Eylül 2024 Sayımız Çıktı

ABD’nin caz diplomasisi ve muhalif trompetçi Gillespie

1956 DÜNYA TURNESİ, SOĞUK SAVAŞ VE TÜRKİYE’DE YAŞANANLAR

Caz tarihinin en önemli müzisyenlerinden trompetçi, besteci ve orkestra şefi Dizzy Gillespie, 1956’da Ankara ve İstanbul’da konserler vermiş, tanıştığı Türk müzisyenlerle de aynı sahnede çalmıştı. Gillespie’nin ziyareti, ABD’nin Sovyetler’e karşı yürüttüğü kültürel hegemonya mücadelesinin bir parçasıydı ama, evdeki hesaplar caza pek uymayacaktı!

Türk gazeteleri, 1956 Nisan ayının son günlerinde ABD’de yaşanan “ırk tefriki” (ayrımı) hadiselerine sık yer verir olmuştu. Meselenin Türkiye’de ilgi çeken başka bir tarafı daha vardı; haberlere bakı­lırsa Güney Carolina eyaletindeki bazı Türk ailelerin çocukları da Beyazların gittiği okullara kabul edilmiyordu. Bu haberin yayımlandığı 27 Nisan 1956’daki gazetelerin iç sayfalarında, Ame­rikan caz tarihinin en önemli isimlerinden Dizzy Gillespie’nin Türkiye ziyaretiyle ilgili haber vardı: “Amerikalı zenci müzis­yen Dizzy Gillespie ve 22 kişilik orkestrası dün konserler verdiği Ankara’dan uçakla İstanbul’a gel­miştir. Gillespie ve orkestrası 27 Nisan-5 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da Saray Sineması’nda konserler verecektir.”

Ertesi günkü gazetelerde Dizzy Gillespie bu kez ilk sayfada boy gösteriyordu: “Türkiye Hafif Garp Müzikleri Sendikası, Gillespie ve orkestrası şerefine Taksim Belediye Gazinosu’nda bir kokteyl parti vermiştir. Türkiye’de ilk defa yerli ve Amerikalı caz sanat­karları ‘jam session’ yapmışlardır. ‘Jam session’ saz sanatkarlarının aynı tempoyu muhafaza ederek muhtelif sazlarla irticalen parça­lar çalmaları demektir.”

Yine aynı gün, ABD’de yaşayan “Türkler”e yönelik ırkçı muamele meselesinde de müjdeli sayı­labilecek bir sonuca varılmıştı: Güney Carolina’daki sözkonusu aileler ne Türk vatandaşıydılar ne de Türk asıllı. ABD’ye göç etmiş Kuzey Afrikalı atalarının bir zamanlar Osmanlı vatanda­şı olması sebebiyle kendilerini Türk olarak tanımlamaktaydılar sadece. Sorun çözülmüş sayılabi­lirdi artık!

Muzik-Tarihi-1
Dizzy Gillespie ve ‘alametifarikası’ haline gelen yamuk borulu trompeti. Bir konser sonrası yaşanan bir kaza sonucu bu hâle gelen trompetinden çıkan sesi çok beğendiği için ömrünün sonuna dek özel olarak bu model trompet yaptırmıştı.

Ancak gazetelerin gözünden kaçan ilginç bir tesadüf vardı. Günlerdir haberlerini yayımla­dıkları Gillespie, ırk ayrımının nasıl işlediğinin tanığı olmanın ötesinde, ABD’deki ırk ayrımı tar­tışmalarının odağındaki Güney Carolina’da 1917’de doğmuştu.

Kendisine bu konu hakkında ne düşündüğü sorulmadı. Gerçi Gillespie, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, İran, Pakistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’ni kapsayan Ortadoğu-Balkanlar ve sonrasında Latin Amerika turne­lerine çıkmadan önce Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından ülkesindeki ırk ayrımı sorunla­rıyla ilgili soru gelirse nasıl cümle kurması gerektiği hususunda uyarılmıştı. Yanıtlarına “Evet, ama…” diye başlaması, ardından “dünyanın neredeyse her yerinde benzer sorunlar görülmekte” diyerek konuyu ABD’yle sınırlı olmayan evrensel bir mesele ha­line getirmesi tavsiye edilmişti. Aslında Gillespie, bu uzun turne­ye zaten Amerikan hükümeti­nin talebi uyarınca ve bir çeşit gayriresmî diplomatik bir görev almayı kabul ederek çıkmıştı!

Cazın nasıl olup da bir kamu diplomasisi aracına dönüştü­ğünü anlamak için biraz geriye dönmemiz lazım. 2. Dünya Savaşı sonrası ABD-Sovyetler Birliği arasında başlayan Soğuk Savaş, her iki tarafın da propaganda faaliyetlerine ağırlık vermesini zorunlu kılmıştı. Kültürel hege­monya için kültür-sanat ve spor alanlarında da kıyasıya bir mü­cadele gerekiyordu. Mücadelenin ilk yaşandığı alanlardan biri rad­yo yayıncılığı olacaktı. Sovyetler işe erken koyulmuş, daha 1927’de Ekim Devrimi’nin 10. yılında geniş bir radyo ağına ulaşmıştı. ABD buna 1941’de tüm Avrupa’ya radyo yayını yapan VOA (Voice Of America-Amerika’nın Sesi) ile cevap verdi. Savaş bittiğinde rad­yo yayınlarının da “sivilleşmesi” gerekiyordu. Aralarında Walt Disney’in de olduğu Hollywood yapımcıları Amerikan yaşam tarzı, özgürlük, demokrasi temalı yayınlar için göreve çağrıldılar. VOA’nın yayınlarında müzik de önemli bir yer tutacaktı. Rock’n roll çağı henüz başlamamışken, caz tüm dünyada ve özellikle de Sovyet nüfuzu altındaki Doğu Avrupa’da büyük ilgi görüyordu.

1954’e gelindiğinde Başkan Eisenhower, “kamu diplomasisi” kapsamında müzik gruplarının dünyanın farklı bölgelerinde konserler vermesi amacıyla bütçeden 5 milyon USD ayrıl­ması için Kongre’yi ikna etti. İşin başında senfoni orkestrası, tiyatro grupları, dans ve bale topluluklarının gönderilmesine karar verilmişti. Ancak senfoni, dans ve özellikle de bale sözkonu­suysa, Sovyetler pek kolay lokma değildi. 1956’da caz müziğinin bu amaçla kullanılması teklifi, Afro-Amerikan senatör Adam Clayton Powell’dan geldi. ABD Dışişleri bu fikri olumlu buldu. Dizzy Gillespie, Duke Ellington, Louise Armstrong’un yanısıra Dave Brubeck gibi Beyaz ya da Benny Goodman gibi Yahudi şöhretlerden de faydalanmaya karar verdiler. Bu arada Kongre içinde buna karşı bir cephe de oluşmuştu. Güney eyaletlerinden gelen bazı senatörler, Siyah caz müzisyenlerinin ABD’nin küresel imajını temsil etmek için uygun olmadığını açıkça dile getirdiler. Bazı senatörlerse “ABD imajının barbarlık düzeyine indirileceği­ni” söyleyecek kadar ileri gitti­ler; ancak Başkan Eisenhower kararlıydı.

Muzik-Tarihi-2
Dizzy Gillespie, İstanbul’da davulcusu Charlie Persip ile birlikte dünyaca meşhur zilllerin üretildiği Samatya’daki Zilciyan atölyesini de ziyaret etmişti.

Dışişleri Bakanlığı yine de caz müzisyenlerine, hele Siyahlara pek güvenmiyordu. Genel olarak “aşırılıklarıyla” bilinen cazcılar istenmeyen hareketler yapabilir, Siyahlar da ırk ayrımcılığı hak­kında Amerikan imajını zedele­yen açıklamalarda bulunabilir­lerdi. Turne öncesi müzisyenlere ne şekilde konuşacakları konu­sunda bilgilendirme toplantısı yapmaya kalktıklarında, Gillespie bir şekilde pasif direniş gösterip katılmamayı başarmıştı. Yıllar sonra bu konu sorulduğunda şunları anlatacaktı:

“Teklif geldiğinde açıkçası hoşuma gitti. Onurlandırılmış hissettim kendimi. Kendi param ve çabam olmadan büyük bir grupla büyük bir turneye çık­mak iyi fikirdi… ABD’yi temsil etmeyi kabul etmiştim ama bize yapılanları temize çıkarmaya da niyetim yoktu. Sorulan sorula­ra doğrusu neyse onu söyleyerek cevap vermeye kararlıydım. Hakikaten de pek çok soru sor­dular. Grupta kimi Beyazların ol­masına da şaşırdılar. Onlar hep kavga, ayrımcılık, linç haberleri okuyorlardı. Bizse Siyah-Beyaz birlikte çalıyorduk. ‘Gördüğünüz gibi biz beraber çalıyoruz; atala­rım köleydi, bugün başka sorun­lar var; ben muhtemelen göre­mem ama bir gün ABD’de ırkçılık tamamen ortadan kalkacak’ di­yordum.”

Gillespie, turnenin Pakis­tan-Karaçi konserinde dışarıda kalan “ayak takımı” kapılar açılıp içeri alınana dek sahneye çıkma­yacağını söyleyerek ilk “arıza”sını çıkardı. Kapıları açtırma işini Ankara’da, diplomatlardan ve bürokratlardan oluşan davetli­lerin bulunduğu Türk-Amerikan Dostluğu Derneği’ndeki kon­serde de tekrarlamış; kendisini dışarıdan da olsa dinlemek için toplanan gençleri içeri aldırmış­tı. Üstelik önceki gün kendisini havaalanında karşılayan Süheyl Denizci (bas), Celal Bozkurt (alto saksofon), Erol Pekcan (davul), Hayri Matkap (tenor saksofon) ve Muvaffak ‘Maffy’ Falay’dan (trompet) oluşan ekibi de sahneye davet etmişti.

Muzik-Tarihi-3
Ankara Esenboğa Havaalanı’ndaki karşılama töreninde trompetiyle yer alan Muvaffak Falay ve Gillespie arasındaki dostluk yıllar boyu sürdü.

Gillespie, o sırada Türkiye dışı­na adım atmamış, caz kariyerinin henüz başında olan Muvaffak Falay’dan o kadar etkilenecekti ki; turne dönüşü Amerikalı gaze­tecilere “Türkiye’de inanılmaz bir trompetçiyle tanıştım, Miles Davis ayarında” diyecekti. İlk karşılaşmaları da çok ilginçti. Falay, Esenboğa Havaalanı’nda apronda trompetiyle solosunu atarken Gillespie yanına gelmiş, parça bitince önce sarılmış, sonra da “adınız ne?” diye sormuştu. O sırada 24 yaşında olan ve 2022’de 92 yaşındayken dünya cazında saygın bir isme sahip bir şekilde bu dünyadan ayrılan Falay’ın hayatının sonuna dek her söy­leşisinde aynı neşeyle anlattığı hikayenin devamı çok eğlence­liydi: Adının Muvaffak olduğunu söylemek yerine arkadaşları­nın ona seslendiği gibi “Mafak” demeyi tercih edince Gillespie kahkaha atmış ve “fantastik bir ismin var; Amerika’ya gelirsen çok meşhur olursun” demişti. O sırada İngilizcesi epey zayıf olan Falay, merasim bittikten sonra aralarındaki bu diyalogu bir arka­daşına aktarıp “Neden öyle dedi?” diye sorduğunda kendi deyimiyle dünyası başına yıkılmıştı: “Mafak, Siyah argosunda ‘motherf…er’ın kısaltmasıymış meğer. O günden itibaren yurtdışında adımı Maffy yapmaya karar verdim.”

Gillespie, resmî konserlerin dı­şında Ankara’da geçirdiği günler­de aynı ekiple gece kulüplerinde “jam session” yapmayı da ihmal etmemişti. İstanbul’daki 1 haftayı da konserler, “jam session”lar ve Boğaz gezintileriyle geçirmiş; arada kimsesiz çocuklar yararına bir davete katılmış, bu davette piyano çalan ve ileride Devlet Sanatçısı unvanı alacak olan 11 yaşındaki piyanist Verda Erman’ı dinlemişti. Performans sonrası küçük kızın elini bir yetişkin­mişçesine dudaklarına götürüp “çok yetenekli bir müzisyensiniz küçük hanım” demişti. Arta kalan zamanda Samatya’ya uğramış, dünya çapında isim yapmış rakip­siz zil üreticisi Zilciyan ailesinin atölyesini de ziyaret etmişti.

Muzik-Tarihi-4
Turnenin Pakistan ayağında Gillespie Amerikan Elçiliği’nin tüm itirazlarına karşın sokaklarda halkın arasına karışmış, Karaçi’de trompetiyle yılan oynatmayı bile denemişti.
Muzik-Tarihi-5
Gillespie, uluslararası kariyere sahip piyanist Verda Erman’ı (1944- 2014) henüz 11 yaşındayken canlı dinlemiş ve performansından çok etkilenmişti.

Türkiye’nin ardından geçilen Yunanistan’da, “caz diplomasi­si”nin tüm turne boyunca belki de en çok işe yaradığı konseri verecekti Gillespie. Ekipte yer alan Quincy Jones’un yıllar sonra anlattığına göre Atina konseri en gergin konserdi. 1 gün öncesin­de Yunan öğrencilerle Atina’da okuyan Kıbrıslı Rum öğrenciler ABD büyükelçilik binasını kuşat­mış, taş yağmuruna tutmuştu. Öğrenciler, EOKA’nın Britan­ya sömürge yönetimine karşı başlattığı savaş sebebiyle gergin günler yaşayan Kıbrıs’ta sömür­gecilerin tasfiyesini destekle­meyen ABD’yi protesto ediyordu. Üniversite öğrencileriyle dolu konser bu nedenle gergin başlasa da, bittiğinde seyirciler kendin­den geçmiş, Gillespie’yi sırtla­rına alarak Atina sokaklarında dolaştırmışlardı.

ABD’nin “caz diplomasisi” sonraki yıllarda Dave Brubeck, Duke Ellington, Louis Armstrong, Benny Goodman, Herbie Mann gibi isimlerle ‘60’lı yılların sonu­na dek Afrika, Ortadoğu, Doğu Avrupa, Asya ve Latin Amerika ülkelerini kapsayan turnelerle devam edecekti. Siyah müzisyen­ler ve Dave Brubeck gibi Beyazlar, ABD Dışişleri’nin taleplerini hiç gözetmeyerek dik duruşlarıyla dikkati çektiler. İşin ilginç yanı “kültür ihracı”nın yanısıra bütün bu turneler bir “kültür ithali”ne de yol açacaktı. Özellikle Dave Brubeck, Türkiye’de geçirdiği günlerde İsmet Siral, Erdem Buri gibi müzisyenlerle yaptığı soh­betlerden, onların önerilerinden etkilenerek 9/8 ritmli “Blue Ron­do à la Turc” ya da 5/4’lük ritme sahip dünyanın bugün en bilinen caz parçalarından biri olan “Take Five” gibi Amerikan cazında o güne dek görülmemiş eserlere imza atacaktı.

Gillespie’ye gelince… Soğuk Savaş’ın resmen sona ermesine az bir zaman kala, 17 Temmuz 1988’de bir defa daha İstanbul’u ziyaret etti. 16. İstanbul Müzik Festivali kapsamında, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda sahne­deydi. 5 yıl sonra, 6 Ocak 1993’te, 76 yaşında hayatını kaybetti.

ZILDJIAN / ZİLCİYAN ZİLLERİ

Elle yapılan müzik aleti: Formülü 400 yıldır gizli

Dizzy Gillespie’nin İstanbul’daki yoğun programı içinde Samatya’ya gidip Zilciyan ailesine ait zil üretim atölyesini ziyaret etmesi boşuna değildi. Bugün dahi caz ve rock müzisyenleri İstanbul’u vurmalı müzik aletlerinden zilin anavatanı olarak kabul ediyor. Zilciyanlar da bu alanda açık ara birinciydi ve 17. yüzyıldan beri alaşımında kullandıkları formülü sır gibi saklayarak ürettikleri ziller, kimse tarafından taklit edilemiyordu.

Muzik-Tarihi-Kutu-2

1623’te Trabzon’dan İstanbul’a göç eden Kerope Zilciyan, önce Kayserili Ermeni bir ustadan kilise çanı yapımını öğrenmiş, sonra kendi formülünü geliştirerek zil üretimine başlamıştı. Samatya’yı mesken tutan ailenin ürettiği ziller bir süre sonra mehter takımında da kullanılınca Zilciyanlar Osmanlı Sarayı’nın da takdir ettiği ustalar olmuşlardı.

Zilciyan ailesinin bir bölümü 1915 sonrası ABD’ye göç ederek 20’li yıllardan itibaren caz müzisyenlerinin gözdesi olacak zilleri Zildjian markası altında üretmeye devam etti. İlerleyen dönemde geleneksel üretim tarzından uzaklaşıp seri üretime geçseler de Zildjian markasıyla bugün de müzik piyasasında rakipsizler.

Ailenin Türkiye’de kalmayı seçen üyelerinden Mikael Zilciyan ise yaşlanıp ABD’deki akrabalarının yanına gideceği 1978’e dek geleneksel üretimi sürdürdü. Çocuk yaşta Mikael Usta’nın yanına girerek bu sanatı öğrenen iki çırak; Agop Tomurcuk ve Mehmet Tandeğer, ustalarını gizlice izleyerek öğrendiklerini söyledikleri alaşım sırrını 1978’den sonra kullanmaya karar verdiler ve kendi markaları İstanbul Zilleri’ni yarattılar.

Zildjian bugün dünyaca ünlü davulculara, festivallere sponsorluk yapan büyük bir firma olarak varlığını sürdürüyor. Agop Tomurcuk ve Mehmet Tandeğer’in çocuklarıysa “İstanbul Agop” ve “İstanbul Mehmet” adında farklı markalarla üretime devam ediyor. Her iki markanın zilleri de hâlen geleneksel üretim biçimini koruması, son formunun çekiç darbeleriyle elle verilmesi, bu sebeple her bir zilin diğerinden farklı tınıya sahip olması sebebiyle dünya çapında ilgi görmeye devam ediyor. İstanbul’a konsere gelen birçok ünlü müzisyen, günümüzde de tıpkı Dizzy Gillespie gibi bu iki İstanbullu zil üreticisini ziyaret etmeyi ihmal etmiyor.

Muzik-Tarihi-Kutu-1
Gillespie ve davulcusu Charlie Persip, cazcılar için vazgeçilmez olan Zilciyan zilleri hakkında Mikael Zilciyan’dan bilgi alıyorlar.