0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Kuzeyden ve doğudan Avrupa’yı istila eden iki savaşçı kavim

Bir tarafta İngiltere kıyılarını yağmalayan, Paris’te hakimiyet kuran ve Slavları ilk kez bir çatı altında toplayan Normanlar, diğer tarafta Hazar Denizi’nin güneyinden ve kuzeyinden Batı’ya ilerleyen, Bizans’a gazâ akınları düzenleyen Türkler. Benzerlikleri ve farklılıklarıyla Kuzey’in ve Doğu’nun iki savaşçı halkının 9. yüzyılda hareketlenen tarihi…

Dokuzuncu yüzyılda, çoktan yıkılmış olan Batı Roma ve hâlâ ayakta duran Doğu Roma dünyalarının sınırları, iki savaşçı kavmin, daha doğrusu iki kavim grubunun istila dalgalarıyla sarsılmaya başladı. Kuzeyden Normanlar, doğudan ise Türkler geliyordu. Her ikisi de homojen birer topluluk değildi ama güçlüydü.

Bu dalgaların yarattığı gerilimler günümüzü hâlâ derinden etkiliyor. Birçok ulus bu göçlerin etkisi (ya da katkısıyla) oluştu, Haçlı Seferleri bunların devamı oldu, Doğu Roma’yı bunlar yıktı ve sarsıntıları dinmek bilmiyor. Normanlar ve Türkler bu süreçte birçok ülkede egemen oldular, ama azınlıkta kaldıkları tüm ülkelerde yerel halklara karıştılar. Ortaçağ tarihinin birkaç ana konusundan biri olan Norman istilalarının izleri çok fazladır; ancak bugün ilk çıktıkları İskandinavya dışında herhangi bir yerde egemenlikleri yoktur. Türkler de çoğu aynı dönemde olmak üzere 100’e yakın devlet kurmuşlar, ama bunların çoğunda ya eriyip gitmiş, ya da azınlık olarak kalmışlardır. Normanlar ve Türkler, benzerlikleri ve farklılıklarıyla dünya tarihinin en müthiş gerçek hikayelerinin kahramanlarıdır.

Türk kılıcı (3B modelleme).

9. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden beri dört asır geçmiş, ama Batı dünyası hâlâ tam bir düzen kuramamıştı. Frankların kralı Charlemagne’ın, savaşlarla dolu kırk beş yıllık hükümdarlığında kurmayı başardığı imparatorluk, ölümünden sonra oğulları arasında paylaşılıp dağılmıştı. 843 yılındaki Verdun Antlaşması ile yapılan bu paylaşım, dil birliği veya ulus gibi -o zamanlar bilinmeyen- kavramlar etrafında yapılmamıştı ama, yüzyıllar içerisinde Avrupa uluslarının oluşum haritasını belirlemiş oldu. Doğu’da ise İslâm 8. yüzyılda büyük bir yayılma gösterdikten sonra durmuş, iç çatışmalarla parçalanmaya başlamıştı. Bizans, giderek zayıflayan bir güç olarak, eski parlak dönemlerinin gölgesini oynuyordu. Türkler Hazar’ın güneyinden ve kuzeyinden batıya ilerlemeye başlamışlardı.

İşte, Norman istilaları da tam bu ortamda başladı.

Çağdaş Batı kaynaklarından Türk savaşçı illüstrasyonu.

9. yüzyılda İngiltere kıyılarına ulaşıp yağmaya girişen Normanların çoğu bugünkü Danimarkalılardı. Northumbriya kıyılarındaki ilk manastırın yağmalanması 793 yılına rastlar. Kırlara dağılmış manastır ve kiliseler çok cazip bir hedef oluşturuyordu. Bunlar korumasız oldukları gibi, yüzyıllar içerisinde kimsenin dinî saygıdan dolayı dokunmadığı hazineler biriktirmişlerdi. Vikingler giderek daha büyük kitleler halinde buraya gelip yerleştiler. İngiltere ahalisi bunlara karşı kaleler inşa ettilerse de, akınları önleyemedi. Nihayet son çare olarak Vikingler’e “danegeld” adı verilen bir haraç ödemeye başladılar.

Erken dönem Viking savaş baltası (3B modelleme).

9. yüzyıldan itibaren Danimarka dilinden çok sayıda kelime (take, call, window, sky, ugly, happy) İngilizce’ye girdi, “by” ve “thorpe” ile biten yer adları da (örneğin Grimsby ve Althorpe) Danimarka kökenini gösterir.

Ne var ki, bir kez yerleştikten sonra Vikingler de karşı hücumlara maruz kaldılar. 10. yüzyılda, 954 yılında, York bölgesindeki son İskandinav kral buradan atıldı; İngiltere ilk kez birleşmiş bir krallık haline geldi. Ancak, 980 yılından itibaren akınlar çok daha örgütlü bir şekilde yeniden başladı. İskandinav kralları ve prensleri, daha önce savaşçı liderlere bıraktıkları akınların başına geçtiler. Danimarkalı Cnut 1016’da İngiltere kralı oldu. Egemenlikleri altındaki bölge Danelaw olarak anıldı. Ne var ki kendisi 1035, oğulları ise 1042’de ölünce tekrar İngiliz bir hanedan başa geçti.

1066’da İngiltere iki Norman istilasıyla birden karşılaştı. Kuzeye çıkan Norveçliler, Stamford Bridge muharebesinde yenilerek çekildiler. Ama hemen aynı günlerde Normandiya dükü William güney kıyısına çıktı ve Hasting muharebesinde Anglo-Saksonlar’ı yenerek İngiltere’ye hakim oldu.

Norman güzeliyle İngiltere tarihi Başta Stamford Bridge muharebesi olmak üzere İngiltere ile Normanlar arasındaki çekişme ve Norman bakışaçısıyla erken İngiltere tarihi, “Bayeux İşlemesi” adı verilen 70 metrelik halıda ayrıntılarıyla işlenmiştir.

Fransa’nın bugün Normandiya olarak anılan bölgesine gelince… Bu toprakların 861 yılında, Fransa kralı tarafından, kendi hizmetine girmiş olan Norman şefi Rollo’ya (Hrolf) verildiğini, kendisinin dük ilan edildiğini ve sonraki düklerin onun soyundan geldiklerini ekleyelim. Normandiya onların adıyla anılır oldu ve buradaki genetik izleri, tıpkı karşıdaki Kent bölgesinde olduğu gibi, hâlâ net şekilde görülür. Koenigsberger’in Medieval Europe adlı mükemmel eserinde İngiltere’deki Normanların Fransızca konuşmaya devam ettiklerini, Anglo-Saksonlar ile evlendiklerini ve bu iki dilin birleşerek yeni bir İngiliz dilinin ortaya çıkmasının iki yüz yıldan daha uzun sürdüğünü yazar.

Böylece Normanlar hem Fransız, hem de İngiliz tarihinde ve bu ulusların bileşiminde yer almış oldular. Fransa’nın Atlantik kıyılarında yer edinen Norman baronlar, kuzeyden gelen yeni Viking dalgalarını, savaşçı kaynağı olarak uzun süre kullandılar.

Normanların Paris kuşatması 9. yüzyıldaki Paris kuşatması Fransa tarihinin bir dönüm noktası oldu. Paris’i alan Vikingler, Kasım 885’in sonunda şehrin dışına çıktılar ve haraç talep ettiler.

İngiltere’de Norman istilacılara karşı direniş dörtyüz yıl kadar sürdükten sonra yavaşladı. Tabiatıyla direnişe karşı Norman baskısı ve zulmü geldi. Robin Hood’un Norman kralın hizmetindeki Nottingham şerifine karşı mücadelesi ve fakirlere yardımı bu dönemin efsanesidir. Sadece köylüler değil, Anglo-Sakson asillerin arazileri de gasp edilerek Norman asillerine verildi. Şövalyelere verilen küçük toprakların yanısıra kral, kilise ve hemen hepsi kıtadan gelen 250 Norman aile, İngiltere arazilerinin büyük çoğunluğuna sahip oldu. Böylece İngiltere Keltlerin yanı sıra Anglo-Sakson, Norman ve bir ölçüde Fransızlardan oluşan bir ülke haline geldi. İngiltere kralları yüzyıllar boyunca Fransa’yı istila ederek bu ülkenin tahtı üzerinde hak iddia ettiler. Yüz Yıl Savaşları bu mücadelelerin bir parçasıdır. Ancak biz 11. asra dönelim ve bu konuyu kapsamlı şekilde incelemek isteyenler için ülkemizdeki en iyi kaynaklardan birisinin Marc Bloch’un Feodal Toplum isimli kitabı olduğunu da belirtelim.

Dük William’ın İngiltere’ye çıktığı dönemde Robert Guiscard adlı bir başka savaşçı lider gene Normandiya’dan, ama tam aksi yöne, İtalya’ya yöneldi. 1085’te Güney İtalya’nın tartışılmaz lideriydi. Kardeşi Roger Guiscard ise 1061 ile 1091 arasındaki otuz yılda Sicilya’yı Arapların elinden aldı. Bizans bu yıllarda bir yandan batıdaki topraklarını Normanlardan, Anadolu’yu ise Türklerden korumaya çalışıyordu.

Hastings Savaşı ve “Fatih William” Normandiya dükü William İngiltere tahtında hak iddia ederek 1066’da yaklaşık 7000 asker ve süvariyle Hasting Savaşı’nı başlattı. Anlatıma göre Kral II. Harold, kanlı savaşta Normanlar tarafından öldürüldü. “Fatih William” Noel gününde İngiltere’nin ilk Norman Kralı oldu.

1096’da Haçlı Seferleri başlayınca İngiltere ve özellikle de Fransa’daki Norman dükler ile onların İtalya’ya giden akrabaları, bunun doğuda onlara büyük servetler, topraklar ve hükümdarlıklar sağlayabileceğini gördüler. Nitekim, Levant topraklarında yerleşen Haçlıların çoğu Fransızca konuşurdu. Bunlar arasında bulunan Robert Guiscard’ın oğlu Bohemond, ilk Haçlı Seferi sırasında İstanbul’dan geçtiği sırada, I. Alexius’un kızı Anna Komnena onun hakkında şunları söylemişti: “Aşağı tabakadan ve fazla parası yok ama muazzam hırsları var”. Bohemond İstanbul’da iken imparatoru etkilemek istemiş, ama zehirlenmekten korktuğu için ikram edilen güzel Bizans yemeklerini yanındakilere yedirip, kendisi için gene imparatorun gönderttiği etten özel yemek pişirttirmişti.

Elbette, Alexius da Haçlılardan haklı olarak şüphelenmekteydi ve onlara Türkler’den alacakları arazileri imparatora verecekleri konusunda yemin ettirmişti. Haçlılar bu sözleri hemen unuttular ve Levant’da kurdukları devletlerin başına geçtiler. Bohemond Antakya prensi oldu, oğlu ise daha sonra Antakya kralı ilan edildi.

Konu Haçlı Seferleri’ne gelmişken, Norman istilasının bunların başlamasındaki rolüne değinmeden geçemeyiz. Viking akınları köyleri yakmış, buraların sakinleri öldürülmüş veya kaçmıştı. Toprak ekilemiyor, ayrıca, Karolenj imparatorluğu yıkılırken toprak üzerindeki haklarını sürekli kılan kontlar ve diğer feodal beyler avlandıkları ormanlardan vazgeçmiyordu. Bu anlamda Norman istilaları feodalizmin gelişmesinde de pay sahibi olmuştu. Feodal himaye dışında kalanlar eşkıya veya rakip feodaller tarafından yağmalanıyor, yokluk kol geziyordu. 1094’te sel, açlık, kuraklık ve salgınlar birbirini izlemişti. Clermont Konseyi’nde bitmez tükenmez sıkıntı ve kargaşalıktan söz eden Papa Urban, nüfusu Kutsal Topraklara götürmekten başka çare olmadığını söylüyordu. Ve işte tam da bu dönemde Bizans, Türk tehdidine karşı Batı’dan asker istiyordu. İstediğinden çok fazlası yola çıkacaktı. Ne var ki, bunlar Kutsal Topraklara yerleşmeye giderken yolda Türkler tarafından o kadar kırılacaklardı ki, orada kurdukları devletler kalıcı olamayacaktı.

Bu arada, Haçlı Seferleri’nin başlamasından kısa bir süre önce Malazgirt Muharebesi ve onu izleyen olaylardaki Norman rolünden de kısaca söz etmek gerekir. Romen Diyojen’in ordusundaki Frank ve Norman paralı askerler bu muharebe sırasında onun yanında olmamışlar ve yağma amacıyla Anadolu’da dolaşıp durmuşlardı. Bizans hezimetini takiben, bunların şefi Roussel de Bailleul, Orta Anadolu’da merkezi Ankara olan küçük bir devletçik kurdu. Ne var ki Bizans bu dönemde Selçukluları yardıma çağırdı ve onların başa çıkamadığı Norman şövalye Türkler tarafından esir edilip İstanbul’a gönderildi, idam edildi. Norman ihanetleri ve faaliyetleri, Bizans’ın Anadolu’yu savunma olanaklarını daha da zayıflatmıştı. Türkler böylece Orta Anadolu’ya daha rahat bir şekilde yerleşip Bizans’ı en büyük insan kaynaklarından mahrum ettiler.

Gelelim kuzey steplerine… Gene 8. yüzyılın ortalarından itibaren daha çok İsveçlilerden oluşan küçük İskandinav grupları, Baltık ile Hazar Denizi arasındaki nehirlere girerek ticaret ve yağma akınları yapmaya başlamışlardı (Bunlara “Rus” veya “Rhos” adı veriliyordu ve Rusya adı onlardan miras kaldı). Bunlar dağınık Slav kabileleri arasındaki savaşlara bulaştılar, Slav kadınlarla evlendiler ve kendi prensliklerini kurarak Batı Avrupa’daki Normanlar ve Vikingler gibi hükümdar hanedanlar oluşturdular. Bunlar arasında Rurik adlı bir lider Rusya’nın ruhu sayılan Novogorod’u kurarak Slav kabileleri ilk kez bir devlet yapısı içerisinde bir araya getirdi. 9. yüzyıl sonlarında Rurik, Kiev’i alarak ikinci büyük kenti oluşturdu ve hanedanı yüzyıllar boyu bu toprakları yönetti; ama bunlar hızla Slavlaştılar ve aynı zamanda Grek-Ortodoks kültür çevresine girdiler.

Rusların Viking babası Rurik Viking lideri Rurik (d. ?- ö. 879) “Rusya’nın ruhu” Novogorod’u kurdu, daha sonra Kiev’i aldı ve dağınık Slav kabilelerini ilk kez bir devlet yapısı altında topladı. İleride Vikingler hızla Slavlaşacaktı. Hollandalı illüstratör H. W. Koekkoek’in (1867-1929) Rurik illüstrasyonu.

Vikingler ya da Normanlar ya da “Rhos” akıncılarını tam olarak tefrik etmek mümkün değildir. Bunlar iki ana yoldan güneye indiler. Birincisi Dinyeper üzerinden Karadeniz ve İstanbul, ikincisi ise İdil (Volga) üzerinden Hazar Denizi’dir. Rusya’nın oluşum sürecindeki diğer bir önemli etki de, Latinler’den daha hızlı davranan Yunan Ortodoks Kilisesi’dir. Ne var ki bu sırada bazı Türk kavimleri de bölgede bulunuyor, bazıları İslâm, bazıları da dünyadaki yegâne Sami olmayan Yahudi topluluğunu oluşturacak şekilde bu dini kabul etmiş bulunuyordu. Hazar Türklerinin bir kısmının Museviliği kabul ederek Doğu Avrupa’daki Eşkenazi topluluğunun ataları olup olmadıkları, yüzyıllardır sonuca ulaşmayan büyük bir tartışmadır. Durum ne olursa olsun, Kiev prensesi Olga 957 yılı civarında Ortodoks dinini kabul etmişti ve torunu Vladimir 988 yılında Hıristiyanlığı tüm krallığı için resmî din haline getirdi. Böylece Bizans Grek kültürü Rus topluluğunun dinî ve politik hayatında hakimiyet kurdu.

Ortodoks Olga ve Normanlar

Kiev prensesi Olga 10. yüzyılda Ortodoksluğu kabul etti. Bu Bizans – Yunan kültürünün, Rhoslar üzerinden Normanlara resmen geçmiş olduğunun göstergesiydi.

8.-11. yüzyıllarda Hıristiyan dünyası iki dev akın arasında kaldı. Ne var ki kuzeyden gelen Normanlar bunu takip eden iki asır içerisinde Hıristiyan dünyası içerisinde erirken, Türkler İslâmiyet’i kabul ederek Hıristiyanlara karşı fetih savaşları yaptılar. 1096’da başlamış olan Haçlı seferleri, 14. yüzyılın başlarında Osmanlı imparatorluğu kurulduktan sonra da devam etti. Örneğin II. Murat zamanındaki Varna ve I. Bayezid zamanındaki Niğbolu zaferleri, her anlamıyla Haçlı ordusu denilebilecek birleşik güçlere karşı kazanılmıştı ve aynı durum, örneğin bir buçuk asır sonraki İnebahtı yenilgisi için de hiç tereddütsüz geçerlidir.

Türkler, fethettikleri birçok yerde ordu kademelerinin belkemiğini oluşturdular ama devlet bürokrasisi için yeterli tecrübeye sahip değildiler. Bunun için eski devletlerin kadrolarını kullanmaktan başka çareleri yoktu. İran’ı fetheden Selçukluların bu ülkeyi yönetmek için Fars bürokrasisine muhtaç kalıp, zaman içerisinde giderek erimeleri, bunun en tipik örneklerinden birisidir. Fethedenlerin çoğunlukla yerli kadınlarla evlenip aile kurmaları sonucunda da, çocukları birkaç nesil içerisinde fethedilenlerin arasına karılıp gittiler. Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi kitabında 13. yüzyılda Hindistan’da kurulan Delhi Türk Sultanlığı’nı örnek verir ama, pekala 15. yüzyıldaki Cevanpur ile 14. ila 16. yüzyıllar arasında varlıklarını sürdürmüş olan Bengal, Gacarat ve Madura sultanlıklarından da söz edilebilir. Malva, Dekkan ve Handeş sultanlıkları da aynı duruma düşmüşlerdir. Türk göçü azaldıkça ordu için Habeşistan’dan “Dekkaniyan” adı verilen köleler getirildiği ve bunların, yabancı anlamında “Gariban” denilen Türklerle birçok kez çatıştıkları kaydedilir. Dekkan Sultanlığı parçalanıp yerlerine beş ayrı sultanlık oluşmuş, bunların bazıları tekrar birleşmiş, diğerleri Babürlüler devletine katılarak tarihe karışmıştır.

Sadece Hindistan’da değil, Asya’nın diğer Türk (ve aynı zamanda Moğol) devletlerinde de istikrarsızlık en temel karakter olmuştur. Türk geleneğinde bir hanedan kanunu olmaması bunları iç çatışmalarla daha da zayıflatmıştır ama, fetihçi unsurların kalabalık yerel nüfus içerisindeki erimeleri de Normanların durumuna benzemektedir. İsmail Tokalak’ın Bizans-Osmanlı Sentezi isimli kitabında aktardığı Fransız tarihçi Michel Bolivet, Ortaçağ’da Türkler  adlı çalışmasında bu konuya ilk dikkati çeken kişilerden birisidir. Norman ve Türk istilaları arasındaki ortak noktalardan birisinin, her iki kavmin de egemen oldukları topraklarda azınlıkta olmaları ve devlet aşamasına geldiklerinde, yönetici grupların yabancılardan teşekkül ettiğine değinir. Türklerin Batı Asya’daki ülkelerde (buna pekala Kuzey Afrika’yı da ekleyebiliriz) azınlıkta olmalarını, Normanların Güney İtalya, Sicilya ve Antakya prensliğindeki durumlarına benzetir. Göçebe savaşçılar olan Normanlar ve Türklerin istila ettikleri Roma-Bizans kültüründen çok şey öğrendiklerini, kendilerine özgü sentez yapmaya başladıklarını ileri sürer. Anadolu Türkleri, Bizans kurumlarını ve geleneklerini daha fazla alarak, Hıristiyan ve diğer unsurları devlet kademelerinde kullanarak bu sentezi daha ileri taşımıştır. Öte yandan, Sicilya’daki Norman Kralı II. Rogerio’nun haremi ve hadımları Müslüman asıllı idi. Çevresinde Latin, Rum, Yahudi, Yunan ve Arap alimleri, Lombardiyalı sanatçılar ve Bizanslı mozaikçiler vardı. Yani hem Normanlar hem de Türkler mümkün olan tüm unsurlardan istifade etmişlerdir.

Önemli bir başka husus da, Normanların Eski Roma dünyasını istila eden diğer barbarlar gibi Roma Katolik Kilisesi’ni korurken, Türklerin de Bizans Ortodoks Kilisesi’ni muhafaza etmeleridir. Ne var ki Normanlar Hıristiyan topluluklar içerisinde erirken, Türkler Müslüman oldukları için böyle bir akıbete uğramamış, tam tersine Bizans kurumlarını alıp geliştirerek tarihteki yegane uzun ömürlü Türk devletini kurmuşlardır.

NORMANLAR KİMDİR?

Nam-ı diğer Vikingler!

Normanlar ya da Vikingler, İskandinavya’nın çiftçilik ve balıkçılıkla geçinen ama savaşçı nitelikleri çok yüksek halkıydı. Norman kuzeyli anlamına gelir. Norse, Noroman, Normand, Nordik vs. her dilde biraz değişir. Bugün Danimarkalı ve İsveçli dediklerimizin ataları çoğunlukta idiler ama, o dönemde tabii ulus anlamında bir bölünmeden sözedilemez. Kabile veya topluluklar kimi zaman birlikte akın ve/veya ticaret yapar, nehirler boyunca tahkimli ticaret kolonileri oluştururlardı. Bunları tam olarak ayırmak zordur.

Viking kelimesi ise yüzlerce yıl unutulduktan sonra 19. yüzyılda tekrar öne çıktı. Genel kanıya göre, koy veya bük anlamına gelen “vik” kelimesinden gelir. Eskiden koylara (vik) saklanan İskandinav korsanlar, kıyı kıyı giden teknelerin aniden önüne çıkıp bunları yağmalardı. Yani “viklemek-viking”. Ancak bunun halk Almancasındaki köy veya pazar anlamına gelen “wik” kelimesinden türediğini öne süren bazı alimler de vardır. Yağmanın yanısıra kimi zaman silahlı ticaret de yapmaları, bu görüşe makul bir olasılık kazandırır.

Vikinglerin demircilik konusunda ilerlemiş olmaları Türkleri hatırlatır. Bu alanda beceriksiz olanların savaşçı olması zaten imkansız gibiydi.

Ne var ki Vikingler Türklerden farklı olarak denizcilikte de çok ileri gitmişlerdi. Uzun, dar ve hafif tekneleriyle nehirlerde ilerler, gerekirse bunları nehirden nehre çeker, her yere ulaşırlardı. 8. yüzyılın sonlarında okyanusa açılabilen daha iyi tekneler yapınca İskandinavya’dan fırlayıp dünyaya yayıldılar. Kuzeyin soğuk iklimle kısıtlanan zayıf tarımı ve Baltık ticareti, bunların artan nüfusunu zaten besleyemez hale gelmişti. İlk başta İskoçya ve İrlanda’ya, sonra İngiltere’nin tümüne akın yaptılar, yerleştiler. Bazıları İzlanda ve Amerika’ya ulaştı. Newfoundland’da izleri tespit edilmiştir. Sonra Avrupa’nın tümüne, Akdeniz ve Karadeniz’e, nihayet Hazar Denizi’ne kadar gittiler. Rusya’nın kuruluşunda büyük payları oldu.

Çağdaş Batı kaynaklarından Viking Savaşçı illüstrasyonu.

KARŞILAŞTIRMA

En iyi paralı askerler: Normanlar ve Türkler

Normanlar 9-11. yüzyılların en becerikli ve profesyonel askerler olarak Avrupa’nın her ülkesinde aranırdı. Türkler de Bağdat ve Mısır’a profesyonel asker olarak gelip kısa sürede iktidarı ellerine alarak hanedanlar kurmuştur ki bunlar arasında İhşidiler, Toluniler ve Memlûkleri sayabiliriz. Gerçi Memlûklerin tamamı Türk değildi ve bazen Çerkez fraksiyonlarla çatışırlardı. Elbette, paralı asker olarak Normanlar da son derece güvenilmezdi. Manastır tarihçisi Malmesbury’li William bunlar hakkında şöyle söylemiştir: “Normanlar savaşsız yaşayamaz. Tebalarını başkalarından korurlar ama kendileri yağmalar. Efendilerine sadık görünürler ama hepsi ihanete hazırdır. İhanet edip etmeme kararını ise bunun başarı şansına göre verirler”.

Bu açılardan oldukça benzerlikler görülür ama, ihanet meselesi tarih boyunca tüm paralı askerler için geçerlidir. Bizans’ın pek çok ülkeden gelen paralı askerleri vardı. Bunlar içerisinde Türkler muhtemelen ilk sırayı alır. Bizans’ın, Hıristiyanlaşmış Alanlar ve Gagavuzlar, Kumanlar, Peçenekler ve nihayet Anadolu Türklerinden derledikleri “Turkopoli” adı verilen birlikleri vardı. İskandinav savaşçılar ise Rusya ve İtalya üzerinden olduğu gibi, İngiltere’den de gelirdi. “Varanj” denilen ve esas olarak İskandinavlardan oluşan kuzeyli birliklerin yanısıra, İngiltere’den gelen Norman ağırlıklı askerlere de  “Englingvarrangoi” denilirdi. Böylece Türkler ve Normanlar Bizans için kimi zaman gene Türkler ve Normanlara karşı birlikte savaşırlar, bazen de son anda taraf değiştirirlerdi.

Devamını Oku

Son Haberler