Halterde üç defa olimpiyat şampiyonu olan, dünya rekorlarının sahibi Naim Süleymanoğlu yaşayan bir efsane, müthiş bir başarı öyküsüydü. Başka bir ülkede yaşasa, hakkında sayısız kitap, belgesel, film yapılabilecek Süleymanoğlu, emekli ve küskün şekilde veda etti hayata. Hikâyesi o kadar gerçek, başarıları o kadar sahici ve unutulmaz, kendisi o kadar insandı ki.
Milyonları ekran başına mıhlamayı başarmış bir modern zaman kahramanı… 1.47 metrelik boyuyla dünyaları kaldıran bir Herkül. Rekorlarla dalga geçen bir madalya koleksiyoneri. İki komşu ülke arasında gidip gelen, filmlere konu olacak bir operasyonla kaçırılan sporcu. Kendi ağırlığının üç katını kolaylıkla kaldıran tarihin gelmiş geçmiş en iyi haltercisi. Podyumdan uzaklaştıktan sonra köşesine çekilen küskün bir insan. Ve 50 yaşında sonlanan buruk bir öykü…
Naim Süleymanoğlu Bulgaristan’da bir Türk ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtığında yıl 1967’ydi. Onu en yakından tanıyanlardan gazeteci Celal Demirbilek’in anlattığına göre eve yetişemeyen annesi, onu mezarlıkta doğurmuştu. Ortanca oğlandı; kendi deyişiyle evin angaryaları ona kalıyordu. Daha ufacıkken okulda haltere merak sarmış arkadaşlarının peşinden bu sporla tanışıyordu. Giderek yüklendiği ağırlık katlanıyordu.
O kısacık boyu, başarı için biçilmiş kaftandı; gerisi destandı…
Bu ufak tefek delikanlı, ilk dünya rekorunu 1982’de Dünya Gençler Şampiyonası’nda kırmıştı. Henüz 15 yaşındaydı. Yaptıkları adeta yapacaklarının teminatıydı. Ailesi Naim dese de, resmî kayıtlardaki adı Naum Shalamanov idi. Doğu Bloku 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’nı boykot edince, aynı yıl dünyanın dörtbir köşesinde ağırlığının üç katını kaldıran sporcu, “47 ayın sultanı”yla tanışmak için beklemek durumunda kalmıştı.
Yeri gelmişken anımsatmalı, tarihte kendi ağırlığının üç katını kaldıran ilk sporcu Stefan Topurov’du. Naim’in 19 Kasım’daki cenaze törenine katılanlardan biri olan Bulgar halterci, 1983’te bunu başarmıştı.
Derecelerini sürekli geliştirse de rekortmen delikanlının yüzü pek gülmüyordu. Bulgaristan Devlet Başkanı Todor Jivkov’un asimilasyon politikaları, onu giderek ailesinin vatanına yaklaştırıyordu. Türkiye’ye kaçmak istediği kulaktan kulağa yayılıyordu. Daha kimse Naim’i tanımazken, Sofya’da onunla tanışan Demirbilek, birkaç yıl sonra Avustralya’da kaybolan Bulgar haltercinin haberini duyuruyordu. Bulgar yetkililer aslında onu kaybetmemek için çok çabalamıştı. Kimi organizasyonlara götürülmüyor, sürekli korunuyordu. Melbourne’deki bir anlık dalgınlık, bir ülkenin spor yazgısını değiştirdi. Büyükekçiliğe sığınan “Cep Herkül’ü”, zamanın Başbakanı Turgut Özal’ın bizzat ilgilendiği asrın operasyonuyla Türkiye’ye ayak basmıştı.
Tayfun Bayırdır Socrates dergisinin Naim dosyasında o filmlere konu olacak kaçış hikâyesini şöyle anlatıyordu: “Bu kaçış, bir yıl öncesinden planlanıyor ve şifreli olarak yazışmalar yapılıyor. Naim, Melbourne’deki dünya şampiyonasını kazandıktan sonra bir anlık boşlukta kafileden ayrılıyor, bir café’de oturuyor, onu arkadaki tuvaletten kaçırıyorlar; Datsun marka sarı bir otomobile bindirip bir kahvehaneye götürüyorlar. Sonra Naim, başka bir grupla bir caminin yolunu tutuyor. Geldiğinde camideki Türk topluluğu namazda, o da namaza giriyor, sonra çıkıyorlar, bir eve yerleşiyor, büyükelçiliğe haber veriliyor. Büyükelçilik durumu hemen Turgut Özal’a iletiyor; Özal ‘derhal gelecek’ diyor ve Naim önce Londra’ya, ardından özel uçakla İstanbul’a ve son olarak Ankara’ya getiriliyor”.
Örtülü ödenek kavramıyla bazıları onun sayesinde tanışmıştı. Türkiye adına yarışabilmesi için Bulgaristan’a verilen para devletin kasasından çıkmıştı. 1 milyon 200 bin dolara asrın transferi yapılmıştı. Sonradan bu miktarın yedi milyon dolar olduğu ve paranın kaybolduğuna dair haberler çıksa da bir şey kesindi, Naim Süleymanoğlu efsanesi resmen başlamıştı!
Yeni adıyla yeni ülkesi adına yarıştığı 1988 Avrupa Halter Şampiyonası, aynı yıl Seul’de düzenlenecek Olimpiyat Oyunları’nın adeta fragmanıydı. Galler’de Topurov’un önünde dünya rekoruyla gülen küçük dev adam Güney Kore’de kendisiyle yarışıyor, altı dünya, dokuz Olimpiyat rekoru kırarak zafere ulaşıyordu.
1968’den bu yana Olimpiyat’ta birinciliğe hasret olan ülkenin özlemi son bulmuştu. Güreş dışında ilk defa altın gelmişti! Omuzlarında yükselen 190 kilo, halter tarihinin en iyi kaldırışıydı. Ülkeye dönüşünde kahramanlar gibi karşılanan sporcu, dünyaca ünlü
dergisine de kapak olmuştu.Tarihe geçtiği 20 Eylül 1988 günü adeta zaman durmuş; milyonlar TRT ekranlarının başında mıhlanmıştı. Türkiye’de haltere ilgi artıyor, onun boy gösterdiği tüm organizasyonlar nefesleri kesiyordu. Rahmetli Hüseyin Başaran’ın sesi hafızalara kazınıyor, “Haydi Naim” milyonların duygularına tercüman oluyordu.
Küçük dev adam, 1992 Barcelona’da güle oynaya unvanını koruyordu (İkinci olan Nikolay Peshalov 25 yıl sonraki cenazede yerini alacak, rakibini son yolculuğunda yalnız bırakmayacaktı).
1996’da olimpiyat meşalesi Atlanta’da yanmıştı. Yeni Dünya’da halter tarihinin en unutulmaz müsabakası yapılıyordu. 64 kilogram finalleri, penaltı atışlarına giden Dünya Kupası finallerinden heyecanlıydı. Naim ile Valerios Leonidis’in unutulmaz düellosunda beş dakikada dört dünya rekoru kırılıyor; zafer yine Kırcaalili o ufacık dev adamın oluyordu. Cep Herkül’ü üst üste üçüncü defa Olimpiyat’ta şampiyon olarak tarih yazmıştı. (O “halter muharebesi”nin kaybeden tarafı Leonidis de, 21 yıl sonra arkadaşının tabutunu öperek uğurladı). Rakipleriyle rekabetleri muazzam dostluklar doğurmuştu. Kâh Türkçe kâh Rusça konuşmuşlar, birbirlerine büyük saygı duymuşlardı.
2000’de sakatlığının gölgesinde Sydney’e dördüncü olimpiyat zaferi için giden 33 yaşındaki efsane sporcu “sıfır çekmişti”. Altın artık Hırvatistan adına yarışan Peshalov’un olmuştu.
Emekli olan Naim köşesine çekildi. Arada haberlere konu olsa da, küskünlüğü yüzünden okunuyordu. Sonrasında ondan gelen haberler içaçıcı değildi. Hep sağlık sorunları haber oluyor, gözler doluyordu. Sanki o çekilmemiş en güzel filmin sonu geliyordu.
Tarihin en büyük haltercisinin öyküsü 18 Kasım 2017’de sonlandı. Başka bir ülkede yaşasa, hakkında sayısız kitap, belgesel, film olurdu ya, neyse. MFÖ’nün ondan ilham alarak yazdığı şarkı bile kayboldu