Dünya çapında sporu felç eden pandemi döneminde, Netflix üzerinden gösterime giren “The Last Dance” (Son Dans) belgeseli, aksiyona hasret kalmış sporseverlere ilaç gibi geldi. NBA tarihinin yaşayan efsanesi Michael Jordan’ın kariyer ve yaşam hikayesi, 90’lı yıllara damgasını vuran Chicago Bulls hanedanını da mercek altına alıyor. Anlatılan ve anlatılmayanlarıyla, spor belgeselciliğine yeni bir soluk getiren belgeselin analizi.
Chicago Bulls genel menajeri Jerry Krause, 1997 Temmuz’unun sıcak bir gününde koç Phil Jackson’a 6 milyon dolar değerindeki 1 yıllık sözleşmeye imza attırdıktan hemen sonra soğuk bir tonda iki kısa cümle sarfetti: “Önümüzdeki sezon 82 maçın tamamını da kazansan umurumda değil. Bu, senin Chicago’daki son sezonun”. 1990’ları domine eden bir basketbol hanedanı için adeta sonun başlangıcı; 23 yıl sonra rating rekorları kıracak bir belgesel içinse yepyeni bir başlangıç noktasıydı.
Bir süre sessizliğini koruyan Michael Jordan, 1997 Ekim ayında hazırlık kampı başladığında “Eğer Phil seneye burada olmayacaksa, ben de kesinlikle olmayacağım” diyerek zaten hazzetmediği Krause’a karşı tavrını net bir şekilde ortaya koyuyordu. Bulls hanedanı için “son dans” başlamıştı.
Spiritüel felsefe ve Zen Budizm’e olan tutkusuyla meslektaşlarından farklı bir portre çizen “Zen Master” lakaplı Phil Jack- son, bazı oyuncuların zihinsel ve ruhsal gelişimine katkı sağlamak için onlara verdiği ki- taplarla sıradışı bir motivasyon tekniği uyguluyordu. O nahoş imzadan sonra hazırlık kampının ilk günü oyuncular toplandıklarında, soyunma odasındaki dolaplarında birer kitapçık bulmuşlardı. Üzerinde büyük harflerle “Son Dans” yazıyordu.
ESPN tarihinin en çok izlenen belgeseli “The Last Dance” her ne kadar Chicago Bulls’un 90’lı yıllardaki 6. şampiyonluğuyla sonuçlanan 1997-98 sezonunun hikayesini işlese de, belgeselin ana teması birçoklarınca basketbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu olan Michael Jordan
(MJ) ve görkemli kariyeri. MJ, Bulls formasıyla 13 sezonda 5 kez normal sezonun, 6 kez NBA finallerinin, 3 kez All-Star maçlarının MVP’si (en değerli oyuncu) seçildi. 6 kez NBA şampiyonluğu, 10 kez sayı krallığı kazanarak adeta başarının sözlükteki karşılığı hâline geldi.
Jordan’ın, Chicago Bulls formasını son defa giymesinin üzerinden 22 sene geçmiş durumda. Kırmızı-siyahlılar 1998’de 6. şampiyonluğunu kazandığında dünyaya gelen bir nesil için, Michael Jordan sadece Youtube videolarında gördükleri, büyüklerin adından övgüyle ve hayranlıkla sözettikleri, geçmişte önemli işlere imza atmış bir oyuncudan fazlası değil. Z kuşağı olarak adlandırılan bu jenerasyonun büyük kısmı için gelmiş geçmiş en büyük basketbolcu, son yıllarda elde ettiği başarılarla “tüm zamanların en iyisi” olma iddiasını artıran LeBron James. “The Last Dance” belgeseli, Jordan için hem Z kuşağına dokunabilmek hem de James’in estirdiği rüzgarın yanında bir yakın tarih kasırgasını hatırlatmak adına büyük bir araç oldu.
Yönetmen Jason Hehir, 10 bölüm boyunca MJ’in çocukluk ve kolej günlerinden NBA’deki ilk yıllarına, kısa süren beyzbol macerasından Bulls’la gerçekleştirdiği ikinci “three-peat”e (üstüste üç kez şampiyon olma) kadar flashback’lerle, izleyiciyi etkileyici bir zaman yolculuğuna çıkarmayı başarıyor.
Belgeselde Wilmington-North Carolina’da ufak bir kasabadaki orta direk bir siyah aileden çıkan MJ’nin, New York’tan Paris’e attığı her adım takip edilen global bir kültür ikonuna dönüşmesine şahit oluyoruz. Jordan’ın yalnızca oyunculuğu değil kişiliği, karakteri, düşünce yapısı, duygusal yönleri de önplana çıkarılıyor. Henüz 21 yaşında bir çaylak oyuncu olarak uyuşturucu ve alkolün etkisinde bataklığa sürüklenen bir kulübün liderliğini kısa sürede ele geçirmesinden; babasının katledilmesinden üç yıl sonra bir Babalar Günü’nde yeniden NBA şampiyonu olduğunda soyunma odasında yere yığılıp hüngür hüngür ağlamasına kadar birçok çarpıcı sahne belgesele farklı bir boyut katıyor.
Eleştiriler ve Jordan’ın tanıklığı
Bunların yanısıra, döneme damgasını vuran birçok hadise de belgeselde yer bulmuş. Mesela 1992’de Barcelona Olimpiyat Oyunları’nda gövde gösterisi yapan “Rüya Takım” lakaplı, Magic Johnson’lı, Larry Bird’lü efsane ABD Millî Takımı’nın seçilmesi hikayesi. Jordan’ın, 80’li yılların en başarılı oyun kurucularından Isiah Thomas’ın takıma seçilmesine engel olduğu, hatta “takıma onu alırsanız beni unutun” dediği çokça gündeme gelmişti. MJ millî takım seçicilerine rest çektiğine dair söylentileri belgeselde kesin bir dille yalanlıyor.
Bir diğer önemli konu da Jordan’ın kariyeri boyunca politikadan uzak durması ve bu nedenle özellikle Afro-Amerikan toplumunun eleştiri oklarına hedef olması noktasında. 1990’da memleketi North Carolina’daki senato seçimlerinde, Demokrat Parti’nin siyah adayı Harvey Gantt’i, ırkçı bir geçmişe sahip olduğu bilinen Cumhuriyetçilerin adayı Jesse Helms’e karşı desteklememesi büyük tepki çekmişti. Jordan’a atfedilen “Cumhuriyetçiler de ayakkabı (Nike-Air Jordan) satın alıyor” sözüyle bunun rasyonalize edilmesi, onun kamuoyu imajında ilk çiziğe yol açmıştı. 30 yıl sonra Jordan kamera karşısında bu sözü söylediğini itiraf ediyor ve kendisini hiçbir zaman bir rol model olarak görmediğini ifade ediyor.
Ona yöneltilen kişisel eleştirel arasında uzak ara ilk sıradaki mesele, takım arkadaşlarını aşırı zorlaması: “Kazanmanın bir bedeli vardır. Liderliğin de bir bedeli vardır. Takıma katıldığında benim standartlarıma ulaşmanı beklerim, daha azını kabul etmem. Eğer bu biraz seninle uğraşmamı gerektirecekse, uğraşırım. İnsanlar bunu izleyince ‘pek de iyi bir adam değilmiş. Hatta zorbanın tekiymiş’ bile diyebilirler. Sence öyle olabilir çünkü sen hayatında hiçbir şey kazanmadın. Ben kazanmayı istiyordum ama aynı zamanda onların da kazanmanın bir parçası olmalarını istiyordum. Bunu yapmak zorunda değildim. Yaptım, çünkü ben böyle bir adamım. Ben oyunu böyle oynarım. Benim zihniyetim buydu. Eğer sen öyle oynamak istemiyorsan o zaman oynamazsın… Ara verelim”.
Michael Jordan 7. bölümün sonunda sorulan “yıllar içinde o hırslı hâlinin iyi bir adam olarak anılmamana neden olduğunu düşünüyor musun?” sorusuna yukarıdaki cevabı verirken gözlerinin dolması ve ağlamamak için çekime ara verdirmesi, “The Last Dance”de duygu yoğunluğunun zirve yaptığı anlardan biri.
Başarının bedeli
Belgesel, Jordan’ın hedeflerine ulaşıp, zirvedeki yerini korumak için yaptığı fedakarlıkları ve verdiği mücadeleleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyarken, aynı zamanda başarıya giden yolda acımasız, vasatlığa karşı tahammülü olmayan, ürkütücü sayılabilecek yüzünü de göstermekten çekinmiyor. Kendisini motive etmek için ufacık bir jesti, mimiği veya karşı görüşü kendisine meydan okuma olarak algılaması ve bunlara dair belgeselde anlatılan anılar, Jordan’ın narsisizmin eteklerinde dolanan kişiliğini ortaya koyuyor. Ancak yönetmen, MJ’nin bu narsisizminin salt bir kişilik özelliği, başka bir deyişle bir tür kendini beğenmişlik olmadığını gayet iyi anlatmış. Maçlar sırasında kimi zaman kimi rakip oyunculara “takması” veya onlarla özel olarak uğraşması; onun yüksek konsantrasyon sağlamak ve başarıya ulaşmak için “kullandığı” ve takıma teçhiz ettiği bir silaha dönüşüyor.
Jordan’ın, Chicago Bulls formasını son defa giymesinin üzerinden 22 sene geçti. Kırmızı-siyahlılar 1998’de 6. şampiyonluğunu kazandığında dünyaya gelen bir nesil için, Michael Jordan sadece Youtube videolarında gördükleri, büyüklerin adından övgüyle ve hayranlıkla sözettikleri, geçmişte önemli işlere imza atmış bir oyuncudan fazlası değil. Z kuşağı olarak adlandırılan bu jenerasyonun büyük kısmı için gelmiş geçmiş en büyük basketbolcu, son yıllarda elde ettiği başarılarla “tüm zamanların en iyisi” olma iddiasını artıran LeBron James. “The Last Dance” belgeseli, Jordan için hem Z kuşağına dokunabilmek hem de James’in estirdiği rüzgarın yanında bir yakın tarih kasırgasını hatırlatmak adına büyük bir araç oldu.
Aile trajedileri ve bahsedilmeyenler
“The Last Dance” her ne kadar spor belgeselciliğine yeni bir heyecan getirmesi açısından büyük övgü toplamış olsa da eleştirilerden de nasibini almış durumda. En önemli eleştiri belgeselin tarafsız bir bakışaçısına sahip olmaması. Bunun ana nedeni ise belgeselin yapımcıları arasında Michael Jordan’ın iş partnerleri Estee Portnoy ile Curtis Polk’un yanısıra Jordan’ın prodüksiyon şirketi Jump23’nin yer alması ve belgeseldeki her detayda son karar vericinin bizzat Jordan olması.
Bir başka eleştiri noktası ise belgeselde Jodan’ın ailesinden bahsedilirken bazı figürlerin bilinçli olarak devre dışı bırakılması. Örneğin 17 yıl evli kaldığı, iki çocuğunun annesi Juanita Vanoy ve ablası Deloris Jordan’ın adları hiç geçmiyor.
Boşanmalarının üzerinden 14 yıl geçse ve aralarında medeni bir ilişki olsa da, anlaşılan Jordan, kendisini sadakatsizlikle suçlayan ve boşanma tazminatı olarak 168 milyon dolar ödediği Vanoy’u belgeselde konuşturmaya hazır değildi.
Jordan ailesinin işlendiği kısımlarda ablanın yok sayılmasının nedeni ise çok daha trajik. Deloris Jordan, 2001’de piyasaya çıkan In My Family’s Shadow (Ailemin Gölgesinde) adlı kitabında, MJ’nin “en büyük idolümdü” dediği ve 1993’te bir cinayete kurban giden babası James Jordan’ın kendisine 5 yıl boyunca tecavüz ettiğini iddia etmişti. Daha vahimi annesini bu durumdan haberdar ettiğinde kendisine inanmayıp evden kovduğunu yazmıştı. MJ’in ablasıyla uzun yıllardır görüşmediği biliniyor.
Kırılan kalpler: Takım arkadaşları
“The Last Dance” sadece Michael Jordan’ın değil Bulls takımının önemli rol adamlarının da kariyer öykülerini ele alıyor. Ancak bu isimlerden bazıları belgeselin yayınlanmasının ardından kendilerinin karalandığını öne sürerek tepki gösterdi. Jordan’ın Bulls’ta geçirdiği 13 sezonun 10’unda sahadaki sağ kolu olan ve 6 şampiyonlukta büyük payı bulunan Scottie Pippen bunlardan biri. Jordan’ın belgeselde Pippen’ın kimseye haber vermeden 97-98 sezonu öncesi ameliyat olmasını “bencilce” olarak nitelemesi efsane forvetin öfkelenmesine neden oldu. ESPN yazarı David Kaplan, Pippen’ın bu yorumdan ötürü büyük hayalkırıklığı yaşadığını ve Jordan’a kırgın olduğunu ifade etti.
Chicago’nun 1991-92-93’te kazandığı üstüste üç şampiyonluğun mimarlarından Horace Grant ise bir adım daha ileri giderek Michael Jordan’ı yalancılıkla suçladı. Belgeseldeki hikaye anlatıcılarından biri olarak karşımıza çıkan Grant, “The Last Dance”in bir belgesel değil, adeta bir Jordan güzellemesi olduğunu ifade ediyor: “The Last Dance eğlenceli mi? Eğlenceli ama Jordan ile soyunma odasında yaşayan birisi olarak belgeselin %90’ının yalan olduğunu söyleyebilirim. Jordan’ın takım arkadaşlarına söyledikleri ve aldığı cevaplar belgeselde yok. Tabii buna belgesel denirse”.
Kötü adam: Jerry Krause
“Star Wars”un Darth Vader’ı, “Batman”in Joker’i varsa “The Last Dance”in de Jerry Krause’u var.
Aldığı radikal kararlarla Bulls hanedanını yer ile yeksan eden adam olarak gösterilen kulübün basketbol operasyonlarından sorumlu başkan yardımcısı ve genel menajeri Krause…
“Şampiyonlukları organizasyonlar kazanır, oyuncular veya koç değil” sözüyle Chicago’nun zaferlerinde en az oyuncular kadar payı olduğunu iddia etmesi, düzenin ana dişlileri Michael Jordan, Scottie Pippen ve Phil Jackson’la devamlı sürtüşmesi, Krause’u kötü adam olarak göstermek için aslında yeterli diyebilirsiniz.
Ancak 1985’ten 2003’e kadar Bulls’a hizmet vermiş ve kulüp tarihindeki tüm başarılarda yönetici olarak izleri bulunan Krause’un oyuncular ve takım aleyhine gözüken kararlarının altında fiziksel görünüşünden (kısa boylu ve obez) kaynaklı kompleksli bir kişiliğin yattığının ima edilmesi, en hafif tabirle “sığ” bir bakışaçısını yansıtıyor. Kaldı ki Krause, Mart 2017’de, çekimlerin başlamasından dört ay önce vefat ettiği için zaten kendisini savunamazdı.
Her ne kadar belgeselin son bölümünde Jordan ve Pippen, Krause’un iyi bir yönetici olduğunu söyleyip hakkını teslim etseler de, kamuoyu Krause’u çoktan yargılayıp sosyal medyada linç etti bile. Krause ölümünden önce, 40 yılı aşan yöneticilik hayatını ve Bulls’daki yıllarını anlatan anılarını bir kitapta toplamayı planlıyordu. Hatta kitabın büyük bir kısmı hazırdı. Ne var ki ömrü bu eseri tamamlamaya yetmedi. “The Last Dance”in yayınlanmaya başlamasından sonra ailesi Krause’un kaleme aldığı anılarından bir kısmını medyada paylaşmaya karar verdi. O kısımlardan biri de “hanedanın yıkılması” ile ilgiliydi.
Krause özetle, yönetim olarak bu kadar başarı elde etmiş bir ekibi bozma kararını kolay vermediklerini, ancak Jordan’ın Jackson’dan başka bir koçla çalışmak istemeyişi, Dennis Rodman’ın ilerlemiş yaşı, Pippen’ın kronik bel sakatlığı ve takımın ekonomik sıkıntılarının onları bir yol ayrımına getirdiğini ifade ediyor.
Pippen hadisesi: Peki kim haklı?
Scottie Pippen’ın 1991 yazında imzaladığı 7 yıl ve 18 milyon dolarlık sözleşme, yıllar içinde NBA ve takımların gelirlerinin yeni televizyon yayın anlaşmaları, artan salon gelirleri ve ürün satışlarına bağlı olarak yükselmesi ve bu sayede oyunculara ödenen ücretlerin de astronomik seviyelere ulaşması yüzünden adeta çerez parasına dönmüştü.
“Pip”, NBA’in en iyi 10 oyuncusundan biri olarak gösterildiği günlerde, trajikomik bir şekilde ligin en çok kazanan 122. ismiydi. Oysa Jerry Krause ve takımın sahibi Jerry Reinsdorf, Pippen’ı NBA’de ekonomik olarak dengelerin oyuncuların lehine değişmesinin an meselesi olduğu ve 7 yıllık sözleşmenin birkaç sene sonra çok da cazip görünmeyebileceği hususunda uyarmışlardı.
Pippen, Arkansas’ın Hamburg şehrinde yaşayan 12 çocuklu fakir bir ailenin 11. çocuğuydu ve çok zor şartlarda yetişmişti. Babası ve bir kardeşi felçliydi. Ufak bir koleje kapağı attığında boyu 1.85’ti. Dört yıl sonra mezun olduğunda boyu 2.01 olmuş, performansıyla NBA yetenek avcılarının gözüne takılmış ve nihayetinde Krause’un yeteneğine inanmasıyla 1987 draftı gecesi bir takasla 5. sırada seçildiği Seattle Supersonics’ten Chicago Bulls’a transfer edilmişti.
Pippen ilk dört senesinde gösterdiği gelişimle Bulls’un değerli bir parçası oldu. Michael Jordan takımın Batman’iyse, Pippen da Robin’iydi. 1991’de Chicago’nun ilk şampiyonluğunda büyük payı olan Pippen için sözleşme zamanı gelmişti. Sırtında ilk kez o dönem ortaya çıkan ve ilerde müzminleşecek sakatlıkları ve memleketinde eline bakan geniş bir akraba topluluğunun varlığı ve baskısı, 25 yaşındaki genç basketbolcunun gelecek üzerine fazla kafa yormadan 7 yıllık sözleşmeye imza atmasına neden oldu.
Zaman Krause’u haklı çıkartırken, Pippen’da memnuniyetsizliğe yol açtı. Krause’un Pippen’ı iki başarısız girişimle 1994’te Shawn Kemp karşılığında Seattle’a, 1997 yazında ise Tracy McGrady için Toronto’ya takas etmeye çalışması Pippen-Krause ilişkisinde tarafları yüzyüze bakamayacak hâle getirdi. Pip, Krause’u her fırsat bulduğunda aşağılıyor, hakaret ediyordu. Bunu, takımın önünde, herkesin duyacağı şekilde yapıyordu. Zaman zaman koç Jackson veya takım arkadaşları araya girip Pippen’ı sakinleştiriyorlardı.
Her şeye rağmen Jerry Krause, Pippen’ın yaşadığı mağduriyetin farkındaydı. Krause anılarında Pippen’la 11 yıllık birlikteliklerini sonlandırırken en azından bu mağduriyeti giderdiklerini şu sözlerle ifade ediyor:
“… Scottie son iki yılda iki ciddi ameliyat geçirmişti. Üstelik bunlardan birini, ona sezonda maç kaçırmaması için yazın erkenden olmasını istediğimiz halde bilerek geç bir dönemde olmuştu. Bir süperyıldız kadar kazanmak istiyordu ve buna hakkı da vardı… Ocak 1999’da Pippen’ın menajerleri bizden Scottie’ye bir iyilik yapmamızı istedi. Scottie’nin fazladan 20 milyon dolar kazanmasına yardım edebilirdik. Jerry (Reinsdorf ) ve ben ona bu veda hediyesini verdik ve Houston’a gitmesini sağladık”.
Jordan’dan daha uzun bir kariyeri olan Pippen, sadece basketboldan ona kıyasla daha çok para kazanmıştı. Şaka değil gerçek.
20 yıllık bekleyiş ve belgesel kararı
Krause’un Bulls hanedanının ipini çekmeye hazırlandığı o günlerde, bugünün NBA başkanı Adam Silver’ın başında olduğu NBA Entertainment departmanı 1997-98 sezonu boyunca Bulls’u sınırsız erişim hakkıyla takip edip bir belgesel yapmak için kolları sıvıyordu. Silver ve ekibi uzun görüşmeler sonucu Bulls yönetimini, koç Jackson ve Jordan’ı bu projeye ikna etmeyi başardılar. MJ’in sadece tek bir şartı vardı: Kendisi onay vermeden görüntüler asla kullanılmayacaktı.
Prodüksiyon ekibi hummalı bir çalışmayla, 1997-98 sezonunda Michael Jordan’ın Salt Lake City’de oynanan final serisinin 6. maçında Utah Jazz’a karşı şampiyonluğu getiren son basketiyle bitene kadar 500 saatin üzerinde bir film arşivi elde etmişti. Ancak Jordan’dan bir türlü izin kopartılamayınca bu devasa arşiv yaklaşık 20 yıl boyunca NBA’in New Jersey’deki ofisinde bir kasada kilitli kaldı.
Altın değerindeki onlarca film rulosunun tozlu arşivlerden çıkamayacağı düşünülürken, 2016’da yayımlanan bir belgesel beklenmedik bir şekilde “The Last Dance”in doğmasına önayak olacaktı.
ESPN’de yapımcı olarak görev alan ve 2003’te Jordan’ın o dönemki menajeri David Falk’tan arşivin varlığını öğrenen Mike Tollin, Şubat 2016’da harekete geçmek için doğru zamanın geldiğini hissetti. 450 dakikalık O. J. Simpson belgeselinin gördüğü ilgi üzerine harekete geçmişti.
Kilidi çözen kişi: Mike Tollin
Tollin, MJ’in en güvendiği iş ortakları Curtis Polk ve Estee Portnoy’dan bir randevu kopardı. Aklında 6 ila 8 bölümden oluşacak bir belgesel fikri vardı. Birkaç toplantı sonrası, 22 Haziran 2016’da son onayı verecek kişi olan Jordan’la masaya oturdular. Tollin’in sunumunun ilk sayfası kendi elyazısıyla kaleme aldığı bir mektuptu: “Sevgili Michael, ofisime her gün senin ayakkabılarını giyen ama seni basketbol oynarken hiç görmemiş çocuklar geliyor. Artık zamanı geldi”.
Jordan bu mektuptan da, Tollin’in sunumunun geri kalanından da etkilenmişti. Ekibin hazırladığı bölüm skeçlerine son bir kez göz gezdirdi. Tollin için bir asır gibi gelen birkaç dakikalık sessizliğin ardından yakın gözlüğünü çıkardı ve yıllardır beklenen o cümleyi söyledi: “Haydi yapalım”.
Şimdiden spor belgeselciliğine yeni bir soluk getiren “The Last Dance”in bir bakıma isim babası olan Phil Jackson da belgeselin ilk bölümünde şöyle diyor: “Oyuncuların hepsine özellikle bu son sezonumuzda tam anlamıyla birlikte olmanın ne kadar önemli olduğundan söz ettim. Yaşayacaklarımızın tadını çıkarmalarını istiyordum, çünkü bunun son kez gerçekleşeceğini biliyordum. O yüzden buna ‘Son Dans’ dedim”.