Michelangelo’nun patronu Medici ailesinden bir kuntiz, bakıyor bu Michelangelo’nun eli iyi işliyor, “Hacı” diyor, “Gel şöyle güzelinden bir Vaftizci Yahya heykeli yap ama Yunan tarzında olsun. Sonra bunu toprağa gömüp çıkartalım; antika diye Roma’da elimizi öpene 10 bin florine okuturuz”. Bildiğiniz tarihî eser dolandırıcılığının ilk hâli… Michelangelo, bu teklife “Ben fakir ama onurlu bir sanatçıyım!” diye karşı çıkmıyor; oturup sahte heykeli yapıyor. Bunu Roma’da bir kardinale okutuyorlar. Ancak olaylar biraz farklı gelişiyor…
Geçen ay inceden tarihte organize suçlardan bahsetmiştik. Tabii yine sadece aklımda kaldığı kadarıyla; burada okuduklarınızla “term paper” falan yazarsanız bildiğiniz gibi mesuliyet kabul etmiyorum. Hele hele atıfta falan bulunursanız zaten sizi Allah kurtarsın. Şimdi ben kendi payıma organize suçların çoğunu kaba bulurum. Organize falan dedikleri, neticede kahveden adam toplayıp kavgaya gitmenin daha sonuç odaklı hâli; Amerikan danışmanlık şirketlerinin raporları doğrultusunda re-organize olmuş bir eşek.…….lik silsilesi gibi bir şey. Ha ama ecnebinin “güven numarası” dediği dolandırıcılıklar, çoğu kişi gibi benim de ilgimi çeker.
Sülün Osman’dan yıllar evvel, hafızam beni yanıltmıyorsa milattan önce 4. yüzyıl sularında, Marsilyalı abilerimiz Zenotemis ve Hegestratos, mısır işine girmişler. Zaten Allah’ın milattan öncesi, enerji türbini işine girecek değiller ya; ya mısır ya şarap ya zeytinyağı işine girecekler. Kafalar rahat. Plana göre bunlar Sicilya’dan mısırı gemiye yükleyecekler, Atina’ya getirip satacaklar. Tabii gemi yolda batar, korsan gelir falan diye sigorta yaptırmışlar. Bunları sigortalayan da Demon diye biri. Demon diyor ki, bunlar gemiye mısır falan koymamış, yolda da gemiyi batırmaya çalışmış, o esnada Hegestratos ölmüş; Zenotemis de gelmiş Demon’dan sigorta parasını istemiş. Sıradan bir sigorta dolandırıcılığı yani. Ancak bu abiler tarihteki ilk sigorta dolandırıcıları değil de, kayıtlara geçen ve yakalanan ilk dolandırıcılar. Sigorta dolandırıcılığının tarihini muhtemelen yine sigortanın tarihiyle birlikte başlatmak doğru olacaktır.
İnsanoğlunu galiba diğer memeli ve omurgalılardan ayıran özelliklerinden biri de, önüne bir kural, kaide, anlaşma konulduğunda bir açık ve bir istismar yolu bulmaya çabalaması. Tamam hepimiz öyle değiliz ama, en azından bir kısmımız bu şekilde davranıyor ve aslını isterseniz yine bu şekilde davranmaya istidadı olan diğer bir kısmımız da zaten bu anlaşmaları, kuralları hazırlıyor. Yoksa bunları iyi niyetli Adile Naşit’ler hazırlasa; ortamda eser miktarda bile Önder Somer olması tüm o anlaşmaları berhava etmeye yeter de artar bile. Ne gerek varsa?
Michelangelo, henüz ümit
vadeden genç bir sanatçı
olduğu günlerde şeytana
uyup tarihî eser sahteciliğine
girmiş; yaptığı “Uyuyan
Eros” heykelini toprağa
gömüp antika diye Roma’da
bir kardinale satmış. 1698’de
bir yangında kaybolduğu
düşünülen sahte heykelin
orijinal bir versiyonu…
Demek istediğim, üçkâğıtçılığın tür olarak içimize işlemiş olması ve birçok üçkâğıtçının, üçkâğıda harcadığı zamanı dürüstçe çalışmaya harcasa kimi zaman daha da kazançlı çıkacağı. Ne bileyim, lisede kopya hazırlayan arkadaşlarım kopya hazırlamakla o kadar uğraşacaklarına önlerindeki kitabı açıp sınav saati gelene kadar okusalar daha başarılı olurlardı. Ha, ben kopya hazırlamadığım gibi oturup ders de çalışmadım orası ayrı.
Bu, kuntizlikle yolunu bulmaya çalışıp kuntizliğe harcayacağı zamanı kendi işine ayırsa daha başarılı olacak insanlar için gösterilebilecek en güzel örnek de herhâlde meşhur sanatkârımız Michelangelo. Evet evet, hani şu Sistin Şapeli’nin tavanını boyayan, Adem’in yaratılışını resmeden ve Ninja kaplumbağaların nunçakulu kahramanına ilham veren abimiz. Şimdi elâlemin yalancısıyım (elâlem dediğim de Michelangelo’nun hayatını yazan Condivi ha); Michelangelo’nun patronu Medici ailesinden bir başka kuntiz (yine Lorenzo ama Lorenzo Pierfrancesco Medici), bakıyor bu Michelangelo’nun eli iyi işliyor, “Hacı” diyor, “Gel şöyle güzelinden bir Vaftizci Yahya heykeli yap ama Yunan tarzında olsun. Sonra bunu toprağa gömüp çıkartalım; antika diye Roma’da elimizi öpene 10 bin florine okuturuz”. Bildiğiniz tarihî eser dolandırıcılığının ilk hâli. Sonra zamanla “sofistike” bir faaliyet oldu bu; şimdilerde köylüden dandik tarla alıyorlar, sonra tarlanın orasına burasına sahte antikalar gömüyorlar. Ertesi gün ekipten başka biri köye gelip “Aha şu tarlada bunu buldum, kim bu tarlanın sahibi?” diyor, köylü de “Vay bana, milyonluk hazineyi teptim” demek yerine, gerçek bir köylü olarak gidip adamdan aynı tarlayı iki katına geri alıyor, tarihî eserlere konacağı umuduyla. Güzel tezgah. Yani siz siz olun kendisini “tarihî eser uzmanı” olarak tanıtan şahıslara kanıp sattığınız tarlaları geri almayın.
Ha Michelangelo dedik… Michelangelo, Medici’nin bu teklifine “Ben fakir ama onurlu bir sanatçıyım!” diye karşı çıkmıyor, oturup sahte heykeli yapıyor. Bunu Roma’da bir kardinale okutuyorlar. İşin ilginci, heykeli alan kardinal de gençliğinde Medici’lere yapılan Pazzi komplosunda tutuklanmış, Medici’lerden yana olduğunu söyleyebileceğimiz biri. Her neyse, kardinal artık her nasılsa heykelin sahte olduğunu mu anlıyor, sağdan soldan mı duyuyor, o kadarını hatırlamıyorum; satışa aracılık yapan adamı dövdürüp parasını geri alıyor, ama aklı da kalıyor heykelde. Arayıp buluyor Michelangelo’yu ve tam bir Hulusi Kentmen’mişçesine “Evladım bak yetenekli çocuksun, böyle şeyler yapmana gerek yok. Senin sanatın zaten sana yeter; gel Roma’ya ben sana iş bulurum, sigortanı da yaptırırım” diyor ve böylece meşhur Michelangelo doğmuş oluyor.
Düşünün bir; tezgah başarılı olsa garibim ölene kadar sahte Yunan heykelleri yapıp yolunu bulacak. Ha Sistin Şapeli’ni de onun yokluğunda gülen boyayla boyayacak değiller tabii ama, bizim bildiğimiz gibi olmayacak neticede.