İlk olarak tam 90 yıl önce Temmuz ayında Uruguay’da düzenlenen Dünya Futbol Kupası organizasyonu, Avrupa’dan giden ülke takımlarının uzun gemi yolculuğuyla başlamıştı. Finali evsahibi ekip kazanacak ancak Avrupalıları taşıyan gemi Conte Verde (Yeşil Kont) ve Zafer Tanrıçası Nike’ı simgeleyen Jules Rimet kupasının sonraki yıllarda başına gelmedik kalmayacaktı.
Milyarları peşinden sürükleyen oyunun şahikası: Dünya Kupası. 47 ayın sultanı, farklı kültürlerin çimlerde buluşma noktası. 1 ay süren futbol bayramında birçokları için zaman duruyor; meşin yuvarlağın gölgesinde düşmanlıklar unutuluyor. Peki bu serüvenin 90 yıl önce nasıl başladığını biliyor musunuz?
1920’lerin ortasıydı… Avrupa’da yaşayan Uruguaylı zengin bir diplomat olan Enrique Buero, FIFA Başkanı Jules Rimet’ye değişik kıtaların temsilcilerinin katılacağı bir turnuva fikrini önermişti. Sığır ticareti sayesinde çok zengin olan Güney Amerikalı futbol meftunu, ayrıca Olimpiyat’ta altın kazanan ülkesinin kafile başkanıydı.
Bir futbol dünya kupası düşünce henüz olgunlaşmamışken, bu sefer de zamanın Fransa Futbol Federasyonu Genel Sekreteri Henri Delaunay, 1916’dan bu yana kendi şampiyonasını düzenleyen Güney Amerika’dan esinlenerek, Avrupa’nın da millî takımlar düzeyinde böyle bir organizasyonu olması gerektiğini hararetle başkanına anlatıyordu. Ona o gün “hayır” diyen kişi, yine Rimet’den başkası değildi. Kartvizitinde hem FIFA hem de Fransa Futbol Federasyonu Başkanı yazan efsanevi idareci, 1919’da ülkesinin, 1921’de de dünya futbolunun patronu olmuştu.
Henüz emekleme dönemindeki oyun için o günlerdeki tek uluslararası sahne Olimpiyat Oyunları’ydı. 1928’in 28 Mayıs’ında düzenlenen FIFA Kongresi’nde ilk Dünya Kupası’nın 1930’da düzenlenmesine karar verildi. Peki bu onur kime bahşedilecekti? 1929’daki FIFA Kongresi, Barcelona’daydı. Uruguay’ın dışında Macaristan, İtalya, Hollanda, İsveç ve İspanya da ilk turnuvaya talipti. Buero’nun maddi destek sözü verdiği Rimet, çoktan kararını vermiş; Güney Amerika ülkesi için kulis yapmıştı. 18 Mayıs’taki oylama neticesinde şampiyonanın yapılacağı yerin adı konuyor, son iki Olimpiyat’ta altın madalya kazanan Uruguay da bağımsızlığının 100. yıldönümünde taçlandırılmış oluyordu.
Turnuvaya 3 ay kalmasına rağmen hiçbir Avrupa temsilcisi resmen şampiyonaya katılacağını açıklamamıştı. Çoğunluk, futbolun bu ilk bayramının Roma’da kutlanması istese de FIFA kararından dönmemişti. Benito Mussolini ise kendi propagandası için çok istediği bu organizasyona 4 sene sonra kavuşacaktı.
Birçokları turnuvaya katılmazken, Buero’nun sponsorluğunda Avrupa’dan bir gemi kalkıyordu. Tevatüre göre Uruguaylı diplomat sadece onların değil, Dünya Kupası’na katılan tüm kafilelerin seyahat masraflarını üstlenmiş, ayrıca futbolculara yevmiye ödemişti. Şüphesiz çoğu amatör olan oyuncular için bu büyük bir jestti. O transatlantik 4 Temmuz 1930’da Montevideo’ya vardığında güvertede dört ülke, üç hakem, FIFA Başkanı, delegeler ve şampiyonun kaldıracağı kupa da bulunuyordu…
İskoçya’da inşa edilen Conte Verde, zamanının en lüks gemilerindendi. Floransa’dan getirilen sanatçılar tarafından yapılan iç tasarımı, o günlerin gazetelerinde anlatıla anlatıla bitirilemiyordu. The Times’a göre İtalyan saraylarının görkemini yansıtan transatlantik, 14. yüzyılda yaşayan Savoy Kontu 6. Amadeus’un lakabından ismini alıyordu: Yeşil Kont.
Cenovalı bir şirket tarafından yaptırılan gemi, kıtalararası mekik dokuyordu. 1936’da Çin Olimpiyat kafilesini Berlin’e götüren Conte Verde, Kristal Gece’den sonra Almanya ve Avusturya’yı terk eden 17 bin Yahudiyi Şangay’a taşıyacaktı. 2. Dünya Savaşı başladıktan bir yıl sonra İtalya harbe giriyor, transatlantiğin faaliyeti durduruluyordu. 1942’nin Mayıs ayında Japonya ile Amerika, diplomat ve sivillerin değiş-tokuşu hakkında anlaştığında da kullanılan gemi, ertesi sene feda edilmişti. 3 Eylül 1943’te İtalya’yla Müttefikler’in yaptığı ateşkesi haber alan mürettebat, Japonların eline geçmemesi için gemiyi Şangay’da batırmış, deniz trafiğini felç etmişti.
Japonların zar zor tekrar yüzdürdüğü Conte Verde, 8 Ağustos 1944’te bir bombardıman uçağı tarafından yine batırılıyordu. Tekrar yüzeye çıkarılan ve tamir edilen geminin adı artık Kotobuki Maru’ydu. Ertesi yıl yine vurulan bir zamanların gözde transatlantiği 1949’da hurdaya ayrılmıştı.
İşte o biricik Conte Verde’nin Dünya Kupası seferi 20 Haziran 1930’da Cenova’dan demir alıyordu. Romanya kafilesi oldukça sıkıntılı bir tren seyahatinden sonra gemiye binmişti. Takımı adeta kendi elleriyle seçen Kral 2. Carol, futbolculara ne zaman dönerlerse dönsünler, işlerini kaybetmeyeceklerinin garantisini de vermişti.
Villefranche-sur-Mer’de transatlantik doluyordu. Fransa Millî Takımı dışında ayrıca FIFA Başkanı Rimet, yetkililer ve turnuvada görev yapacak üç hakem artık güvertedeydi. Barcelona’dan Belçikalıları alan “Yeşil Kont”, Rio de Janeiro’dan da Brezilyalıları toplamıştı…
Dünya Kupası tarihinin ilk golünü atan Fransız Lucien Laurent, Conte Verde’de geçirdikleri günleri şöyle anlatacaktı: “Taktik konuşmalar veya benzerleri yoktu. Sadece güvertede koşuyorduk. Hep koşuyorduk. Arada zıplıyor, merdivenleri koşarak çıkıyor ve ağırlık kaldırıyorduk. Hava soğuyuncaya kadar yüzme havuzunu da kullandığımız oluyordu. Bazen çalışırken komedyenler ya da müzisyenler bizi eğlendiriyordu. Tam bir yaz kampı gibiydi. Ancak yıllar sonra tarihteki yerimizi anladık. Yolculuğumuz 15 gün sürdü. 15 çok mutlu gündü”.
Belçika Futbol Federasyonu’nun taze başkanı Rodolphe William Seeldrayers, tarihin ilk Dünya Kupası’nda sahne almanın ne kadar önemli olduğunu çoktan farketmişti. Arkadaşı Buero’nun verdiği güvencelerin de rahatlığıyla, kamuoyunu, kulüpleri ve amatör oyuncuların işverenlerini ikna eden idareci, 1954’te de Rimet’nin yerine FIFA’nın başına geçecekti.
İlk Dünya Kupası’na katılan dört Avrupa temsilcisinden sadece Yugoslavya, Conte Verde’yle Uruguay’a gitmemişti. Aslında onlar da transatlantiği tercih etseler de o kadar geç rezervasyon yaptırmaya kalkınca yer bulamamışlardı. Kafile üç günlük bir tren yolculuğuyla Marsilya’ya gitmiş, oradan bir turist gemisiyle Uruguay yollarına düşmüş, turnuvada da yarı final görmüştü. Onları o tarihî organizasyona götüren Florida, aslında bir ülkeyi daha şampiyonaya bırakacaktı. Mısır, Akdeniz’deki kötü hava koşulları nedeniyle seferi kaçırmış, bu yüzden de organizasyona katılamamıştı. Mısır 4 yıl sonra İtalya’da sahne alacak ve Afrika kıtasının turnuva tarihinde boy gösteren ilk temsilcisi olacaktı.
1930’daki ilk dünya kupasının finalinde Arjantin, ilk yarısını 2-1 önde kapadığı maçta çözülüyor ve evsahibi Uruguay 4-2’lik skorla ilk dünya şampiyonu olarak tarihe geçiyordu. Futbolun ateşi kısa sürede tüm yeryüzünü sararken, o büyülü yolculuklar biraz unutuluyordu.
JULES RIMET KUPASI
Bir ayakkabı kutusu bir köpek ve hırsızlar…
Avrupa’dan Conte Verde gemisiyle Uruguay’a gidenlerden biri de şampiyona verilecek kupaydı. Fransız heykeltıraş Abel Lafleur’ün Zafer Tanrıçası Nike tasviri, futbolun bir zamanlar en büyük ödülüydü. 1946’da FIFA Başkanı Rimet’nin ismi verilen kupayı üç defa kazanan ülke, buna sonsuza kadar sahip olacaktı.
Üstüste iki kez Dünya Kupası’nı kazanan İtalya’nın FIFA’dan sorumlu yetkilisi Ottorino Barassi, 2. Dünya Savaşı’nda ülkesinin kaybetmesinden ziyade kupayı kaptırmamanın derdindeydi. Müttefikler kapıya dayandığında bir ayakkabı kutusuna atılan Tanrıça Nike’ı ilahlar korumuştu belki de.
İsmini taşıyan kupayı son kez 1954’te Federal Almanya kaptanı Fritz Walter’e takdim eden Rimet, o sene görevini bırakmış, iki yıl sonra da ölmüştü. 1966’da İngiltere’de turnuvanın başlamasına üç hafta kala kupa çalınmıştı. Bir pazar akşamı telefon etmek için evinin karşısındaki kulübeye yönelen David Corbett’in köpeği Pickles (Turşucuk), kupayı bir arabanın yanında gazeteye sarılı bulmuştu. “Turşucuk” manşetleri süslüyor, yılın köpeği seçiliyordu. İngiltere evinde şampiyon olurken, o da kutlamalarda boy göstermişti. Bir yıllık bedava mamaysa cabasıydı.
1970’te Meksika’da gülen Brezilya, üçüncü Dünya Kupası’nı kazandıktan sonra heykelciğin sonsuza kadar sahibi olmuştu. 1983’te tekrar çalınan Jules Rimet Kupası, maalesef eritilmişti. Futbolseverleri artık Lafleur’ün heykelinin replikası selamlıyor.