0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Dünya basketboluna yukardan bakan marka

19. yüzyıl sonunda icat edilen, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kuralları yeniden düzenlenen basketbol, dünyanın en popüler spor dallarından biri. Basketbolun kalbi ise senelik geliri 8.5 milyar Dolar’a ulaşmış, maçları 200’ü aşkın ülkede gösterilen dev bir global marka: NBA. Sezonu zirvede bitiren takıma dünya şampiyonu unvanını yakıştıracak kadar iddialı, yüz milyonları peşinden sürükleyecek kadar heyecanlı 75 yıllık maceranın dönüm noktaları, efsane kahramanları…

Amerika Birleşik Dev­letleri’nin Massachu­setts eyaletinde, işçi çocuklarının çoğunlukta oldu­ğu Springfield YMCA Koleji’n­de görev yapan 30 yaşındaki Kanadalı beden öğretmeni Dr. James Naismith; kışın iyiden iyiye bastırması yüzünden öğ­rencilerin okulun kapalı spor salonunda oynayabilecekleri bir oyun icat ettiğinde takvim­ler 21 Aralık 1891’i gösteri­yordu.

Naismith, yemekhaneden aldığı iki büyük şeftali sepeti­ni salonun 3.05 metre (10 fe­et) yüksekliğindeki balkon de­mirlerine karşılıklı astırmış ve yüksekteki bu iki “kaleye gol” atmayı amaçlayan oyunun adı­nı “basket ball”’ yani “sepet to­pu” koymuştu. Bu yeni oyun 2 yıl içinde önce YMCA okulları­na, oradan da tüm ABD’ye ya­yılarak çok sevilen bir spor ha­line geldi.

NBA’nın ilk şampiyonu 1946-47 Philadelphia Warriors takımı.

19. yüzyılın son yıllarında basketbolun yaygınlaşmasıy­la birlikte profesyonel takım­lar ortaya çıkmaya başladı. Bu yeni spordan para kazanan ilk takım ise Trenton Nationals’tı. 7 Kasım 1896’da Brooklyn YM­CA takımını 16-1 yenmiş ve adam başı 5 doları cebe indir­mişlerdi.

ABD’de 1900-1945 arasında 20 farklı irili ufaklı basketbol ligi kurulsa da 1. Dünya Sava­şı, Büyük Buhran ve arkasın­dan 2. Dünya Savaşı gibi fela­ketler yüzünden birçoğu uzun ömürlü olamamıştı. Bu zorlu dönemde ayakta kalabilen ve ulusal anlamda ses getiren iki lig oldu: 1925’te oluşan Ameri­can Basketball League (ABL) ve 1935’te General Electric, Fi­restone, Goodyear firmalarının önderliğinde Midwest Basket­ball Conference (MBC) adıyla kurulan, 2 yıl sonra da­ha geniş kitlelere hi­tap etmek için Natio­nal Basketball League (Ulusal Basketbol Ligi) adını alan NBL. Ancak bu liglerde­ki takımlar 1-2 bin kişilik ufak spor salonlarında, hatta bazen balo salonu, depo gibi mekan­larda mücadele etmek zorunda kalmış, dolayısıyla gelir üret­mekte zorlanmışlardı.

2. Dünya Savaşı’nın biti­miyle birlikte ABD’de gündelik hayat yavaş yavaş normale dönerken halk da üzerin­deki baskıdan kurtulmanın verdiği rahatlamayla eğlence sektörüne para harcamaya
başlamıştı. Girişimciler savaş zamanı biriktirdikleri paraları harcamaya hazır halk kitlelerinin vakit geçirmesini sağlayacak yeni organizasyonlar üretmek için harıl harıl çalışıyordu.

NBA’nın temelleri buz hokeyiyle atıldı

1936 Kış Olimpiyat Oyunları’ndan son­ra Boston, New York, Detroit, Chicago gibi kentlerdeki salon­ların sahipleri, buz hokeyi ta­kımları kurarak tesislerini dolu tutacak bir işe imza attılar. An­cak salonların hiç iş yapma­dığı günler de oluyordu ve bu boşluğu madridbet doldurup para ürete­cek bir girişime ihtiyaç vardı. İşte bu düşünce doğrultusunda Boston Garden’ın sahibi Wal­ter Brown ve yakın arkadaşı Cleveland Arena’nın patronu Albert Sutphin’in öncülüğünde NBL’ye rakip olacak bir bas­ketbol ligi oluşturma fikri doğdu.

6 Haziran 1946’da New York City’deki Commodo­re Oteli’nin toplantı salonun­da, biri Kanada’nın Toronto şehrinden olmak üzere, her bi­ri kendi buz hokeyi takımına sahip 11 salon patronu NBA’in temelini oluşturacak Basket­ball Association of America’yı (BAA-Amerika Basketbol Bir­liği) kurdu. BAA’da yer alan 11 takım ise Boston Celtics, Chi­cago Stags, Cleveland Rebels, Detroit Falcons, New York Knickerbockers, Philadelphia Warriors, Pittsburgh Iron­men, Providence Ste­amrollers, St. Louis Bombers, Toronto Huskies, Washin­gton Capitols olmuştu.

NBA, kimi zaman engebeli yollardan geçse de 75 yıllık tarihinde sadece spor değil, tüm alanlarda dünya çapında marka olmaya çalışan kurumlara örnek bir model sundu.

BAA takımla­rı büyük şehirlerde ve büyük salonlarda maçlarını oynasa da, 1935’ten beri faaliyette olan NBL, daha yetenekli oyuncu­ların boy gösterdiği bir lig ola­rak dikkati çekiyordu. Kolejden mezun olan oyuncuların ilk tercihi henüz rüştünü ispat et­memiş BAA değil, NBL oluyor­du. Örneğin NBA’nın ilk süper yıldızı kabul edilen; gözlükle­ri, “çengel atışı” denen kendine has şut stili ve 2.08’lik devasa boyuyla George Mikan, 1946’da DePaul Üniversitesi’nden me­zun olduğunda NBL’yi tercih etmişti.

Kulüp sahipleri belki bas­ketbol konusunda tecrübesiz­lerdi, ancak ticaret konusun­da her türlü deneyime sahip­tiler. NBL’nin en büyük silahı olan Mikan’ı buradan kopara­bilirlerse bu ligin sonunu ge­tirebileceklerini düşündüler. BAA yönetimi Mikan’ın takı­mı Lakers ve üç takımı daha NBL’den daha çok gelir elde edecekleri bir iş planına ik­na etti. Bu hamle sonrası NBL kendini lağvetme kararı alır­ken, BAA 3 Ağustos 1949’da National Basketball Associa­tion (Ulusal Basketbol Birliği) adını alarak yola devam etti. NBA’nın basketbolun zirvesine giden yolu işte böyle başladı.

1950’lerin ilk yarısında ligi domine eden takım, beklendiği gibi Mikan’ın oynadığı Minne­apolis Lakers’tı. Mavi-beyaz­lılar 1949-1954 arasında üçü artarda olmak üzere 5 şampi­yonluk kazandı. Lige olan ilgi her geçen sezon artsa da salon­lara seyirci çekmek hâlâ zordu. Temel şikayet oyunun yavaş­lığı ve skorların düşüklüğüy­dü. Maçların ilk üç çeyreği he­yecanlı geçerken son çeyrekte üstün olan taraf topu dilediği süre potaya hiç bakmadan ve şut atmadan rakip yarı saha­da geçirebiliyordu. Bu da maç sonlarını izleyiciler için adeta bir işkenceye dönüştürebili­yordu. Bunun en saçma örneği 22 Kasım 1950’de Fort Wayne Pistons’ın son şampiyon Min­neapolis Lakers’ı 19-18 yendiği maç olmuştu. İki takımın kay­dettiği 37 sayı, lig tarihinde bir maçta atılan en düşük sayı ola­rak rekor kitaplarındaki yerini koruyor.

NBA’in ilk yıldızı George Mikan, DePaul
Üniversitesi’ndeki günlerinde (1945).

Giderek daha fazla başları­nı ağrıtan bu sorunu NBA yine kendi içinde çözdü. Syracu­se Nationals’ın sahibi Danny Biasone, takımların 24 sani­ye içinde hücum etmelerini sağlayacak bir şut saati fikrini geliştirdi. Bu basit buluş ligin kaderini değiştirdi. 1953-54 sezonunda takımlar ortalama 79.5 sayı üretirken, şut saatiy­le birlikte oyun temposu yük­selince 1955-56 sezonunda bu ortalama 100’e ulaştı. Artık oy­nanan basketbol göze daha hoş geliyor; hız kazanan, oyuncula­rın bireysel ve atletik yetenek­lerini daha fazla gösterebildiği akıcı oyun, salonların dolması­nı sağlıyor; bunun neticesinde de gelirler artıyordu.

Devlerin düellosu: Russell ve Wilt

Mikan 1958’de profesyonel ka­riyerini noktalarken sahneye çıkan iki dev adam onun boş­luğunu dolduracak ve NBA’nın popülerliğinin ABD sathında iyice perçinlemesini sağlaya­caktı.

Boston Celtics’in 1956’da “draft ettiği” 2.08’lik pivot Bill Russell ile 1959’da Philadelp­hia Warriors’ın seçtiği 2.13’lük Wilt Chamberlain, lig tarihinin tanık olduğu en büyük reka­betlerden birine imza atacaktı. Russell savunmasıyla önplana çıkan gerçek bir takım oyun­cusuydu. Irk ayrımcılığının do­ruk noktasında olduğu bir dö­nemde Russell, muhafazakar beyazların kalelerinden Bos­ton’un takımı Celtics’in 1956- 1969 arasında tam 11 kez NBA şampiyonu olmasında başrol oynayacaktı.

Chamberlain ise inanılmaz cüssesiyle rakiplerini domine ediyordu. Bugün bile birçok­larınca lig tarihinin en baskın oyuncusu olarak değerlendi­rilen Chamberlain, şampiyon­luk yolunda çoğu defa Russell’a takılıp, o dönem sadece bir şampiyonluk sevinci yaşamış olsa da bireysel istatistikleriy­le akıllara durgunluk veriyor­du. 2 Mart 1962’de New York Knicks’e karşı oynanan maçta Warriors formasıyla tam 100 sayı kaydeden Wilt’in bu reko­runun kırılması beklenmiyor.

‘Dev’ mücadele: Russell ile Wilt

Boston Celtics’in 1956’da “draft ettiği” 2.08’lik pivot Bill Russell ile 1959’da Philadelphia Warriors’ın seçtiği 2.13’lük Wilt Chamberlain, lig tarihinin tanık olduğu en büyük rekabetlerden birine imza atacaktı.

ABA’nın doğuşu ve irtifa kaybı

Tüm olumlu gelişmelere rağ­men NBA için 70’ler pek de parlak geçmedi. 1967’de ku­rulan ve ilk başkanlığını Mi­kan’ın yaptığı ABA, NBA’ya ciddi bir rakip olarak çıkmış­tı. Üç sayılık atışın uygulandı­ğı, yüksek tempolu, renkli ka­rakterlere sahip bu lig, yüksek meblağlar karşılığında kolej li­gi NCAA’dan Julius Erving ve Moses Malone gibi yetenekli oyuncuları alarak NBA’yı eli boş bırakıyordu. Gişe gelirle­ri yıllar sonra inişe geçmişti. Ligin gözden düşmesinin ne­denlerinden biri de, 1970’lerde ülke sathında patlama yaşa­nan uyuşturucu kullanımının NBA’ya da sıçramış olmasıy­dı. Uyuşturucunun pençesine düşerek yeteneklerine rağmen heba olup giden oyuncu sayısı azımsanmayacak boyuttaydı. İnsanlar uyuşturucuyla anılan bir lige rağbet etmiyor, çocuk­larının burayı takip etmesine sıcak bakmıyordu.

NBA, yıllar önce “ayağını kaydırdığı” NBL’nin yolunda ilerlerken iki olay ligin kaderi­nin yeniden yazılmasını sağla­dı. İlki ABA’nın 1976’da teslim bayrağını çekmesiydi. Lig hızlı büyümüş, ancak NBA ile yete­nekli oyuncuları kapmak adına kızıştırdığı transfer piyasası, oyuncu ücretlerinin fırlaması­na neden olmuştu. Çoğu daha küçük pazara sahip ufak şehir­lere ait takımlar bu yükselen piyasaya daha fazla direneme­miş ve iflas etmişti. Ayakta ka­labilenler de NBA’ya katılma kararı almıştı. İkinci neden ise 1980’lerin arifesinde iki genç yıldızın lige girmesiydi.

NBA’nın rüya takımı “Rüya Takım” lakaplı 1992 ABD Millî Takımı’nda birlikte oynayan Michael Jordan, Magic Johnson ve Larry Bird, “NBA’nın hayatını kurtaran üçlü” olarak değerlendiriliyorlar.

Yıldızlar dönemi: Magic, Bird, Jordan

Michigan State’in 20 yaşın­daki “Magic” lakaplı 2.06’lık oyun kurucusu Earvin John­son ile Indiana State’in 23 ya­şındaki forveti Larry Bird, 26 Mart 1979’da kolej basketbo­lu ligi NCAA tarihinin bugü­ne dek en çok izlenen finalin­de kozlarını paylaşmıştı. İkili, 1979-80 sezonu başlarken Los Angeles Lakers ve Boston Cel­tics formalarıyla lig tarihinin en büyük mücadelesi olan La­kers-Celtics rekabetinin fitili­ni yeniden ateşleyeceklerdi.

Magic Johnson-Larry Bird ve Lakers-Celtics çekişmesi sıradan bir basketbol rekabe­ti değildi. Aynı zamanda farklı tarzların ve sosyal yapıların da rekabetiydi. Gülümsemesiyle girdiği yerin havasını değişti­ren, atletik ve heyecanlı siyah oyuncu Magic Johnson, adeta Los Angeles’ın şaşaalı ve egzo­tik atmosferinin parkeye yan­sımasıydı. ABD’nin orta batı­sındaki Indiana eyaletinde yer alan French Lick adlı küçük bir kasabadan gelen Bird ise beyaz bir oyuncu olarak hızlı olma­yan, fazla zıplayamayan, ancak çalışkanlığıyla yeteneklerini zirveye çıkaran sokaktaki “orta­lama adamı” temsil ediyordu.

İki oyuncunun sürükledi­ği Lakers’la Celtics, 1980’ler­de 3 kez finallerde karşı karşıya gelirken Magic’li Lakers iki kez gülen taraf olmuştu. 80’ler sona erdiğinde ise Magic ve Bird’ün önderliğinde Lakers 5, Boston ise 3 defa şampiyonluk sevinci yaşamıştı. Magic-Bird düello­ları izlenme rekorları kırarken, 1984 sonbaharında Chicago Bulls formasıyla lige dahil olan bir genç, NBA’yı hayal bile ede­meyeceği bir noktaya getirecek­ti. O isim Michael Jordan’dı.

Magic Johnson, 7 Kasım 1991’de düzenlediği basın top­lantısıyla HIV virüsü taşıdığı­nı açıklayıp basketbolu bırak­ma kararını duyurduğunda tüm dünyayı şoke etmişti. Bir sene sonra Larry Bird kronikleşen bel ve sırt rahatsızlıkları nede­niyle emekliye ayrıldı. Onların sahneden çekilmesiyle NBA tamamen Michael Jordan’ın hakimiyeti altına girecekti. Chi­cago Bulls, 1991-1998 arasında 6 kez NBA şampiyonu olur­ken MJ de 6 defa finallerin en değerli oyuncusu seçildi. 1993 Ağustos’unda babası James Jordan’ın hunharca katledilme­si sonrası onun hayallerini ger­çekleştirmek adına basketbolu bırakıp 1.5 sene beyzbol oyna­mamış olsa, belki bu şampiyon­lukların sayısı 8 olabilirdi.

Zirve elden ele Michael Jordan’dan NBA bayrağını devralan LeBron James artık kariyerinin sonbaharında ve aldığı bayrağı Giannis Antetokounmpo gibi isimlere devretmeye hazırlanıyor.

Teknolojinin ve internetin çağı olan 2000’lerde NBA, güçlü altyapısı, yenilikçi anlayışı sa­yesinde basketbolun zirvesi ol­mayı sürdürdü. Shaquille O’Ne­al, Kobe Bryant, Allen Iverson gibi yıldızlar Jordan’dan aldık­ları bayrakla ligin popülarite­sini 2010’lara taşırken günü­müzde de LeBron James, Kevin Durant, Stephen Curry, Giannis Antetokounmpo bu bayrak yarı­şını sürdürüyor.

1992 Olimpiyat Oyunları’n­da tüm dünyayı büyüleyen Rüya Takım’ın etkisi ve Jordan gibi ikonların itici gücüyle popü­lerliğini yeni ufuklara taşıyan NBA, 1990’larda “Global Düşün, Yerel Hareket Et” düsturuyla Johannesburg’dan Londra’ya, Rio de Janeiro’dan Şanghay’a kadar birçok yerde ofisler açıp varlığını tüm dünyaya taşıdı. Bu ofisler sayesinde ürün satışın­dan, bölgesel televizyon yayın haklarına kadar birçok konuda doğrudan söz sahibi oldu.

NBA, 75 yıllık tarihinde ki­mi zaman engebeli yollardan geçse de 2021-22 sezonu baş­larken sadece spor değil, tüm alanlarda dünya çapında mar­ka olmaya çalışan kurumlara ve organizasyonlara örnek teş­kil ediyor.

OSSIE SCHECTMAN / KNICKS

İlk maç, ilk basket ve ilk galibiyet…

NBA tarihinin ilk basketi, 1 Kasım 1946’da Toronto Huskies ile New York Knicks arasında oynanan maçta Knicks’ten Ossie Schectman tarafından kaydedildi. Maçı kazanan da Knicks oldu.

NBA’da resmî kayıtlara göre 2021-22 sezonunun baş­langıcına kadar oynanmış tüm müsabakalarda kaydedilen sayı toplamı 12.838.829. İlk sayı için 1 Kasım 1946’da oynanan Toronto Huskies-New York Knicks maçına gidiyoruz. Her ne kadar ligin adı henüz BAA olsa da NBA tarihinin ilk karşılaşması kabul edilen bu maç, Toronto’daki Maple Leafs Salonu’n­da, içeri girebilmek için 75 cent-2.5 dolar arasında ücret ödemiş 7.090 biletli seyirci karşısında oynanmıştı. Huskies takımı hava atışını kazan­dıktan sonra ilk hücumda sayı bula­mazken dönen topta hızlı hücuma kalkan Knicks’te Leo Gottlieb’den al­dığı pası turnikeyle baskete çeviren Ossie Schectman, NBA tarihinin ilk sayılarını atan oyuncu olarak tarihe geçmişti. Knicks, maçı da 68-66 kazanarak ligde ilk galibiyeti elde eden takım olmuştu.

NBA’da resmî kayıtlara göre 2021-22 sezonunun baş­langıcına kadar oynanmış tüm müsabakalarda kaydedilen sayı toplamı 12.838.829. İlk sayı için 1 Kasım 1946’da oynanan Toronto Huskies-New York Knicks maçına gidiyoruz. Her ne kadar ligin adı henüz BAA olsa da NBA tarihinin ilk karşılaşması kabul edilen bu maç, Toronto’daki Maple Leafs Salonu’n­da, içeri girebilmek için 75 cent-2.5 dolar arasında ücret ödemiş 7.090 biletli seyirci karşısında oynanmıştı. Huskies takımı hava atışını kazan­dıktan sonra ilk hücumda sayı bula­mazken dönen topta hızlı hücuma kalkan Knicks’te Leo Gottlieb’den al­dığı pası turnikeyle baskete çeviren Ossie Schectman, NBA tarihinin ilk sayılarını atan oyuncu olarak tarihe geçmişti. Knicks, maçı da 68-66 kazanarak ligde ilk galibiyeti elde eden takım olmuştu.

NBA’da resmî kayıtlara göre 2021-22 sezonunun baş­langıcına kadar oynanmış tüm müsabakalarda kaydedilen sayı toplamı 12.838.829. İlk sayı için 1 Kasım 1946’da oynanan Toronto Huskies-New York Knicks maçına gidiyoruz. Her ne kadar ligin adı henüz BAA olsa da NBA tarihinin ilk karşılaşması kabul edilen bu maç, Toronto’daki Maple Leafs Salonu’n­da, içeri girebilmek için 75 cent-2.5 dolar arasında ücret ödemiş 7.090 biletli seyirci karşısında oynanmıştı. Huskies takımı hava atışını kazan­dıktan sonra ilk hücumda sayı bula­mazken dönen topta hızlı hücuma kalkan Knicks’te Leo Gottlieb’den al­dığı pası turnikeyle baskete çeviren Ossie Schectman, NBA tarihinin ilk sayılarını atan oyuncu olarak tarihe geçmişti. Knicks, maçı da 68-66 kazanarak ligde ilk galibiyeti elde eden takım olmuştu.

NBA tarihinin ilk sayılarını kaydeden Ossie Schectman (1913-2013) ilk maçın istatistik kağıdıyla birlikte…

NBA KADROSU: NİJERYA’DAN SIRBİSTAN’A

‘Amerikan Oyunu’ndan küresel lige doğru…

NBA bugün dünyanın pek çok ülkesinden oyuncuya evsahipliği yapan küresel bir lig. 41 ülkeden 107 uluslararası oyuncu forma giyiyor.

İtalya’da doğup, Kanada’da yetişen Henry Biasatti, Toronto Huskies formasıyla 6 maçta yer aldığı 1946-47 sezonunda NBA’da oynayacak yüzlerce uluslararası oyuncuya öncülük ettiğinin muhtemelen farkında değildi. Biasatti’den 75 yıl sonra NBA, 41 ülkeden 107 uluslararası oyuncunun forma giydiği küresel bir lig haline dönüşmüş durum­da. Sloganı yıllarca “America’s Game” (Amerika’nın Oyunu) olan NBA’nın normal sezonunun son MVP’si Sırp Nikola Jokic. Son finallerin MVP’si ise Milwaukee Bucks’ı 50 yıl sonra tarihinin ikin­ci şampiyonluğuna taşıyan Nijer­ya asıllı bir Yunanistan vatandaşı olan Giannis Antetokounmpo.

NBA’nın bugün küresel çapta bir lig olmasına önayak olan kişi, geçen sene ölen eski NBA Baş­kanı David Stern’dü. 1984-2014 arası 30 sene boyunca ligi yöne­ten Stern, 1988’e kadar amatör­lerin mücadele ettiği Olimpiyat Oyunları’nda profesyonellerin de yer almasını sağlayan girişimde büyük rol oynarken; 1992 Barce­lona’da ABD’nin Magic Johnson, Larry Bird, Michael Jordan, Karl Malone gibi 12 NBA oyuncu­sundan oluşan “Rüya Takım” kadrosuyla mücadele etmesini mümkün kılmıştı. O kadro altın madalyaya rakiplerini ezerek uzanırken tüm dünyaya NBA’nın seviyesini gösterdi ve genç bas­ketbolculara ilham kaynağı oldu.

NBA’nın Avrupalı süper yıldızları Slovenya’dan Luka Doncic, Sırbistan’dan Nikola Jokic ve Yunanistan’dan Giannis Antetokounmpo

TÜRKLER NBA’DA

Mirsad, Hido, Memo…

1998’de NBA’ya giden ilk Türk Mirsad Türkcan’dan bu yana Hidayet Türkoğlu ve Mehmet Okur da başarılarıyla adlarını lig tarihine yazdırdılar. Bu sezon ise basketbolun zirvesinde Türkiye’den 5 oyuncu yer alıyor.

NBA’da 2021-22 sezonu başlarken takımların kad­rolarında Türkiye’de doğmuş 5 oyuncu bulunuyor. NBA’daki ilk sezonlarını geçirmeye hazırla­nan Alperen Şengün (Houston) ve Ömer Faruk Yurtseven (Mi­ami) dahil bugüne dek 14 Türk oyuncu ligde forma giydi. NBA kapısından ilk giren oyuncumuz ise 1998’de Houston tarafın­dan draft edilen ve 1999-2000 sezonunda Milwaukee ve New York formalarıyla toplam 17 maça çıkan Mirsad Türkcan oldu. 2008’de NBA’nın “En Çok İlerle­me Kaydeden Oyuncusu” seçilen Hidayet Türkoğlu, 2000-2015 arasında 6 farklı takım forma­sıyla 997 normal sezon maçına çıkarak NBA’da en uzun kariyere sahip oyuncumuz olarak kayıt­lara geçti. 2002-2012 arası 10 sezon boyunca ligde top koştu­ran Mehmet Okur ise 2004’te Detroit Pistons’ta oynarken NBA şampiyonluğu sevincini yaşayan ve 2007’de Utah Jazz’dayken, “all-star” seçilen bugüne kadarki ilk ve tek oyuncumuz.

Hidayet Türkoğlu, 2008’de “En Çok İlerleme Kaydeden Oyuncu” ödülünü alırken.


Devamını Oku

Son Haberler