Kasım
sayımız çıktı

Ukrayna savaşı ve Doğu Avrupa’nın acıları

SÜRGÜN, GÖÇ, KATLİAM / RUSYA VE TÜRKİYE

Yaklaşık son 200 yıldır dünyanın neredeyse tamamını etkileyen tayin edici gelişmeler Doğu Avrupa’da yaşandı. Avusturyalı devlet adamı Gentz, 1815’te “Türk monarşisinin sonu gelirse, Avusturya ancak çok kısa bir süre ayakta kalabilir” demiş, tarihte eşine nadir rastlanan bir öngörüye imza atmıştı. Kırım Savaşı, 1. ve 2. Dünya Savaşı bu bölgeden çıktı ve savaş durumu hâlen Ukrayna ile devam ediyor. Hatırlatma ve analiz.

Doğu Avrupa son yüz­yıllarda dünyanın en sarsıntılı ve acılı böl­gelerinden birisiydi. Bölgenin siyasi haritası sürekli değişir­ken insanlar da farklı devlet­lerin kontrolüne girdi. Bazı bölgelerde, 100 yıl içerisinde dört, hatta beş farklı devlet­ten nüfus kağıdı almak gibi akıl ötesi sıkıntılar yaşadılar. Örneğin Çar’ın batıdaki bir te­bası, 1. Dünya Savaşı sonun­da 1917’de bağımsızlığını ilan eden Ukrayna Halk Cumhu­riyeti vatandaşı olup; bir te­bası da Galiçya’da kurulan kı­sa ömürlü Batı Ukrayna Halk Cumhuriyeti’nin vatandaşlı­ğına geçmiş olabilir. 1920’de vaktiyle kendisine ait bu top­rakları almak için ilerleyen Polonya’nın çok kısa süren yönetimi altında yaşadıktan sonra 1922’de resmen Sovyet­ler Birliği’ne bağlanmış; SSCB yıkılınca tekrar Ukraynalı ol­muş; belki de yeni ilan edilen geçici Donbas vatandaşlığı­nı kabul etmiştir ki sonunda tekrar ya Ukrayna ya da Rusya Federasyonu’nun vatandaşı olacaktır.

Beserabyalılar, Moldovan­lar, Karelyalılar, Rutenyalı­lar, Litvanyalılar, Estonyalılar, Letonyalılar, Lehler, Finliler hepsi en az iki veya üç, bazı­ları beş kez farklı bayraklar altında yaşadı. Tabii Çekle­ri ve Slovakları da unutmaya­lım. Bu arada milyonlarca kişi bu bölgeden sürüldü, katledil­di. Avrupa genelinde toplama kamplarında, gaz odalarında öldürülenlerin yüzde 90’ından fazlası bu bölgede yaşayan in­sanlardı. İki dünya savaşı bu­rada çıkmıştı; üçüncüsünün de aynı yerden çıkma ihtimali dünyada endişe yaratıyor. Batı ülkeleri bu bölgede çıkmış her soruna müdahil oluyor, her sa­vaşa karışıyor.

Rusya’nın yayılmasında Büyük Petro’nun (altta, sağda) denizlere açılma çabası büyük bir öneme sahipti. 2. Katerina (altta) ise Kırım’ı ilhak ederek 1783’te Sivastopol ile Rusya’nın Osmanlılar üzerinde baskısını artırmasını sağladı.

Baltık ile Karadeniz ara­sındaki uçsuz bucaksız top­rakların kaderi, kuzeyde İs­veç, güneyde ise Osmanlıla­rın çekilmesiyle farklı bir yön aldı. Her iki hadise de Büyük Petro’nun denizlere çıkmak için gösterdiği büyük irade­nin sonucudur. 1696’da Azak Seferi için bir nehir filosu ku­rarak güneye ilerlemiş, sonra da kuzeye çıkarak 1700’den 1721’e kadar süren “Büyük Ku­zey Savaşı”nda İsveç’i yenerek 1703’te Baltık kıyılarında ken­di adıyla anılan St. Petersburg kentinin temellerini atmıştı. İsveç kralı 12. Karl (Demir­baş) bunun üzerine Rusya’ya girmiş, Petro uzun süre çekil­dikten sonra nihayet 1709’da günümüzde Ukrayna’da kalan Poltava’da bölgenin ve dün­yanın kaderini değiştiren bir zafer kazanmıştı. Ukrayna’da bağımsız kalmak istediği için Karl ile ittifak yapan Kazak li­deri Mazeppa da mağlup ola­rak sürgünde ölmüştü.

İsveç kralı 12. Karl’ı yenerek tarihte ilk kez Baltık’a çıkan Büyük Petro, 1703’de kendi adıyla anılan St. Petersburg kentini kurmuştu (üstte). Katerina’nın sırdaşı ve danışmanı Prens Potemkin (altta).

Karl, Petro’ya yenildikten sonra Osmanlılara sığınarak Bender Kalesi’nde uzun ve zo­raki misafirliğine başlamış­tı. Amacı Osmanlıları Rus­ya’ya karşı harekete geçirmek­ti. 1711’deki Prut Savaşı’nda Osmanlıların Azak’ı geri alma koşuluyla Rus Ordusu’na ricat fırsatı vermesi üzerine hayal­kırıklığına uğrayarak nihayet ülkesine döndüğü zaman tak­vimler 1713’ü gösteriyordu. Bu süreçte, İsveç’e ait Finlan­diya da Rusya’ya bağlandı. İs­veç ile Finlandiya arasındaki yakın ilişki hâlâ devam ediyor. Finlandiya’nın bağımsızlığı sırasında ve sonraki Rus işga­line karşı onlara yardım eden İsveç, şimdi birlikte NATO’ya girmek için Rusya ile büyük bir kriz yaşıyor.

Bölgenin güneyiyle bağla­rımız çok daha derin ve eski­dir. Ne var ki Petro’nun başlat­tığı girişimler, yüzyılın ikinci yarısında 2. Catherina’nın da­nışmanı Prens Potemkin’in Kırım’ı ilhak yönündeki ka­rarlı teşvikiyle sonuca ulaş­tı. Osmanlıların bunu önleme çabalarının başarısızlıkla so­nuçlanmasını takiben Ruslar 1783’te Akyar mevkiinde Si­vastopol kentinin ve üssünün temelini attılar. 2. Catherina bundan 11 yıl sonra da Ode­sa’nın geliştirilmesine başladı. Halbuki bir Rus diplomatı 17. yüzyılda şunları söylemektey­di: “Babıâli, hiç kimsenin el sürme hakkına sahip olama­yacağı, erden ve arı bir genç kız gibi koruyor Karadeniz’i. Öyle ki Osmanlı padişahı bir yabancının kendi özel daire­sine girmesine katlanabilir de yabancı bir geminin Karade­niz’e girmesine göz yumamaz ve izin veremez. Böyle bir şey ancak Türk imparatorluğunun altüst olmasıyla değişebilir”. İşte sonunda Türk imparator­luğu altüst oldu ve Rusya da bölgeye girdi.

Osmanlılar Doğu Avru­pa’nın güneyinden çekildikçe Avusturyalılar da giderek top­rak kazanmaya başladı. Polon­ya 1722-1795 arasında üç defa paylaşıldı. Halbuki Polonya, Litvanya Büyük Dükalığı ile birlikte günümüzdeki Ukrayna ile Belarus’un yarısını içeren büyük bir devletti. Habsburg­lar, Romanovlar ve Hohenzol­lernler Polonya’dan parça­lar kopartmak için savaştılar, sonra da fetihlerini hazmet­meye giriştiler ama başarama­dılar. Bu arada Ruslar, Boğaz­lar’dan güneye inmek üzere büyük bir hevesle çalışmaya başlamış ve Ege’ye donanma göndermişlerdi ki, bunu Bal­tık, Atlantik, Cebelitarık yo­luyla yaptılar ve ayrıca Ege’de faaliyet gösteren bir korsanlık girişimine sermaye yatırdılar.

Kırım Savaşı’ndan sahneler Fransa, İngiltere ve Piyemonte’nin gönderdiği kuvvetlerin Osmanlılar ile birlikte Sivastopol’u aldığı kuşatmanın Franz Roubaud tarafından yapılan bir tasviri (üstte) ve William Simpson’ın 1854-55 Kırım Savaşı litograflarından biri (altta).

Osmanlılar Tuna’nın güne­yine doğru çekilirken Avus­turyalı devlet adamı Gentz 1815’te şunları söylemektey­di: “Türk monarşisinin sonu gelirse, Avusturya ancak çok kısa bir süre ayakta kalabilir”. Bu kadar doğru bir tespit-ön­görü tarihte çok nadir görülür. Hem Habsburglar hem de Os­manlılar 1. Dünya Savaşı’nın sonunda battılar ve işin ilginci burada aynı saflarda savaştı­lar ve Osmanlı ordusu son kez Galiçya topraklarına ayak bas­mış oldu. Bu dönemde Doğu sorunu, Rusya’nın hâkim ol­duğu bir alandı. Bir başka ifa­deyle, Rusya’nın Baltık ve Ka­radeniz’e çıkması dünya po­litikasını kökten değiştirdi ve aynı zamanda Slavlar ile Slav olmayanlar arasında bir mü­cadele alanı oluştu. 1914’de 1. Dünya Savaşı da bu mücadele­nin yansımalarından biri ola­rak çıktı. Güney Slavları olan Sırplara haddini bildirmez­se Doğu Avrupa’daki tüm Slav nüfusu yitireceğinden korkan Avusturya bu ülkeye savaş ilan edince, Rusya da onların yar­dımına koştu ve savaş çarkla­rı harekete geçti. Zihinlerinin bir köşesinde ise tarihî emel­leri olan İstanbul vardı.

1848 ihtilalleri sırasında sözde bunları önlemek için Tuna boylarına inen Ruslar, bu durumu İstanbul’a yürü­yüşlerini yeniden başlatmak için fırsat olarak görmüşler­di. Bunu izleyen girişimleri, Fransa, İngiltere ve Piyemon­te’nin gönderdiği kuvvetlerin Osmanlılar ile birlikte Sivas­topol’u aldığı 1854-55 Kı­rım Savaşı sayesinde önlendi. 1877-78 Savaşı’nda bunu ba­şarıp İstanbul’a kadar ilerleyip Ayestafanos (Yeşilköy) anıtı­nı bıraktılar, ama Avrupa’nın müdahalesiyle geri dönmek zorunda kaldılar. 1914’te sa­vaş başlayınca ilk yapılan iş­lerden birisi bu anıtı yıkmak oldu. Osmanlılar bu savaştan sonra Tuna boylarından kesin olarak çekilince Doğu Avru­pa’da üç imparatorluk arasın­daki çekişmeler öne çıktı ve nitekim 1. Dünya Savaşı da 2. Dünya Savaşı da burada pat­ladı. 1918’de Doğu Avrupa’yı paylaşan üç imparatorluk da­ğıldı; Avusturya imparatoru tahttan feragat etti; Çar öl­dürüldü; Kayzer Hollanda’da sürgüne gidip ölünceye kadar odun kesti.

Görüldüğü gibi Doğu Avru­pa, üç asırdır dünya tarihinde­ki en büyük gelişmelerin mer­kezinde olmuştur. 1918’den sonra parçalanan Avustur­ya’nın tekrar toparlanma şansı yoktu. 12 milyon Almana karşı 10 milyon Macar, 6.5 milyon Çek, 5 milyon Polonyalı, 3.5 milyon Ukraynalı, 5.6 milyon Sırp ve Hırvat, 2 milyon Slo­vak, 3 milyon Romanyalı, 4 milyon Rutenyalı, 0.8 milyon İtalyan ve 1.5 milyon kadar da daha küçük gruplardan nüfus­larla bir dizi küçük devlet or­taya çıktı. Bu savaşta az sayıda Ukraynalı, Avusturya Ordu­su’nda, ezici çoğunluk ise Rus Ordusu’nda savaşmıştı.

Avusturya yenilince Doğu Avrupa’da birçok küçük devlet ortaya çıktı ama Polonya’nın yeniden kurulabilmesi için neredeyse bir mucize gerek­mekteydi ve bu mucize hem Almanya hem de Rusya’nın sa­vaşta yenilmesiyle gerçekleş­ti. Polonya’nın Rus işgalindeki bölgelerinde baskı ve yoksul­luk çoktu. Almanya hakimiye­tindeki bölgelerde yoksulluk daha az ama baskı daha faz­laydı. Bu iki ülke çok ağır bir asimilasyon politikası uygula­dı. Bunun sonucunda epey dış göç ve isyan oldu; biz de birkaç değerli insanı kazanmış olduk. Polonya kültürü 1.5 asır bo­yunca daha çok, nispeten tole­ranslı olan Avusturya işgali al­tındaki bölgelerde canlı kaldı. Ukraynalılar ise hem Ruslar ile Polonyalılar hem de Rus­ya’daki uzun içsavaşta ezildi­ler. Bu sırada Batılılar, Kırım üzerinden Beyaz Ordular’a yardım ettiler ama bu bölge­deki en önemli beyaz komutan Wrangel’in yenilgisini önleye­mediler.

Rusya’da 1918-1922 arasında
pek çok Bolşeviğin ve sivilin
katledilmesiyle sonuçlanan
“Beyaz Terör”ün en önemli
komutanlarından Pjotr
Vrangler (solda).

Ne var ki Polonya’nın çilesi 1918’de bağımsızlığını tekrar kazanmasıyla bitmeyecekti. Avusturya tarihe karışırken, Almanya ve Rusya yitirdikle­ri toprakların peşinde koşup 2. Dünya Savaşı’nı başlattılar. 1939 Eylül’ünde Almanlar­dan iki hafta sonra Ruslar da Polonya’ya girdi. Her ikisi de Polonyalıları katletmeye baş­ladı. Böylece ülkenin bir daha toparlanmasını önlemek iste­diler. Rusların Katyn Orma­nı’nda Polonya subaylarını ve ileri gelenlerini katletmeleri, Nazilerin bu ülkede kurduk­ları toplama kamplarının ve gaz odalarının yanında nicelik olarak küçük kalır ama durum bundan ibaret değildir. Ayrı­ca Hitler Polonya Yahudileri­ni imha ederken, Stalin küçük bir kısmının İran üzerinden Filistin’e gitmelerine izin ver­di ki bunların da İsrail’in ku­ruluşunda azımsanmayacak rolleri olmuştu. Tabii şunu da unutmayalım: Lehler bir yan­dan katliama uğrarken, bazıla­rı da Yahudilerin katledilmesi­ni memnunlukla izlemişti. Po­lonya’nın doğusu Ruslar için ödülün sadece bir parçasıydı. Bu savaşın sonunda Finliler­den Karelya’yı, Romenlerden Beserabya’yı ve üç Baltık ülke­sini ilhak edeceklerdi.

Plevne’de Grivitsa tabyasının Ruslar tarafından ele geçirilmesi. Tabya, birkaç saat sonra Osmanlı kuvvetleri tarafından geri alınacak ve 30 Ağustos 1877’de Rumenlerin eline düşecekti.

Polonya için İngiltere ve Fransa ciddi bir tavır aldıkları için (neticede Polonya yüzün­den savaşa girmişlerdi) yeni bir çözüm geliştirildi. Polon­ya sınırları batıya, Oder-Ne­isse hattına kaydırılırken do­ğudaki toprakları da Belarus ve Ukrayna’ya verildi. Böyle­ce Polonya, Almanya aleyhi­ne birkaç yüz kilometre batıya kaydırılmış oldu. Günümüzde Ukrayna ve Belarus’ta Polonya asıllılar vardır ve bu ülkenin Ukrayna’ya yoğun yardım yap­masının temelinde bu vardır. Keza Polonya’da da çok sayı­da Ukraynalı bulunuyordu ki 1922’de bunların sayısı 3 mil­yondu; ancak 1945’de sınırlar batıya kayınca bir kısım Uk­raynalı tekrar kendi ülkeleri­nin vatandaşı olmuş, bu defa bir kısım Polonyalı ülkeleri­nin dışında kalmıştı. Unutul­maması gereken, Polonya’nın da ara dönemde Ukraynalıları asimile etmek için çok ağır bir baskı uygulamasıdır. Özellikle Ortodoks Kilisesi’ni yasakla­yarak işe başlamışlardı. Polon­ya’nın tutumu, ülkenin batıya kaydırılıp yurttaşlarının bir kısmı Ukrayna’da kalınca bi­raz değişti. Bu topraklarda çif­te standart temeldir, hoşgörü çok nadir rastlanan bir şeydir.

 1919 yazında Ukrayna’da Kiev’e kadar ilerleyen Polonyalılar geriye sürüldü ama 1920 yazında Rus Orduları da Varşova kapılarında yenilerek ricat ettiler. Polonya lideri Mareşal Pilsudski (altta) daha sonra Stalin tarafından idam edilecek olan Mihail Tuhaçevski’yi (üstte) mağlup etti.

Almanya, Polonya, Uk­rayna arasında arazi ve nüfus kaydırmaları yapılırken Ro­manya da bunun dışında kala­madı. Türklerin yoğun olduğu Güney Dobruca, Bulgaristan’a geçerken Romanya, daha önce Macaristan’dan almış olduğu Transilvanya’yı kalıcı şekil­de ilhak etti. Ruthenya, Kuzey Bukovina ve Beserabya (bu­günkü Moldavya) ise SSCB’ye geçti.

SSCB’ye geçtikten sonra bu halkların alfabeleri yasaklan­dı, bir kısmı bölgeden sürüldü. Hıristiyan Türklerin Gagavuz özerk bölgesi de buradadır. Kı­rım Türkleri ise 1944’te kor­kunç koşullar altında Orta As­ya steplerine sürülürken bü­yük can kaybına uğradı. SSCB yıkıldıktan sonra dönmeye başladılar ve günümüzde ya­rımada nüfusunun sadece se­kizde birini oluşturuyorlar.

Doğu Avrupa’daki en bü­yük iki katliamdan biri, Na­zilerin Polonya’da kurdukla­rı Auschwitz, Chelmo, Treb­linka, Sobibor ve Belsec gibi kamplarda Yahudilerin öldü­rülmesidir. Polonya’daki 3 mil­yon Yahudinin büyük kısmı burada yaşamını yitirmiş ve tüm Avrupa’dan getirilen Ya­hudiler ve diğerleri de bu ka­deri paylaşmıştır. Yahudiler Varşova gettosundaki dire­nişlerini 1943’te tek başları­na yaptılar. Esasen bu tarihe kadar buraya tıkılan 380.000 kişiden sadece 14.000’i ayakta kalmıştı. Ertesi yıl Kızılordu yaklaşırken, bu sefer Polon­yalılar ayaklandı ama onlar da Yahudiler gibi tek başları­na savaşıp imha edildiler. Sta­lin’in orduları 5 ay boyunca Vistül’ün doğu yakasında bek­leyerek-izleyerek katliamın tamamlanmasını bekledi! Zira bu ülkeyi işgal ettikleri zaman Polonyalıların kendilerine de direnebileceklerini öngörü­yorlardı. Ruslar savaştan son­ra tüm Polonya kurumlarını etkisizleştirdi. Katolik Kilisesi tek örgütlü kurum olarak kala­cak ve pasif de olsa bir muha­lefet merkezi hâline dönüşe­rek bağımsız “Dayanışma” işçi hareketiyle birlikte 80’li yıl­larda Polonya’nın Rus işgalin­den tekrar çıkmasında etkili olacaktı.

Diğer büyük katliam da Ukrayna’da 1930’ların başın­da Ruslar tarafından gerçek­leştirilen, Holodomor olarak anılan hadisedir. Zorunlu ko­lektifleştirme sırasında böl­gedeki tüm mahsuller toplan­dıktan sonra Kızılordu geniş bölgeleri çevirerek giriş-çıkışı yasaklamıştı. “Açlıkla öldürü­lenler”in sayısı için 1.5 mil­yondan başlayan rakamlar ve­rilmektedir. Bazı kaynaklar 10 milyonu aşan çılgınca rakam­lar da dile getirir. 5-10 milyon en sık rastlanan istatistiktir. Muhtemelen 3 milyonun üze­ri abartıdır ama bu da zaten fazlasıyla korkunçtur. Bölge­de yamyamlık olaylarına bile rastlandığı kaydedilir.

Bitmeyen azap Holodomor’da açlıkla cezalandırıalan Ukraynalılar ve Baltıklılar (üstte) Alman ordularını kurtarıcı olarak karşıladılar ama Almanlar Ukrayna’ya girdikten hemen sonra çoluk-çocuk, genç yaşlı Kiev Yahudilerini toplayıp 30.000 kişiyi Babi- Yar’da kurşuna dizmişti (altta).

Bu acıların büyüklüğü, Ruslar ile Ukraynalılar arasın­da uzlaşmazlığı besleyen bir yakın tarih olayıdır. Esasen gerek Almanlar gerek Rus­lar 2. Dünya Savaşı süresince girdikleri her ülkede işe kat­liamla başlamıştır. Örneğin Estonyalılar 1939’da Rusların, 1941’de Almanların, 1944’de tekrar Rusların elinde büyük bir katliam yaşadı. Bu, tüm Baltık ülkelerinde ve Ukray­na’da tekrarlandı. Holodomor katliamından kurtulan Uk­raynalılar ve gene işgal edilen Baltıklılar 1941’de Nazi ordu­larının kendilerini kurtaraca­ğını sanarak onları millî kıya­fetlerle dans ederek karşıladı­lar; ancak sadece birkaç hafta sonra onların daha büyük bir katliam için geldiğini gördüler. Almanlar Kiev’i aldıktan çok kısa süre sonra kentte çocuk, yaşlı demeden 30.000 Yahudi­yi Babi-Yar mevkiinde kurşu­na dizdi. Bu kurbanları bulup getirenlerin arasında Ukray­nalılardan toplanan aşırı sağcı işbirlikçi milis kuvvetleri de vardı. Başta Galiçya Tümeni olmak üzere işbirlikçi Ukray­nalılar Nazilere yardımcı bir­likler oluşturdular.

Holodomor katliamında milyonlarca Ukraynalıyı öldürerek etnik katliama girişen Josef Stalin.

Bu, karmakarışık bir tarih­tir. Nazi vahşetine karşı dire­nişe geçenler de çok sayıdaydı. Ancak bir kısım Nazi işbirlik­çisi sonuna kadar Ruslarla sa­vaşarak Orta Avrupa’da Kar­patlar’a kadar çekildi. Bunla­rın kalıntıları Sovyetler Birliği zamanında da küçük ama so­nu gelmeyen bir direniş odağı oldu. Örneğin Nazi işbirlikçi­lerinin en tanınmışlarından birisi olan “aşırı milliyetçi” Stepan Bandera son yıllarını Almanya’da geçirmesine rağ­men bir dönem Ukrayna’da “bağımsızlık lideri” olarak payeyle anıldı ama yakın dö­nemdeki Kiev yönetimleri bu unvanı iptal ederek Bandera’yı reddettiler. Bunun gibi birçok örnek vardır ve Ruslar tarafın­dan propaganda için kullanıl­maktadır. Rusya’da “milliyet­çi” terimi Sovyetler dönemin­den kalan alışkanlıkla “Nazi” terimiyle eşanlamlı kullanılır ama Rus milliyetçiliği pek ko­nuşulmaz.

Katyn Ormanı’nın hayaletleri Katyn Ormanı faciasında Ruslar yüzyıllardır boyun eğdirmeye çalıştıkları Polonyalıların iradesini başsız bırakmak için esir aldıkları Polonyalı subayların binlercesini enselerine kurşun sıkarak öldürdüler.

Çoğu savaş aynı zamanda bir içsavaşla birlikte yürür. 2. Dünya Savaşı’nda işgale uğ­rayan her ülkede içsavaş çık­tı. Bu, günümüzde de farklı ölçülerde devam etmektedir. Donbas, Luhansk içsavaşın yıllardır sürdüğü bölgelerdi. Sovyetler Birliği döneminde Ruslar her cumhuriyete müm­kün olduğu kadar çok Rus gö­türerek, işgal ve ilhak ettikle­ri topraklarda nüfus desteği sağlamaya çalıştılar. Birliğin dağılmasını takiben, bunlar yeniden bağımsız olan sözko­nusu ülkelerde istenmeyen ki­şi oldular. Estonya bunun çok tipik bir örneğidir.

Nüfusu doğum oranı nede­niyle sürekli azalan Rusya ise bunlara sahip çıkmayı hayati bir sorun olarak gördü. Rus­ya’nın Çarlık ve SSCB dönem­lerinde nüfus taşıdığı ülkelere tekrar müdahalelerinde, jeo­politik gerekçelerin yanısıra nüfus da belirleyici bir sorun­du. Ruslar önlenemez bir şe­kilde azalmaktadır.

Varşova ayaklanmaları Varşova 1943 ve 1944 ayaklanmalarında Yahudiler ve Polonyalılar ayrı savaşıp ayrı öldüler. İkincisinde Kızıl Ordu birkaç kilometre uzaktaki Vistül’de katliamın bitmesini bekledi.

Petro ve Katerina’nın ha­yalleri insanlığa çok pahalıya mâloldu. Bizim savaşlarımızı saymazsanız, Kırım Savaşı, 1. ve 2. Dünya Savaşı bu bölge­den çıktı ve savaş durumu hâ­len de Ukrayna ile devam edi­yor. Tarihin en büyük üç ku­şatması St. Petersburg (bir ara Leningrad) ve iki kez de Sivas­topol’de yaşandı. Birincisinde 900 bin sivil ve en az o kadar asker öldü. Sivastopol kuşat­maları da çok kan dökülmesi­ne neden oldu.

Bunlar Ruslar için kutsal kentlerdir. Ukrayna’daki son savaşın giderek uzamasındaki etkenlerden önemli bir tanesi de budur.