Yaklaşık altı bin yıl önce kurulan, önce Perslere sonra Anadolu halklarına ve bu coğrafyadaki ilk Türklere ev sahipliği yapan Oluz Höyük, arkeolojisi ve tarihiyle kütüphanelerimize giriyor. Prof. Dr. Şevket Dönmez başkanlığında 10 yıldır sürdürülen kazılar ve sonuçları, yeni yayımlanan kitapta paylaşıldı, değerlendirildi.
Oluz Höyük son yıllarda Şevket Dönmez Hoca tarafından yapılan kazılarla Anadolu’nun karanlık dönemlerine ilginç veriler sunan bir merkez haline geldi. Anadolu arkeolojisinde adı pek duyulmamış olan bu höyük, birbirinden çok farklı dönemleri aydınlatan buluntulara sahip. Bu verileri toplama ve değerlendirme konusunda farklı disiplinleri bir arada çalıştırabilme, elde edilen bilgileri dünya ve Anadolu tarihi içinde değerlendirebilme gibi alanlarda örnek çalışmalar yapılıyor. Çok sayıda bilimsel makalenin yanında hazırlanan popüler makaleler ve yapılan söyleşiler de farkındalık oluşturuyor.
Çalışmalar Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün İstanbul Üniversitesi ve Amasya Valiliği katkıları ile devam ediyor. Buluntuların bir kısmı şimdiden Amasya Müzesi salonlarında. Alanda elde edilen müthiş veriler, valilik desteği ile hazırlanan bir kitapla uzmanlara ve Anadolu arkeolojisine ilgi duyan meraklılara sunuldu. Bazıları ilk kez tanıtılan birçok yeni değerlendirmenin sunulduğu çalışma, yeni araştırmaların başlamasına sağlayacak zenginlikte. Höyüğün bilim alemince duyulması ve kazıların hikayesi de hoş. Meşhur arkeolog H. H. von der Osten, Alişar Höyük kazılarına başlamadan gerçekleştirdiği Orta Anadolu ve Orta Karadeniz Bölgesi yüzey araştırmaları sırasında, Zile-Amasya yolu üzerinde, kendisinin “Gönnenjik” olarak belirttiği bugünkü Göynücek ilçesi yakınlarında, Alman bir aileden ve onların çiftliğinden bahseder. 1926’nın Ağustos ayının ortalarında 33 yıldır yörede yaşayan bu Alman aileye misafir olan von der Osten ve ekibi, çiftlikte bir gece kalırlar. O geceyi hasta bir şekilde geçiren ve ateşlenen von der Osten, çiftlik sahiplerinin kendisine yakın çevredeki arkeolojik yerleşme ve kalıntılarla ilgili verdikleri ihbarları da, kendisini iyi hissetmemesinden dolayı değerlendiremez ve bu durumdan da üzüntüyle bahseder. Buna karşın Amasya’ya giderken Olas (Oluz Köyü) yakınlarındaki ovada oldukça büyük bir höyüğü sağlık sorununa karşın ziyaret eder. Von der Osten, belki de, bugün yörede Oluz Höyük olarak bilinen bu yerleşmenin yakın bir zamanda kazılması gerektiğini düşünüyordu. Ancak o, Sorgun yakınlarındaki Alişar Höyük’ü tercih etti ve Oluz Höyük ilk kazmanın vurulması için tam 81 yıl bekledi. 2007 yılında, Şevket Dönmez, Oluz Höyük’te kazılara başlamakla, Amasya ilindeki ilk uzun soluklu ve multidisipliner arkeolojik projenin temelini de attı.
Yeşilırmak’ın (antik Iris) önemli kollarından olan Çekerek Irmağı’nın (Hitit metinlerinde Zuliya antik Skylax) güneyinden geçtiği verimli Geldingen Ovası’nın içinde konumlanmış olan Oluz Höyük, Amasya-Çorum Karayolunun 27. km.’sindeki Gökhöyük Tarım İşletme Müdürlüğü arazisi içinde bulunmaktadır. Burası Yassı Höyük veya Tepetarla Höyüğü adları ile de bilinir.
280m x 260m boyutunda, hemen hemen yuvarlak şekilli, ova seviyesinden yaklaşık 15 metre yüksekliğindeki Oluz Höyük, yaklaşık 45 dönümlük bir alana yayılır. Höyük’te 2007-2013 yılları dönemlerinde gerçekleştirilen yedi sezonluk çalışmada dokuz tabaka saptanmıştır. Tabakalar Kalkolitik Dönem’den Ortaçağ’a kadar geniş bir dönemi kapsamaktadır. Bu kısa kazı sürecinde böylesine büyük ve çokkültürlü katmanlara sahip bir höyüğü her yönüyle tanımak olanaksızdır. Bununla birlikte, kazı amaçları ve stratejisi doğrultusunda maksimum veri sağlayabilmek ve kültürel sıralanmayı anlaşılabilir kılmak amacıyla özel bir kazı stratejisi geliştirilmiştir. Bu stratejiye dahil olan çalışmalar arasında; arkeozooloji, arkeojeofizik, jeoarkeoloji ve nümizmatik yer almaktadır.
Bugüne kadar elde edilen veriler sonucunda, Oluz Höyük’ün önemli bir Pers yerleşimi olduğu anlaşılmıştır. Daha ilk yıllarda bulunan ve muhtemelen Perslere ait bir yol ve onunla bağlantılı saray ya da malikane görsel açıdan çok etkili olmasa da Anadolu arkeolojisi için çok özel buluntulardır. Höyüğün yakınlarındaki sulak alan veya gölcük, zengin av hayvanları ile Perslerin paradeisos dedikleri ve kısmen doğayı kullanarak yapılan büyük cennet bahçelerinden biri olabilir.
Onuncu yılını dolduran Oluz Höyük kazıları, Anadolu’da ilk defa Pers /Akhaimenid kültürüne ait bir yerleşmeyi kent dokusu, mimari kimliği ve diğer kültürel özellikleri ile birlikte bütünsel olarak tanımamıza ve anlamamıza fırsat tanımaktadır. Bu dönemde Oluz Höyük’ün çevresinde bir sur ya da savunma duvarı bulunmaması ve 1. ve 2. mimari tabakalarda tespit edilen bulgular ışığında, yerleşmenin askerî bir kimliğe sahip olduğu düşünülmektedir.
Herodotos, büyük Pers Kralı Kserkses’in (MÖ 486465) birliklerinin toplanma yeri olarak Kritalla’dan bahseder. Bu ordunun Kızılırmak’ı geçerek Phrygia’ya gittiği ve bu bölge içinde Kelainai’e (Apameia, bugünkü Dinar) ulaştığını belirtmiştir. Bu bilgiler sonucunda Kritalla’nın bir Kappadokia kenti olduğu söylenebilir. Oluz Höyük’ün Hitit Dönemi’nden itibaren varlığı izlenebilen bir göl ya da sulak alana sahip olması ve Geldingen ovasında yer alması, burayı binlerce asker ve askerî kamplar için oldukça elverişli hale getirmektedir.
Oluz Höyük’e yerleştiği düşünülen Pers yöneticilerin kimler olduğu ve nerden gelmiş olabilecekleri henüz bilinmiyor. İskender’in Anadolu seferinde Perslerin yenilmesi ile birlikte, höyükteki Pers soylular bölgeyi terk etmiş olmalıdır. Ama yerleşim devam etmiş ve MÖ 301 yılında kurulduğu düşünülen Pontos Krallığı’nın bir birimi olarak önemini sürdürmüştür. Höyük, Anadolu tarihinde az bilinen önemli bir dönemin incelenmesi açısından dikkat çekicidir. Pers yönetimi kadar İskender’in büyük seferi ve onun güzergahı dışında kalan bölgelerin bu süreçten nasıl etkilendiği de yavaş yavaş aydınlanmaktadır.
Höyüğün en üst tabakasında Anadolu tarihinin bir başka önemli ve az bilinen dönemiyle ilgili veriler elde edilmiştir. Kazılar sırasında sayıları 115’i bulan ve İslâmi geleneklerle gömülmüş birey mezarlarından oluşan bir alan tespit edilmiştir. Mezar oluşturmada kullanılan malzemeler ve uygulanış biçimleri, bu mezarların sadece Oluz Höyük için değil Anadolu arkeolojisi açısından da önemini vurgulamaktadır. Kiremitler, yassı plaka taşlar, yarı işlenmiş moloz taşlarla tek sıra örülen mezar sınırı, Anadolu’nun yeni bir kültür ve inanç çevresine işaret eder.
Oluz Höyük ıssızlaştıktan sonra, 10. ya da 11. yüzyıllarda oluşmaya başlayan mezarlığın sahiplerinin höyükte yaşamadığı anlaşılmaktadır. Anadolu topraklarında 1000 yılı aşkın bir süredir yüzbinlerce konar-göçer Türk yaşamış ve ölmüştür. Bu insanların ölülerini nereye gömdükleri genellikle bilinmemektedir; fakat büyük olasılıkla güzergahları üzerindeki sahibi olmayan, tarım yapılmayan ve hafızada kalıcı özellikleri bulunan yerleri tercih etmişlerdir. Oluz Höyük’un mezarlık alanı olarak tercih edilme sebebi, yanında olduğu düşünülen su kaynağı olabilir. Göçebe Türk toplulukları için mezarlıklar çok önemlidir. Temiz tutulması önem arzeden mezarlara yabancıların ayak basması hoş karşılanmayan bir durumdur; bu nedenle ıssız yerler tercih edilmiştir.
10. ve 11. yüzyıllarda Oluz Höyük’ün bir Türk aşiret tarafından mezarlık alanı olarak seçilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum bize öncü Türk gruplarının 10. yüzyıldan itibaren Kuzey-Orta Anadolu’da dağınık da olsa faaliyet gösterdiklerine dair somut kanıtlar sunmaktadır. 11. yüzyılda Sivas ve Tokat ile birlikte Amasya yöresine Ulu Yörükler adıyla bilinen bir Türkmen aşiretinin yerleşmiş olması, Oluz Höyük’ün 10. ya da 11. yüzyıl mezarlarının kimliklendirilmesi konusunda değerli bir bilgi taşımaktadır. luz Höyük’ün en ilgi çeken mezarı altı yaşındaki bir çocuğa aittir. İslâmi geleneğe göre gömülmüş olan kız çocuğu iskeletinin kulak hizasında tunç küpeler, göğüs kısmının sağ tarafında ise tunç fibula ele geçmiştir. Küpenin genel görünümü İslâm sanatı geleneklerinde üretilmiş izlenimi vermektedir (NTV Tarih, sayı: 36).
Oluz Höyük yerleşmesi genel olarak ele alındığında, birçok kültüre ev sahipliği yaptığı gözlenmektedir. 409 sayfalık son yayınla değerlendirilen buluntular, gelecekte çok daha zengin veriler elde edileceğini göstermektedir. Kitabın sonunda Mahmut Ziya Görücü’nün höyük ve yakın çevresinde yaptığı jeoarkeolojik çalışmalar yer almaktadır. Fethi Ahmet Yüksel’in höyük alanındaki jeofizik çalışmalar, Vedat Onar’ın höyükteki hayvan iskeletleri, Bülent Öztürk’ün ise sikkeler üzerine makaleleri bulunmaktadır