Anadolu, Rumeli ve Güney Kafkasya Türkçesinde Orta Asya’ya özgü kubbeli kağan konutlarının adı (ordu) mimari alandan askerî alana kayarken, bunlara “otağ” denmeye başlanır. Türklerin “oda” kelimesini bugünkü anlamıyla kullanması ise 16. yüzyılın ilk yarısındadır. Aynı değişimi Macarcanın “oda” anlamlı sözcüğü “szoba”da (soba) görürüz.
Yazıtlar dönemi Türkçesinde kağanlık konut ve karargahlarına “otağ” değil, “ordu” denirdi. Kaşgarlı Mahmut “ordu” için “kasabatu’l-melik” (hükümdar başkenti) tanımı yaparken, sözcüğün çeşitli zaman ve mekanlarda yaşadığı ilk anlam değişmesini de gösterir. Nitekim Hazar Denizi’nin batısına yerleşen Türklerde “ordu”, hükümdar ve hanedan üyelerinin konutundan ziyade, içindekilerle birlikte bu mekanı korumakla mükellef silahlı kuvvetler manası kazanarak ilk anlamından hayli uzaklaşır. Hazar’ın doğusunda kalan Türk dilli topluluklarda ise “ordu”, bir yandan arkaik anlamını (saray) korur, öte yandan anlam dünyasını “bilim-kültür merkezi”ne doğru genişletir.
Anadolu, Rumeli ve Güney Kafkasya Türkçesinde Orta Asya’ya özgü kubbeli kağan konutlarının adı (ordu) mimari alandan askerî alana kayarken, bu konutlara artık “otağ” denmeye başlanır. Özgün anlamı “küçük ve geçici barınak” olan “otağ”, Orta Asya lehçelerinin çoğunda “derme çatma kulübe” (Kırgız); geçici çoban barınağı (Uygur); erkeğin baba evinden ayrılıp kurduğu yuva (Kazak) anlamlarıyla yaşar. “Otağ”ın üst düzey devlet adamlarının büyük ve gösterişli çadırları için kullanımı ise 14. yüzyıldan itibaren Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasına özgüdür.
Yine 14. yüzyılda bu sözcük bir dizi ses değişimine uğrayarak Anadolu’da “oda” biçimini alır; ancak “oda”nın bu tarihte henüz konutun mutfak, banyo gibi bölümleri için kullanılmadığı kesindir. Bunun en önemli kanıtı, Süheyl ü Nevbahar (1350) adlı Farsçadan Türkçeye tercüme edilen mesnevide Arapça “hücre”nin oda, “oda” kelimesinin ise “köşk” anlamıyla geçmesidir. Türklerin Orta Asya tipi bölmesiz keçe çadırdan, içinde bölmeleri olan konutlara ne zaman geçtiklerini veya “oda” sözcüğünü bu bölmeler için ne zaman kullandıklarını Arap harfli metinlerden anlamak kolay değildir. Bunun için en güvenilir kaynaklar, Batılıların yazdığı Latin harfli Türkçe gramer kitapları ve sözlüklerdir. Bu tür eserlerin en eski ve yetkini İstanbul Floransa Konsolosluğu’nda elçilik sekreteri olan Filippo Argenti’nin Regola del Parlare Turcho (Türkçe Konuşma Kuralları, 1533) adlı eseridir. Toplam 645 yaprağın 570’i İtalyanca-Türkçe sözlük olan bu eserde “oda” için “chamera”, “otağ” için ise “il padiglone del signore” (bey konağı) karşılığı verilir. Buna göre “oda”, 16. yüzyılın ilk yarısında kesin olarak günümüzdeki anlamıyla kullanılmaktaydı.
Ota-(yakmak) eyleminden türeyen “otag”, etimolojik olarak ateş (ōt) kavramına dayanır. Bu sözcükte, etrafında aile meclisinin toplandığı ocaktan barınağa, yuvaya doğru bir anlam hiyerarşisi vardır. Aynı anlam değişimini modern Macarcanın “oda” anlamlı sözcüğü “szoba”da (Türkçe soba) görürüz. Slav dillerinde aslen “ocak” anlamlı “izba” (Türkçe izbe) Bulgarca ve Rusçada “kütük köy evleri” için kullanılır. Farklı dillere ait bu paralel evrimlerin insanlığın ortak bilinç altından mı kaynaklandığı yoksa etkileşimlerin sonucu mu olduğu dilbiliminde hâlen tartışılan bir konudur.