Anadolu’nun zengin tarihi ve kültürel geçmişi, binlerce yıllık mimari geleneklerle şekillenmiş. Bu birikim, farklı uygarlıkların etkisi altında gelişmiş ve bölge topografyasına, iklimine ve toplum yapısına uygun yapılarla kendini göstermiş. Ancak özellikle 20. yüzyılın son çeyreğindeki “modernleşme” bu köklü mimari dokudan kalan son izleri de silmiş-süpürmüş. Kaybolan yapıların peşinde, 1975’teki gözlem ve fotoğraflardan bugüne…
Rudolf Naumann, Eski Anadolu Mimarlığı eserinin (çev. Beral Madra, TTK, 1975) Türkçe baskıya önsözünde “Bu çalışma, Anadolu mimarisinin Ön Asya’daki gelişim basamaklarını, bağlantılarını ve ilişkilerini saptamak için yapılmıştır (!..) Geç Hitit Kent Devletleri çağı da çalışmanın kapsamı içine alınarak Anadolu mimarlığı ile bu mimarlık arasındaki kaçınılmaz karşılaştırma olanakları sağlanmış, Anadolu mimarlığının direnci ile yaşayabilirliği de ortaya çıkarılmıştır” diyor.
Ernst Egli de Ülkü dergisindeki “Türk Evi” yazısında (sayı: 11, sayfa: 99, 195), “… Anadolu, güneş, stepler, çıplak dağlar, yeşil vadiler ülkesidir. İşte Türk, böyle bir kır üstünde evini kurmuş bulunuyor. Ve bunu yalnız mahiyetine hükmeden bir insan hâl ve hareketiyle yapıyor” demiş.
Bu iki örneğin dışında, daha pek çok yerli-yabancı araştırmacı-uzman görüşlerinden çıkarabilecek sonuç; Anadolu coğrafyasının eski çağlardan 20. yüzyılın son çeyreğine kadar tabiatla uyumlu ve içiçe yerleşimlere, konut, savunma, ticaret-tarım… inanç mimarilerine vatanlık ettiğidir.
1930’lar, hattâ 1940’larda bile mimarlar-mühendisler, yerli ustalar, Anadolu’nun her köşesinde yöreye özgü üslupta, yerel yöntemler ve malzeme kullanarak doğayla uyumlu evler inşa edegeldiler. Anadolu köyleri, kasaba ve kentlerinde, insan/ aile yaşamına elverişli, yerleşim ve silüet açısından yalın, aile yaşamına uygun konutlarla beldeler kuruldu. Bu dinginlik ve estetik, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren betonlaşmaya teslim oldu. Bahçeli-avlulu evlerdeki yaşama düzeni, sokak ve mahalle komşuluğu terkedilerek metropollerden köylere kadar eski geleneksel evlerin, sokak ve mahallelerin yerini kat mülkiyetli apartmanlar, site yapılaşmaları almaya başladı. Bu sürecin en çılgın dönemini artık günümüzde yaşıyoruz; her yöredeki tek-tük eski evler artık gözümüze batıyor. Kimi belediyeler, kamu kuruluşları, “ana-ata yadigarı” diyen mal sahipleri bunları ayakta tutmaya çalışıyor; ama içinde oturulmayan, bahçesinde çocukların oynamadığı, sağında-solunda komşu evleri olmayan bu ıssız-suskun evlerin sözde şanslıları (!), “yerel mimari örneği” veya “müze” olarak tanıtılıyor.
Türkiye topografyası, gelecek zamanlarda tekrar doğayla bütünleşik yerleşimlere, aile yuvalarına yurtluk edebilir mi? Maalesef hayır! Yerleşim, yapılaşma ve konut siyaseti, eski mesken dokuları, bahçe denen bir doğa parçasına da sahip “aile evleri” dönemini kapadı. 100 milyona yürüyen bir ulus/ vatandaş kitlesini, komşuluk bağını yitirmiş, daire maliki veya kiracısı olmak koşulundan hiçbir etken kurtaramaz. Avuntumuz, dünkü Anadolu hayatını, mahalle-köy ortamlarını anlatan öykü ve romanlarla eski fotoğraflarımız-filmlerimiz olacaktır.
Eski çağlarda antik Misya olarak adlandırılan, Türk Beylikleri döneminde (13.-14. yüzyıl) Karası/Karasi denen, günümüzün Balıkesir yöresi coğrafyasında 1975’te bir orman amenajman ekibine katılarak gezmiş, kent ve kır evlerini incelemiştim. Amacım, o tarihe kadar korunabilmiş eski evleri fotoğraflamak, bilgi toplamaktı. 2023’te aynı çevredeki Bandırma’ya gidişimde, 48 sene önce Malazlar ve İhsaniye mahallelerinde fotoğraflarını çektiğim eski evlerin yerlerine apartmanlar yapıldığını gördüm. Bu ikinci gidişte Edincik, Erdek, Manyas, Gönen ve Mustafakemalpaşa’ya gidemedim. O beldelerdeki eski dokuların da Bandırma’dakilerle aynı yazgıyı paylaştığını öğrendim.
Muhafazakarlığı, geçmişe-geleneğe bağlılığı siyasal söylemlerine taç yapanların eski evleri, semtleri yok etmek için gerekçeleri herhalde vardır. Kültür Bakanlığı’nın, üniversitelerin, belediyelerin, yerel kültür kuruluşlarının, eski yerleşimler ve evler konusundaki yaklaşımları nedir? Türkiye’nin her yöresinde, önceki yapıları yıkıp apartmanlar yapmak hevesi hız kesmedikçe bu böyle devam edecek kuşkusuz. Buna karşılık “Türk Evi/Anadolu Evleri/Eski Köy Evleri/Türkiye’de mesken tarihi ve kültürü” kapsamında çalışmalar, mevcutları koruma konusunda planlı girişimler var mıdır?
Eskileri yıkarak kentleri yeniliğe açmanın dünyaya örnek “İstanbul’daki öncüleri”; vali ve belediye başkanı Cemil Topuzlu (1912-1920 arasında 3 defa) ve Lütfi Kırdar (1938-1949) olmuştu. Üçüncüsü ise şehrin tarihî semtlerini, mahallelerini sil-süpür eden hukukçu-siyasetçi ve dönemin başbakanı Adnan Menderes’tir (1950- 1960). İstanbul’un, Anadolu kentlerinin tarihî kimliklerini perişan eden başka valiler de yok değildir. Osmanlı döneminde de bu kıymetli yapıları yıkanların bir listesi yapılsa, kimi padişahlar, sadrazamlar, birçok vali, kaymakam ve belediye başkanlarının yer alacağı çalışma, liste değil kitap olur. 2. Abdülhamid’in ünlü vezir valileri, başta Konya ve Sivas şehir surlarını-kaleleri yıkma yarışlarıyla ünlenmişlerdi!
20. yüzyılın ortasında Menderes’in İstanbul’daki yıkma tutkusu, eski payitahtı “modern İstanbul” yapmak içindi. Menderes, Sultanahmet’ten kara surlarına kadar geniş caddeler açmak uğruna tarihî mahalleleri kaldırttı. İstanbul’da öğrenciyken (1959), Çarşıkapı’da bir binanın 3. katında terzi Kalost Usta ceket provası yaparken gelen haber üzerine pencereye koştuk. Menderes, parmağıyla Beyazıt tarafındaki bir dizi İstanbul evinin yıkılması emrini veriyordu. Otomobilden inmişti; karşısında elinde kalem-kağıt, bir vilayet bürokratı direktiflerini yazıyordu. Cumhuriyet başvekilinin buyrukları, Türk-İstanbul evlerinin yıkımına koşut, Anadolu kentleri yöneticilerine de “siz de eski evleri yıkarak cetvel gibi caddeler açın!” doğrultusundaydı.
Günümüze kadar son 65 yılda İstanbul’da ve Türkiye’nin her tarafında yeni, yani “beton konutlar” yapmak için eskilerin yıkılmasına ara verilmedi. Kent surlarını dinamitleyerek yıkan belediye başkanları bile oldu! Eskileri yıkmanın daha güçlü bahanesi de -özellikle İstanbul’da-doğal tehdit depremlerdi (Yeri gelmişken eski evleri çalışmış biri olduğumu da -yukarıda Kültür Bakanlığı’nı andığım için-belirtmeliyim: 1974’te Divriği evlerini yazmaya beni merhum Prof. Dr. Oktay Aslanapa teşvik etmiş; kitap da Kültür Bakanlığı Sanat Eserleri serisinde yayımlanmıştı (Necdet Sakaoğlu, Divriği’de Ev Mimarisi, Kültür Bakanlığı Sanat Eserleri Dizisi Yayını, 1978).
1975’te 1 hafta boyunca Bandırma ve yakın çevresindeki kentsel-kırsal evlerden örnekleri fotoğraflarken her biri için ayaküstü sözlü tanıtımları da not etmiştim. Bunlardan seçtiklerimi 49 yıl sonra tanıtırken “bugün acaba kaçı ayakta?” diye düşünmekten çekiniyorum. Fotoğraflar ve notlar Bandırma- Mustafakemalpaşa arasındaki 63 km’lik havzadandır. Konutların sahiplerini yapılış tarihlerini, ustalarını…saptama olanağı olmamıştı. İlgilenenlerden kısa notlar alabildim. Gördüklerim arasında en çok ilgimi çeken Bandırma’daki Çerkes Ethem Bey konutuydu. Uzun yıllar çocuk yurdu olarak kullanıldıktan sonra geçen yıllarda yıkılarak yerine yeni bina yapıldığını daha sonra öğrendim.
Görülen evlerden burada tanıtılanların ve, 100 dolayında fotoğraftakilerin günümüzdeki durumlarını bilmiyorum. Çoğu, belki hepsi yıkıldığı için öğrenmek de istemem. Üçü-beşi ayakta ise sevinç nedenidir.
MUSTAFAKEMALPAŞA (31 AĞUSTOS 1975)
Eski Mineapolis yakınlarında kurulu bu eski kent, 2. Meşrutiyet’te gelişmeye başlamış. Önceki Adı Kirmasti’dir. Cumhuriyetin kuruluşu evresinde şimdiki adını almış. Yerli konut mimarisi, hımış-tuğla veya tuğla dolgudur. Birçoğu yerli gayrimüslim ustaların izlerini taşır. Türk ustaların yaptığı evler basık çatılı tavanlı, dış cepheler toprak ve kireç sıvalı, kimileri boyalıdır. İç bölümlerde bezeme yoktur. İlçe merkezi, İstiklal Savaşı öncesindeki işgal sırasında yakılmayan yerlerdenmiş.
EDİNCİK (1 EYLÜL 1975)
Bandırma’ya bağlı bir bucak merkezi. Çok verimli bir ovanın ortasında pazar yeri. Zeytin, pamuk, ayçiçeği, pancar, sebze ve meyve üretimlerinden önemli gelir sağlanıyormuş. Sokaklarda yer yer sütunlar, sütun başlıkları görülüyor. Evlerin pek çoğu yıkılıp yenilenmiş. Fotoğrafları çekilen evler Mübadele’de el değiştirmiş veya tadil edilmiş. Yapı tekniği, içte bağdadi, dışta ahşap kaplı hımış.
BANDIRMA (2-3 VE 8 EYLÜL 1975)
1920’ye kadar çok şirin ve alımlı bir sayfiye yerleşimi Moloz (Malazlar?) ile İhsaniye mahallelerinde son derece güzel evler varmış. Kentin bu güzel ve zengin çehresi -Türklere kalmasın diye evler, eşyalarıyla birlikte kaçan yerli Rumlar ve Yunan askerleri tarafından- yokedilmiş. Yangın Moloz’da başlatılmış. Yetişen Türk birlikleri yangının bütün şehri sarmasını önlemiş. Kurtulan evlerde geleneksel Bandırma kültürü 1950’lere kadar yaşasa da “yık-apartman yap” akımı Bandırma’da da başladığından kent merkezinde 1950 öncesinden kalma evler yok denecek kadar az ve bakımsız. Bandırma yakınında Belkız/Kizikos harabeleri önemli bir ören yeridir.
MANYAS (3 EYLÜL 1975)
Gönen ormanlarının doğusunda 1936’da ilçe merkezi olmuş. İki defa deprem geçirmiş. Ahalisi çoklukla Çerkes: Değirmenağzı (Değirmenboğazı ?), Ferman Boğazı, Hacı Osman, Işıklar, Hacı Yakup, adlarıyla anılan da köylerin kurucuları imiş. Kirazlı-Çökek çeşmesinde mola verdik. İlginç manzaralar.
GÖNEN (4 EYLÜL 1975)
Gönen deyince akla “ben Gönen’de doğdum” diyen Ömer Seyfeddin geliyor ama o ev bugün yok. Yerini bilen de. Semti bilenlerinin gösterdikleri yerden evleri çektim. 1953 depreminde eski evlerin çoğu yıkılmış, yeni evler yapılmış.
ERDEK (6 EYLÜL 1975)
Buraya 1930’larda gelen muhacirler yeni mahalleler kurmuşlar. Ahşap evlerden ayakta kalanlar bağdadi yapılar. Çarşı semtinden ve tepedekilerden dikkati çekenler, 40-50 yıllık yapılar.