Anadolu’nun Gözyaşları, özellikle 19. yüzyılda binlerce yıldır durdukları Anadolu’dan koparılıp yurtdışına götürülen tarihi eserleri ve tarih bilincinden yoksun Osmanlı Devleti yöneticilerinin bu yağmaya nasıl duyarsız kaldığını anlatıyor.
Kitapta yalnızca çoğu 1830-1922 yılları arasında Anadolu’nun farklı bölgelerinden çeşitli yöntemlerle çıkarılmış ve bugün ABD ve Avrupa müzelerinde sergilenen paha biçilemez tarihi eserlerin öyküsü yok. Yazar aynı zamanda dünyada tarihi eserlere ya da geçmişin zenginliklerine ilgi duymanın nasıl başladığın, bu ilgi ve kıymet verme anlayışının bize neden çok geç geldiğinin sebepleri üzerinde duruyor.
Avrupalılar, geçmişin zenginliklerine maddi değerleri dışında, tarihsel ve sanatsal özellikleriyle de ilgi duymaya Rönesans döneminde başlamış. Tarihi eser toplama eylemi ise Vatikan’la başlıyor. 1503’te papalığa seçilen II. Julius, Roma İmparatorluğu’nun başkenti Roma’da, kendini imparatorluğun doğal uzantısı ve mirasçısı olarak görüyor, Rönesans’ın etkisiyle Roma’dan kalan tarihi eserleri sahipleniyordu. Böylece köklerini yüzlerce yıl geriye götürerek tarihten meşruiyet kazanıyordu. Bu eski eser toplama eylemi önce İngiltere kraliyet ailesine sonra da öteki kraliyet ailelerine örnek oldu.
Yazar, Homeros’un anlattığı Troya yağması ve İtalyan tüccarların 1087’de Myra’dan (Demre) Aziz Nikolaos’un (Noel Baba) mezarındaki kemikleri çalmasını Anadolu’daki tarihi eser yağmalarının ilk kilometre taşları olarak aktardıktan ve 1204’te Latinlerin İstanbul’u işgaliyle başlayan eser yağmasından da söz ettikten sonra kitabının asıl konusu olan Osmanlı Devleti döneminde başlayan yağmalara geçiyor.
Latin yağmasından sonra Anadolu’daki bilinen ilk bilinçli tarihi eser toplayıcılığını başlatansa İngilizler. Arundel Kontu’nun, antikacı olarak yetiştirip 1634 yılında Osmanlı topraklarına gönderdiği din adamı William Petty, İstanbul, Bergama, Efes, Priene, Milet, İzmir ve Atina’da mermer yontuları ve diğer tarihi eserleri toplamaya, yok pahasına satın almaya başlamış. İngilizleri biraz geri- den takip eden Fransızlar Anadolu’daki tarihi eser yağmasına 18. yüzyılın başlarında katılmış. 20. yüzyılda İngilizler ve Fransızlara Avusturya, Almanya, Amerika ve Yunanistan da eklenmiş ve çoğunlukla kazı faaliyetlerini de kendileri yürütüp binlerce eseri ülkelerine taşımaya başlamışlar. Bu ülkelerin, çoğu defineci tutkusuna sahip tarihi eser avcısı kişileri Osmanlı şehirlerine konsolos yaparak binlerce eseri doymak bilmez bir iştahla talan edişinin öyküsü gerçekten ibretlik ve insanın içini acıtan türden. Yaşar Yılmaz, bu ülkelere götürülüp sergilenen bu eserlere ek olarak, Anadolu’da kazı yapmayan Hollanda, Danimarka, Vatikan ve Rusya’nın uluslararası kaçakçılardan ya da başka yollarla elde edip müzelerinde sergiledikleri eserlerden de söz ediyor.
20. yüzyıl başlarında eser yağması öyle bir noktaya gelmiştir ki Lord Curzon, 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettikleri gün, İngiliz kabinesindeki gizli oturumda Anadolu’daki tarihi ve artistik değeri olan eserlerin tamamının götürüleceğinden söz edebilmektedir.
Batılı ülkelerin “egemen beyaz adam” özgüveni ve küstahlığıyla eserleri yağmalamasına Osmanlı Devleti yöneticilerinin duyarsızlığını ve zaman zaman destek vermelerini anlatan Yılmaz, bu duyarsızlığın Cumhuriyet dönemine de sirayet ettiğinin altını çiziyor. Yazarın buna verdiği örneklerden biri, 1954’te Başbakan Adnan Menderes’in yıllarca Bergama’daki kazıları yürüten ve 1910’da ölünce İzmir’deki bir kilisenin bahçesine gömülen Carl Humann’ın kemiklerinin Bergama’ya nakline izin verilmesi. Menderes’in izni sayesinde Humann, yağmaladığı tarihi kalıntıların içine gömülme şerefine erişmiştir!
Son bölümünde götürülen eserlerin geri getirilmesi ve bundan sonra eser götürülmemesi için önerilerin de sıralandığı Anadolu’nun Gözyaşları, kaçırılan eserlerin birçoğunun fotoğraflarının da olduğu bir albüm aynı zamanda. Yazarın aylar boyunca maddi kısıtlılıklara rağmen müze müze gezip çektiği bu fotoğraflar, okuyucunun talanın boyutlarını daha iyi anlamasına yardımcı oluyor.