45 kilo ve 150 santim. Sessiz sakin, çekingen görünümlü bu kadın, tek başına neyi değiştirebilir? Her şeyi! 18 Eylül’de ABD tarihinin en önemli seçimlerinden birinin sonucunu göremeden hayata gözlerini yuman Ruth Bader Ginsburg, nam-ı diğer “Notorious RBG” (Bednam RBG), ABD Yüksek Mahkemesi’nde görev yapan ikinci kadın ve alışılmadık bir feminist ikondu.
Amerikan tarihinin en önemli seçimlerden birini göremeden hayatını yitiren Ruth Bader Ginsburg, ABD Yüksek Mahkemesi’nde görev yapan ikinci kadın; hayatının neredeyse 70 yılını durup dinlenmeden hak mücadelesi vermeye adamış bir hukukçu ve mütevazı yapısına rağmen ünü gençler arasında neredeyse rock yıldızlarıyla yarışan bir feminist ikondu.
New York’ta, Brooklyn’in Flatbush mahallesinde doğup büyüyen Ginsburg, Yahudi bir göçmen ailenin kızıydı. Odessa’da o dönem Yahudilerin Rus okullarına kabul edilmemesi nedeniyle, üniversiteye gidememiş babası için eğitim çok önemliydi. 17 yaşındayken kaybettiği annesinden de hayatı boyunca aklında tuttuğu iki önemli öğüt almıştı: “Hanımefendi ol; yani öfke gibi gereksiz duyguların seni ele geçirmesine izin verme! Bağımsız ol; beyaz atlı prensini bulup sonsuza dek mutlu yaşasan bile kendi ayakların üzerinde dur!”
Masal kitaplarındakilere benzemese de, onun için “beyaz atlı prens” tanımına en çok yaklaşan insanlardan biri olan eşi Martin Ginsburg’la 18 yaşındayken Cornell Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda tanışmıştı. Bir kadının hem evde hem dışarıda yaptığı işlerin erkeklerle eşit önemde olduğuna inanan “Marty”, kariyerinin her adımında ona destek olmuş; yemek pişirmiş; çocuklarla ilgilenmiş; RBG Washington’da yükselirken hiç düşünmeden New York’taki kariyerini bırakıp arkasından gitmişti. Hayattaki en büyük şansının eşiyle tanışmak olduğunu her fırsatta söyleyen Ginsburg, “Kendi yeteneklerine güvenen bir insan olduğu için beni hiçbir zaman kendisine bir tehdit ya da rakip olarak görmedi” diye anlatıyordu 60 yıllık hayat arkadaşını.
1956’da Harvard Hukuk Fakültesi’ne giren 500 kişilik sınıftaki 9 kadından biri oldu. 1950’lerin başına kadar kadınların kabul edilmediği okulda, sürekli gözönünde olduğunu hissediyor; başarısız olursa yalnızca kendisini değil, bütün kadınları hayalkırıklığına uğratacağı endişesiyle çalışıyordu. Okul kütüphanesine kadınların alınmadığı, dekanın kadın öğrencileri çağırıp bir erkeğin oturabileceği bir koltukta ne aradıklarını sorduğu yıllardı bunlar. Eşi okulu bitirip New York’ta çalışmaya başladığında, o da Columbia Hukuk Fakültesi’ne geçiş yaptı ve buradan mezun oldu. Okul hayatı, yeni doğmuş kızlarının yanında kemoterapi öncesi dönemde kansere yakalanan eşiyle de ilgilenerek, günde yalnızca 2-3 saat uyuyup ders çalışarak geçmişti.
Bu dönem ona hayatı boyunca sürdüreceği durup dinlenmeden çalışma alışkanlığını aşıladı. Ama ne çalışkanlığı ne hem Columbia hem de Harvard üniversitelerinin “Law Review”larında çalışan ilk kadın olması bir iş bulmasına yardımcı olmadı. 1959’da koskoca New York’ta ona iş verecek tek bir hukuk firması bile yoktu. Önüne konan bütün bu engellerin, kadınların karşılaştığı ayrımcılıkla ilgili daha büyük bir resmin parçası olduğunu anlayıp, bu ayrımcılıkla savaşmayı hayatını adadığı ideale dönüştürmesi an meselesiydi. 1963’te Rutgers Üniversitesi’nde işe başlayarak öğrencilerinden ilhamla “hukuk ve cinsiyet” dersi vermeye başladı.
1970’lere gelindiğinde kadın hareketi güçleniyor; protestolar sokakları sarıyordu. Ginsberg, hiçbir zaman sokaklarda slogan atacak bir karakter olmadı ama o da kendi süper güçlerini devreye soktu: Hukuk bilgisini… 1970’de Amerika’da yürürlükte olan kanunlar, birçok eyalette işverenlerin hamile kadın çalışanlarını kovabileceğini; bankalara kredi başvurusu yapan kadınların kocalarından da imza almaları gerektiğini; evlilik içi tecavüzün genellikle yargılanmayacağını söylüyordu. Erkeklerin evin geçimini sağladığı, kadınların ancak cep harçlığı alan 2. sınıf vatandaşlar olduğu fikri, binlerce kanunun altmetninde destekleniyordu. Ginsberg, bu düzeni adım adım ama kökünden ve kolay kolay yıkılmayacak şekilde değiştirmeyi kafasına koymuştu: Cinsiyet ayrımcılığı, ırk ayrımcılığıyla aynı şekilde değerlendirmeliydi.
1973-1978 arasında kadın ve erkek rolleriyle ilgili stereotipleri temsil eden, iyi bir yasaya dönüşebilecek 6 davayı ABD Yüksek Mahkemesi’ne götürdü; bunların beşini kazandı. Davalardan biri, 1975’te karısını doğum sırasında kaybeden, çocuklarının bakım sorumluluğunu üstlendiği için çalışamayan, buna rağmen “annelik yardımı”ndan yararlanamayan bir erkeğin davasıydı. Hem erkeklerin hem de kadınların cinsiyet ayrımcılığından nasıl etkilendiğini, tamamı erkeklerden oluşan bir mahkeme salonunda anlatırken hâlini bir “anaokulu öğretmeni”ne benzetecekti.
1980’de Başkan Jimmy Carter, federal mahkemeleri “çeşitlendirme” kararı aldı. Columbia Bölgesi Temyiz Mahkemesi üyeliğine atandı ve 1993’te Başkan Bill Clinton tarafından Yüksek Mahkeme’de görevlendirilene dek burada çalıştı. Yüksek Mahkeme’de Ronald Reagan tarafından aday gösterilen Sandra Day O’Connor’ın ardından kürsüde yemin eden ikinci kadın yargıç oldu. Aslında uzun süre mahkemedeki en liberal yargıç değildi; genellikle bazı tavizler verme pahasına uzlaşıyı öncelikli görüyor, uzun vadeli çözümlere ancak bu şekilde ulaşılabileceğine inanıyordu. Ancak Donald Trump’ın Neil Gorsuch ve Brett Kavanaugh’u göreve getirmesinin ardından mahkemeyi dengelemek için giderek “sola” kayacaktı.
Uykusunda bile ABD’nin hukuk sistemini nasıl iyileştirebileceğini düşünen Ginsburg, tek mücadelesini mahkeme salonunda vermedi; onu defalarca ölümün kıyısına getiren kanseri iki defa yenmesinin ardından, Amerikan tarihinin en önemli seçimlerinden birini göremeden 87 yaşında yaşamını yitirdi. Karşıt düşüncede olan meslektaşlarını bile nezaketle ikna etmeye önem veren Ginsberg’ün yerini doldurmak hiç kolay olmayacak. Ginsberg, yerine gelecek yargıcın seçimlerin ardından atanmasını vasiyet etse de, geçtiğimiz ay Donald Trump tarafından aday gösterilen Amy Coney Barrett senato tarafından onaylanarak, Yüksek Mahkeme’nin dengelerini onlarca yıl boyunca değiştirdi. Bu da kürtajın yasallaşması da dahil olmak üzere pek çok yasanın değişebileceği anlamına geliyor…