Mario Levi 31 Ocak’ta 67 yaşında ardında okuma hazzı veren onlarca eser bırakarak aramızdan ayrıldı. Romanlarında, öykülerinde İstanbul’u ve ‘az kalanlar’ı anlattı. Ölümünden sonra neden Türkçe yazdığını söylediği video çok paylaşıldı: İlk aşkımı hangi dilde yaşamışsam, sinirlenince hangi dilde sövüyorsam o dilde yazıyorum…
Fotoğrafına bakıyorum. “Gülümsüyorsun. Buruk, acı bir gülümseme bu, görüyorum. Hikayen başka türlüsüne izin vermiyor.” Sonra aynaya bakıyorum. Yüzümde senin gibi acıyı, aşkı, sindirmiş o mahcup gülümsemeden eser yok.
Dediler ki Mario öldü. Kabullenememenin getirdiği bir sersemlikle aklımda oyunlar oynuyorum. Daha doğrusu “Benim istediğim küçük bir olasılığa, bir kez daha inanmak galiba.”
Biliyorum, “Mevsimlerin durduramadığı anlar vardır.” Bundan böyle anlatamayacağın masallar diyarının keyfini çıkarırsın diye umuyorum ve ümidim odur ki “hiçbir şeyi dilediğince anlatamamış olmanın kırgınlığı sarmaz ruhunu. Çünkü sen anlattın, hem de çok güzel anlattın.”
“Bir aşkı yaşayabileceğime kendimi inandırmak istiyordum ben.” İnandırdın, yaşattırdın.
“Hayallerimizden yana yaptığımız seçimler bizim hep kaderimizdir zaten.” Kaderimi kendi elime almamı ve ondan gocunmamamı sağladın.
Yanlış Tercihler Mahallesinin bir sakini olarak yaşadığım yeri sevmeyi öğrendim.
Kendimi sessize almayı da öğrendim sayende. “Bir çıldırmanın neresindeyim dersin? Suskunluk, evet.”
Ana dillerinden İspanyolca ve Fransızcayı bir kenara koyup, ilk aşkını yaşadığın, sokakta oyun oynarken kulladığın, içinden söverken en usturuplu küfürleri bulduğun Türkçe ile yazman bana çok şey anlattı: İçinde en doğal neyin varsa onu ortaya çıkar, onu sev, onunla gurur duy. Sana kaybettireceklerinden çekinme.
Amacım birtakım çocuklar gibi, senin gibi ardımdan gelenlere yol açmak oluverdi. “O çocuklar yürümeyi, mayınlı tarlalarda öğrenmişlerdi.” O mayınlı tarlada bana açtığın yolda yürürken geridekilere bir iz göstermek için adımlıyorum hayatı.
Bana bıraktıklarınla avunmayı öğreneceğim şimdi çünkü “Kitaplar… Ben en çok onlara güvendim.” Avunmak ve savunmak birbiriyle bir hayli bonkör bir kafiye oluşturuyor. “Bazı gerçekleri bilerek es geçmek de bir çeşit savunmaydı.” Savunduğun öz benliğindi, gerçekliğindi Türkçeye sarılarak. Bak! Ben de izinden geliyorum kör topal. Oğlum büyüdü, senin kitaplarının boyuna geldi neredeyse.
Dediğinde haklısın: “Yerleşikliklerine sığınarak yaşayanlar ayrılıkları kolay kolay taşıyamazlardı ki…” Sığındığım, yuvam bellediğim, içimde biriktirdiğim sözlerinden ayrılmasam da beslenmem için yenilerine ihtiyacım var. İşte buna alışmak, bu gerçeği taşımak kolay değil.
“Bir yere geri dönmek istiyorsan, ayrılırken arkana bak, derdi babaannem.” Baktın mı?
Baktıysan eğer, “Hayallerim, sözcüklerim ve tüm olabilirliklerimle çağıracağım seni.
Alıntılar, Mario Levi’nin Bu Oyunda Gitmek Vardı, İstanbul Bir Masaldı, Bir Şehre Gidememek, Lunapark Kapandı, Bir Cümlelik Aşklar, O Pazartesi Eminönü, Size Pandispanya Yaptım eserleri ile Ayşe Böhürler ile yaptığı söyleşiden.
FÜRUZAN (1932-2024)
En güzel öyküler için yaşadı
Eserlerinde ‘öteki’lerin, ezilenlerin, görmezden gelinenlerin hayatlarını anlatan Füruzan, bir süre Almanya’da yaşadı ve göçmen işçilerle ilgili çok sayıda eser de üretti. Füruzan için ‘yazınımıza göktaşı gibi düştü’ denmişti. Öyküden, romana, şiirden senaryoya kadar birçok alanda başarılı yapıta imza attı. Onlarla yaşayacak.
Türkçe edebiyatın en üretken yazarlarından Füruzan 11 Şubat’ta yaşamını yitirdi. Asıl adı Feruze Çerçi olan yazar 1932’de İstanbul’da doğdu. Erken yaşta tiyatro ile ilgilenmeye başladı. 1950’li yıllarda bir süre oyunculuk yaptıktan sonra tamamen edebî çalışmalara yöneldi.
Karikatürist Turan Selçuk ile evlendi. Bu evlilikten bir kızı oldu. Eserlerinde Füruzan adını kullandı, soyadı kullanmamasını ise şöyle açıklamıştı: “Ben o yıllar çok ünlü bir soyadı taşıyordum. Çok ünlü, çok saygıdeğer iki adamın kendi akıllarıyla, emekleriyle ve yetenekleriyle ünlendirdiği saygıdeğer bir soyadıydı. Ben, o ünlenmiş soyadının bana sağlama ihtimali olan kolaylıklarına hiç yanaşmak istemedim. Ben, yazarlığımın sınanmasını öyle bir şekilde tek başıma yapıp bu büyük addan yararlanmamalıydım.”
60’lı yıllarda çeşitli dergilerde yayımlanan öyküleriyle tanınmaya başlandı. İlk kitabı Parasız Yatılı ile Sait Faik Hikaye Ödülü’nü kazandı. Kuşatma ve Benim Sinemalarım adlı öykü kitapları yayımlandı.
Türkiye 12 Mart darbesinin yıkımını yaşarken Kırkyedililer adlı romanı yayımlandı. Darbe, 1968 kuşağı olarak bilinen kuşağın liderlerini katletmiş, işkence ve tutuklamalar yaygınlaşmıştı. Roman çoğunlukla 1947 doğumlu olan bu kuşağı anlatıyordu ve büyük beğeni topladı. Artık adı Sevgi Soysal ve Adalet Ağaoğlu ile, edebiyatın güçlü kadın yazarlarıyla birlikte anılıyordu.
Eserleri filmlere aktarılan Füruzan, sinemayla da yakından ilgilendi. Benim Sinemalarım kitabını senaryolaştırdı ve filmi kendisi yönetti. 1970’lerde bir süre kaldığı Almanya’da göçmen işçilerle ilgili çalışmalar yürüttü. İkinci romanı Berlin’in Nar Çiçeği, Almanya’daki göçmen işçilerin hayatını konu edindi.
Değerli yazarımızı, Yapı Kredi Yayınları editörünün Parasız Yatılı’ya yazdığı önsözle uğurluyoruz: “Füruzan, sanki o güzelim öyküleri yazmak için yaşamıştır. Yazınımıza ‘göktaşı gibi düştüğü’ onun için söylenir.”
ALEKSEY NAVALNİ (1976-2024)
Rus muhalif hapishanede ‘öldü’
Rusya’nın otokratik lideri Putin’e muhalefetiyle tanınan avukat, aktivist ve siyasetçi Aleksey Navalni’nin, 16 Şubat’ta 3 yıldır tutulduğu cezaevinde hayatını kaybettiği açıklandı. 47 yaşındaki avukat, aktivist ve siyasetçi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in en önemli muhalifleri arasındaydı. Putin iktidarının yolsuzluklarına dikkat çeken Navalni, rejimin ülkeyi “bir tür feodal düzen”le yönettiğini ileri sürüyordu. Daha önce sinir gazıyla zehirlenen ancak hayatta kalan Navalni tutuklanmış ve 19 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Moskova’dan 1900 kilometre uzaklıktaki bir hapishaneye gönderilen Navalni’nin ölüm nedeni açıklanmadı; ancak görgü tanıklarına göre cesedinde morluklar vardı.
SEVDA FERDAĞ (1942-2024)
Kimselere benzemeyen aktris
Aktris Sevda Ferdağ, 82 yaşında öldü. Usta yazar Selim İleri’ye göre “sinema ortamımızda salt kendisi olabilmenin mücadelesini veriyordu. Bütün gücünü, bütün sanatlık sezgisini, duyarlığını asıl bu mücadeleden almaktaydı.”
Türk sinemasının önde gelen oyuncularından Sevda Ferdağ, 17 Şubat’ta yaşama veda etti. 1942’de Balıkesir’in Edremit ilçesinde doğan Ferdağ’ın çocukluğu İstanbul’da geçti. Gerçek adı Lütfiye Dumrul olan sanatçı, 1958’de ilk filmi “O Günden Sonra”da rol aldığında henüz 16 yaşındaydı. Sonradan gazeteci-yazar Mesut Kara’yla yaptığı bir röportajda “58’de sinemaya geldiğim zaman ilişkileri, sinemanın fukaralığını hiç sevmedim. Sinema parasızlık demekti, yalnızlık demekti” diyecekti.
Hemen ardından, yine oyuncu olan ablası Ferda Ferdağ’ın yanına Almanya’ya gitti. Burada bir süre modellik yapan Sevda Ferdağ, aldığı sinema tekliflerini geri çevirdi ve bir süre sonra İstanbul’a geri döndü. 1963’te Atıf Yılmaz’ın “Azrail’in Habercisi” ile tekrar sinemaya döndü. Bir yıl sonra Halit Refiğ’in “Gurbet Kuşları” filminde rol aldı.
Birçok sinema oyuncusu gibi, Yeşilçam’ın krize girdiği dönemde Fahrettin Aslan’ın gazinolarında şarkıcılık yaptı. 200’e yakın filmde rol alan oyuncu, birçok ödül de kazanmıştı. Sevda Ferdağ, sinemayla ilişkisini anlatırken şöyle demişti: “Beni yıldız olmak hiç ilgilendirmedi, asla istemedim. Çünkü taviz vererek yaşamak istemiyordum. Her zaman özgür oldum. Ben yıldız olmadım ama kendimi hep yıldız gördüm. Hiçbir sinemacıyı da suçlamıyorum. Ben sadece ‘niye iyi film yapmıyorlar’ diye suçladım. Sonra bunun bir ülke sorunu olduğunu anladığımda hepsi benim arkadaşım oldu. Ayrıca ben birini aşmaya çalışmaktan hoşlanmıyorum. Ben kendim olmaktan hoşlanıyorum. Yaptığım şu kadar filmle hâlâ Sevda Ferdağ isem bu önemli bir şey”.
Selim İleri, Hatırlıyorum kitabında Sevda Ferdağ’dan şöyle bahsediyordu: “Usul usul fark ediyorum ki Sevda, herkesin başka bir kadın veya başka bir erkek olmayı denediği, bunun için var gücüyle çabaladığı sinema ortamımızda salt kendisi olabilmenin mücadelesini veriyordu. Bütün gücünü, bütün sanatlık sezgisini, duyarlığını asıl bu mücadeleden almaktaydı. Benzemek istediği hiç kimse yoktu. Beğenilmek, önemsenmek, alkış toplamak hiçbir zaman sorunu olmamıştı. Bireyliğini yaşamaktı seçeneği.”
ALEV ALATLI (1944-2024)
Aydın ve muhafazakar…
Yazar Alev Alatlı 3 Şubat 2024’te 79 yaşında yaşamını yitirdi. Menemen’de doğan Alatlı, ODTÜ’de ekonomi ve istatistik okuduktan sonra eğitimine ABD’de devam etti. Burada kalkınma ekonomisinin yanısıra felsefe ve teoloji eğitimi aldı. Türkiye’ye döndükten sonra iktisatçılığından çok, yazılarıyla da tanındı. Zaman gazetesinde köşeyazarlığı yaptı. Yaseminler Tüter mi Hâlâ (1985), İşkenceci (1986), Kadere Karşı Koy A.Ş. (1995) adlı romanları yazdı. Çok sayıda deneme, inceleme kitabı da bulunan Alatlı’ya Filistin lideri Yaser Arafat tarafından Özgürlük Madalyası verildi. Alatlı, Aydınlanma Değil Merhamet eseriyle Rusya’da Şolohov Roman Ödülü’ne layık görüldü. Alatlı yazdıkları ve söyledikleriyle muhafazakar kesimlerin beğenisini kazanırken, siyasi iktidarla ilişkileri nedeniyle muhaliflerin tepkisini çekmişti.
NİHAT FALAY (1941-2024)
İktisat dünyasının büyük kaybı
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde 1969-2008 arasında görev yapan Prof. Dr. Nihat Falay, Şanlıurfa’da doğdu. İlkokulu Diyarbakır’da okuduktan sonra İstanbul’da Karagümrük Ortaokulu’nu ve 1961’de Vefa Lisesi’ni tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nden 1965’te mezun olan Falay, 1969’da aynı fakültede öğretim üyesi yardımcılığı yaptıktan sonra, 1988’de “Doğu-Batı Toplumlarında Mali Sistemlerin Gelişimi ve Özellikleri” adlı tezi ile profesör oldu. Eğitimciliğinin yanısıra üniversite öğretim üyelerinin örgütlenmesine de büyük katkı sundu. Ankara’da kurulan Tüm Asistanlar Derneği’nin (TÜMAS) İstanbul Şubesi kurucu üyelerindendi. Falay ardında şu eserleri bıraktı: Türkiye Ekonomi Bibliyografyası, İbn-i Haldun’un İktisadi Görüşleri, Program Bütçe ve Sıfır-Esaslı Bütçe Sistemleri, Planlama-Programlama-Bütçeleme Sistemi ve Türk Program Bütçe Modeli, Maliye Tarihi, İstanbul Üniversitesi’nin Yabancı Akademisyenleri.
ERGUN HİÇYILMAZ (1942-2024)
Gazeteci, sporcu, uzman sahaf
Ergun Hiçyılmaz 12 Şubat’ta yaşamını yitirdi. 1942 yılında Eskişehir’de doğan Hiçyılmaz, gazeteciliğe 1960’larda başladı. Akşam, Yeni Sabah, Yeni İstanbul, Günaydın, Fotospor, Tercüman, Güneş, Erkekçe, Nokta, Yankı, Hürgün, Takvim, Sabah gibi önde gelen gazete ve dergilerde çalıştı. Aynı zamanda bisiklet sporuyla yakından ilgilenen Hiçyılmaz, 1979-80 döneminde Türkiye Bisiklet Federasyonu başkanlığı da yaptı (cenazesinde federasyondan hiçbir yetkili yer almadı). Çeşitli üniversitelerde gazetecilik üzerine dersler de veren Ergun Hiçyılmaz, tarih çalışmalarıyla da tanınıyordu. Hayli zengin bir kitap ve belge koleksiyonuna sahipti. Uzun yıllar Beyoğlu’ndaki Avrupa Pasajı’nda sahaflık yaptı. Edebiyatla da yakından ilgilenen gazeteci, spor tarihine ilişkin çalışmalarıyla tanınıyordu. Koyu bir Fenerbahçeli olan Hiçyılmaz, tabutuna sarılan Fenerbahçe bayrağı ile uğurlandı.
GÜLÇIN AKSOY (1965-2024)
Sanatçı ve hocanın erken vedası
Hem sanat üretimi, hem akademik çalışmalarıyla tanınan Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Halı Atölyesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gülçin Aksoy, genç yaşta İstanbul’da geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mezunu olan Aksoy, 1993’ten ölümüne kadar bu üniversitede öğretim üyesi ve yönetici olarak çalıştı.1990 ların başından itibaren aktif sanat üretimine devam eden Gülçin Aksoy, bireysel üretiminin yanında, kolektif olarak da bir çok sanatsal eylem içersinde yer aldı. Prof. Aksoy’un beklenmedik ölümü büyük üzüntü yarattı.