalanmaya başlamıştı. Amerikan Tıp Birliği dergisi de cinsiyet testlerinin kadınlara karşı ayrımcılığı körükleyeceğini ve çıkacak bazı sonuçların atletlerin yaşamını derinden etkileyebileceğini savunmuştu. Buna rağmen 1999’da IOC tarafından durduruluncaya kadar Olimpiyat Oyunları’na katılan her sporcu bu teste girmiş, sadece binicilikte 1976 Montréal’e katılan İngiltere Prensesi Anne’in unvanı, kadınlığının sorgulanmasına mani olmuştu.
Tarihin en iyi yüksek atlamacılarından Iolanda Balas’ı da yeri gelmişken anmalı. İkisi olimpiyat olmak üzere 1957- 1966 yılları arasında üst üste 150’den fazla yarışmada birinci gelen, dünya rekorunu 14 defa geliştiren, Macar asıllı Rumen bir ailenin çocuğu olan sporcu hakkında zamanın gazeteleri türlü iddialar ortaya atmıştı. Bunlardan biri de onun “erkek” olduğu hakkındaydı. 1936 yılında doğan atlet, zorunlu cinsiyet testlerine girmeden emekli olmuştu. Geçen yıl ölen Balas, Romanya Atletizm Federasyonu’nda 17 yıl başkanlık yapmış, IAAF’ın kadınlar komisyonunda uzun süre görev almıştı.
1946’da doğan Ewa Klobukowska’nın da hikâyesi buruktu. 1964 Tokyo Olimpiyat Oyunları’nda bir altın, bir bronz kazanan sprinter, zorunlu hale getirilen cinsiyet testlerine takılıyordu. IAAF’a göre bir Y kromozomu fazlaydı. Yarışabilmek için ilaçlara sarılmışsa da kromozomlarını değiştiremiyordu. Kariyeri böylece sona eren Polonyalı sporcu, 1968’de çocuğunu doğurmuştu. Kırdığı üç dünya rekoru iptal edilmiş, fakat madalyalarına dokunulmamıştı. Genetik anomalisi vardı; kimilerine göre men edilmesi saçmaydı.
1948’de doğan Erika Schinegger 18 yaşında dünya şampiyonu olmuştu. 1968 Kış Olimpiyat Oyunları’na hazırlanırken, girdiği test hayatını değiştirmişti. Sonuçlara göre erkekti; kadın olarak yarışması mümkün değildi. Ameliyat olan Avusturyalı kayakçı, erkek olup Erik adını almıştı.
Dünya şampiyonluğu geri alınmadıysa da yıllar sonra bir televizyon programında kazandığı altın madalyayı çoktan ikinciye verdiği ortaya çıkan sporcunun otobiyografisi Fransa’da çok satmış, hakkında Erik(A) adlı bir belgesel çekilmişti.
Pistlerden mahkemelere…
1961’de doğan Maria José Martínez-Patiño’nun başına gelenler de spor tarihine geçmişti. 1983’te Dünya Şampiyonası’na katılan İspanyol atlet, 100 metre engellide yarışıyordu. İki yıl sonra Japonya’da düzenlenen Dünya Üniversite Oyunları’na (Universiade) gittiğinde, bir sorun vardı. Yapılan yeni test, onun müsabakalara katılamayacağını söylüyordu. Yetkililer ona sakatlanmasını tavsiye etse de o hakkını aradı. Başarılı atlet, “androjen duyarsızlık sendromu”na sahipti. Durumu ona bir avantaj sağlamadığı halde men edilmişti. Ertesi yıl ulusal atletizm şampiyonasında boy göstermek istediğinde, Martínez-Patiño’nun önünde iki seçenek vardı: Ya sessizce çekilecek ya da sonuçlarına katlanacaktı. Tehditlere pabuç bırakmayınca bursundan olmuş, lojmanından çıkarılmıştı. Bunlar yetmezmiş gibi basın tarafından adeta cezalandırılmıştı. Ne özel hayatının gizliliği kalmıştı, ne de nişanlısı. Bildiği yoldan şaşmamış, men kararını mahkemeye taşımıştı. Hukuk mücadelesinin sonunda yeniden pistlere dönen atlet, doğduğu topraklarda düzenlenen 1992 Olimpiyat Oyunları’na katılmak istese de ülke seçmelerinde başarılı olamamıştı. Ama onun adeta tek başına verdiği savaş, başkalarına kapıyı aralayacaktı.
Judoda dört olimpiyat gören Edinanci Silva, 1976’da interseks olarak doğmuş, 1990’larda geçirdiği ameliyatla kadın olmuştu. İki dünya ikinciliği bulunan Brezilyalı sporcu için bir rakibinin basın toplantısında kullandığı “erkek” ifadesi dikkati çekiciydi.
Santhi Soundarajan: Hüzünlü bir öykü
Semenya’dan üç yıl önce 2006 Asya Oyunları’nda yine 800 metrede gümüş madalyada kalan Hintli Santhi Soundarajan’ın hüzünlü öyküsüne gelince… Asya Oyunları’nda madalya kazanan ilk Tamil olan atlet, yarıştan sonra girdiği doping testinde ayrıca cinsiyet testine tabi tutulmuştu. Kendisine sonuçlar verilmemiş, madalyası geri alınmıştı. Birçokları ona önyargıyla yaklaşıyor, sanki dolandırıcılık yapmış gibi davranıyordu. Bursu kesilen, işinden atılan sporcu intihara teşebbüs etmişti. Mecburen tuğla ocağında çalışmaya başlayan Soundarajan’ın sonradan antrenörlük yapması sözkonusu olduğunda, yine cinsiyet meselesi karşısına dikiliyordu. Aktivistler durumunu uluslararası basına taşıdı ve kendisinden böylece haberdar olduk.
Dişi jenital organına sahip olan atlet, erkek kromozom dizilişine sahipti. Androjen duyarsızlık sendromuna sahip olan 1981 doğumlu orta mesafe koşucusunun durumu, IAAF’in 2006 politikasına göre müsabakalardan men edilmesini gerektirmiyordu. Zira bu teşhis konulanlar, haksız bir avantaj elde etmedikleri hallerde yarışabiliyorlardı.
Aynı toprakların son yıllarda yetiştirdiği Dutee Chand ise henüz 21 yaşında. Yüksek testosteron yüzünden başta yarışmalardan men edilen atlet, Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) önünde hakkını aramış ve bir yıl sonra pistlere dönmüştü. 2016’da Hindistan’ı 36 yıl sonra olimpiyat sahnesinde temsil eden ilk sprinter olmasına rağmen ülkesinin basını kendisine ilgi göstermemişti. Kimilerine göre bunun nedeni, hiperandrojenizm, yani testosteron seviyesinin yüksek olmasıydı.
Bir çıtanın gölgesinde…
Margaret Bergmann-Lambert yeminini bozup 62 yıl sonra doğduğu topraklara döndüğünde, 85 yaşındaydı. Laupheim’da adını taşıyan stadyumun açılışı için Almanya’ya gelmişti; bir daha asla dönmeyeceğini defalarca söylediği yere…
Yüksek atlamada kırdığı rekor ancak bir ömür sonra tescil edilen yaşlı atletin öyküsü 1914’te Margarethe Bergmann adıyla başlamıştı;. Zengin Yahudi bir ailenin kızıydı; 1931’de branşında ilk kez Almanya rekorunu kırmıştı. Hitler’in 1933’te iktidara gelmesinden sonra sertleşen iklim, Yahudiler’in spor da dahil her türlü faaliyetten uzaklaştırılmasına yol açacaktı. Ailesinin İngiltere’ye gönderdiği küçük kız, yirmi yaşındayken yüksek atlamada Britanya şampiyonu da olmayı başarmıştı.
Tarihin en büyük propaganda zaferlerinden birine sahne olan 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları öncesinde dünyaya liberal bir görüntü çizmek isteyen Almanya, bu yetenekli sporcuyu geri çağırmıştı. Arkasında ailesini bırakan Gretel’in başka çaresi yoktu. Eli mahkum ülkesine dönen atlet, durmadan daha yükseğe atlıyordu.
Tarihin en politize spor olayının başlamasına bir ay kala 1.60 metre atlayarak ülke rekorunu egale eden Bergmann, Berlin’de Hitler’in önüne çıkıp belgeselci Leni Riefenstahl tarafından ölümsüzleştirilmeyi beklerken aldığı bir mektupla sarsıldı. Performansı yetersiz bulunmuş, yerine oda arkadaşı Dora Ratjen alınmıştı. Söylemeye gerek yok; yetersizliği “Yahudi olması”ndan kaynaklanmaktaydı; resmî açıklamaysa sakatlıktı…
1937’de ABD’ye yerleşen Bergmann, aynı yıl Almanya’dan kaçmasına yardım ettiği doktor Bruno Lambert ile evlendi. Ertesi sene bu sefer Yeni Dünya’da yüksek atlama şampiyonu olan sporcu, 1939’da kariyerini noktalamıştı.
Yıllarca unutulan yaşlı kadın 1990’larda hatırlandı. Berlin’de bir spor kompleksine adı verilenşöyle demişti: “Aslında katılmayacaktım. Ama tesislere adımın verileceğini öğrendim. Gençler ‘Gretel Bergmann kim’ diye sorduklarında, benim öyküm anlatılacaktı; o zor zamanlar anlatılacaktı. O zaman bunun önemini anladım. Böylece asla dönmeyeceğim diye yemin ettiğim yere gittim. Fakat Almanca konuşmadım. Hattâ konuşmayı bile denemedim. Bir tercümanım vardı”.
Birçok akrabasını toplama kamplarında yitiren ihtiyar kadın adeta anadilini reddediyordu. Ama yine de hikâyesinin genç kuşaklar tarafından öğrenilmesi için yeminini bozmuştu. Belki de şanslıydı, zira ismi, silinen rekorundan daha çabuk hatırlanmıştı. 1936’da kırdığı Almanya rekoru, tozlu sayfalarda 73 yıl sonra bulunabilmiş ve 2009’da zamanının en iyi derecesi olarak kayıtlara iade edilmişti.
75 senelik evliliğin ardından kocasını 2013’te yitiren eski atlet, 12 Nisan 2014’te 100. yaşgününü kutladı ve 25 Temmuz 2017’de de huzurlu bir şekilde son nefesini verdi.
Ratjen’in dramı
Riefenstahl’in Olympia’sında görülen Ratjen, oyunlarda madalya kazanamamış, iki yıl sonra Viyana’da Avrupa Şampiyonası’nda dünya rekorunu kırmıştı. Almanya’ya dönüş yolunda sakalları uzadığında ortalık karışıyordu. Hemen trenden indirilmiş, götürüldüğü Magdeburg’da polis karakolunda konuşmuştu. Tutanaklara göre mutluydu; gerçeğin ortaya çıkmış olması nedeniyle huzurluydu.
1918’de sıradan fakir bir ailenin çocuğu olarak Bremen yakınlarındaki Erichshof’ta dünyaya merhaba demişti buruk hikâyenin kahramanı. Ebesi, anne ve babasına önce erkek olduğunu müjdelemiş; beş dakika sonra da kız demişti. Küçük bebek Dora olarak vaftiz edilmişti. Çocuklarının cinsiyetinden şüphe eden aile tevatüre göre aylar sonra zatürree nedeniyle doktora gittiklerinde, bir şeylerin ters olduğunu söylemişse de hekimden şu yanıtı almıştı: “Bırakın, bunun hakkında bir şey yapamazsınız”.
Kız olarak büyütülmüştü Dora. Kızlar okuluna gitmiş fakat hep bir şeylerin ters olduğunu görmüştü. Bunları da hayatta tek doğru dürüst konuştuğu yer olan polis karakolunda söylüyordu. Sonradan ağzından haberler yapılsa da o hiç röportaj vermemişti. Öyküsünün onunla toprağa girmesini istiyor gibiydi.
Rakibi Bergmann, Ratjen’e dair şunları söylemişti: “Hiçbir şüphem yoktu. Banyoda onu neden çıplak görmediğimizi anlayamamıştık. O yaşta birisinin bu kadar utangaç olması acayipti. Sadece onun çok garip olduğunu düşünmüştük. Hiçbir şey bilmiyorduk”.
Magdeburg’da başlayan incelemeler ünlü Hohenlychen Sanatoryumu’nda devam ediyordu. Sonuç aynıydı; erkekti. Doktorlar onun tenasül organını, “penisin ucundan arkaya kadar iri çizgili bir şerit” olarak tanımlamış ve bu organla cinsel ilişkinin imkansız olacağını söylemişti.
Dora yetkililere söz verdiği gibi sporu bırakırken, 1939 başında yeni nüfus kâğıdına kavuşuyordu. Artık adı Heinrich’ti; tıpkı babası gibi. Kimi kaynaklarda 2. Dünya Savaşı sırasında askere alındığı söylenen eski atlet, sonradan Bremen’de ailesinin lokalinde çalışmıştı.
1966’da dünyaca ünlü Time dergisi, “Dora’nın kendisini 1957’de Hermann adıyla tanıttığını, gözyaşları içinde Naziler tarafından Almanya’nın başarısı için kullanıldığını” yazmıştı. 2009’da çekilen Berlin 36 filminde de Naziler’in Yahudi bir atletin Almanya adına madalya kazanmasını istemediklerini vurgulanmıştı. Yapıtın vizyona girdiği sene Der Spiegel Time’ın Ratjen ile konuşup konuşmadığının belli olmadığını yazmış; beyazperdeye yansıtılanların gerçekle pek alakası bulunmadığını vurgulamıştı.
20 sene kadın, 70 sene erkek olarak yaşayan Ratjen 2008’de öldü.