Kasım
sayımız çıktı

Arkeolojik alanlarda yıkım ve tarihî anıtları korumak

Hiç şüphesiz kültür varlıklarımız yeniden ayağa kaldırılacak. Kaybettikleri değerler mümkün olduğunca yerine konulacak. Uzun ve zorlu bir süreç bizi bekliyor. Restorasyon çalışmalarına kadar, anıtların hatıralarının özenle korunması çok önem vermemiz gereken bir konu. Kaybettiğimiz anıtlarımız ve bunları tekrar hayata döndürmenin bilimsel yöntemleri…

Son depremler, birçok meseleyle birlikte kül­tür varlıklarını koruma konusunu da farklı bir açıdan yeniden gündemimize taşıdı. Kaybettiğimiz insanlarımız kadar kaybettiğimiz kültür mi­rasımız da canımızı yakıyor. Elbette, yitirilen insanlar için yasımız devam ediyor; acımız ise belki azalacak ama sona ermeyecek.

Depremlerin yerleşim yer­lerine verdiği zarar bizim coğ­rafyamızda çok eski bir konu. Yaklaşık 11 bin yıl önce baş­layan inşa faaliyetleri ve yer­leşimler depremlerle sınandı. Bazı nesiller yapılarının, yer­leşimlerinin yokoluşuna şa­hit oldu. Bazen uzun aralıklar bu felaketleri unuttursa da bu gerçekle birlikte yaşama gele­nekleri yavaş yavaş şekillendi. Hata yapanların yapıları uzun süre ayakta kalmadı. Deprem gerçeğine göre inşa edilmeyen yapılar ve yerleşimler yokol­du. Kimi zaman yıkımlar bu yerleşimleri tamamen ortadan kaldırdı; kimi zaman defalar­ca aynı yerde yeniden ve yeni­den yeniden inşa edildiler. Bu süreç zaman içinde yerleşim yerlerini, gelenekleri, inşa bo­yutlarını, malzemeyi, teknik­leri etkiledi; bu sayede kimi tarihî yapılar ve yerleşimler daha uzun ömürlü olabildi.

Ülkemizin neredeyse her yerinde deprem hikayeleri­ni biliriz. Özellikle arkeolo­jik alanlarda deprem, ortaya çıkardığı sonuçlarla izlenebi­len, tespit edilebilen bir olgu. Hatta geçmişte yaşanmış bu korkunç olaylar, arkeologla­rı heyecanlandıran buluntu gruplarını da bize hediye edi­yor. Yıkımın altında kalan her şey, bir zaman kapsülü gibi günümüze ulaşıyor. Maalesef eski depremlerin birçoğunda arama-kurtarma çalışmaları çok az yapılabiliyordu. Mekan, içindeki malzemesi ile hatta bazen insanlarla birlikte gö­mülüp kalıyor, asırlar sonra arkeologların kazıları ile or­taya çıkıyordu. Bugün müze­lerde eksiksiz görebildiğimiz muhteşem objeler ya da ören yerlerinde kazılarda ortaya çıkarılmış ve anastilosis (ye­niden yapılanma tekniği) ça­lışmalarıyla ayağa kaldırılmış cepheler genellikle bu tür bir felaketin hatıraları. Bergama Asklepion, Laodikea Agorası, Didima Apollon Tapınağı bu tür hatıraların kısmen belge­lendiği detaylara sahip.

Birçok anıt eserimiz de adeta Türkiye’nin deprem ta­rihini bize anlatır. İstanbul Ayasofya’sının, Fatih Camii ve külliyesinin tarihleri nere­deyse bir depremler tarihidir. Birçok muhteşem anıtımız, depremlerden sonra ya büyük onarımlar geçirmiş ya da ye­niden inşa edilmiştir. Kuruluş tarihleri çok eski ama bugün ayakta olan tarihî yapıların çoğu 19. yüzyıl sonlarına aittir. Bir kısmında eski depremleri anlatan kitabeler mevcuttur.

1938’de kurulan ve ardından Türkiye’ye katılan Hatay Devleti’nin meclis binası son depremde yıkıldı.

Depremlerde zarar gören anıtlarımız da hızla ele alın­malıdır; zira bu yapıların en­kazı da kıymetlidir. Bunlar bir arkeolojik varlık olarak ele alınmalı ve arkeolojik yöntem­ler ile kaldırılmalıdır. Mimari elemanların belgelenmesi ve korunması önemlidir. Taşına­bilir kültür varlıkları, yazı lev­haları, kitabeler, minber, vaiz kürsüleri, ikonalar, avizeler, kandiller, kapı kanatları gibi taşınabilir aksam, müzelerde ya da korumalı depolarda bu­lundurulmalıdır.

Hiç şüphesiz kültür varlık­larımız yeniden ayağa kaldı­rılacak. Kaybettikleri değer­ler mümkün olduğunca yerine konulacak. Uzun ve zorlu bir süreç bizi bekliyor. Restoras­yon çalışmalarına kadar, anıt­ların hatıralarının özenle ko­runması çok önem vermemiz gereken bir süreç. Bu süreç­te şüphesiz restorasyonları da tartışmalıyız. Kaybettiğimiz anıtlarımızı nasıl yaşatmalı­yız?

Bugünü kadar bu anıtlar, her yokoluşta yeniden, inşa edildiği dönemin üslubu ile ayağa kaldırılıyordu. Modern restorasyon anlayışlarında ise eski belgelere ve yapının aksa­mına dayanarak bunların eski hâlleri ile inşa edilmeleri esas alınmaya başlandı. Ancak çok farklı yaklaşımlar da gelişti­rilebilir (2. Dünya Savaşı’nda büyük yıkıma uğrayan Ber­lin kentinin birçok anıtı savaş sonrasında değişik yöntem­lerle restore edilirken, Kaiser Wilhelm Kilisesi savaşın ve yıkımın bir anısı olarak yıkın­tı hâlinde bırakıldı ve yanına modern bir kilise inşa edildi). Belki bu anıtların bazılarını, bu felaketin hatırasını canlı tutacak şekilde restore edebi­liriz.

Son deprem felaketinde yıkılan-zarar gören başlıca ta­rihî miras unsurları ve koru­ma çalışmaları şunlardı…

ÖNCE/SONRA

ANTEP KALESİ

Kale, kısmen doğal bir tepede bulunan bir höyüktedir. Ken­tin tarihinin en önemli tanığı olan kalede yerleşim ve yapı­laşma Kalkolitik Çağ’da başla­dı. Bugün izlenebilen bölüm­lerin çoğu Bizans, Dulkadi­roğulları, Memlûk, Osmanlı dönemlerindedir. Buradaki höyük yerleşimi ve daha son­raki kale, binlerce yıldır başka depremlerle yıkılıp yeniden inşa edildi. Son deprem, kule­ler arasındaki surları ve bazı bölümleri yıktı.

MALATYA YENİ CAMİİ

ÖNCE/SONRA

Malatya neredeyse Tunç Ça­ğı’ndan beri aynı ismi taşı­yan bir yerleşimdir ve deği­şik nedenlerle yer değiştirdi. İlk yerleşim Arslantepe, Ro­ma çağında bugün Eski Ma­latya ya da Battalgazi denilen yere taşındı; Osmanlı döne­minin sonlarında bugün bili­nen merkez aynı adla yaşama­ya devam etti. Bu merkezde 1843’te inşa edilen Hacı Yusuf Camii 1880’lerde bir deprem­de yıkıldı, yapı tekrar ancak 1910’da tamamlanabildi. Yeni Cami, Çarşı Camii gibi isim­lerle anılan caminin ilk yapısı­nın depremde yıkılan minare­si, bugünkü caminin yanında depremi hatırlatan bir ibret anıtı gibidir. Camii, 2020 Ela­zığ depreminde de zarar gördü; son depremde neredeyse tama­men yıkıldı.

ADIYAMAN ULU CAMİİ

Adıyaman Kalesi’nin yakınla­rında olan Ulu Camii’nin inşa tarihi kesin değil. Bölgenin İs­lâm hakimiyetine geçmesiyle inşa edilmiş olmalıdır. Ancak uzun tarihi boyunca yaşadığı felaketlerde bu yapı defalarca tahrip olup yenilendi. Caminin 1506-1515 arasında Dulkadiro­ğulları Beyliği’nin son idareci­lerinden Durak Bey tarafından inşa ettirildiği düşünülüyor. 16. yüzyıl yapısı bir depremle yı­kıldı ve 1832-1833’te yeniden inşa edildi. Minaresi ise ancak 1860-1863 arasında Hacı Mol­la isimli bir hayırsever tarafın­dan tamamlanabildi. Ancak bu yapı da 1890 civarında meyda­na gelen bir depremde çöktü ve 1895-1896’da yeniden Kolağası Mustafa Ağa tarafından büyük ölçüde yenilendi. Özellikle ah­şap kapıları, geç devir Osmanlı sanatının ilginç örnekleri olan mihrap ve minberi, minare ka­idesindeki bezemeler ve kita­beleri İslâm sanatı açısından önemliydi. Cami son depremde maalesef tamamen yıkıldı.

GAZİANTEP KURTULUŞ CAMİİ (ESKİ MERYEM ANA KATHEDRALİ)

ÖNCE/SONRA

Yapı 1892’de kentin Ermeni cemaati tarafından Meryem Ana’ya adanan (Surp Asvadza­dzin) bir kilise olarak inşa edi­di. 1915 hadiseleri ve tehcirden sonra bir süre terkedildi, ar­dından cezaevi olarak kullanıl­dı. Kilise aksamı ve bezemesi­nin büyük kısmı yokolan yapı, 1981’de cezaevinin taşınma­sı ile boş kaldı ve 1984’te cami hâline getirildi. Son depremde kilisenin çan kulesi üzerine ve onun simetriğine eklenen iki tek şerefeli minare ve ana kub­be çöktü, yapı büyük hasar aldı.

İSKENDERUN KATOLİK KİLİSESİ

Kentin Yenişehir bölgesinde bulunan yapı 1870 dolayların­da inşa edilen Latin Katolik Ki­lisesi’dir. Üç nefli bir bazilika olan kilise oldukça sadedir. Son depremde sadece giriş ve mih­rap cephesi ile bir nefi ayakta kalan yapı büyük ölçüde harap olmuştur.

ANTAKYA AZİZ PETRUS/ AZİZ PAULOS KİLİSESİ

ÖNCE/SONRA

Antakya’nın merkezinde bu­lunan kilise, eski bir kilisenin yerine 1830 dolaylarında in­şa edildi. Bu kilisenin de 1870 dolaylarında bir depremle yı­kılmasından sonra, uzun bir inşaat süreci sonunda 1900’da yeni yapı ibadete açıldı. Kesme taştan inşa edilmiş, haç plan­lı, kubbeli bir kilise olarak Os­manlı dönemi Hıristiyan dinî mimarisinin bölgedeki en anıt­sal örneklerinden biriydi. Yapı­nın ahşap templonu ve Arapça siglaları ile Ortodoks ikonaları güzel bir koleksiyon oluşturu­yordu. Duvarlarında kilisenin ve cemaatinin tarihi, Osmanlı dönemine ait fermanlar sergi­leniyordu. Örtü sistemi tama­men çöken kilisenin içindeki aksam da büyük zarar gördü.

ANTAKYA HABİBİ NECCAR CAMİİ

7. yüzyılda yapılan Türkiye’nin en eski camilerinden Habib Neccar Camii de tarihi boyun­ca defalarca yenilendi. Erken İslâm döneminde tesis edilen cami, yaşadığı depremler ve diğer felaketler sonucu her dö­nemde onarım gördü. 13. yüz­yılda Memlûk Sultanı Baybars, cami ve çevresini yeniledi. Osmanlı devrinde birkaç defa yenilenen yapı 1839 civarında son büyük onarımını geçirdi. Avlusunda Aziz Paulus ve Aziz İoannes’in türbesi olan, zemin altında iki kat aşağıda Habib Neccar’ın kabrine ulaşılan ca­mi, kimisi Bizans kimisi Erken İslâm dönemine ait ilginç sü­tun başlıklarına sahipti. Cep­helerindeki kitabeler uzun tari­hinin en önemli anıtlarıydı. Son depremde neredeyse tamamen yıkıldı.

ÖNCE/SONRA

HATAY DEVLETİ MECLİS BİNASI

Bölgenin yakın tarihi için önemli bir anıt, 1938’de kuru­lan ve ardından Türkiye’ye ka­tılan Hatay Devleti’nin meclis binası olarak kullanılan yapıydı. 1927’de bir sinema binası ola­rak inşa edilen yapı, daha sonra Hatay Devleti’nin meclis binası olmuştu. 2008’de restore edilen ve kültür merkezi hâline getiri­len bina, son depremde yıkıldı.

Tarihî yapılardaki hasar modern binalardan daha az

Depremlerin yarattığı maddi-manevi yıkıntıların boyutu günler içinde ortaya çı­karken tarihî yapıların, arkeolojik alanların ve müzelerin durumu da ele alınıyor. Felaket sonrası ortaya çıkan büyük yıkımda, tarihî yapı ve alanlardaki zararın konutlara kıyasla çok daha az olduğu, müzelerin ise başarılı bir sınav verdikleri gözlendi. Yaşanan felaketin boyutları dikkate alındığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın depreme hazır olma, deprem sonrasında da duruma hakim olma konusun­da başarılı bir sınav verdiğinin altını çizmek gerekir. Bu başarı­nın altında ise detaylı ve titiz bir planlamanın yer aldığı “afet acil durumu eylem planı”nın anında uygulamaya alınmasının yanısıra personelin eğitimli olmasının rolü de büyük. Yetkililer gerek ilk müdahale gerek hasarın tespiti gerekse eserlerin yağmaya karşı korunmasında etkin davrandıkları gibi, kamuoyunu bilgilendirmekte de süratli refleks gösterdi. Bu da spekülasyonların ve söylentilerin önünü kesti. Kamuoyunda konuya yönelik hassasiyet de bu felaketli günler için gurur vericiydi.

Son depremde;

. Tarihî Gaziantep Kalesi’nin doğu, güney ve güneydoğu kısımlarında bulunan bazı burçlar yıkıldı.

. Adıyaman Karakuş Tümülüsü, “Tokalaşma Sütunu” yıkıldı (Kabartma Adıyaman Müzesi’nde koruma altına alındı).

. 17. yüzyıl yapısı Gaziantep Şirvani Camii’nin kubbesi ve doğu duvarı kısmen çöktü.

. Gaziantep Hz. Ukkaşe Türbesi tamamen yıkıldı.

. 2200 yıllık geçmişe sahip Antakya Sinagogu yıkıldı.

. Şanlıurfa Ulucamii minaresi yıkıldı.

. Gaziantep Zeugma Müzesi hasar almadı, mozaiklerde düşen tek par­ça yok; ünlü Çingene Kızı mozaiği sağlam durumda.

. Antakya Hatay Arkeoloji Müze­si’nde taşıyıcı kolonlarda sorun yok; ünlü Şuppiluliama heykeli hasar gördü, ivedilikle onarıma alındı.

Depremde hayatını kaybeden Kültür ve Turizm Bakanlığı per­soneli yanısıra TUREB tarafından düzenlenen uygulama eğitimine katılan 43 kişilik rehber kafilesi de Adıyaman’da konakladığı otelde enkaz altında kaldı; çoğu maalesef kurtarılamadı.